@ahsenkubos
|
Peki ona kötü geleceğini bile bile onu
hayatına katmak da aşka dahil midir?
Emre Fel- Merhabalar Not: Yorum yapıp oy verirseniz çok sevinirim. Kitap hakkındaki düşüncelerinizi okumak beni mutlu ediyor ve motive ediyor. İyi okumalar Aradan aylar geçmişti. Aylardır bu salak şehirde yaşıyordum ve kesinlikle sevmemiştim. Yıllardır hiçbir yerde bu kadar uzun kaldığımı hatırlamıyordum. Bu iş iyice sıkmıştı. Ana amacım Berfu’yu görmekti ama işin açığı yazın en azından terasta ya da bahçede falan olsa da görüyordum kış geldi geleli dışarıda da görmüyordum. O kısa anlar bile kaybolmuştu. Bildiğimiz bir iki hafta dışında görememiştim, ev içindekilerle belki sonradan bir anlaşırım da aralarına girerim öyle görürüm desem de o da olmadı. Baran nefes aldırmıyordu zaten evdeki kadınlara. Haşmet Ağa ise giderek aç gözlü hale gelmişti daha fazlasını istiyordu ama bende sabır kalmamıştı artık. En yakın zamanda burayı terk etmeyi planlıyordum. Bu anlaşma çok uzamış ve amacından da sapmıştı. Eğer ben istediğimi alamıyorsan kimse almamalıydı. Ayrıca daha fazla kalırsam kesin bir katliam yaşanacaktı çünkü Baran olmayan sabrımın sınırlarında geziyordu. Bunca zamandır sesimi eve rahat girmek için çıkartmıyordum ama işin rengi değişmişti. Eve girmem bir şeyi değiştirmiyordu aksine sinirlerimi daha çok bozuyordu. Ayrıca Fatih ve Burak da başımın etini yiyorlardı dönmem için. Hatta Fatih işlerden o kadar sıkılmıştı ki ben dönünce Berfu meselesini çözeceğini söylüyordu. Nasıl olduğunu o da net olarak bilmese de kendisinden fazla emindi. Şu an burası kış olmasa kendisi buraya gelecek ve beni oraya gönderecekti ama kıştan nefret ettiği için şu an hiç buraya gelesi de yoktu. Burak ise bu işin çok uzadığını düşündüğü için daha kısa yoldan çözme taraftarıydı. Kendince bir fikirler bile bulmuştu ilki isteyelim evlen, ikincisi kızı kaçıralım ya da tehditle falan alalımdı. İlki bile daha mantıklıydı ikincisinde işin sonu anca kanla kapanırdı ama bu bizim taraftan değil de karşı taraftan olurdu ve bunun Berfu ile benim aramda iyi bir gelişmeye değil aksine daha kötüleşmeye sebep olurdu. Şu anlık biraz bekleyebilirdi. Daha sonra başka bir fikir ile devam etmem gerekiyordu. Artık bende sona gelmiştim burada daha fazla kalmak işi sadece zora sokacaktı. Yaza kadar İstanbul’a dönmek istiyordum en azından kafamı biraz dinlerdim ve Baran asalağından biraz da olsa uzaklaşırdım. Aradan geçen zaman içinde de Karabey konağında hareketlilik vardı ki bu gözümden kaçmamıştı. Sebebini başta anlayamamıştık sonra Arslan neler döndüğünü öğrenmek adına sinsice hareket ederek bir casus sokmuştu aralarına. Adamdan birkaç hafta boyunca hiç ses çıkmadı. İçlerine sızması vakit aldı büyük ihtimalle. Ertesi gün işi sonlandırmak adına konağa gidecektim ki rüzgar tersten esmeye başladı. Tabi işler son zamanlarda hiç benim lehime ilerlemiyordu. Arslan konaktaki hareketliliğin sebebini öğrenmişti. Konağa gelip giden sayısının artmasının sebebi Berfu’yu istemeye geliyor olmalarıydı. Yani en azından aracı dedikleri insanlar geliyordu. Konuyu ya annesine ya da babasına iletiyorlardı. Can sıkıcı bir gerçekti ki buraya göre evlenme yaşı çoktan gelmişti zaten ama bu kadar erken olacağını düşünmemiştim. Okumuyordu zaten arada bahane edecek bir şey de yoktu. Şimdilik bir gelişme olmamıştı ama bu olmayacağı anlamına gelmiyordu. Şimdiye kadar bir hareket olmamasının temel nedeni hali hazırda akıllarında bir isim olması da olabilirdi. En yakın zamanda bir sonuca varmalıydım Berfu’nun başka biriyle evlenme ihtimali bile beni çileden çıkartmaya yetiyordu. Ben daha biri Bir de gerçekleşirse ki olmaz diyemiyordum yaza kadar kesin birisiyle nişanlayacaklardı işler iyice yokuşa sürülecekti. En azından iş meselesini sonlandırıp farklı bir yol bulacaktım en azından onları bu duruma zorlayacak bir plan yapabilirdim. Anlaşmayı sonlandırmak ve yapılacak son işi konuşmak için konağa gittiğimde etrafta biraz daha değişik bir hava vardı. 6 aydır buraya geliyordum ama hiç bu kadar gergin bir hava ile karşılaşmamıştım. Dışarıda hava eksi bilmem kaç dereceydi ama içerisi dışarıdan daha soğuktu. İçeri girdiğimde bu sefer içerisi normalden farklıydı. Haşmet’in kardeşi de vardı adını hatırlamıyordum ama genel olarak buraya sık gelmezdi ya da ben çok fazla denk gelmemiştim. Onun ve kız kardeşlerin oğulları da vardı. Erkekler kampına dönmüştü oda. Kesinlikle farklı bir şeyler vardı. Baran benden nefret ediyordu ama gördüğüm yüz ifadesi her zamankinden farklıydı. Bu işin içinden ne çıkacağını gerçekten merak ediyordum. Ortamdaki bu hava değişikliğinin temel sebebi ben miydim yoksa başka bir şey mi emin değildim? En azından dün akşama kadar konakta bir sessizlik hakimdi ama bugün ev yeterince kalabalıktı. Akşama özel bir şeyler mi vardı diye düşünmüyor değildi insan. Özel olarak ne olabilir sorusunun cevabı ise insanı çileden çıkarıyordu. Çünkü bunların buraya doğum günü kutlamak için toplanmadıkları kesindi. Başka bir şey vardı. Karşımda oturan grubu baştan sona bir bakış attım. Erkek kuzenler dahil hepsi buradaydı. İçlerinden birisinin Berfu’yla evlenme ihtimali neydi peki? Biraz yüksekti galiba çünkü burada oldukça sık görülen bir durumdu. Hem neden kimseye vermediklerini de açıklardı. Bugün de bunun için buraya toplanmış olabilirlerdi. Ben bu kapıdan çıkınca belki de öyle olacaktı. Ben gidince bu gerginlik ortadan kalkacak ve ev düğün yerine dönecekti. İfadesiz bir duruş sergilemek hiç bu kadar zor olmamıştı. Sinirlenmemek adına yavaş nefes almaya çalışsam da hiç bu kadar zorlandığımı hatırlamıyorum. ... Aylardır süren bu iş görüşmeleri abimi iyice sıkıyordu öyle ki ne ben ne de yengem artık tek başımıza evden çıkamıyorduk. Zaten önceden de çıkmıyorduk ama en azından birlikte falan çıkmamıza izin veriyordu artık o da yoktu. Sırf bu yüzden yengem evde doğuracaktı neredeyse. İşler evin içinde de giderek kızışıyordu. Annem ve abim, babamla o adamla yapılan işi bitirmesi için kavga ediyordu ama babam bu konuda fazla netti. Devam edeceklerdi. Babama göre hem güzel kazandırıyordu hem de o tarz bir insanın düşmanımız olmasındansa dostumuz olması daha iyiydi. Annem ve abim o adamdan hayır gelmeyeceğini söylüyorlardı. Babam ise şu anda yaptıkları işin hem çok karlı olduğunu hem de onunla