Yeni Üyelik
25.
Bölüm

DİNLEYEN YOKSA KONUŞMANIN ANLAMI YOKTUR

@ahsenkubos

 

Acı; insanı, bazen o kadar çaresiz bırakır ki sesin bile çıkmaz,

 

ne kadar kırıldığını bile anlatamaz hale getirir.

 

Bölüm şarkısı: Orange Blossom-Ya Sidî

Elimdeki kahveyi kenara bırakırken Ramiro Bey ve bir türlü adını telaffuz edemediğim için Jes dediğim nişanlısının düğünleri için Feyyaz ile konuşmalarını dinliyordum. Ne anlıyordum orası ayrı bir meçhuliyetti ama sesim de çıkmıyordu. Çok hızlı konuşuyorlardı ve benim birkaç aylık İtalyanca eğitimi -ayrıca hastaneden çıktıktan sonra da çok üstüne düşmemiştim hastalıktan- kesinlikle yeterli gelmiyordu. Anladığım şeylerden bir tanesi düğünden sonra balayına gidecekleriydi ve bu yüzden kızları annelerine bırakacaklardı. Evet, kızların annesinin farklı olduğunu öğrenmiştim. Adamın önceki ilişkisindendi ve kadın iki çocuk doğurduktan sonra evlenmek istemediğini söyleyerek ayrılmıştı. İspanya da başka bir sevgili yapmış ve orada yaşıyordu şu anda. Tabi benim bunları anlamam için üç gün sürmüştü. Balayı boyunca kızlar İspanya da kalacak sonrasında ise Ramiro Bey yanına alacaktı. Jes bunları sorun etmiyordu.

Kadına Jes diyordum ama kadın benden yaklaşık 6 yaş büyüktü. Yemin ederim kültür karmaşası yaşıyordum. Kocam 8 yaş büyük ismiyle sesleniyordum ama ondan 4 yaş küçük olan kuzenine abi, onunla aynı yaşıt olan nişanlısına ise adıyla hitap ediyordum. Burası ise tam bir felaketti. Kimse abi abla gibi tabirler kullanmıyordu ve dün dedem yaşındaki adama ismiyle hitap etmiştim. Tuhaf bir duyguydu. Adamın tuhafına gitmemesi ve ise daha ayrı bir olaydı, üstüne bir de adam bana saygı ifadesi kullanıyordu. Ben bu duruma nasıl alışacaktım acaba?

Feyyaz bana küçük bakış attığında halime gülecekti. Ne konuştuklarını anlamadığım için suratımda değişik bir ifade vardı büyük ihtimalle ve komik duruyordum ama elimden bir şey gelmiyordu. Ayrıca 3 gündür aynı yüz ifadesi ile oturuyordum yapabileceğim başka bir şey yoktu. Haklı bir isyandı bence biraz yavaş konuşabilirlerdi en azından hepsi olmasa bile daha çok anlardım. Önüne döndüğünde bende anlamlandırma işine geri döndüm. Anladığım kadarıyla uçağı alacaklardı önce İspanya’ya uğrayacak sonra da balayı için seçtikleri adaya gideceklerdi ama hangi ada olduğundan emin değildim onu çeviremedim. Daha onları öğrenmemiştim, hoş bunları özel olarak öğretiyorlar mıydı ki?

Bu düğüne yardım işi nereden çıkmıştı acaba? Bu adam kendi düğünü ile bile ilgilenmemişti ama sırf arkadaşlarının düğünü için erken gelmiş bir de üstüne her şeye yardım etmeye çalışıyordu. Ramiro’nun ailesi düğüne katılmıyordu eğer yanlış anlamadıysam Jes’i istemedikleri için gelmiyorlardı. Jes’in ailesi ise katılacaktı. Jes fazlasıyla heyecanlıydı. Yüzünde solmayan bir gülümseme ile etrafta geziyordu. Arada benimle konuşmaya çalışıyordu ama ben B1 seviyesine yeni geçmiştim ve o biraz fazla profesyonel kalıyordu benim yanımda. Neyse ki Ramiro Türkçe biliyordu da o yardımcı oluyordu anlaşmamıza. Tabi o da kısıtlıydı. Feyyaz’ın korkusundan çok fazla konuşamıyor ya da yaklaşamıyordu.

İtalya’yı sevmiştim ama dilini konuşamadığım bir yerde olmak fazla yoruyordu beni. Arada benim burada bunların içinde ne işim var diye düşünmüyorum desem yalan olur. Sırf ben konuşamıyorum diye oradan birkaç tane koruma ve Semih Bey’i getirmiştik, adamları buraya kadar sürüklemek istemezdim ama sırf konuşamadığım bir yardımcı ile işaret dili ile nereye kadar anlaşırdım emin olmadığım için ben rica etmiştim. Ayrıca daha tam iyileşmediğim için iyi bir bakıma ihtiyacım vardı ve açıkçası buranın yemeklerine pek güvenmiyordum.

