Yeni Üyelik
29.
Bölüm

BİLEN BİLDİĞİ GÖREN GÖRDÜĞÜ KADAR

@ahsenkubos

 

 

Harabelerin altında bir ev vardı;

 

 

Unutulmuş, terk edilmiş ve hayal kırıklıkları ile dolu.

 

 

Bölüm şarkısı: Sena Şener- Sevmemeliyiz

Yılbaşına bir hafta kalmıştı. Hayatımda hiç Noel ya da Yılbaşı kutlamadığım için mi bilmem Napoli’deki tüm bu göz kamaştırıcı sokaklar ilginç geliyordu. Her yer tıklım tıklımdı. Tatile gitmek için alışveriş yapanlar, özel parti ve kutlamalar organize edenler, hediyelik alıveriş yapanlar ve tatile gelenler... Kabul ediyorum bu küçük alışveriş çılgınlığına ben de biraz kapılmış olabilirim. Sema’nın da dediği gibi alışveriş yapmak için dil gerekmiyordu, tüm konuşmayı para hallediyordu. Kalabalık içinde olmak benim için çok da sağlıklı olmasa bile daha iyi hissettiriyordu, yine de olabildiğince dikkat ediyordum. Kıyafetleri denemek yerine bedenime olacağını düşündüğüm kıyafetleri alıyordum, çok kalabalık olduğunu düşündüğüm yerlere girmiyordum, ilaçlarımı tam ve zamanında alıyordum. Işıltılı sokaklarda gezmek en azından benim de neşemi yerine getiriyordu.

Tüm dünyayı saran bu ışıltılı günler bizim eve pek uğramıyordu. Her anlamda. Hem alışık olmadığım hem de doğru gelmediği için evi süslememiştim. Zaten evde benden başka kimse yok desek yalan olmazdı. Koca evde Feyyaz, ben ve Semih Bey vardı. Feyyaz her zamanki yoğunluğuna devam ediyordu ve evi otel gibi kullanıyordu. Semih Bey yemek ve temizlik haricinde kendi halinde takılıyordu ve odasından ve mutfaktan pek çıkmıyordu. Geriye sadece ben kalıyordum bende tek başıma süslenmiş bir evin içinde oturmasam da olurdu. Şimdiye kadar yılbaşını kutlayan ya da evi süsleyen bir evde büyümemiştim ne de olsa o yüzden çok takılmadım açıkçası.

Kafamı ders kitabından kaldırdığımda saat yediydi. Masanın üzerini toplarken kapı açıldı ve içeriye sevgili kocacığım girdi. “Bitti mi çalışman?” bitmedi desem de bir şey değişmeyecekti beni masadan kaldırmak için her zaman bir bahanesi oluyordu ne şanssa artık. “Evet.”

Yanağıma bir öpücük bırakırken “İyi yemek hazır olmak üzere sen aşağı in bende geliyorum yemek yiyelim.” Yine bazen bu bahaneler bana da uymuyor ya da aklımı çelmiyor değildi. Yemek yemek hassas noktamdı ve işine geldiğinde bu çok şahane kullanıyordu ya da gelmediğinde mi demeliydim. “Tamam.” O banyoya girerken ben de masanın üzerini topladım, elimi yıkayıp aşağı indim. Masa çoktan hazırdı. Fazlasıyla aç hissediyordum oysa öğle yemeği de yemiştim. Masaya oturdum Semih Bey yemekleri servis ederken Feyyaz da indi.

“Ne yaptın bugün?” evde olduğumu biliyordu dışarı çıkmamıştım çıksam kesin haberi olurdu zaten. İzin alma işini bırakalı biraz oluyordu zaten. Her adımımı haber eden adamları vardı ne de olsa. “Ders çalıştım.”

“Sence de biraz fazla masada kalmıyor musun? Daha yeni iyileştin tekrar hastalanacaksın?” Bu arada bu bahaneyi bulmuştu. Sırf ders çalışmayım diye söylüyordu. Ona inat daha fazla çalışasım geliyor ve her gün daha hırslı uyanıyordum. “Hayır yorulunca kalkıyorum zaten ayrıca her türlü oturuyorum zaten ha ders çalışmışım ha televizyon izlemişim fark etmiyor.” yalan değildi her türlü bir yerde oturuyordum. Ne fark ederdi ki kitap okumak, televizyon izlemek ya da ders çalışırken oturmak hepsinde de vücudum bir şeyin üzerinde sabit kalmıyor muydu?

“Sen bilirsin.” Kendisi bilecek değildi ya. Vücut benimdi ayrıca ders çalışmamak için bahane olduğunu bilmesem tepkim farklı olabilirdi ama dışarı çıktığımda çok yoruldun demiyordu ne kısmetse ders çalışırken yorulma diyordu. “Bir şey olmaz.”

“Yılbaşında Fransa’da bir davet var ona katılmamız lazım.” Fransa mı? Davet mi? Nereden çıkmıştı bu davet? “Yılbaşında?”