iş yaptıkları için bir çok kapı daha rahat açılıyordu. Yani herkes kendi çapında haklıydı. Asıl olay geçen hafta oldu ama. Babam beni istemeye gelenleri geri çeviriyordu, abim bunu anlamıyordu derken babam gerçek planını geçen hafta salı günü akşam yemeğinde söylemişti. Beni evlendirmek için başka bir aday çoktan seçmişti. İş yaptığı adamla evlendirmek istiyordu, abim ve annem duyar duymaz karşı çıkmışlardı. O adam bizim gördüğümüzden daha korkunç ve kötüydü. Yaptığı işlerin berbat olduğunu ve başımıza iş açacağını söylüyorlardı. Bizim aile için bile fazla tehlikeliydi. Abim o günden beri ikna etmeyi deniyordu ama kesinlikle işe yaramamıştı aksine babam abime konuşma yasağı getirmişti ve abimle annem babamla konuşmuyorlardı en azından birebir. İşin açığı ne düşünmem gerektiğini bile bilmiyordum kendi açımdan. Babam bunun ailemize katkı sağlayacağını onun gibi nüfuzlu birinin ileride abime de katkı da bulunacağını söylüyordu. Babam anlattığında gerçekten mantıklıydı. O da adamın tehlikeli olduğunu biliyordu ama hayatıma girecek kişiler zaten tehlikeli olacaktı. İşin aslı haklıydı aşiret kızı olduğum için evlenebileceğim kişilerin hepsi ya aşiret lideri ya onun varisi ya da bu adam gibi zengin ve güçlü kişiler olacaktı. Çünkü asla kendimden aşağı biriyle, onun deyimiyle, evlenmeme izin vermeyecekti babam. Karşıma gelecek kişiler hep benim dengim olmak zorundaydı. Babama göre hepsi aynıydı. Ne fark ederdi evlendiğim kişi ki? Eğer babamın dediği gibi ona yardımcı olabileceksem sorun değildi. Hali hazırda yıllardır bu gerçekle büyümüştüm değil mi? Birini sevme cesaretini gösteremediğim gibi başkaları da beni sevme cesareti gösteremiyordu. Bir işin sonu hep aynıysa ne fark ederdi ki kim olduğu ya da kiminle olduğu? ... Karşımdaki adam konuşmaya başladığında işlerin farklı ilerlediği belli oluyordu. Sanki başta normalmiş gibi konuşmaya başladı ama normal değildi. Sadece nabız yokluyordu. Sonrasında derdini anlattı da toptan kurtulduk. Yoksa siktiri çekip gidecektim. Yaptığı bu iş teklifi, kendince fazlasıyla mantıklı olduğu kesindi, benim için aşırı derece mantıksızdı. Onlarda benim geri çekilmek üzere olduğumu anlamışlardı anlaşılan. “İşi çift taraflı hale getirelim.” O nasıl olacaktı acaba? Şu an tek taraflı mıydı? Şu adamın bir şeyi bin saatte söylemesine katlanamıyordum. Tek seferde anlat da bitsin yok illa ki uzayacak. “Nasıl olacak?” Anlat bakalım neler isteyeceksin gene. Adamın da oğlunun da benimle olan derdi bir türlü bitmiyordu. Ne vermişlerdi de alamıyorlardı acaba? “Sen gene alıcı kısmını halledeceksin biz de hem ülke dışından hem de ülke içinden eşyaları hazırlayacağız. Gümrük işini çözeriz. Giriş ya da çıkış. Sende yurt içi ve yurt dışı alıcıları bulacaksın.” Sadece ülke içi kesmemişti adamı bildiğimiz yani. Daha doğrusu el altından yurt dışına satış yaptığını biliyordum ama sesim çıkmamıştı. Yurt dışına satış yapacak kadar güvenmiyordum bunlara. Dahasını istiyordu hem kendisi hem de ben satacaktım. Başta adamın gözünü boyarsam daha fazla eve girebileceğimi düşünmüştüm ama eve gelmem kızını görmemi sağlamıyordu o zaman eve gelmeme gerek yoktu ayrıca aile ile bir türlü yıldızlarımız barışmıyordu şimdi ise olayı ilerletip hem canımı daha fazla sıkmayacak hem de bunlara harcayacağım enerjiyi bu kızı bu evden nasıl çıkartacağımı bulmalıydım. İşlerin büyümesi ya da ilerlemesi Berfu’yu görmesine sebep olmayacaksa hiç gereği yoktu yine de tekliflerini merak etmeden de duramadım. “Benim bunda payım ne olacak?” Söyle bakalım da sonrasını ben düşünürüm. En azından dalga geçecek bir neden vermiş olurdu ya da sonrasında lazım olacak bir koz vermiş olurdu da işimi kolaylaştırırdı. Çünkü açık bulmam lazımdı onu zorlayacak. “%30 her satışta.” Şaka mı yapıyordu %30 ne işime yarayacaktı? Onlar için fazla olabilirdi ama benim için fazlasıyla küçük miktarlardı. Ayrıca her parça çok pahalı gitmiyordu benim yaptığım masrafı bile karşılamazdı %30 hele de yurt dışı girerse içine. “Bu kadar ucuza çalışamam aldığım riske değmez.” Sen hiç değmezsin zaten. O kadar emek verip bir de üstüne risk alamazdım. Daha çok kazanabileceğim işlere girmek daha mantıklıydı. Yurt dışına çıkışta bir sürü olay yaşanabilirdi. Yurt içinde bile sıkıntı oluşmuyor değildi. “Ne istiyorsun?” Kızını. Onu da şimdi sen vermezsin zaten. Şimdilik sen ve oğlun olmadan yaşamak bir süre o bile yeter. Sonrasını bir şekilde halledecektim ama nasıl olduğundan emin değildim sadece. “Yarı yarıya.” Bir de kızını işte. Yine de farklı bir koku gelmiyor desem yalan olacaktı. Haşmet Ağa konuştukça Baran oturduğu yerde dansöze dönmüştü hareket etmekten. Ya Baran’ın bir yerlerinde kurt vardı ya da olay düşündüğümden farklı ilerleyecekti. Her şeye hazırlıklı olmak lazımdı. “İşin büyük kısmını biz hallediyoruz ayrıca daha pay alacak kişiler var.” Bana mı sordun bunu yaparken ya da düşünürken? Sanki büyük kısmı dediği de sıfır emek verip antikaları bulmak galiba. Onu da başkası yapıyordu. Gören ya da duyan da eline kazma kürek alıp tek tek kendi kazıp çıkartıyor sanır. “Bende tüm itibarımı kaybedebilirim ayrıca alıcı bulmak kolay da olmayacak. Ayrıca ileride beni satmayacağınız ne malum.” Seni bilmem ama oğlun bulduğun ilk fırsatta benden kurtulacaktır. Ayrıca niye katlanmaya devam etmeliydim ki? Kendimi güvenceye almadan bunlarla işe girişemezdim. Bu kadar heyecan yeterliydi, çocuk değildim hayatımın her anında başka bir heyecan arayamazdım. “%30 ve üzerine bildiğim kadarıyla evli değilsin.” İşte dilinin altındaki baklayı çıkarmıştı. İşin içinden ne çıkacağı belliydi artık. İçimden ne kadar alçalabilirsin demek geçiyordu. İnsan daha fazla para için kızını öne sürebilir miydi? Öldürsem mi acaba diye düşünmeden edemedim. İçimdeki ses aylardır istediğin buydu şimdi elde edebilirsin diyordu. ‘Kısa anlar yerine hep senin yanında olabilir’ dedi. Mantıklıydı. İşin ilk olarak evliliğe gideceğini hiç düşünmemiştim ama geçen aylardan da anlaşıldığı üzere karşımdaki kız rahatça konuşabileceğim ya da iletişim kurabileceğim bir yerde değildi. Fatih de bunun gibi bir fikir sürmüştü öne zaten şimdi onun planına gerek kalmadan halledecektik. Burak’ın fikrinden de daha az sıkıntı çıkarırdı bana. Bu salakları bir süre daha idare edebilirdim. Birkaç ay daha sabredebilirdim istediğimi