Yorgunluktan başıma da ağrı girmişti ne zaman dönecektik biz eve? Yani ben niye geliyordum ki onu hiç anlamıyordum zaten. Yarım yamalak İtalyancam ile kesinlikle yararım olmuyordu aksine arada bana bir şeyleri anlatıyorlardı. Ayrıca çok da sıkılıyordum hem boş oturmaktan hem de kocamın kendi düğününü takmamasına rağmen arkadaşının düğününe inatla yardım ediyor oluşu can sıkıcı olmasının yanında kötü hissettiriyordu. O kadar yapabiliyordun da kendine niye yapmadın değil mi? İki hafta erken gelmiştik sırf onlara yardım edelim diye. Hoş bu bahane gibi gelmedi desem yalan olur. Her zaman yaptığını yapıp geldiğimiz günün sabahı kalkıp gitmişti. Geldiğimizin üçüncü günü görüşmüştük. Tabi benimle beraber üçüncü günü görüşmüştü belki de onlar daha erken görüşmüşlerdi.

Can sıkıntısı ile geriye yaslandım. Gözlerimi artık açık tutamayacak hale gelmiştim bir saat önce ilaç içmiştim ve anlaşılan etkisini yeni gösteriyordu. Tam aklımdan bayılma numarası adı altında uyusam mı diye düşünürken Feyyaz sonunda ‘gidelim’ dedi de bende rahatladım. Kesin arabada uyuyakalacaktım. Arabaya bindiğimizde gözlerimi kapattım ne konuşasım ne de gözümü açık tutasım vardı. Zaten dediğim gibi olmuş bir süre sonra uyuyakalmıştım. Kendime geldiğimde eve gelmiştik. Kapı açıldığında kendime geldim. Kapıyı Feyyaz açmıştı anlaşılan içeri götürecekti ama kendime gelince yürüdüm. Ben konuşmayınca o da konuşmadı yukarı çıkınca üstümü değiştirip yatağa girdim. Dersleri Türkiye saatiyle aldığım için daha iki saat vardı. O vakte kadar enerji depolamalıydım.

Kendime geldiğimde dersin başlamasına 15 dakika vardı. Hemen yataktan kalkıp üstüme bir tişört giyerken altımdaki pijamayı değiştirmedim nasıl olsa görünmeyecekti. En azından birkaç atıştırmalık bir şey almak için aşağı indim çıkmadan da bilgisayarın açma tuşuna bastım ben gelene kadar açılsın diye. Semih Bey mutfaktaydı beni görünce “Dersiniz var mı Berfu Hanım?”

“Evet başlamak üzere yiyecek bir şeyler alacaktım bende.”

“Ben hazırlayıp getireyim.” Buna hayır demezdim.

“Çok iyi olur. Feyyaz nerede?”

“Feyyaz Bey çıktı.” Çıkmamış olsa şaşırırdım zaten bugünü nasıl işinden ayrı geçirdi diye.

“Tamam. Ben yukarı çıkıyorum siz getirirsiniz.”

“Tamam. İyi dersler.”

“Sağ olun.”

Odaya tekrar çıktığımda derse girdim. Bir ara Semih Bey yiyecek bir şeyler getirdi. Ders bitince de tam gaz ders çalışmaya geri döndüm. Can sıkıntısıyla oturup kendimi yiyerek televizyon başında oturmaktansa masa başında oturup bir şeyler yiyerek ders çalışırdım. Uzun geçen saatlerin sonunda başım ağrıyınca bıraktım. Saatte geç olmuştu zaten. Feyyaz’ın da gelesi yoktu anlaşılan en iyisi uyumak diyerek yatağa girdim.

Birkaç gün boyunca Feyyaz işe gitti ben de ders çalıştım. En sağlıklısı buydu bence. 3 günün sonunda bizim daha doğrusu Feyyaz’ın tekrar iyi arkadaşlığı tuttuğu için Ramiro ve nişanlısı ile yemek yedik. Onları görünce birkaç gündür kaçtığım daha doğrusu aylardır kaçtığım ne varsa gözümün önüne serilmiş oluyordu.