“Evet.” Bu adamın bir şeyleri mükemmel açıklamış gibi kısa kesmesi beni öldürüyor resmen. Ee? Sonu yok. Zaten başı da yok sadece ortası vardı konuşmanın bildiğimiz. “31 Aralık mı 1 Ocak mı?” en azından yılbaşında evde olur derken dediğine bakın. Bu adamın iş aşkı kesinlikle dünya üzerindeki tüm insanlardan daha fazlaydı.

“31 Aralık.” Yılbaşını da başkalarıyla kutluyoruz yani. O günü evde geçirsen beni büyük şaşkınlığa uğratırsın zaten. Her güne başka bir iş koyman lazım yoksa için rahat etmez değil mi?“ Ben gelmesem sen kendin git.” Ne işim vardı ki bilmediğim bir yerde. Ayrıca yine herkes konuşacak bende tıp oynayacaktım. Aşırı konuşkan sayılmasam da hiç konuşamadığım yerde olmayı da sevmiyordum.

“Niye?” Güzel soru. Niye acaba? Dillerini bilmiyorum, yılbaşını evde geçirmeyi tercih ederim, kalabalık insan içinden uzak durmaya çalışıyorum, buradan Fransa’ya gitmeye üşeniyorum ve bunun gibi birçoğu. “Fransızca bilmiyorum.” En basit bahaneydi ayrıca kendisi Fransızca biliyor muydu?

“Berfu illa her gittiğin yerde bir dil bilmek zorunda değilsin bilemezsin de zaten dünya da yüzlerce dil var.” Yapma ya ben de tüm dilleri öğrenmem lazım zannediyordum. “Ee?” sesim fazla düz çıkmıştı? Önce kaşlarını çatıp bana baktı bir şey diyecekti vazgeçti ağzını kapattı sonra tekrar açtı.

“Eesi bunu bahane etmesen mi?” Başka bir bahane de sunabilirdim. Ders çalışacağım, kendimi iyi hissetmiyorum, yılbaşı kutlamıyorum, Fransızları sevmem. Tamam sonuncu kesinlikle doğru değildi ama bahane olarak kullanılabilirdi. “Bahane değil gidesim yok sadece ayrıca yılbaşında ne daveti.” Haklı bir isyandı bu işsiz insanların bir hayatları yok mu? Gitsinler sevgilileriyle, eşleriyle çocuklarıyla ya da arkadaşlarıyla kutlasınlar ne alaka yani?

“Yılbaşı daveti?” Cidden verdiği cevaba yani. Dalga geçiyordu resmen. “Şaka yapıyor olmalısın ben de yazın gelişini kutlayacağız zannediyordum.”

“Tüm şakacılığın bugün üstünde anlaşılan.” Daha şaka yapmaya başlamamıştım bile. Ayrıca şaka yapsam böyle olmazdı. “Pek sayılmaz.”

“Berfu!” Sesi bıkmış ve dur der gibi çıkmıştı. Kendisi durmuyordu ama benim durmam gerekiyordu ne hikmetse. “Efendim.”

“Bildiğim kadarıyla başka işin yok.” Vardı belki ben yılbaşını uyuyarak kutlayacaktım. Uyumak bir iş sayılmıyor muydu? “Hayır yok.”

“Tamam o zaman gelebilirsin.” Sanki kapıdaki adamlarıyla konuşuyordu. Cidden katıksız bir manda ile evlenmiş olabilir miyim? Araştırmak istiyordum. “Naeam sayidi (Emredersiniz.)”

“Türkçe konuş.” Cevap vermesem de göz devirmeden de duramamıştım. Ne işim vardı benim davette? Herhangi bir davet değildi ki hem. Fransa’daydı üstüne yılbaşındaydı ve üzerine yemin edebileceğim her şey üzerine yemin ederim ki deli gibi de kalabalık olacaktı.

Ertesi sabah yataktan kalkınca Zerda’yı aradım. Orada öğlen olmak üzereydi büyük ihtimalle. “Efendim Berfu?” Sesi çok derinden gelmişti. Ya yeni uyanmıştı ya da maraton koşmuştu. “Günaydın uyandırdım mı?”

“Hayır yeni spordan geldim kendimi yatağa bırakmıştım.” İkincisi doğruydu yani. Adamlar sporu bile birlikte yapıyordu. Ben de zorla yılbaşı davetine götürülüyordum. “Ha iyi o zaman.”

“Sen niye aradın?” Can sıkıntısından. Dün geceden beri başıma ağrı giriyordu. “Ne yapıyorsun diye olamaz mı?” o beni arıyordu ne yapıyorsun diye ben de arayabilirdim kesinlikle.

“Olabilir. Ne olsun işte bugün erken kalkınca spora gittik Burak’la. O oradan işe geçti ben de eve geldim ama hamlamışım galiba her tarafım ağrıyor.” Kıskançlıkla imrenme arasında gidip geldim bir ama sonra bu düşünceden uzaklaşarak “Uzun süredir yapmıyorsan normaldir.” konuşmaya devam ettim.

“Birkaç hafta olmadı dersem yalan olur.” Birkaç hafta spor mu yapmamıştı? Hoş kızın bitmek tükenmez bir enerjisi vardı. Bazen benden erken kalkıyordu. Spor da fena bir aktivite sayılmazdı. “Ondandır, sıcak bir banyo yaparsan geçer bence.”