aldığımda ise bir bağım kalmazdı. Lafını bitirmesini bekledim. Konuş bakalım ihtiyar belki de ortak bir yol bulabilirdik. “Hayır.” Anlaşılan biraz sonra öyle olmayacağım sayenizde. Yine de ifadesizliğimi korumaya devam ettim. Haşmet Ağa’nın rahatlamasını istemiyordum biraz daha kıvranmalıydı. Kabul etmeme ihtimalimi göz ardı etmemeliydi. “Burada her şey kan bağıyla bağlanır. Eğer kızımla evlenirsen kan bağıyla bağlanacak ve karşılıklı olarak ihanet olmayacak.” Kalın ve sigaradan, ya da tütün emin değilim, dolayı yerin altından geliyor gibiydi sesi. Her konuştuğunda can veriyor gibiydi. Bir de Türkçe konuşurken bazen zorlanmıyor değildi. Arapçaya çok alışmışlardı Türkçeye dönmek zor geliyordu bazen özellikle düşündüklerini ifade ederken. Sesi daha önce hiç bu kadar dikkatimi çekmemişti. Orasını ben düşünürüm sen merak etme. Karşılıklı kısmını vurgulamış olduğu dikkatimden kaçmadı. Onlara karşı bir tehlike arz ediyor oluşumu kabullenmiş oluşu beni mutlu etmişti. Kendini göklere çıkarsa da ondan daha üstün birisinin varlığını kabul etmişti. Sıra oğluna geçmişti. O da bükemediği bileği öpmesini öğrenecekti ama her şeyin bir sırası vardı. İlk önce kızları Karabey olmaktan çıkacak bir Hancı olacaktı sonrası da Karabey’ler gerçek karanlıkla buluşacaktı. “Gene kazançlı çıktığımı zannetmiyorum bir şeyler eksik.” Kızını alacaksın işte aylardır beklediğin fırsat dedi iç sesim ama işi onlar için ne kadar kolaylaştırırsam onlar benim için o kadar zorlaştıracaklardı. Hele ki kızlarıyla kendi istediğimle evlendiğimi anladıkları anda arkası kesilmez istekler listesi başlayacaktı. Ne Haşmet’in suratında memnuniyet ne de Baran’ın suratında memnuniyetsizlik görmeye niyetim yoktu. Hali hazırda Baran her işi yokuşa sürecekti bir de üstüne biraz daha ekleyemezdim. Sazan gibi atlamak benim değil anca Baran’ın yapabileceği bir şey olurdu. Hem biraz daha korku salmak bir sonraki adımlarını düşünmelerine sebep olacaktı. Haşmet Ağa kendince kızını bana verince sözünü daha rahat geçirebileceğini düşünüyordu ama bunlar pek karlı bir düşünce sistemi değildi. “Evlendiğinde kızıma kalacak tüm miras sana aktarılacak.” Çüş artık. Ee senden gelen para ne işime yarar ki? Bir de üçe böleceksin. Karşımda kendi mirasının hesabını yapıyor oluşu da ayrı bir travma sebebiydi. İnsan kendi kızını nasıl bu şekilde verebilirdi ki? Sanki kızımı al üstüne de para vereyim der gibiydi. Sen de bana daha fazla para kazandır. O yaşarken daha fazla lükse sahip olsun yeterli yani. Peki kızının bundan haberi var mıydı? Gözüm kısa bir süre Baran’a kaydı. Bakışlarından anladığım kadarıyla fazlasıyla gizli bir maddeydi. Evdeki kadınların bir tanesinin bile bilmediğini fark ettim. “Sizin buralarda evlenmek pahalı iştir şimdi buradan birisiyle neden evleneyim ki?” Değil mi? O da var. Sen daha fazla para kazanmaya çalış diye daha neler önereceksin kim bilir? Bir an gözüm tekrar Baran’a kaydı. Bu durumdan hiç memnun değildi. Sırf gıcıklığına bile kabul edebilirdim bu isteği. O kendini beğenmiş ‘küçük ağa’ bozuntusuna haddini bildirmek yetersiz hissettirmek için yapmayacağım şey yoktu sonrasında da öldürürdüm olay kapanırdı. Maalesef şu an birebir ona zarar veremiyordum ama verebileceğim bir zaman dilimi oluşacaktı. Bu salak kendi eliyle kendi bacağına sıkardı benim için de işleri kolaylaştırırdı. Her şeyin sırası vardı, ilk önce kızları karım olacaktı sonrasında da bunlarla bağımı kesmek olacaktı. Yine de kendimi şimdilik sağlama almam lazımdı. “Evlilik ile gelen masraflar olmayacak başlık veya süt parası alınmayacak. Sadece düğün masrafları.” Bir de onu isteseydi. Hem kızını bana kakalamaya çalışıyordu hem de istekler listesi mi hazırlayacaktı? Kızı kendin istiyorsun zaten diye bir düşünce geçti içimden. Evet istiyordum ama yine de kızını bu şekilde veriyor oluşu şerefsizce geliyordu. Ayrıca sorun harcanan para değildi ki? Olay Haşmet Ağa’nın küçük düştüğünü görmek ve ondan daha üstün olduğumu kabul etmesiydi. Yoksa harcanacak para hiç sorun değildi. “%30, mirasınız ve bir de bu. Gene de az gözüktü %40” Fazlasından hiçbir zaman zarar gelmez. Ayrıca Baran’da biraz daha kıvransın. Ama bu sefer tek Baran değil odanın dört bir tarafına dağılmış erkekler de bir yerlerinde bir hareket etmişlerdi. “%35 en fazla alabileceğin olur.” Emin miyiz bundan? Belki senden %35 ama… “%35 az ama neyse işlerin durumuna göre idare eder. İyi hoş da boş sözle olmaz. Anlaşma imzalanacak iki taraf içinde basit bir söze kanacak birisi değilim. Eğer beni satarsanız sizde gidersiniz benimle.” Özellikle Baran Efendi bulduğu ilk fırsatta beni ortadan kaldırmaya çalışacaktı. Daha iş düğüne gelmeden babasının arkasından iş çevirip bir şeyler yapabilirdi. Ona da ayrı bir ders vermek lazımdı. “Kabul.” İstersen bu aşamada reddet. Bana verilen hiç bir söz geri alınamaz. Kızını vermişti kendi ölümü bile bu sözü bozamazdı. Berfu benim olacaktı sonrasında isterse İnterpol hepsini içeri atsın, sınır dışı olsunlar geri dönemesinler pek umurumda değildi. Bir şekilde halledebilirdim bu anlaşma olayını da nikah bir kıyılsın da. Hayatımda hiç bu kadar salak bir grup görmemiştim. Birkaç sözle atlatılabilecek kadar saftılar. Bu dünyada bana gerek kalmadan kendileri bile düşerdi. İçeride oturan gençlerden bir tanesi ayaklandı ve dışarı çıktı. Birkaç dakika sonra içeri girdi ve yerine oturdu. Gündelik mevzulara dönmüşlerdi. Sıkılmıştım bir an önce kalksam iyi olacaktı herkes istediğini almıştı ne de olsa. Aradan geçen 15 dakikanın ardından içeri ‘o’ girdi. Kesinlikle hazırlıksız yakalanmıştım bir an yüzümdeki ifadenin bozulduğuna eminim ama olan olmuştu hızla eski halime geri döndüm. Tepsideki kahveleri dağıtırken kısa bir an göz göze geldik galiba 6 ayın sonunda ilk defa bu kadar uzun süre görmüştüm. Babasının sayesinde bu süre artacaktı. İstediğimi bu kadar kolay elde edebileceğini hiç düşünmemiştim. Eğer bu kadar kolay olacağını bilseydim aylar evvel bu anlaşmayı ben sunardım o da kızını verirdi. Odadan geri çıkarken Baran’ın gözleri benim üzerimdeydi. Acaba kız kardeşine bakacak mıyım onu test ediyordu. O bana bakarken bende ona bakmayı sürdürdüm. Beni test edebilecek yürek onda var mıydı? Tüm o gereksiz muhabbet son bulduğunda sonunda kendimi dışarı atabilmiştim. Arabaya bindiğim de artık sonunda