Jes çok güzel bir kadındı. Uzun boyluydu ben 1.65 olduğuma göre o 1.70’lerin üzerinde olmalıydı. Kesinlikle güzel bir vücudu vardı. Koyu kumral saçları ve buğday teniyle insanın baktıkça tekrar bakası geliyordu. Ramiro Bey ise kesinlikle yanına yakışıyordu. Güzel bir çiftlerdi. Birbirlerini sevdikleri o kadar belliydi ki görmemek için kör olmak lazımdı. Her ikisi de çok şanslıydı hatta Ramiro daha şanslı bile diyebiliriz. Hem iki kızı vardı ve bakımını o üstlenmişti bu yüzden evlendikten sonra onlarla yaşayacak olmalarını problem etmeyi geç, Jes onlarla ilgilenmeyi seviyordu hatta nişan yemeği için geldiklerinde Ramiro oturmaya devam etmesine rağmen Jes çocukları yatmaya götürmüştü. Bir de üstüne Ramiro’nun ailesi Jes’i istemiyordu ama kadın bunların hiçbirini problem etmiyordu. Hoş eğer çocuklar ile bir problemi yoksa neden aileye takılsın ki? Adamda ailesinin düşüncelerini önemsememiş aksine onlara rağmen çok güzel bir düğün organize ediyordu. Bu da Jes’i şanslı kılıyordu galiba. Ailesinin ağzına bakmayan bir adamla evleniyordu, seviyordu seviliyordu, saygı görüyordu daha ne isteyebilirdi ki? Ayrıca Ramiro’nun durumu da oldukça iyiydi.

Birbirlerine çok güzel bakıyorlardı. Bakınca kıskanmamak elde bile değildi. Gözlerinin içi gülüyordu. Birçok erkek düğün mevzusuna neredeyse hiç alakadar olmazdı sadece bir şeylerin parasını öder gerisini sen hallet derdi. Tabi bunu da böyle değil sen nasıl istiyorsan öyle olsun diyerek yapıyorlardı. Böyle söyleyince daha iyi gözüküyordu her şeyi senin istediğin gibi yapıyoruz demiş gibi gözüküyordu ama aslında uğraşmak istemiyorlardı. Bu da bir şeydi tabi bir de yanımda oturan adam gibi hiçbir şeye dokunmayanı da yok değildi. Oysa karşımdaki adam düğünde çalacak şarkılardan, sahne alacak müzisyenlere, sağdıçlarının giyeceği takımın rengine, masadaki çiçeklere uygun gelin buketi ve yaka çiçeğine kadar her şeyi düşünüyordu. Tabi bunlar benim bugün öğrendiklerim önceki günlerde öğrenemediklerim vardı -anlamama sorunumu çevirmen kulaklıklar ile çözmüştüm büyük ölçüde- ve bunları duymak beni düşündürmüştü hepsini duymak beni iyice mahvedecekti.

Jes o gün giyeceği kıyafetlerden ayakkabılara her şeyi hazırlatmıştı. Burada kına gecesi gibi bir şey olmadığı için tek bir gün olacaktı. Birkaç gün önce bekarlığa veda yapacaktı sadece, ona da beni çağırsa da ben kabul etmemiştim dil sorununu bahane ederek. Ben onları anlasam bile onlar hala beni anlamıyordu. Seda abla ve Zerda’da gelecekti partiye Feyyaz onlar var diyerek ikna etmeye çalışsa da tamamen kültür karmaşası yaşayacağım bir ortamdan başkası olmayacaktı. Hiçbir şeyimiz ortak değildi dans kültürümüzden yemek kültürümüze hatta şakalarımıza kadar... Boşuna kendime yük çıkartmanın alemi yoktu. Zaten düğün vardı yenisini istemiyordum.

Feyyaz bence işini kendine göre ayarlayabiliyordu ama ayarlamak istemiyordu. Son günlerde gördüğüm kesinlikle buydu. Canı istediğinde evde olabiliyordu üst üste. Bugün sabah kalkmış beni de peşinde sürükleyerek Ramiro’nun yanına gelmiştik. Nişanlısı Jes ise bize daha sonra dahil olacaktı. Can sıkıntısından bir ara kulaklığı çıkartacaktım artık.

Bence sorunlu olan benim evliliğimdi. Bu işin içinde sadece o yoktu; kuzenleri ve Ramiro’da vardı ama onlar aileleri ile ilgilenirken bunları düşünmüyordu. Fatih abi, Seda ablaya doğum gününde hediye almasının yanında kısa bir tatile de götürmüştü. Burak abi Zerda’nın peşinde sürekli geziyordu zaten. Zerda’dan sürekli duyuyordum. Arkadaşlarının partilerinden yemeklerine kadar her yere onunla gidiyordu. Hiçbir özel günü unutmuyordu. Geçenlerde evlenme teklif ettiği günü bile kutlamışlardı. Duyunca saçma gelmişti ama düşününce saçma değildi güzel vakit geçirmek için bir bahaneydi bu. Şu an karşımda Ramiro düğün hediyesi olarak ne alacağını düşünüyordu. Sürpriz yapacaktı saydığı şeylerin takı falan olacağını düşünmüştüm. Düşününce mantıklıydı takı olması belki de ben kendimi bu şekilde kandırıyordum ama düşündüğüm gibi olmamıştı. Ramiro, son iki haftadır Jes’in beğendiği şeylerin listesini çıkartmıştı. Bir at çiftliği, şarap mahzeni, benim bağ ya da bahçe olarak çevirebildiğim üzüm yetiştirmek için kullanılabilecek bir yer, yaz için bir yat seyahati gibi bir liste vardı. Bir ara bana sordu ama geçiştirici bir cevap verdim. Sonra da lavaboya kalktım. Hoş benim düşünüp kıyasladığım şeylere baksana. Biz yeni evliyken bunların hepsi tatildeyken o çalışıyordu.