“Bacaklarımın dermanı yok şimdi bir kendime geleyim hemen gireceğim.” Sesi çok yorgun çıkmıştı. Ben olsam spordan gelince bir tur yatar uyur sonra da karnımı tıka basa doyururdum. Bunlarda kesmez tüm günü yatakta bile geçirebilirdim ama Zerda’nın öğleden sonraya bir şeyler sıkıştırdığına adım kadar emindim. “Tamam.”

“Sen ne yapıyorsun?” O uyanmış spora gitmiş gelmişti ben daha gözümü yeni açmıştım. Hoş uyanalı biraz oluyordu ama Feyyaz evden çıkana kadar uyuyor numarası yapmıştım. “Ben de yeni uyandım daha yataktan bile çıkmadım.”

“Gözünü açar açmaz beni mi aradın? Rüyanda mı gördün ne yaptın?” Yaa sorma(!) Bu aralar rüyadan çok kâbus görmem daha mantıklı gibiydi. Feyyaz komutan ben de emir eri olurdum sonra da beni deli gibi sağa sola koştururdu. Neyse ki bu aralar ne rüya ne de kâbus görmüyordum. “Yok görmedim yani rüya da görmedim zaten.”

“İyi bakalım başka ne var ne yok?” Başta daveti tümden anlatmak geldi içimden ama sonra herkesin kendi problemleri vardı zaten bir de üstüne yenisi eklemek için aramış olmak istemedim. Sorarsa anlatırdım sormazsa anlatmazdım. “Bir şey yok kahvaltı yapıp dışarı çıkacağım yapmam gereken bir aksesuarlık görevi var da.” desem de imalı konuşmaktan kendimi alamamıştım.

“Anlamadım.” Boş ver ben de anlamadım zaten. Ne işim vardı benim Fransa’daki bir yılbaşı davetinde ama işte nedensiz bir sürü yerdeydim bu aralar. “Yok yani dışarı çıkacağım.”

“Ne yapacaksın?” Zerda ya, yemin ederim bu da yengem gibi illa her şeyi bilmeye çalışıyordu. “Elbise bakacağım artık.” Bıkkınlık sesime yansımıştı. Sorun alışveriş yapmakta değildi ki? Ne alacağı ya da ne giyeceğimi bilmiyordum. Tam olarak nereye gidiyorduk kimler olacaktı hiçbir şey söylememişti bildiğimiz. “Niye?”

“Fransa’da davet mi varmış ne yılbaşında orası için?” Önce tuhaf bir ses çıkardı sonra da “Ayy bu sene de yapıyorlar mı onu?” daha önce gitmiş miydi? Hoş mantıklıydı. Zerda yıllardır bu ailenin içindeydi eminim Hancıların davetli olduğu birçok etkinliğe katılmıştı.

“Görüldüğü üzere.” Görmemeyi dilerdim ama işte emir büyük yerdendi bildiğimiz. “Allah kolaylık versin o zaman.” Amin de neden? Ayrıca bu kız niye moral vermek yerine olanı da alıyordu şimdi.

“Neden?” Sormaz olaydım keşke. Nedenleri hiç merak etmiyordum zaten istemiyordum çimdeki yaşama isteğini söndürecek onlarca şey sayabilirdi. “Çok kötü bir yer ya bir kere gittim de az daha bayılıyordum.” Biliyorum ben geleni.

“Ne oldu da?” Derin bir nefes vermeyi de ihmal etmedim. “Ya işi olmayan yaşlıların toplandığı yer gibi resmen herkes aşırı resmi.” Mükemmel. Artık hiç istemiyordum. Gençlerle belki ortak bir konu bulurdun ama yaşlılarla ne konusu bulacaktın.

“Yapma ya.” O yapmıyordu ki yapan kişi “sevgili(!) kocam” dı. Resmen kendimden nasıl hızlı soğuturum diye mi düşünüyordu acaba? Eğer öyle düşünüyorsa çok doğru yoldaydı. “Maalesef ayrıca açılışı valsle yapıyorlar. Haberim yokken vals mi öğrendin?” Vals? Vals ne ya? Allah’ım kimlerin arasına gidiyorum ben.

“Vals?” adını daha önce duymuştum ama bildiğim tek şey buydu. Ne olduğundan tam olarak emin değildim. “Ohoo işin çok o zaman girişte yemeğe geçmeden valsle açıyorlar. Büyük ve ünlü Versay sarayını biliyor musun?” İşte onu duymuştum. İzlediğim bir dizide göstermişlerdi. Güzel bir yerdi.

“Evet duydum ismini.” Yakından görmemiştim ama görmek gibi bir de niyetim şu an için yoktu ama görmem gerekiyordu artık. Beni o aynalı odasına atsalar sonra da kaybetseler olmaz mıydı? “Orada yapılıyor her sene.” Büyük bir etkinlik olduğu kesindi artık. İçimi bir korku sardı hayatımda bırak bir sarayın içine girmeyi -ki buna İstanbul’daki saraylarda da dahildi- önünden bile geçmemiştim üstelik, değil oldukça yüksek kesime hitap eden bir etkinliğe katılmak bunların yapıldığından haberim bile yoktu.

