@ahmetmithatefendi
|
İskenderiye’ye iltica etmiş olan Nurullah Bey ailesi Jön Türklerden birçoğunun gurbet diyarında duçar oldukları sefaletten masun kalmakla beraber bunlardan bütün bütün bivaye ve biçare olanlara muavenete dahi muktedir olarak sekiz sene mesuden ve müreffehen ömür sürmüşlerdir. Bu müddet zarfında bazı aile umurunun ruyeti için Dilşinas Hanım birkaç defa İstanbul’a gelmiş Abdüllatif Efendinin zevcesi Zehra Hanım’da misafir kalmıştır. Ahdiye Hanım’a gelince bu müddet zarfında birisi altı yaşına girmiş olan erkek ve birisi dört yaşını bitirmekte olan kız çocuklarının terbiyesiyle müştegil olarak diğer cihetten Mısır ailat-ı İslamiyesi ve Nurullah Bey’e dost olan Avrupalıların aileleriyle gayet samimi münasebet-i dostane dairesindeki hüsn-amizişleriyle pek mesut ve bahtiyar oluyor ve İstanbul’u hatırına bile getirmiyordu. Derken bin üç yüz yirmi dört sene-i maliyesi temmuzunun sekizinci günü Selanik ve Atina’dan gelip Mısır gazetelerine derç olunan ajans telgrafnamelerinde Manastır’daki üçüncü ordunun Kanun-ı Esasi’yi ilan ettiği haberi gelince Nurullah Bey beht ve hayretten buna ne mânâ vereceğini bilememiş ve Temmuz’un on biri tarihiyle İstanbul’dan gelen telgrafnamelerle keyfiyet teyit olununca o hayret bir kat daha artmıştı. Zevcesi Ahdiye Hanım’la bu beşaret-i azimeyi ne yolda telakki edeceklerini bilemeyen Nurullah, tesadüfen Dilşinas Hanım’ın şu aralık İstanbul’da bulunmasından bilistifade ilan olunan aff-ı umumi üzerine İstanbul’a avdeti teklif eylediği zaman: “Canım beyim! İstanbul’a gidip de ne yapacağız! İşte burda yerleşmiş kalmışız.” derse şaşar mısınız? Sekiz yıldır o kadar mesudane yaşamaya alıştıkça alışmış ve bu müddet zarfında İstanbul’dan nefretini artırdıkça artırmış akıllı bir hanımdan şöyle bir cevap alınmasına hiç de şaşmayınız. Ancak ilan-ı hürriyet edilmesi üzerine İstanbul ahalisinin sevincinden çıldırmak derecelerine varan nümayiş-i ferahbahşaları günde beş altı telgrafla haber verilmeye başlayınca Nurullah Bey aff-ı umuminin ilanını bile beklemeye sabredemeyerek kendisini bildi bileli bir kâbus-ı elim altında ezilmekte gördüğü vatanını bir de uyanmış, iade-i hayat etmiş olduğu bir halde görmek arzusunu bir türlü yenemedi. Ahdiye Hanım’ı dahi ırza edip İskenderiye’den İzmir tarikiyle doğruca İstanbul’a giden Hidiv kumpanyasının Osmaniye vapuruna atladılar. Aff-ı umumi ilanını İzmir’de haber aldılar. İstanbul’da vatanperverane nümayişlerin derece-i kusvaya vardığı günlerde Abdüllatif Efendi’nin hanesine vasıl oldular. Nurullah Bey İstanbul’u uyku halinde bırakmışken şimdi gördüğü uyanıklık haline karşı adeta alıklaşmış kalmıştı. İki yüz elli bin kişinin cuma günü selamlık resm-i âlisinde isbat-ı vücud eyledikleri ve ahrarane alkışları ila-yı aleniyete vardırdıkları cuma günü o resm-i âli-i vatanperveranede mevcuttu. Havene-i din ve devletin bir yandan tebdil-i kıyafetle kaçtıklarını ve diğer taraftan halkın pençe-i intikamına düştüklerini hep gördü. Bunların türlü türlü karikatürlerle terzil edildiklerini hep temaşa eyledi. Güzel çirkin ne kadar karikatür basılmışsa cümlesini bilmubayaa mükemmel bir koleksiyon yapmaya başladı. İstanbul gazeteleri artık evvelki gibi yazılmıyorlardı. O makalat-ı hürriyetperestaneye hayran kalıyordu. Bereket versin ki İstanbul’da kendisini kimse tanımıyordu. Nasıl bir pişer ü seramedan-ı ahrar bilinseydi kim bilir ne yolda alkışlarla insanların tepelerinde gezerek kim bilir ne kadar ihtiramkarane bir girudarla hırpalanacaktı. İşte böyle kıyametten nişan veren ıyd-i milli eyyamından bir gün eline aldığı bir gazetede şu fıkrayı okudu:
“Hafiyelerin en müstekrehi, en melunu olan Feyzullah ……...’deki hanesine kapanıp dışarıya çıkamadığı ahrar-ı ümmet tarafından bilistihbar hanesi basılmış ve dışarı çıkarılıp iki ayağından iple bağlanarak bir buçuk kilometreye kadar sürüklenmiştir. Bu işkence esnasında elbisesi pare pare olduğundan tesadüf edilen bir bakkaldan bir iki çuval alınıp onunla vücudu setr edildikten sonra …..... karakolhanesine varıldıkta efrad-ı asakir tarafından kurtarılıp karakolda hapsedilmiştir.”
Ertesi gün diğer bir gazetede dahi şu fıkra görülmüştür:
“Dün Kandilli Burnu’ndan bir adam kendisini denize atmış ve Beylerbeyi pişgâhında naaşı denizden çıkarılmıştır. Zabıta tarafından icra olunan tahkikata nazaran bu adam seramedan-ı memurin-i hafiyeden melun Feyzi’nin en büyük vasıta-i icraiyesi Kâzım şakisi olup sekiz sene mukaddem Nurullah Bey namında pek namuslu bir adamı zevcesinin koltuk günü tevkif ettiren şerir-i laindir. Dünyada kendi eliyle tahdit etmiş olduğu cezasını ahirette Hak teala hazretleri bin kat daha müzdad buyursun.” Son. |
0% |