Masaya döndüğümde Jes gelmişti. Gelinliklerinin son provasından geliyordu. 3 gelinlik giyecekti. Hepsi özel dikilmişti, özel olarak anlaştığı Fransız bir tasarımcıyla hem de. Düğün öğle saatlerinde yemek ve şarap servisi ile dışarıda başlayacaktı. Daha sonra içeride eğlence devam edecekti. En sona ise bir after parti planlamışlardı ve hepsi için ayrı bir kıyafet giyecekti tabi bunlar için de ayrı ayakkabılar olacaktı. Onlarda özel yapılmıştı kişiye özellerdi.

Ne güzel şeyler duyuyorum değil mi? Ben kendi düğünüme iki hafta kala alışverişe zor çıkmış onda da hazır gelinlikler arasından seçim yapmış -onda da yanlış anlaşılmaya kurban gitmiş ve istemediğim iki kıyafeti giymek zorunda kalmıştım- geri kalan hiçbir şeyi ise kendim seçmemiştim. Hoş zaten onlarda kendi seçtiğim son şeyler oldular da neyse. O günden sonra özel davetler için birileri benim adıma karar vermişlerdi zaten giysi dolaplarında ise benim tek başıma dışarı çıktığımda aldığım birkaç parça dışında hepsi Zerda tarafından seçilmişti. Galiba kendine değer vermeyen tek kişi bendim ya da verilmeyen demeliydim. Etrafımdaki herkes özel parçalar giyiyordu kişiye özel tasarımlar, sınırlı sayıda üretilmiş kreasyonlardan parçalar... Peki ben? Birilerinin benim adıma karar vermesinin yanı sıra bunlara alışkın olmamamın getirisiyle beraber ne yapacağımı ya da ne giyeceğimi bilmediğim için bunlar kolayıma geliyordu.

Sorun bendeydi bence. Ben beklentilerimi yüksek tutuyordum. Her şeyin çok iyi olduğunu ya da iyiye gittiğini düşünerek kendimi kandırmak hataydı. Aylardır bu konuda kendimi hırpalamaktan başka hiçbir şey yapmamıştım ama bu konudaki tüm suç da benim değildi ki. Herkes o kadar çok iyi tarafından bakıyordu ki Polyanna görse kıskanırdı. Evlendiğimiz ilk gün kalkmış işim var diyerek çıkmış ve çok geç dönmüştü daha iki hafta bile olmadan iki gün boyunca Diyarbakır’a gitmişti. Ama duyanlar “aa işi varmış demek ki.”, “sana kötü davranmıyor ki”, “Gittiği yerden hediye getirmiş” demişti. Ben de umutlanmıştım ama bozulmuştu. “O gece” abimle tehdit etmesini göz ardı etmiş hiç olmamış gibi davranmıştım. Yine de bir şey değişmemişti İstanbul’a gelince de aynı şeyi yapmış ertesi sabah kalkıp gitmişti. Ertesi günü dışarı da yemek yemeğe çıkartmış yine umutlanmamı sağlamıştı ama onda da alerji yüzünden boğazım şişmişti. O da işe gitmeye devam etmiş doktora bile tek gitmiştim. Yine de akıllanmamış her iyi davrandığında umutlandım ama bu sefer de iki hafta boyunca Rusya’da kalmıştı. Aynı şekilde salakça davranmış küçük bir dövmeye kanmıştım. Kendi kendimi kandırmada üstüme yoktu bence.

Balayına gitmediğimizi duyan herkes İtalya’da yaparsınız demişti ben bir de buna kanmıştım. Hasta olmama bile takılmadan gerçekten olacağına inanmıştım ama o arkadaşının düğününe yardım etmek için iki hafta erken gelmiş bir de günlerdir de onlara yardım ediyordu. Bense basit bir çanta işlevi görüyordum işte. İyice süslenmiş, en güzel kumaşlardan yapılmış bir çanta. Sadece dış görünüş olarak bulunduğum... Keşke hiç gelmeseydim, Türkiye’de kalsaydım hatta ailemin yanında bile geçirebilirdim bu birkaç ayı. Gözümün görmesindense kulağımın duymasına razıydım. Düğün hariç bir daha bu ortama girmeyi planlamıyordum. Evde ders çalışmak beni daha az etkiliyordu.