“İşin var diyorsun yani” Bir an önce 1 Ocak’a gelseydik de ben şu işi bir atlatsaydım. Çünkü daha duyarken ve düşünürken boğuluyordum. “Kesinlikle, kıyafet kuralları falan var.” Daha bilmediğim neler vardı acaba? İçim sıkılmamış ya da birkaç tüyo alayım diye Zerda’yı aramasam ne olacaktı acaba?

“Kıyafet kuralları derken?” Zaten o eksik olsa ben dişimi kırardım. O kadar olmuşken bunun eksik kalma ihtimali yoktu herhalde. “Bildiğimiz ayak bileğinin altında kalacak, aşırıya kaçan dekolteler olmayacak ki buna çok uyan yok ama neyse absürt kaçacak aşırı parlak renkler falan yasak yani.” Evet bildiğimiz davete değil bir baloya gidiyordum ben. Kabarık elbiseler falan giyip gitsem olurdu yani.

“Yani buna göre elbiseyi nereden bulacağım ben acaba?” Zerda önce mırın kırın etti. Ki haklıydı kendisi de sevmemişti. “Vallahi Berfucuğum yerinde olsam gitmezdim.” Bana kalsa ben de gitmezdim ama bana kalmıyordu görüldüğü üzere ama bir ben de Berfu’ysam bunun intikamını alırdım.

“Dedim ama kime?”

“Anlamadım.” Anlayabileceğin bir konu değil diyerek giriş yapmak geldi içimden sonra vazgeçtim. “Boş ver neyse mecbur gidecekmişim yani.”

“Niye mecbur ki?” Anlatmayım desem de içimde tutamamıştım. Giderek sinirleniyordum çünkü. İnşallah o sarayın altında kalırdı Feyyaz Bey, taktığı kravat çok sıkardı da nefes alamazdı İnşallah. “Feyyaz abinin emirleri.”

“Hmm.” Hmm ya işte gelebilecek tek cevap bu. Yiyorsa söyle devamında bir şey. Karşındaki Burak ya da Fatih değil ki. Acaba birisi bana beddua falan mı etmişti? İnşallah evlendiğinde gün yüzü görmesin diye. Olabilirdi şu an bekliyordum. Buradan dönünce Şırnak’a gidip kurşun döktürecektim. “Neyse yapacak bir şey kahvaltıdan sonra bir şeyler bakarım.”

“İlla gitmek istemiyorsan hastayım falan dese ne.” Çok zekice, bir hafta vardı neredeyse o zamana iyileşirsin derdi. Ayrıca yakalanmak istemiyordum, ben oraya giderdim ama burnundan da getirirdim. Çok sessiz kalmıştım anlaşılan ben. “Yalan söylersem anlarsa bir de bu çıkar başıma neyse sağ ol sen söylemesen haberim olmayacaktı.”

“Sorun değil başka bir şey soracak olursan haber edersin.”

“Tamam sağ ol.” Zerda ile telefonu kapatınca başımı sertçe yastığa attım. İçim sıkılmıştı şimdiden. İçimden gelmese bile kahvaltıya indim sonrasında geri yukarı çıkıp üzerimi değiştirip dışarı çıktım. Uzun uğraşlar sonunda uzun yırtmaçsız ve dekoltesiz krem rengi üstünde minik taşlar olan bir elbise buldum ve aldım. Eve geldiğimde o kadar yorulmuştum ki uyuyakalmışım.

30 Aralık akşamına kadar neredeyse yerimden kalkmadan ders çalıştım. Feyyaz gördükçe söylense de umurumda olduğu çok söylenemezdi. Hatta yüzünü görmemek adına o çıktıktan sonra kalkıyordum ya da daha erken kalkıp masaya oturuyordum sesini duymamak için de kulaklığı takıyordum. Yemeklere de beklemiyordum. Gözüm görmesin kulağım duymasın yeterdi. Bir de annemlerin yılbaşı kutlamak günah adlı konferansını dinlemiştim. Kadın ayetlerle hadislerle bana neden günah olduğunu anlattı bildiğimiz ama bunu bana değil kocama anlatmalıydı. Bu yılbaşını atlatalım ben bunun intikamını fena alacaktım.

31 Aralık sabahında ise Fransa’ya geçtik. Bir otel ayarlamışlardı. Saat sekize kadar hazırlanmak için vaktim vardı. Saat altıya kadar ders çalışmaya devam ettim sonrasında kısaca hazırlandım.

Feyyaz bugün bari bırak diye söylenmeye devam etti ama cevap bile vermedim. Çünkü cevap versem konuşma uzayacaktı hiç gerek yoktu onun yerine bir iki soru çözerdim daha yararlı olurdu. Açık söylemek gerekirse hiç özenmemiştim hazırlanırken de. İstemediğim bir yere gidiyordum ve hayatımda bir daha hiç görmeyeceğim insanlara kendimi beğendirmek gibi bir niyetim yoktu. Bu süreçte Feyyaz’ın tüm sırnaşmalarını başımdan savıyordum. Bir sorun olduğunu anlamıştı ama anlamamazlığa vuruyordu. Bakalım kim kazanacaktı bu oyunu?