nefes alabilmiştim. Yasemin’i arayıp yarına kadar bana sözleşmeyi hazırlamasını istedim. İstediğim kuralları söyledikten sonra kapattım. Taviz vermeyecektim isteklerimden. Ayrıca bu anlaşma iki taraf için de koz olacaktı. Kimse anlaşmadaki maddelerden Berfu’ya bahsedemeyecekti. Eğer bahsederlerse kızlarının üzüleceğini biliyorlardı. İleriyi düşünmeden hareket etmek hiç benlik bir durum değildi. Anlaşma bir süre gün yüzüne çıkmayacak olduğu gibi bozmaya da çalışamayacaklardı. Akşam saat dokuz gibi gelen telefonla hemen soluğu önce İstanbul’da aldım sonra da İtalya’ya geçtim. Bu sefer içim rahattı en azından geride ne bıraktığımı biliyordum. ... Abim korkularını içinde tutmuyordu. Sürekli başımda tehlikeye girdiğimden bahsediyordu. Yengem de olmasa yanımda duracak kimse yoktu. En azından abimi bir süreliğine başımdan alıyordu da rahat bir nefes alabiliyordum. Aradan geçen iki hafta boyunca Feyyaz Bey eve hiç gelmemişti. Bu arada içimi bir korku sarmıyor değildi açıkçası. İnsanın duydukları arasında hiçbir iyi şey olmayınca korku tek çıkışı oluyordu. Yengem eğer uysal davranırsam bir sıkıntı yaşamayacağımı söylüyordu. Hem farklı fırsatlar elde edebileceğimi söylüyordu. Yapmam gereken tek şey ailemle arasını dengede tutmaktı. Bunu da yapabilirdim herhalde. Herhalde. Aradan geçen iki haftanın sonunda Feyyaz Bey eve gelmişti babamla yukarıda bir şeyler konuşuyorlardı hatta annem de gitmişti yanlarına. Yengem, Selim’i de alıp aşağı inmişti. Mutfak masasında oturmuş bin bir türlü düşünce ile boğuşuyordum. “Ne düşünüyorsun?” Geleceğimi. Daha doğrusu gelemeyen geleceğimi. Neler olacağını? Bu işin nereye bağlanacağını? Sonumun ne olacağını ya da ne olamayacağını? Düşünecek çok şey vardı. Ama bunları seslendirdiğim anda herkes farklı bir şey söyleyecekti. “Hiç.” Galiba bu doğruydu geleceğim bir hiç oluyordu ve ben burada oturuyordum ya da oturmaya çalışıyordum. Yoksa şu an beni salsalar 3 gün yerimden kalkmadan yatardım. Yatsam da bir şey değişmeyecekti ama ayrıca şu an hasta yatmanın bir anlamı yoktu. Bu arada Selim’i kucağıma aldım. “Yukarıda ne konuştuklarını biliyor musun?” zaten bu evde sadece sen biliyorsundur ya da bana söylersin neler döndüğünü. Benim o konuda hiç bir fikrim olmaz. “Hayır.” Bilsem herhalde bir dişini falan kırardı. O da emindi zaten bilmediğimden ama yine de yoklamak için sormuştu. Ah yenge ne zaman vazgeçeceksin yeni dedikodu arayışlarından acaba? “Nişan meselesini konuşuyorlar.” Biliyorsan sen niye bana soruyorsun ki yenge, ben evde olan her şeyi en son öğreniyorum zaten. Bak mesela evlenen ben değilmişim gibi senden duyuyorum neler olduğunu. Sanki karşı komşunun nişanı konuşuluyor. Bildiğimiz en son babalar duyar sözü bizim evde en son Berfu duyar olarak değişmişti. “Nişan mı?” İsteme bile olmayacak mıydı? Hoş olsa tuhaf olurdu. Babam kendi ağzıyla iki hafta önce vermişti sonrasında bir de gelip isteyecekler miydi? Hem kahve de içmişlerdi o gün. Ayrıca öyle bir adamın isteme yapacak hali yoktu ya! Saçma bir düşünceydi o işleri geçmiştik nişan değil düğün konuşsalar bile şaşırmazdım. “Evet. İki hafta sonra gelmesinin sebebi buymuş. Dün gelmiş İtalya’dan baban bugün buraya çağırmış.” Yengemden al haberi. Bizim evde ayaklı gazete işlevi ile tüm dedikodulara hatta köyün ve merkezin tüm dedikodularına ulaşabilirdin. Eğer okusa kesin gazeteci olurdu ve eminim ki iyi kazanırdı, ondan bir şey saklamak neredeyse imkansızdı. Ağzından lafı alana kadar seni konuştururdu. “Sen nereden biliyorsun?” Yani evde birileri benimle bu konuda konuşsa bende bilirdim ama... “Annemle konuşurken söyledi.” Annem bir bana söylemiyordu galiba. Hoş şu an benimle konuşurken sadece evlilik meselesi gündeme geliyordu ve adamın ne kadar kötü olduğundan bahsedip duruyorlardı. Sanki ben dedim evleneyim diye ne yapayım yani geri alabileceğim bir şey değildi ki. Verdiğim cevabın bir anlamı yoktu. Hoş hayır desem ne değişecekti ki bu saatten sonra. Babam çoktan söylemişti son sözünü. Kafamı sallayarak geçiştirdim. Yukarıda bulunmak istediğimi hiç zannetmiyorum bir tarafta babam bir tarafta annem ve abim diğer tarafta ise Feyyaz Bey. Korkunç bir dörtlüydü. Kışın ortasında nişan konuşuyor olmaları ise daha değişikti. Dışarıda 1 metre kar vardı herhalde birçok yol kapalıydı. Bir yerden bir yere gitmek giderek zorlaşıyordu. Konuşsunlar artık yapacak bir şey yoktu elimden başka bir şey gelmezdi burada oturmaktan başka. Yengem gene başka şeyler düşünüyordu. “Yemeğe kalır mı acaba?” Tabi şimdi yukarı çıkar sorarım adamla ilk konuşmam da ‘yemeğe kalır mısınız’ olurdu. O da artık cevap verme zahmetinde bulunur muydu yoksa ‘bu deli mi’ der gibi bakış atardı bilemem orasını. “Annem söylemedi mi?” Yani bana söylememiştir ama sana söylemiştir en azından. Hoş annemin şu an yukarıda yemeğe kalıp kalmayacağını düşündüğünü zannetmiyorum. “Hayır ama kalsa iyi olmaz mı?” Evet bakalım bakışma yarışı falan yaparlar kazanan kaybedini vurur ya da annem sözleriyle adamı iğnelemekten adam süzgece falan döner. “Niye?” yani kalsa ne olacaktı ki? Ortam sadece gerilecekti. İki lokma yemekte herkesin boğazına dizilecekti. Babamla arası kötü olmasa bile abimle değildi artık annemle de arası iyi değildi ve babam anneme laf geçirme konusunda çok da başarılı olduğu söylenemezdi. “Ne niye yahu Berfu hani bu adamla evleneceksin ya bir yüz yüze tanışmış olurdunuz.” Tabi yukarıdaki herkes şu an bunu düşünüyor. Bir an önce bir tanışsalardı diye. Kimsenin tanışma işini falan taktığı yoktu. Tek dertleri iş meselesi halleder gibi evlenme işini konuşuyorlardı hatta işi de konuşuyor olabilirlerdi arada. “Aman yenge düşündüğün şeye bak ya. Adam evlenmiyor iş anlaşması yaptı bildiğimiz.” Babam sundu fikri ama neyse... O da kabul etmişti. Niye kabul ediyorsa gitsin İstanbul’dan evlensin işte eminim orada da bir sürü güzel ve zengin kız bulabilirdi. Niye ben yani? Birisi şunu bir açıklasa yemin ederim hayatımın yükünden kurtulacaktım ya da hayattaki amacımı bulacaktım. “Yani orası da doğru. Sözleşme yapılmış ileride sıkıntı çıkmasın diye.” Yapılmasa şaşırırdım zaten. Olaya bak. Maddeler içinde evlenme mevzusu da geçiyor muydu acaba? Ne yazmışlardı? ‘Feyyaz Bey -soyadını bilmiyordum- Haşmet Ağa’nın kızı Berfu Karabey ile evlenecek’ falan mı? “Mantıklı yani bizimkiler en