Bir daha da kanmayacaktım. Bir şey ne şekilde başlarsa öyle giderdi bu da öyleydi iyi başlamamıştı iyi gitmeyecekti. Bir daha salak gibi kendimi kandırmayacaktım her şeye kanmayacaktım daha doğrusu hiçbir şeye. Bu konularda çaba harcamak ve sürekli onu kendi içimde aklamak sadece bana zarar veriyordu. Bu saatten sonra ne kimsenin ağzından çıkan söze de inanacaktım ne de basit birkaç harekete düşecektim. Sadece kendi çıkarlarımı düşünecektim. Olması gerektiği gibi olacaktı. Güzel görünen ve giyinmiş oyuncak bebekten fazlası değilsem eğer o şekilde davranacaktım. Kalpsiz bir bebek gibi... Onun istediği şey buydu işte güzel oyuncak bir bebekti. İstediği gibi giydirebildiği ya da soyabildiği bir bebek. Ben de bana biçilen role uygun davranacaktım fazlası olmayacaktım. Herkes gibi duygularımı rahatça dışarı vuramadığım ya da konuşamadığım için hiçbir şey olmamış gibi davranmayacak ve mutlu gibi davranmayacaktım. Ne de olsa kimse karşıma geçip iyi idare ediyorsun rolünü iyi oynuyorsun diye ödül vermiyordu.

Herkes kocasını sevmek zorunda değildi ya. Bu konu da çaba sarf etmeyi bırakacaktım eğer o beni gerçekten sevmeye çalışsaydı bir şeyler için çaba harcardı demek ki o denemiyordu benim de denememe gerek yoktu. Çaba hasta olduğumda -ki hasta olmamın en büyük sebebi kendisiydi- bir iki gün evde kalmak değildi. Çaba sarf etmek abimle yengem daha evlenmemiş nişanlıyken abimin yengemi görmek için iki hafta da bir İran’a gitmesiydi. Ayrıca o da başta sevmemişti ama belli bir çaba sarf etmiş ve sonunda birbirlerini sevmişlerdi ki buna şahit bendim. Abimin o deli gibi inadını yengem -kısa süreliğine de olsa- basit bir cilve ile kırabiliyordu. Fatih abi, Seda abladan bir şey saklamıyordu neredeyse her sabah kahvaltıyı beraber yapıyorlardı akşam yemeklerine yetişmek için büyük bir çaba harcıyordu. Burak abi içinde geçerliydi bu. Zerda’nın tüm çılgınlıklarına göz yumuyor aksine onunla bir olup yapıyordu. Geçen hafta sonu sözde evlilik teklifi yıldönümlerini kutlamak için iki günlüğüne bir Yunan adasına gitmişlerdi. Sema’nın kocası Sema’yı istemek için üç kere gitmiş ikisinde kovulmuştu en sonunda babamdan rica etmişti de öyle evlenebilmişlerdi. Çaba; işin varken, yapması zorken yapmaya çalıştığındır.

Tüm bunlara rağmen benim kocam patrondu, kuzenleri dahil altında çalışan yüzlerce kişi vardı ama bir iki hafta gibi kısa bir süreyi bana ayırma gibi bir düşünceye girmiyordu. Benim derdim özel dikilmiş elbiseler giymek, pahalı mücevherler takmak ya da saatlerce uzaklıktaki yerlere gidip tatil yapmak değildi ki. Şimdiye kadar üç ev ve şehir değiştirmiştik bunlardan herhangi bir tanesi de olurdu. Sorun kuzenlerine ve arkadaşlarına gösterdiği özeni, özveriyi ve çabayı bana harcamamış olmasıydı. Onun yapmadığını bende yapmayacaktım bu saatten sonra kırk takla atsın yine de fikrimi değiştirmeyecektim hoş o da atmayacaktı zaten.