İçeri girdiğimizde kokteyl alanı karşıladı herkes ayakta birbiri ile sohbet ediyordu. Sonrasında içeri kalabalıklaştı başka bir salona yönlendirdiler burada dans edeceklerdi galiba. İnsanlar çift olarak ortaya geçti.

...

Feyyaz elini karısına doğru uzattı. “Bizde dans edelim mi?” Berfu yan gözle kocasına baksa da tamamen dönmemişti. “Hayır.” Sesi net ve sertti. Günlerdir süren suratsızlığı devam ediyordu. Onun yerine devam etti. “Neden?”

“Şırnak’ta okullarda vals dersi verilmiyor.” İğneleyici konuşmaya devam edecekti galiba diye düşündü. Günlerdir yüzüne de bakmıyordu neredeyse. Boşuna demiyordu derin dondurucudan hallice diye. “Ben yönlendiririm tek sorun oysa.” Berfu kısa bir bakış atıp önüne döndü. Feyyaz, Berfu’nun gözündeki küçümseyici ifadeyi anlayamadı.

“Gerek yok.” Kim gerek olduğu için dans ederdi ki? Ayrıca çok zor bir dans olsa hiç teklif etmezdi ama biraz yönlendirmeyle halledebilirdi. “Berfu.” Dikkatini çekmek adına söylemişti ama çekememişti anlaşılan, Berfu cevap verirken yüzüne bakmamıştı.

“Mecburi mi?”

“Hayır.”

“İyi o zaman illa dans etmek istiyorsan başka biri ile dans edebilirsin.” Bir adım geri çekilirken Feyyaz’ın görüş alanından da çıkmış oldu. Dans eden çiftleri izlerken ne kadar zorlama bir yerde olduğunu fark etti. İçerideki herkes sanki kraliyet ailesindenmiş gibi davranıyordu -arada farklı ülkelerin kraliyetlerine mensup olan kişiler vardı- o kadar yapmacıklardı ki Berfu bir daha gelmeyi planlamıyordu.

Dans bittikten sonra yemek salonuna geçtiler. Upuzun masa da çok fazla insan vardı. Berfu fazlasıyla sıkılmıştı, herkes ya İngilizce ya da Fransızca konuşuyordu. Yanında oturan kadında fazla konuşkandı. Anlamadığını söylemesine rağmen yemek boyunca susmamıştı. Yemek bitince ilk girdikleri kokteyl odasına geri döndüler. Berfu sıkıntıdan bayılacaktı galiba.

Berfu başı dönmeye başlayınca geriye yaslanmaya çalışırken ayakta olduğunu hatırladı. Kafası ön tarafa doğru düşerken Feyyaz’ın omuzuna yaslandı. “Berfu iyi misin?”

“Değilim.” Berfu her an yere düşmekten korkuyordu. Ayrıca midesi de hareketlenmeye başlamıştı. “Ne oldu?”

“Başım dönüyor yer ayağımın altında çekiliyor gibi.” Gözlerini kapatıp olduğu yerde durdu. Derin derin nefes alıp vermeye başladı. “Otele dönelim yürüyebilecek misin?”

“Emin değilim.” Feyyaz kollarını biraz daha sıkılaştırdı. Bahçeye çıktıklarında arabayı beklemeye başladılar. Berfu bilincini açık tutmakta zorlanıyordu. Kafasını iyice yasladı gözlerini kapadı. Araba gelince bindiler. Araba hareket ettikten sonra sallanan midesini yerinde tutmakta zorlanıyordu. Kafasını önce geriye yasladı ama hiç yardımcı olmadı midesi daha kötü olduğunda “midem bulanıyor.” Cümlenin sonunu zor getirmişti. Feyyaz şoföre arabayı durdurmasını söyledi. Araba dururken Berfu hızla kendini dışarı attı. Bir adım attı ama ikinciyi atamadan bacakları onu taşımayı reddederek olduğu yere düştü. Midesinde ne varsa çıkartırken Feyyaz yanına gelmiş her an kendinden geçecek gibi olan kadını tutmaya çalışıyordu. Zorla yerden kalkarken ayakta durmakta zorlanıyordu genç kadın. Arabaya bindiğinde Feyyaz şoföre hastaneye sürmesini söyledi.

Berfu kendini sıkmaktan ve ayık kalmayı bırakarak kendinden geçti. Uyandığında daha iyi olmayı dilemekten başka yapabileceği bir şey yoktu zaten. Genç kadın bilincini kaybedip kollarının arasına yığılınca Feyyaz iyice endişelenmiş ve öne hızlanmasını söylemişti. Bir anda ne olduğunu anlamlandıramamıştı son dakikalara kadar gayet iyiydi hatta ilk başta ki gerginliği gitmiş yerine daha rahat bir insan bile gelmişti. Sorunun ne olduğunu anlamıyordu.

Hastaneye geldiklerinde acilden girdiler. Doktora durumunu anlatmaya çalışsa da ne olduğundan pek emin değildi. Yediği bir şeyin dokunduğunu düşünüp istiğfar etmesine rağmen midesini yıkadılar. Kısa süreli ateşi yükselmişti ama çok fazla uğraşmadan düşmüştü.