azından daha güvende hisseder.” Eğer dedikleri gibi bir adamsa ki aksi gibi durmuyordu. Başları belaya girmezdi en azından evlenene kadar. Sonrasını da bir şekilde halledebilirdim herhalde. O nasıl olacaksa artık. “Neyse artık. Bu adam beni de ürpertmiyor değil yani Baran’a hak vermiyor değilim bazen.” Aferin yenge bir sen eksiksin zaten. Sen de başla. Ben de evlenmeden kafayı yerim artık evlenmek zorunda falan kalmam işte ne güzel. Tımarhaneye yatırırsınız beni, yorgan gider kavga da biter herkes kurtulur. “Yenge ya sende ayrı bir alemsin. Az önce ne diyordun şimdi ne diyorsun?” benim de aklımla oynuyorsun. Zaten canım burnumda bir de sen üstüme gelirsen ne yapacağım ben? “Öyle de aileye girecek ister istemez aynı masaya oturacağız. En azından adamın bir yüzünü adam akıllı görürdün. Nasıl bir insan olduğunu anlardık.” Orası da var. Sen ailecek oturacaksın ben baş başa bir de. Neyse daha çok vardı ona sonrasında düşünebilirdim. “Her neyse olan oldu artık abim babamın geri dönemeyeceği bir işe girdiğini söylüyor annemse hala bir şeyler yapılabileceğini bu evliliği iptal etmesini söylüyor. Babam da abime katılıyor bu konuda laf ağızdan bir kere çıkmıştı geri alınamazdı artık. Bu adamlara ters diyor yani ne desek boş. Görmem ya da görmemem bir şeyi değiştirmeyecek.” Bir fark yaratmayacağı için boşa konuşmak oluyor bunların hepsi. Bunların yerine beni rahatlatacak şeyler söyleyebilirdi “Hadi hayırlısı artık. İnşallah kötü olmaz sonrası.” İnşallah. Bu saatten sonra işim dualara ve Allah’a kalmıştı. “İnşallah.” Sonrasında yemek hazırlığına girmiştik. Kimsenin neler olacağına dair fikri yoktu ama en azından elimizden gelen şeyleri yapabilirdik. Mesela yemek yapmak gibi. Bir tabak eksik ya da fazla o yemek pişecekti zaten. ... İtalya’dan buraya gelmek kesinlikle bir faciaydı. Gelir gelmez yolda bile kalmıştık. Bir metre kar nasıl yağar aklım almıyordu. İki hafta önce bu kadar kar yoktu. Eve geldiğimi duyar duymaz Haşmet ağa da ayağına çağırmıştı. Zaten üstünmüş gibi davranıyordu bir de üstüne kız verince kendini iyice bir şey sanmıştı galiba. Ama her şeyin zamanı vardı bu oyun bana da dönecekti o zaman neler olacaktı kim bilir? Konağa geldiğimde direkt yukarı çıktım zaten bu soğukta dışarı da kimse yoktu. Berfu’yu dışarıda göremezdim ama içeriye gelme durumu olabilirdi. Odaya girdiğimde kenarda yanan şömineye bir bakış atmadan duramadım. Bu zamanda bu şekilde ev mi ısıtılırdı? Kendimi rahatsız koltuklara attım. Karşımdaki adam bir şeyler zırvalıyordu ama sanki umurundaydı benim İtalya’da yaptığım işler. Tek derdi alıcı bulabildim mi onu öğrenmeye çalışıyordu. Sonunda iş mevzusu bitince günün anlam ve önemine gelinmişti. Nişan. Bir an önce nişan düğün mevzusunu kapatabilseydik. Hatta sadece düğün yapıp olayı kapatsak olmaz mı? “Nişanı yapıp en azından bir ad koyalım. Havalar düzelince de düğünü yaparız.” Şu an kalkıp o pos bıyıklarını yolsam ne yapabilirlerdi acaba? Daha düğüne bekleyecek miydim? İşi yokuşa sürecek gibilerdi. Dertleri benim aceleye getirip getirmeyeceğimdi. Eğer aceleye getirirsem kızlarıyla isteyerek evlendiğimi düşünecek sonra da benden daha büyük paylar isteyeceklerdi ama aceleye getirmezsem gönülsüzmüşüm gibi görünecek işi yokuşa sürseler de vazgeçeceğimden korkacakları için aşırıya kaçamayacaklardı en azından karşımda oturan adam. Adamın kafasında dolaşan tilkileri görmemek için kör olmak lazımdı. “Fark etmez.” Şimdilik fark etmezdi en azından. Bir kaç aya yaz gelecekti sen o zaman fark edip etmeyeceğini düşün. Yaz gelince ben arkamı dönecek ve eski hayatıma geri dönecektim ama bu sefer tek olmayacaktım. “İyi o zaman bir ay sonra yapalım. Hazırlıkları tamamlarız o zamana kadar.” Aferin sana, bir de nişana bir ay var ne fark eder ki yani bir ay önce ya da sonra her ikisi de kışın içine denk geliyordu. Ayrıca bir aya bir nişan mı hazırlayacaklardı? Yuh! Yani Zerda bile nişana bu kadar vakit harcamamıştı herhalde. “Olur gerekli ayarlamaları yaptırırım.” Ne hazırlatacaktım acaba? Ondan da hiç emin değildim ama en azından araştırtabilirdim. Zaten bunca yıllık hayatımda bir bunu araştırmak ve öğrenmek eksikti. Şırnak’ta nişan nasıl yapılır? “Bizim buralarda nişanı kız tarafı yapar.” Kız tarafı dalga mı geçiyordu bu adam benimle? Nişanı erkek tarafının yaptığını herkes bilirdi buralarda. Kız tarafı neredeyse hiçbir şeye karışmazdı. Yani Türkiye’nin birçok kesimi için geçerli sayılırdı en büyük kısım her zaman erkek tarafınındı. Beni küçük düşürmeye mi çalışıyordu? Yaşı benim yaşımın 2 katı olabilirdi ama şunu söylemek lazımdı bu bunak karşısında kimin olduğunu daha bilmiyordu. “Bizde de erkek tarafı yapar. O yüzden ailemin üstlenmesi gerekiyor.” Yani benim. Sanki ortada aile vardı. Tansiyonum falan yükseliyordu galiba. “Aileniz mi?” Bu Baran beni mantar falan mı zannediyordu? Aileniz mi? Soruya bak ya. Aman tanrım Berfu bu ailenin öz kızı mıydı? Dizi ve filmlerde olduğu gibi evlatlık falan olmasın zaten pek de benzemiyordu bunlara. “Evet ailem ayrıca ailenin başı olduğum için birçok önemli misafirim gelecektir. O yüzden en uygun hazırlığı biz yaparız.” Sesim su götürmez bir gerçeği kabul ediyor gibiydi. Çünkü su götürmez bir gerçekti. “Sen öyle diyorsan öyle olsun.” Tabi öyle olacak sen ne zannettin senin söz hakkının olduğunu mu? Bu ihtiyar da ayrı bir alemdi. Bir şeyi daha ucuza getirmişti. İçinden kahkaha falan atıyordu galiba. “Gerekli düzenlemeler hallolunca haber ederiz günü siz de kendinizi ayarlarsınız.” Ne yapacaksa artık o kadar vakitte? “Olur.” Olmaz diyebilecekti sanki ortada verilmiş bir söz vardı ve bu sözden geri çevrilemezdi çünkü o söz bana verilmişti. Bana verilmiş tüm sözler tutulurdu zaten tutulmamışsa veren hali hazırda ölü olduğu içindir. Bu sefer ölü olması bile değiştirmezdi. Ben bu kızı istiyordum ve alacaktım. Çeyiz falan bir şeyler dese de pek umursamadım. Zaten gereksiz işlere girecek potansiyele sahiptiler. Bırakalım şimdilik ne istiyorlarsa yapsınlar. Yemeğe kalsam acaba görür müyüm diye düşünsem de Fatih arayınca kalkmak zorunda kaldım. Bu Fatih’in gerekli zamanlarda gereksiz işlerini anlamıyordum. İki hafta sonra belki birkaç saniye olsa bile görme ihtimalim vardı onu da elimden almıştı arada hırslanmıyor değildim buna ama. Eve geçtiğimde Fatih’in eve geldiğini