Kafamın düşüncelerin o kadar boğulmuşum ki kendime geldiğimde üstümdeki gözleri fark ettim. Lavabodan geldikten sonra karşısına gelecek şekilde oturmuştum. Direkt parmağıma bakıyordu. Gözümü parmağıma çevirdiğimde sadece alyans vardı üstüne kıpkırmızı olmuştu. Anlaşılan sadece içerden değil dışardan da kendimi hırpalamayı başarmıştım. Yüzüğü çevirmekten parmağımı aşındırmıştım çizilmişti. Tektaş ise parmağımda değildi. Bir an acaba hiç mi takmadım diye düşünsem de sonra lavaboya gitmeden önce parmağımda olduğunu hatırladım o zaman başlamıştım parmağımla oynamaya. Nereye düşürmüştüm peki yüzüğü? İşte onu hatırlamıyordum. Kucağıma bakınsam da bulamadım. Annemlerle seçtiğimiz yüzük artık resmi olarak kayıptı galiba. Biraz etrafa bakınsam da göremedim. Feyyaz’ın gözüyse üzerimden çekilmişti ama gergin gözüküyordu yüzüğü kaybettiğimi fark etmişti anlaşılan.

Tam ayaklanıp hem yüzüğe bakacak hem de eve gitmek için kalkacaktım ki bir adam yanımızdan geçerken bir ayağı kaydı. Sonra çalışanı falan çağırdı derken çalışan geldi neye takıldığını buldular. Takıldığı şey benim binlerce liralık yüzüğümün taşıymış meğer. Büyük ihtimalle lavabodan dönerken parmağımda oynarken düşürmüştüm. Taş bir yerden halkası bir yerden çıktı. Taş yerde sürünmekten ve üstüne basılmasından kaynaklı çizilmişti. Bu elmaslar çok sert olmuyor muydu nasıl çizilmişti bu kadar? Kötü gözüküyordu acaba yaptırabiliyor muyduk? Feyyaz elimden yüzüğü aldı sonra da masadan kalktık.

Dışarı çıktığımızda bana dönmeden “Kötü gözüküyor kullanılmaz.” diyerek yüzüğü çöpün içine attı. Bildiğimiz yoldaki herhangi bir çöpün içine bilmem kaç karat ve küçük bir servet değerinde olan yüzüğü çizildiği için çöpe attı. Bana kızdığı için mi atmıştı? Bir şey diyecek gibi olsam da vazgeçtim. Hiç oklarını üzerime çevirmek istemiyordum. Arabaya bindiğimizde yan yana oturmak yerine karşısına oturmuştum. Parmağıma bakarak “Parmağını niye kızarttın?”

“Fark etmemişim.”

“Acımadı da anlaşılan.”

“Fark edene kadar acımadı.” Cevap vermedi. Bende o tarafa bakmadım. Camdan dışarıyı izlemeye başladım. Eve geldiğimizde üst kata çıkıp banyo yapmış sonra da ilaç içip uyumuştum. Uykumdan telefon sesi ile uyandım. Gözümü açtığımda telefonu elime aldım. Yengem arıyordu. Oda boştu anlaşılan yine gitmişti. Telefonu açtım bu arada ayağa da kalktım etrafı kolaçan etmek adına yanlış bir şey söylerken basılmak istemiyordum ya da duymaması gereken bir şeyi duymasını.

“Efendim yenge.” Lambayı yaktım. Hava kararmıştı. Bayağı uyumuş olmalıyım. Yine de tam kendime gelmiş sayılmazdım. “Ne yapıyorsun?”

“İyi eve gelince uyuyakalmışım sen arayınca uyandım.” Aramasa daha uyurdum büyük ihtimalle. Tüm vücudum kırılmış gibi ağrıyordu. “Sen de iyi alıştın bu saatlerde uyumaya.” Tabi herkesi kendisi gibi kalabalık bir evde yaşıyor zannediyor galiba.

“Ne yapayım yenge başka işim mi var?” Bu aralar yaptığım iki şey vardı bir tanesi Feyyaz’a çanta görevi yapmak ve ders çalışmak. “İyi öyle olsun. Nereden geldiniz?” Soruya bak daha geçen gün anlatmıştım oysa.

“Nereden gelebiliriz sence? Yine arkadaşının yanına gittik. Düğün için damat beyin müstakbel karısına sürpriz hediye seçmesine yardım etti.” Ben de masanın bir köşesinde oturdum işte. “Gözlerimi yaşartıyor.” Benimkini sadece yaşartmıyordu.

“Benim de.”

“Senin sesin niye öyle geliyor?”

“Nasıl?”

“Hastaymışsın gibi.” Hasta çok sayılmazdım ama ruhsal olarak iyi olduğum çok söylenemezdi. “Değilim.”

“O zaman canın sıkkın.” Olur mu düğün bayram benim için. Sevgili kocacığım şahane bir arkadaş çıktı. “Evet.”

“Niye?” Bence biz yengemle aynı dili konuşmuyorduk. Oysa dillerimizin aynı olması gerekiyordu ama ben yanlışlıkla farklı bir dilde falan mı konuşuyordum acaba? “Niye mi? Bence yeterince ortada.”