Feyyaz ısrarla çalan telefonunu eline alırken arayan kişiye küfretmeyi de es geçmedi. Sinirle telefonu açarken karşı tarafa bağırmaktan da kendini alamamıştı. Duyduklarıyla sinir kat sayısı giderek arttı. Yanından geçen hemşirenin kolunu tutarak durdurdu. Doktoru çağırmasını söyleyerek genç kızın kolunu bıraktı. Doktor geldiğinde zehirlenme ihtimalini sordu. Doktor bunun cevabını kendi başına veremeyeceğini söyleyerek daha fazla test istedi.

Saat sabah onu geçerken tüm testler normal çıkmış ve eve göndermişlerdi. Zehri ilk istiğfar ettiğinde vücudundan atmış olduğunu ve etkilerinin de yavaşça söndüğünü söylemişti doktor. Tabi Berfu doktorun dediklerini anlamadığı için tekrar hastalandığını düşünmüştü. Feyyaz zehirlenme olayını söylemeyi planlamıyordu. İsteksiz gitmişti zaten bir de işin içine bu konu girerse araları daha da bozulurdu.

Otele geldiklerinde Berfu yatağa uzanmış uyumaya çalışıyordu. Ciğerlerinde hala bir ağrı vardı. Mide bulantısı ve başının dönmesi tam geçmemişti. Feyyaz gerekli eşyaları valize doldurmuştu. Telefon çaldığında arayanın Burak olduğunu görünce Berfu’ya dönerek “Ben uçak işini halledip geliyorum sen dinlen.” Berfu konuşmanın zor olduğunu fark edince onaylar sesler çıkarttı. Odadan çıkınca doğru asansöre yöneldi. “Efendim Burak.”

“Geceden beri telefonum hiç susmamış yeni gördüm olaylı bir gece olmuş.” Olaysız günleri mi vardı ki? Durmadan bir olay oluyordu. “Hiç sorma delirmek üzereyim.” Delirmek kesinlikle içinde bulunduğu durumu anlatmıyordu.

“Ne oldu tam anlamadım kim zehirlenmek istenirken kim zehirlenmiş kime sorsam salak saçma şeyler söyledi.” Burak daha tam ayıkmamıştı ama olayı anlatmaya çalışanlarda saçma şeyler söylemişti. Anladığı tek şey Berfu’nun da zehirlendiğiydi. “Kontes’i zehirlemişler.”

“Ee? Berfu ne alaka?” Bir de o anlasa her şey hallolacaktı ama... “Yan yana oturuyorlardı sonra da birkaç kere aynı masada bulundular.”

“Nasıl zehirlemişler ya ayrıca orada birçok şey gümüş değil mi?” Sorun gümüş bile değildi o kadar güvenlik önlemine rağmen içeri nasıl sokmuşlar ve bardaklar bile karışmadan kadını bulmuştu. “Şarabın içine karıştırmışlar.”

“Yuh!” Gerçekten de yuhluk bir durumdu. “Berfu nasıl?” Burak sürekli söylüyordu bu kızın şansı yoktu. Sonra şansı olsa zaten abimle evlenmezdi diye düşünse de vazgeçti yanlışlıkla ağzından kaçırma ihtimali bile vardı. Dün öğle saatlerinden sabah beşe kadar içmişti ve hala sarhoştu. Sarhoşken ne söyleyeceğini kestiremiyordu. “Biraz önce geldik hastaneden yatıyor.”

“Kontes?” Kadından ne istemişlerdi peki? Çok konuşuyordu ama kimse de bunun için öldürülmezdi. “Ölmüş tek o değil korumaları şoförü hepsi.” Her kimse arkasında iz bırakmamaya çalıştığı kesindi.

“Oha ya ne istemişler kadından peki?” Kendi halinde olduğu çok söylenemese de kavga ve tartışma ortamlarına çok girmez tatlı dillilikle çözerdi sorunlarını peki onu zehirlenmeye iten sebep neydi? “Ne bileyim ya kim yapmış onu arıyorlar bir bulsunlar ben yapacağımı biliyorum.”

“Sana kalmaz büyük ihtimalle Fransa kendi içinde halledecektir.” Eğer yapanlarda Fransız’sa büyük ihtimalle ama değilse eline düşerlerdi elbet. Ayrıca Fransa kendi içinde halledecek diye geriye çekilecek değildi. “Ben bir yolunu bulurum.”

“Neyse İtalya’ya mı geçiyorsunuz?” Burak lafı daha fazla uzatmanın alemi olmadığını biliyordu. “Evet.” Berfu’nun iyice dinlenmesi lazımdı otel odasında bunu çok yapabileceğini zannetmiyordu.

“Tamam.” Sonra aklına Burak’ın dilinin ayarı olmadığını fark edip uyardı. “Berfu’nun zehir olayından haberi yok sen de o dilini tut.” Burak önce üst katta uyuyan nişanlısını düşündü eğer Zerda olayı duyarsa altını deşerdi ve ağzından kesin laf alırdı. “Tutarım” dese de pek emin değildi. En azından Zerda’nın bilip bilmeyeceğinden emin değildi.