fark ettim. “Erkencisin. Yollar açık mıydı bari?” “Açıktı, açıktı da yani bir yer bu kadar soğuk olabilir mi ya? Kutuplarda mıyız biz Allah aşkına.” Koltuğa otururken ceketi çıkardım gömleğin birkaç düğmesini açtım boğuluyordum o evde bildiğimiz. “Değil mi? Hiç sorma bende hiç memnun değilim.” Neyden memnundu acaba? Her şeye bir memnuniyetsizliği vardı. Bu nahifliği de beni öldürüyordu. “Üzerinde sadece takımın ceketi var Feyyaz deli misin ya bir de memnun değilim diyorsun memnun olsan şortla gezersin herhalde.” Arabadan inip eve giriyordum sanki birkaç kilometre yol yürümüşüm gibi konuşması da ayrı bir olaydı da. “Memnun olmamam üşüdüğüm anlamına gelmez ayrıca Rusya’da daha fazlalarını gözdüm. Sadece burada olmak yerine İtalya’da olmayı tercih ederim.” Rusya bile olurdu o konakta olmaktansa her yer iyiydi. “Ben de sıcak olan her yeri tercih ederim.” Ona da söylenecek bir şey bulacağına emindim. Fazla hanımcıydı karısından ayrı geçirdiği zamanları saymıyordu adam. “Neyse çok kalmayacaksın mızmızlanma.” Birkaç saatliğine gelmişti hala söyleniyordu bir de buraya gelmeyi planlıyordu. “Allah’tan ya sen de bir an önce işleri bitir de gel.” Bana kalsa bugün bile dönerdim ama kesinlikle bana kalmamıştı. “Deniyorum ama işi yokuşa sürmeye meraklılar galiba.” Ayağımı sehpanın üzerine uzamıştım. Adam akıllı dinlemiyordum bile. Arslan elinde tutuğu viski bardağını verdiğinde keyfim biraz olsun yerine gelmişti. “Ne diyorlar?” Neler demiyorlar ki? Dertleri sanki biraz beni oyalamaktı ama neyse. En azından evlenene kadar ne kurtarabilirim diye planlıyor gibilerdi. Sırf caymayım diye nişan muhabbetini açmışlardı. “Yok bir ay sonra nişan, yazın düğün olsunmuş.” Cinnet geçirtirlerdi adamı. Sırf kızları için katlanıyordum ama belli bir noktadan sonra işe yaramama ihtimali bile vardı. “Bir daha yapsana ya lütfen.” Bu da beni palyaçoya çevirecek başka açıklaması yok. “Fatih dalga geçme yeterince can sıkıcı bir durum.” Yoksa senin canın da sıkılır. Yeterince canım sıkkındı birkaç saat daha geç gelseydi en azından yemekte görebilirdim ama bu salağın erken gelesi tutmuştu. “Hızlı da halledebiliriz bu düğünü biliyorsun işinin olduğunu gideceğini söylersen kısa zamanda hallolur.” Sanki ben bilmiyorum bunu ama Baran her şeyi kontrol ettiriyordu. Birkaç geri zekâlının çıkardığı sorun yüzünden işler bitmek bilmiyordu. “Daha bitmedi işler hala karşı çıkanlar var. Hemen gitmeyeceğimi biliyorlar işi aceleye getirmeye kalktığımda daha çok şey isteyecekler.” Şimdiden durmuyorlar zaten. Baran’ın da el altından iş çevirmeye çalıştığını düşünüyordum burada olmamı fırsat bilmişti. Büyük ihtimalle de Berfu’yu dolduruyordu bana karşı. “Biraz paradan çıkarız oğlum düşündüğün şeye bak ya.” Zaten tek derdim paradan çıkmamak değil mi? Tek sorun para değildi Baran’ın derdi benden kurtulmaktı. O gün eve çağırdığına bile çoktan pişman olmuştu bu şekilde ilerleyeceğini bilseydi kendisi halleder babasını bu işe karıştırmazdı. Tabi bu durumda Berfu’nun o evde yaşadığını öğrenmezdim. Bu kadar ay da burada farklı işlerle uğraşacağıma ilk geldiğim işleri halleder dönerdim. Olaylar çok farklı ilerlerdi ama arada salaklığı işe yarıyordu. “Sorun para değil ki, tek sorun o olsa bir problem olmaz. Şimdi durmadan alıcı kısmı için başımın etini yiyorlar. Düğüne kadar şu olsun bu olsun diye deli gibi para harcatacak sonra şurada sorun çıktı burada sorun çıktı diye birçok işi bana yıkacaklar. MİT’in bile dikkatini çekmişler başıma dert almak gibi bir derdim yok şu anda hali hazırda FBI problem çıkartıyor bir de bunu ekleyemem.” “O da var. Çok mu aç gözlü ailesi?” o da laf mı? O kadar insanla tanıştım bunun gibisini de yeni görüyorum ayrıca bir de yetmiyor gibi akraba oluyordum. “Çok mu babası paraya tapıyor resmen adam.” Yani kızını gözden çıkarttığına göre. Öyle insanların gözünü toprak paklardı anca. “Yaa.” Fatih yani niye bu kadar naifsin anlamıyorum. Herkes Seda’nın babası değildi. “Sorma dilinden bir para bir de şu ağalık mevzusu hiç düşmüyor.” Sanki bir gittiğimde de açmasa konuyu ağalığı düşecek. “Can sıkıcıymış. Bir an önce evlensen de kapansa şu mevzu.” Keşke. Daha ne kadar katlanırdım bende emin değildim. “Ben de onu bekliyorum.” O noktaya gelseydim bir her şey hallolacaktı, en azından öyle olmasını sağlardım. “6 ay sabrettin birkaç ay daha dişini sık sonrasında görmezsiniz birbirinizi başka bir bahane ile de anlaşmayı feshederiz tamamen kapanır.” Sadece anlaşmayı feshederek kurtulamazdım bunlardan hiç hayatımda olmamalılardı. Bir şekilde iletişimi kesmem gerekecekti. “Ben de bunu bekliyorum zaten sonrasında hiçbir problem kalmaz.” “Berfu sorun çıkartırsa ailesi ile ilgili.” O ihtimali ben de yok saymıyordum ama bu kadar ilerledikten sonra derede boğulmazdım herhalde. Bir şekilde halledebilirdim. Ayrıca benimle beraber önce İstanbul’a birkaç ay sonrada İtalya’ya gelirdi saat farkı falan iletişimleri bozulurdu. “Onu ben hallederim tek derdim şu saçma merasimlerin son bulması.” Nişanı düğünü ayrı bir zaman kaybıydı. “Oraya bir gelelim de mi? Şimdi ne yapacaksın?” bir bilsem zaten. “Nişan yapılacakmış bir aya, bir de gelmiş kız tarafı yapar diye yalan söylüyor. Bölgede nerdeyse her şeyi erkek tarafı yapıyor aklınca beni küçük düşürmeye çalışıyor.” “Seni?” Sorun çıkmadan önümüzdeki birkaç ayı kapatsaydık da bitseydi tüm mesele. “Ya beni düşün artık adamın kafayı.” Fatih’in sesli ve şen kahkahası beni bir delirtti. Sanki aşırı sakinim bir de bu üstüne bindiriyordu. “Gülme lan zaten sinirlerim bozuk.” Evlenirsek görürüz dedik ama yok o da kurtarmamıştı bildiğimiz. “Tamam be. Hayırdır göremedin mi?” Sen gelmeseydin öyle bir ihtimal vardı. “O evde bir şeyi yapmak kolay mı zannediyorsun ya Baran delisi annesi bile odaya girerken rahatsız oluyor. Kardeşini mi odaya sokacak?” “Oha yani sizin evlendiğinizden haberi var değil mi?” Vardı sorun da buydu zaten istemiyordu düğün öncesi olay çıkartmasa iyi ederdi bu sefer elimden koca aşiret gelse alamazdı. “Hiç rızası yok da babası paraya tapıyor ya sesini çıkartmasına izin vermiyor. Anne ayrı cadı abi ayrı bir cadı.” “Şahane bir eve damat oluyorsun.” Evet o aile ile bir bağım oluştuğunu tekrar hatırlattığı için canım kuzenime içten sevgilerimi sunuyorum. “Fatih sence şaka kaldırabilir gibi gözüküyor muyum?” Elimdeki