“Berfu yapma.” Yine başladık. Her zamanki şeyleri söyleyecekti. “Ne yapma yenge yine abartıyorsun diye başlayıp onu yapmıyor bunu demiyorlarla devam edeceksen etme. Yeterince canım sıkkın sende üzerine ekleme.”

“Tamam ama bu şekilde de bir yere varamazsın.” Her halükarda bir yere varamıyordum zaten. “Varmak gibi bir niyetim yok zaten.”

“Ne yapacaksın o zaman?” Hiçbir şey. Hiçbir şey yapmayacaktım. Şimdiye kadar ne yapıyorsam yapmayacaktım. “Oyuncak bebek gibi takılacağım.”

“Ne?”

“Nesi işte düşünmeyen hissetmeyen bir oyuncak bebek gibi davranacağım bir beklentiye girmeyeceğim o da nasıl davranmak istiyorsa davransın.” En azından kalbim kırılmazdı. Diğerlerinin dediklerini de duymazdım o zaman. “Yapma.”

“Ne yapma yenge ya gözün gördü ne nişan da ne düğünde hiçbir şeye karışmadı buradaki halini görsen ikisi aynı kişi değil dersin. Balayına rahat gitsinler diye uçağı veriyor, sürpriz hediye almasına yardım ediyor, onun işlerini hallediyor daha sayıyım mı?” Bunlar benim duyup anladığım şeylerdi dahası da vardı ama ben tam anlamamıştım. “Gerek yok anladım.” Anlamadığımdan o kadar emindim ki altına imzamı atardım.

“İyi sevindim çünkü cidden açıklayacak gücüm ve enerjim yok.” Aynanın karşısına geçip bir toka aldım. Saçlarımı toplamam lazımdı. Şu an yeterince gergindim bir de saçlarımın sağa sola takılıp beni daha germesine gerek yoktu. “Biraz daha sabret o da fark edecektir.” Hala aynı Polyanacılık. Ben ne diyordum o ne diyordu.

“Neyi fark edecek ki istemiyor işte. Fark edecek hiçbir şey yok yenge.” İsteyen anlardı görürdü ama o istemiyordu. Başka bir açıklamaya gerek yoktu. İsteyen yapardı bahanelerin ardına sığınmazdı. “Olsun zamanla...”

“Zamanla ne? Yenge abimle seni bizimle karıştırıyorsun bence. Abim senin için 6 ay boyunca iki hafta da bir İran’a geldi. Adam nişanlıyken babamın zoruyla yemeğe kaldıysa o kalmadıysa yok. Düğün oldu elini bir şey sunmadı. Evlendik değişir mi? Yine yok aklına estiği gibi davranıyor.” Benim çıkışmamlar yengem de derin bir nefes verdi. “Alışmamış.”

“Böyle bahane mi olur yenge? Sence bana evlenmeden evlilik kursu mu verildi?” Ayrıca bunun evlenme ile de alakası yoktu. Sevmek gerekmiyordu ama uyum sağlamak için çaba sarf edilebilirdi. Benim için de kolay değildi onunla yaşamak ama bir şeyler için çaba harcıyordum. “Bilmiyordur öyle yetişmemiştir.”

“Tabi aynı evde büyüdüğü kuzenleri biliyor bu bilmiyordur yenge. Boş ver olmuyorsa olmuyordur.”

“Bu şekilde kendini hırpalıyorsun ama.” Dudaklarımdan alaycı bir gülümseme kaçtı. “Öyle zaten düşündükçe kendime de zarar vermeye başladım. Karşımda arkadaşının nişanlısına hediye seçmeye kalkınca bana bir şeyler düştü sorunun bende olduğunu fark ettim. O anda da parmağımda da annemle seçtiğimiz tektaş vardı onunla oynuyordum sonrada dayanamadım lavaboya gittim. Lavabodan gelirken sinirle yüzükle oynarken düşürmüşüm fark etmedim de ha hemen. Sonra da alyansla oynamaya başlamışım parmağım hala kıpkırmızı çizmişim de.”

“Buldunuz mu bari yüzüğü?” Ben ne diyorum o ne diyor? Yengemin beni anlamak istediği falan yoktu bence. “Bulundu yere düşmüş müşterilerden bir tanesi takıldı. Taşı bir yere halkası bir yere gitmiş bulup verdiler. Feyyaz’da çöpe attı.”

“Çöpe mi?” Hiç düşünmemişti bile çöpe atarken. “Hmm. Kötü olmuş takılmaz dedi çöpe attı sormadı bile. Zaten annemin tercihi olduğu için hazzetmiyordu işine geldi bence.”