Feyyaz eve geldiklerinde Berfu’yu yatağa yatırmış geri aşağı inmişti. Fransa’nın bunu kendi içinde halletmeye çalışacağını biliyordu ama kesinlikle geri çekilmeyecekti. Ölen kadın umurunda bile değildi onunla birlikte az daha karısı da gidiyordu. İlk defa vücudunun kolay tepki vermesine sevindi. Eğer dedikleri gibi zehir etkisini uzun süre göstermeyip bir anda götürüyorsa son ana kadar kesinlikle anlamazlardı. Hiç gitmemeleri gereken bir yere gitmişlerdi ayrıca bir anda böyle bir ortama sokmak hiç iyi olmamıştı. Sinirlerine hâkim olmaya çalışırken bahçede telefonla konuşmuş geri karısına bakmak adına geri yukarı çıktı.

Berfu kendini yataktan kalkacak kadar iyi hissetmiyordu ama dün akşama göre çok daha iyi olduğu kesindi. Uzanırken çalan telefonu eline aldı arayanın Zerda olduğunu görünce açtı. “Efendim.” Sesini temizledi pürüzlü çıkmıştı sesi.

“Azrail’le selamlaşmışsın.” İlk değildi ki bu. Daha 2 ay önce hastanelik olmuştu. Öncesinde de çok sağlıklı olduğu söylenemezdi ama evlendiğinden beri de hastaneden çıkmamıştı. “Kim söyledi?” onunki de soruydu işte kim söyleyebilirdi ki.

“Burak’tan duydum şimdi.” Burak her zamanki gibi Zerda’nın eline düşmüştü. Zehir meselesini söylemeyeceğini söyleyerek aramıştı. “Biraz öyle oldu.” Zerda birazdan daha fazla olmuş ama neyse diye geçirdi içinden. Bu kız evliliğinin birinci yılını bile tamamlayamadan kesin ölecekti.

“Neyse daha iyi misin?” Berfu kafasını geriye yaslarken cevap verdi. “Sayılır hala midem bulanıyor ama dün geceye göre çok daha iyiyim ama.” Dün öleceğinden neredeyse emindi. Bir an beyaz ışığı bile görmüştü, sonradan cana geldiğini düşünüyordu hala.

“Sendeki şans da kimse de yok bence.” Berfu da bunun farkındaydı. Bu aralar durmadan başına bir şeyler geliyordu. Bu şansızlıkları kendisi mi çekiyordu yoksa kocası mı emin değildi. “Bence de kimse bu kadar şanssız olamaz.” Daha şanssızları da vardı belki ama bu kadar şans sayılabilecek şeyin içinde başına tüm olumsuzlukları toplamak da kesinlikle büyük şanssızlıktı.

“Abartmayalım da kesinlikle bir anormallik var.” Anormallikten daha fazlası olduğuna emindi. Elini nereye atsa bir problem çıkıyordu. Hele de kocası ile bir şey yapmaya kalksa kesin başına bir musibet geliyordu. “Orası kesin.” Zerda konuyu değiştirmeye çalıştı dili normalde sıkı olurdu ama yine de riske girip şanssızlığı onun değil de Feyyaz’ın bulduğunu söylemekten çekinmişti.

“Yılbaşına da hasta girdin tüm yılı hasta geçireceksin.” Hasta olmadığı zaman mı vardı zaten. “Biraz batıl değil mi?” Batıl olması isterdi. Yeterince sorunlu bir bünyesi vardı fazlasına ihtiyacı yoktu. Tüm yılı ölümle yüz yüze geçirmek istemiyordu.

“Hayır değil o saraya gittiğim yıl, yıl boyunca kendimi hiç istemediğim anlarda buldum o yüzden hiç öyle değil.” Zerda bugün çok iyi moral veriyordu kesinlikle. Zaten psikolojisi iyice bozulmuştu o da durmadan üstüne geliyordu. “Sağ ol ya çok moral oldu.”

“Değil mi bir de sen gitmek istemiyordun.” Feyyaz kapının arkasında kalıp kalmamaya emin olamamıştı ama konuşmayı da duyuyordu. “Ne sen sor ne de ben söyleyeyim.” Bu da ona ders olmuştu bir daha istemediği bir yere gitmeyi planlamıyordu.

“Ya işte sendeki şans sen istemediğin bir yemeğe katıl orada da yanlışlıkla zehirle-... Ay yani hastalan çok kötü bir durum.” Zerda bir an salaklığına söylenecekken toparlamaya çalıştı. “Zehir mi?” Feyyaz çoktan Burak’ın tüm sülalesini diline dolamıştı.

Zerda hızla başka bir yalan buldu. “Kafam yanlış yere gitti haberlere bakıyordum da. Dün sokak köpeklerini zehirlemişler caniler bir an kafam karıştı.” Sonunu yanlış bir sözün getirmesini istediğinden emin değildi. “Ha üzücü.” Şu an kendisine mi yoksa ölen hayvanlara mı üzülse bilemedi Berfu. Anlaşılan gecesi ondan daha kötü geçmiş olanlar vardı.

“Aynen. Neyse yani bence sen de istemediğin bir yere gitme.” Bugünden sonra uygulamaya kararlı olduğu bir karardı. “Denerim gereksizdi zaten kötü bitti ayrıca dediğin gibi fazla sıkıcıydı yaşlı insanlarla çok problemim yok ama bunlar ayrı bir dünyaydı.” Hala tüm yemek boyunca durmadan konuşan kadını hatırlıyordu. Başının ağrıma sebebi bile bu olabilirdi.