bardağı tek dikişte bitirip Arslan’a uzattım. “Hayır da ama senin birine bu kadar müsamaha göstermen tuhaf geliyor oğlum lan sen. 2 kere sorduğun soruya cevap vermedi diye adam vurmuşluğun var yani.” Şimdi karşımda sürekli bana diklenen bir adam vardı ve ben sınıra gelmeye başlamıştım. “Sorma şu nikah aradan çıksın da ben ne yapacağımı biliyorum.” Tek derdim şu anda evlenme muhabbetini kapatmaktı. En azından sonrasında ne yapsam benden bilmezlerdi. “Aa şeyi sormadım Baran gizli maddeyi görünce ne dedi?” “Bilmiyorum ki valla o kısmı Arslan imzalattı. Okumamışlar zaten imzalarken ama bugün yüz ifadesinden belli olduğu kadarıyla fark etmiş bugün daha bir kinle bakıyordu.” Arslan elindeki bardağı verirken “Önce görmedi ben çıkarken yukarıdan sesler geliyordu ama.” Fatih derin kahkahasına baktım. Düşündükçe bana da gülme geliyordu. Haksız da sayılmazdım yani. Bana oyun oynamaya çalışıyordu ve oyuna kendisi gelmişti. Düğüne kadar nasıl sözleşmeden kurtulacağını düşünüyordu kesinlikle adım kadar emindim sözleşmeden sıyrılmayı başarırsa düğünü de iptal ederdi. O da o kadar kolay olmayacaktı. Onu öldüremezdim şu anda ama süründüremeyeceğim anlamına gelmiyordu. Sonrasında ise gözüme batmaya devam ederse başka şekilde ortadan kaldırabilirdim. “Neyse nişan mevzusunda yardım istiyor musun?” Ben ne yapacağımı bilsem zaten yardım gerekiyor mu gerekmiyor mu emin olurdum. “Yani bir salon kapatılmayacak mı onu da Arslan halleder.” “Tek o mu yok mu bunun alışverişi falan” o da vardı değil mi? Hım o cadı kadın bıraksa bari de onu tek halledebilseydik. “Bilmiyorum ki vardır herhalde.” Fatih elindeki bardağı yanına bıraktı. Ciddi misin der gibi bir bakış attı ama yapacak bir şey yoktu. Bildiğim tek şey yüzüktü bir de giyeceği elbiseydi başka ne alınırdı ya da yapılırdı. “Herhalde takısı var davetiyesi var başka bir şeylerde yapılıyordur burada benim.” Yani büyük ihtimalle ama onu bir net öğrenmem gerekiyordu yoksa karşı tarafa laf vermek istemiyordum. “Alınır bir takı ne kadar vakit alır ki?” Ya da ne alınır sorusu da mantıklı gibiydi? Evet takı olarak ne alınır? Altın mı yoksa kafamıza göre takılabiliyor muyduk? “Oo halledebilecek misin tek?” Başka çarem var mıydı? Bu tür durumlarla ilgilenebilecek kimse yoktu şu anda. Yengem yaşıyor olsaydı belki o hallederdi ama o da yoktu geriye bir tek Seda kalıyordu o da buralara tam ayak uyduramayacaktı kesin yaptığını da eline yüzüne bulaştıracaktı. Üstüne bir problemi kaldıramazdım ayrıca bu olayların öncesini bilmemeleri şu an için çok iyiydi. Yanlış birine ağızlarından kaçırırlarsa bana pek bir şey olmasa bile aynı şeyi Berfu için söyleyemiyordum. “Başka çare önerin var mı?” Yüzüme baktı galiba o da Seda’nın bunun altından kalkamayacağını biliyordu. Bir şekilde yine halleder desek de karşı tarafla anlaşmazlık yaşarsa bir de olaylar büyürse sıkıntı olurdu. Düğün neyse de nişan sıkıntılı işti. En azından nişan da kimler olduklarını görürler düğünü ona göre hallederlerdi ama şu an için erkendi o tarafla münakaşaya girmenin. “Yok açıkçası Seda diyeceğim hem çocukla rahat olamayacak hem de Seda bu kendine üstünlük taslanmasından hiç hoşlanmaz bir problem çıkartabilir bu da şu an için hiç iyi olmaz.” O da karısının farkındaydı en azından. Bir çocukla buraya gelecek günlerce kalacaktı buranın havasına alışkın olmayacakları için hasta yatabilirlerdi de. “Neyse hallolur herhalde.” Olmayacak ne vardı ki? En fazla kendi başlarına hallederlerdi. Para kısmını ben hallederdim. Zaten yapacak başka da bir şey yoktu. “Ee?” Geriye yaslanmış daha rahat oturma pozisyona geçse de yüzündeki ifadeden ciddi bir şey söyleyeceği kesindi. “Ne ee?” Niye tek tek konuşuyordu bu adam acaba? Hoş bu çocukken de böyleydi. “Şimdi bu nişan meselesi işi ciddiye bindiriyor resmi olarak.” Yok ya bende nişanı oyun alanı zannediyordum zaten. “Fatih ciddi misin diyeceğim evet diyeceksin ben iyice sinirleneceğim olmayacak o yüzden eğer arkasından mantıklıklı bir açıklama getirmeyeceksen hiç konuşma.” Fatih sesini temizledi önce ağzını açtı geri kapattı kesin ne tepki vereceğimden emin olmadığı bir şey söyleyecekti. “Yani nişana herkes gelecek mi?” “Herkesten kastın ne? Parça parça konuşmaya devam edersen o ağzını diktiririm konuşamazsın.” Fatih derin bir nefes verirken bana baktı sonra da tüm cesaretiyle konuşmaya başladı. “Yani bizim iş camiasından bahsediyorum. Şimdi bu nişan mevzusu kızı açık hedef haline getirecek ister istemez.” Bunun ben de farkındaydım. Gizlice olmamalıydı herkes bilmeliydi ki en azından kime bulaştıklarını bilmemelilerdi. Eğer saklarsa can sıkıcı mevzular gündeme gelebilirdi. “Gizli olmayacak ileride soruna yol açma ihtimali azalmış olur ayrıca tamam sinir bozucu olsalar da kolaylıkla bulaşılacak insanlar değiller. O kadar cesareti gösteren zaten kendini ölü sayar.” Bana hak verdiği kesindi en azından bize yakın birileri gelmeliydi. Zaman içinde iş yaptığımız daha önce bu tür seremonilerine katılmıştım en azından ben katılmasam bile bizden birisi katılmıştı şimdi de onlar aynısı bekliyor olacaklardı. “O zaman yakın iş yaptıklarımızı birebir haber veririz gelmeleri için geri kalanlara ise haber göndeririz.” Mantıklıydı. Hem gizli olmazdı hem de salonun hepsi belindeki silahı her an çıkartacak kimse olmazdı ya da en azından içeri girerken silahlı almamalıydık. Daha mantıklıydı her an birisi birini vuracak korkusu olmazdı. “Tamam yeterli olur o da. Düğünü daha geniş çaplı yaparız. En azından kimler taraf değiştirmeye yakın o da ortaya çıkar.” Düğüne kimi çağırıp çağırmayacağım ya da kimin ihanet edebileceğini öğrenmiş olurduk. “Hala iş düşünüyorsun.” İş boyutlu gibi gözükse de işin arka planı farklıydı. Önceden tek açık noktam Burak ve Fatih’ti ki onlarda kendilerini ve ailelerini koruyabilecek durumdaydılar ama başka bir açık noktam vardı. Hem alışkın olduğum bir şey değildi hem de bu diğerlerinden daha fazla strese sokuyordu beni. Korkmak pek benlik değildi ama paranoyak olmak tam bana göreydi ve bu stres beni daha fazla paranoyak yapacaktı anlaşılan. Daha evlenmeden başlamışsa sonunu düşünemiyorum. “Her neyse Fatih o iş değil sizi hayatta tutmaya çalışıyorum diyelim birinin bunları da düşünmesi gerekiyor.” Fatih aşırı pozitifliği ile -bana göre fazlaydı en azından- birinden kötülük gelme ihtimallini düşük tutuyordu sanki daha önce olmamış gibi. Burak ise bazen aşırıya kaçan rahatlığı bazen de aşırı agresifliği ile tahmin edilemezdi kesinlikle. “Peki öyle olsun. Nişana birkaç gün kala geliriz en azından nişandan önce tanışmayı ve konuşmayı başaramazsan o zaman Berfu ile hem biz tanışmış oluruz bu bahane ile sende tanışırsın.” Beni hatırlayıp hatırlamadığını bile bilmiyordum ama hiç birebir konuşmamıştım. Aylardır sesini hiç duymamıştım. Can sıkıcı bir gerçekti. Bir an önce yaz gelseydi de bekleme işi sona erseydi. “Yani bir de o mesele var. Kimden ne saklıyorsa Baran Bey?” yapmam gereken tek şey birkaç daha beklemekti. En azından mayısa kadar bu asalığı öldürmezsem yeterdi. “Neyse az kaldı birkaç aya havalar düzelir sende küçük bir oyunla düğünü erkene çekersin sonrasında yapabileceği bir şey yok zaten.” Olsun istiyorsa o zamanda kesin vururdum yok o kesmezdi döve döve öldürürdüm hem onca ayın acısını da çıkartmış olurdum. “Öyle olacak zaten.” Fatih toparlanıp yanındaki çantaya yöneldi. “Şimdi iş konuşalım da benim dönmem lazım.” Kalmanı beklemezdim zaten. Kalsaydın bana hayatımın şokunu yaşatırdın yani annem mezardan kalksa gelse bu kadar şaşırtamazdı beni. “Tamam. Odaya çıkalım.” En azından işleri bir an önce toplamaya başlamalıydım. Daha uzun kalmamak adına her şeyi bitirmeye baksam iyi olacaktı. Fatih ile konuşmak rahatlatmıştı. O giderken ben de kafamı toparlayıp dışarı çıktım. Aradan geçen 3 haftanın sonunda düğün salonu işi hallolmuştu. Buranın salonları ne kadar büyükmüş onu fark ettim. 5000 kişilik salon mu olur ya? Bir köy toplanıp mı gelecekti ne yapacaktı. Neyse artık gelen misafirlerin yer sorunu yaşamayacağı kesindi, herhalde hiç de emin olmadım bir an ama neyse. Nişana bir hafta kalmıştı. Salon meselesi halledilmişti geriye alışveriş mevzusu vardı. Ayrıca buradaki mağazalar ne kadar değişikti öyle ya. Bana kalsa özel dikim olabilirdi ama vakit az kalmıştı ve bu kış günü kesin bitiremezlerdi. Ayrıca özel dikim için daha fazla vakit gerekiyordu ve o kadar süre bekleyemezdim. Sonra düğün aksayacaktı. Aklımda alışverişte baş başa kalabileceğimizi düşünüyordum derken anne ve yenge yırtık dondan çıkar gibi çıkmışlardı. Bir de üstüne benim arabama binmemiş kendi arabaları ile hareket etmeye kalmışlardı. Bu kadın beni kesin delirtecekti ve ben bunu vuracaktım meselede kapanacaktı ailede her gün öldürmek istediğim insan sayısı artıyordu resmen. İyi ki gidilecek yerleri önceden ben ayarlamıştım. Mağazayı kapatmıştım bunların tarzlarına hiç güvenmiyordum ama yapacak bir şey yoktu. En azından çalışanları önceden uyarttığım için parçaları özel olarak seçerek hazırlamışlardı da gene de benim beğenebileceğim türde bir kıyafet alınacaktı. Daha modern bir tarz. Geleneksel bir şey ile çıkma ihtimalini de ortadan kaldırmış olacaktım. İçeriye girdiğimizde uzaktaki koltuklardan birine attım bu iki yaşlı cadının göz radarından uzak kalmak istiyordum ayrıca tam karşımda ayna vardı. Birebir bakmasam bile görebilecektim. Ben planlamasam bana haber bile vermeden gelip faturalarını gönderebilirlerdi o derece güvenmiyordum bunlara. Önce elbiseleri seçtiler. Seçerken bir süre satıcı kadınla konuşmuşlardı. Ne konuştuklarını duymamıştım. Ne söyledilerse kadın birkaç model getirdi sonra beğenmeyip farklı şeylerde baktılar. Çok fazla bir şey seçmemişlerdi. Berfu tek seçmiyordu anne ve yenge sağ olsun her şeye müdahil oluyorlardı. Nedense hiç şaşırtmıyorlardı. Ayrı denemeye başladığında elimde telefonla ilgileniyor gibi görünsem de girer ve çıkarken görüyordum. Hepsi kesinlikle çok yakışıyordu. Ailesinden farklı olduğunu anlamak için oturup konuşmak gerekmiyordu konuşma tarzları bile farklıydı. Özellikle yenge gıcıklığına yapıyor gibi Arapça konuşuyordu. Elbiselerin açıklığına kapalılığına hatta fiyatlarına göre hareket ediyorlardı. Onun beğendikleri değil de kendi beğendikleri daha ön plandaydı. Yani birkaç bin fazla ya da eksik ne olacaktı ki? Bir elbiseyi çok beğenmişti. İki parçadan oluşan bir elbiseydi. Üstü belinde biten ve yakası kalp şeklindeydi, altı ise geniş kesim bir eteği vardı. Eteğin kalın ve büyük pileleri vardı. Zümrüt yeşili elbisenin kenarlarında gümüş işlemeler vardı ve kesinlikle zümrüt yeşili kesinlikle kendi rengiydi. Bir rengin bir insana bu kadar yakışacağın hiç düşünmemiştim. Berfu da elbiseyi çok beğenmişti ama iki cadı elbisenin çok açık olduğunu söylediler. Ayrıca bir konuda haklılardı kış günü bunu giyerse kesin hastalanırdı ama bu elbisenin alınamayacağı anlamına gelmiyordu. Daha güne yeni başlamışlardı sonrasında başka bir elbiseyi beğendiler. Açık gri bir elbiseydi. Altında tarlatan olmadan da geniş duruyordu. Daha pullu ve parlak bir elbiseydi. Kolları uzun tül ve üstünde taşlar vardı. Yakası düz bir kareyi andırıyordu. Bu da yakışmıştı, emin değilim belki de bana ne giyse yakışıyor gibi geliyordu ama favorim kesinlikle zümrüt yeşili olandı. Elbisenin bedeninde bir sorun yaşanmıştı o yüzden tadilatı yarına bitecekti. Sonra kafalarına göre birkaç yere daha uğradılar son olarak da yüzük kalmıştı. Benim hazırlattığım değil de kendi kuyumcularına gittiklerinde artık elim ayağım titriyordu. Şeytan kızı al bunları burada öldür mesele de kapansın diyordu ama sorun şu ki gözünün önünde annesini öldürünce işler benim istediğim gibi ilerlemezdi. En azından biraz daha dişimi sıkabilirdim. Her şeyi kendi istedikleri gibi yönetmek istiyorlardı buna alışmışlardı ama bende her şeyi kendi isteğime göre yönetmeye alışmıştım. Bakalım en sonunda kimin istediği olacaktı. Artık iş sınırını aşmıştı hadi elbise neyse de yüzüğe niye karışırdı ki insan ya sana ne alacağı alyanstan ya da tektaştan yani sen mi takacaksın? Sesimi çıkartmadım ama ben ne yapacağımı iyi biliyordum. Yüzükler parmağına büyük geldiği için küçültülecekti. Nasıl bir yer gelmişlerse ellerinde küçükleri yoktu. Yarına alabileceğimizi söyleyerek oradan çıktım. Tabi tüm yüzsüzlüğü ile anne cadı işleri bittiği için eve gidebileceklerini söyledi. Onlar eve giderken ben de Arslan’a iki yüzüğü ve iki elbiseyi de almasını ve yarın Karabey konağına göndermesini istedim. En azından Hancı ailesinin gücünü biraz da olsa hissederlerdi. Kendi dedikleri her zaman olmayacaktı benim dediğimin olmaya başlayacağı döneme giriyorduk.
|
0% |