“Dedim ben sana değil mi? Oldu olan yapacak bir şey yok sen de bir daha gitme ben gitme dedim ama kendin de gördün.” Zerda şu an kapının arkasında konuşmalarını dinleyen Feyyaz’dan habersiz rahat bir şekilde konuşuyordu. “Bende gitme yanlısı değildim zaten onun yerine evde saçma bir yılbaşı filmi izlemeyi tercih ederdim.” Sonra da erkenden uyumak ve ertesi gün dersleri de olmadığı için tatilin tadını çıkartmak.

“Yani evlendiğiniz ilk sene neden yılbaşını böyle kutladınız onu da anlamadım zaten de neyse 10 yıllık karı kocalar bu şekilde kutlamıyor.” Feyyaz yeterince kötü hissetmiyor gibi birde dinlediği konuşma hiç üzerine iyi gelmiyordu ayrıca Zerda’da yangına körükle gidiyordu. Daha önce hiç özel gün kutlamamış bir insan için yılbaşı gereksiz günlerden başka bir şey değildi onun için. “Zerda... Neyse... Sizin geceniz nasıldı, tüm yılın nasıl geçecek?” devamında birçok şey söyleyebilirdi Berfu ama söylemedi. Hem kimi kime şikayet ediyordu hem de karşısında kişi iyi bir insan olsa da konu kendine döndüğünde menfaatleri üzerine hareket edecek birisiydi. Bu konuları rahatlıkla konuşabileceği tek kişi arkadaşı Sema’ydı çünkü hem ona hak verebilecek hem de onu dinlerken yargılamayacak tek kişiydi.

“Valla başta birazcık kötü başladı gibi sonrası çok eğlenceliydi. Eğer seneye burada olursan sen de gel çok eğlendik sabaha kadar kimse uyumadı da gitmedi de.” Seneye yılbaşını kendini emniyete alarak kutlayacaktı. Hasta olmadığından emin olacaktı. “Neyse en azından birimizin gecesi iyi geçmiş.”

“Evet. Neyse kapatmam lazım dünden beri hiç kimsenin ne mesajına ne de aramasına geri döndüm onları geri aramam lazım.” Telefonda onlarca mesaj ve arama vardı ve onları da halletmesi lazımdı ayrıca 2 güne oraya gidiyordu o zaman rahatça konuşabilirlerdi. “Tamam ben de yatsam iyi olacak midem çok kötü de.”

“Tamam sen dinlen sonra konuşuruz.”

“Olur görüşürüz.”

“Görüşürüz.” Telefon kapanırken Berfu kendini yastığa bıraktı. Gözlerini kapatırken tüm yılı kötü geçirmemek için dua etti. İnşallah sadece batıl inançtır diye aklından geçirmeden edemedi. Her şey yeterince kötüydü bir de üstüne dahasını istemiyordu.

Feyyaz kapıyı iyice açıp içeri girdi. Yatakta yatan karısına baktı “Miden nasıl?” Berfu gözlerini açmadan cevap verdi. Başı dönüyordu gözünü açınca artıyor gibiydi. “Aynı.”

“Bir şey ister misin?” İstediği tek şey uyumaktı ve uyandığında tamamen iyileşmiş olmaktı. “Hayır.”

“Banyoya giriyorum bir şey istersen seslen.” Berfu gözünü açmadan arkasını dönüp kafasını iyice yastığa gömdü. “Sana seslenene kadar aşağıya seslenirim zaten.” Suyun sesinden o duyana kadar aşağıdaki yardımcıları duyardı zaten. “Ne dedin?”

“Bir şey demedim.” Ne dediğini duymuştu ama kendine yedirememişti duyduğu cümleyi. Araları giderek bozuluyordu bir de üstüne Berfu’nun dili giderek sivrileşiyordu. “Bence dedin.”

“Midem bulanıyor konuşacak halim yok.” Berfu arkasını dönerek üstüne yorganı iyice çekti. Birkaç saat uyumayı planlıyordu.

Feyyaz cevap vermezken banyoya girdi. Olayları yanlış yorumlama yeteneğini yeni kazanmıştı galiba. Berfu’nun etkinliğe gitmeme sebebini yılbaşı kutlamamak için olduğunu düşünmüştü ama yanlış düşünmüştü anlaşılan. Haftalardır aralarında bir limonilik var gibiydi zaten. İstanbul’daki gibi davranmıyordu daha soğuktu. Berfu zaten aşırı sıcakkanlı bir insan değildi ama bu aralar sanki biraz fazla gibiydi bu soğukluğu. Sorunu tam olarak algılandıramıyordu kendi içinde. Kafasını karıştıran yerler vardı. Hastaneden çıktığından beri adam akıllı konuşmamışlardı ya da bir şey yapmamışlardı. En son yemek olayından beri de Berfu kendine hiç zaman ayırmıyordu. Eve erken gelse de geç gelse de çalışma masasında buluyordu bazen yüzüne de bakmıyordu. En kısa sürede buna bir çözüm bulsa fena olmayacaktı.

 

Loading...
0%