“Berfu o yüzük fazlasıyla pahalı.” Adamın derdi para değildi ki. Eğer öyle olmuş olsaydı kendi uçağını tutup Ramiro’ya vermezdi balayına rahat gitsin diye. “Biliyorum artık bulan yaşadı.”

“Küçük bir serveti bu şekilde insanda çöpe atmaz bence.” Atmıştı işte. Ne deyim ki zaten dememe de gerek kalmamıştı çünkü sormamıştı. “Çizilmişti eski değeri yoktur ama yine de pahalı olduğu kesindir.”

“Bir şey demedi mi?”

“Yok demedi. Ne desin ki sanki normalde susturamıyoruz da şimdi konuşacak? Parmağımı sordu fark etmemişim dedim.” Gözüm parmağıma takıldı hala kırmızıydı. Kötü çizilmişti. Parmağımdaki yüzüğü çıkarttım yerine krem sürdüm. “Bu şekilde bir evlilik yürümez.”

“Yapma ya yenge fark etmemiştim. Sence oradan bakınca evli gibi mi duruyoruz çünkü ben bilmiyorum.” Bir sürü yeni evli görmüştüm ama hiçbiri biz değildi. Herkesin dediği gibi şimdiye kadar bir sorun çıkartmamıştım ne derse yapmıştım ama bir ilerleme kat edememiştik. “Berfu!”

“Ne yalan mı? Eve geldiği saat belli değil gittiği saat belli değil. Ha otel ha ev anlayacağın. Bir gün 12 de geliyor ertesi gün bekleyim diyorum ertesi gün 3 de 5 de geliyor. Bazen kahvaltı yapmıyor yemeğe yetişemiyor vallahi artık aç dolaştığı düşüncesi daha kolay geliyor. Çünkü nerede kimle yediğini düşünmek daha zor.” Cümlemi tamamlarken gözlerim çoktan dolmuştu. Bir iki damla aradan kayıp düşerken gözlerimi sildim. “Yapma hastalanacaksın.”

“Zaten hastayım unuttun mu? Hastaneden çıkalı daha bir ay olmadı ama peşinde çanta gibi düğüne yardıma dolaştırıyor.”

“Evde yalnız kalma diye yapıyordur belki.”

“Tabi canım tek derdi o değil mi? Konuştuklarını anlamadığımı biliyor ama umurunda bile olmadı. Sağ olsun Zerda geçen gün bu yabancı dili tercüme eden bir kulaklık olduğunu söyledi de ondan aldırdım. Mükemmel değil de en azından yakında konuştuklarını çeviriyor da ne konuştuklarını anlıyorum konuşamasam bile. Yoksa geri zekalı gibi suratlarına bakıyordum. Keşke onu da aldırmasaydım ama ne konuştuklarını bilmediğimde daha iyi hissediyordum.”

“Orası da öyledir.” Bunu onun anlaması gerekiyordu ilk evlendiklerinde Türkçe bilmiyordu birileri konuşurken ne kadar zorlanmıştı. “Bir de kulaklığı söylüyorum aa diyor öyle bir şey vardı değil mi? Adamın umurunda bile değil benim anlamam anlamamam.”

“Düşünmemiştir ya arada sana da olmuyor mu Arapça konuşuyorsun?” İkisi arasında nasıl bir mantık kurmuştu acaba? “Aa o da var bir de ben Arapça konuşurken çoğu zaman bilerek yapmıyorum bazen arada ağzımdan kaçıyor konuşma diyor ama o aklına estiği dilde konuşuyor.”

“Söyleseydin.” Neyi? Ne zaman? Nasıl? 5N1K soruları gibi arkası kesilmezdi. “Neyi? Dinliyor mu sence beni ya da ne ara söyleyeyim? Ben gerçekten yoruldum yenge. Mutluymuş gibi davranmaktan da sorun yokmuş gibi davranmaktan da.”

“Kimse kolay olacağını söylememişti.” Kimse bana bir şey söylememişti ki? Bana sormamışlardı bile evlenmek istiyor musun diye. “Kaç ay oldu ya? Kaç ay? Aynı adam en ufak bir değişme bile yok ama ben inatla en ufak şeyde ümitlenmekten gerçekten yoruldum.” Derin bir nefes verdi yengem. “Eve ne zaman gelecek? Yemeğe yetişecek mi? Kiminle? Herkese bu kadar vakit ayırırken bana niye ayırmıyor? Ben mi yanlış anladım diye düşünmekten kafayı yiyeceğim. Her yaptığını kafamın içinde affetmekten de onun adına bahaneler uydurmaktan da yoruldum. Biliyor musun düğün görüntülerini kaybetmiş geriye bir şey yok yani”

“Yok canım o da olmamıştır.” Olmuştu işte. Ben sormasam söylemeyi de planlamıyordu zaten. “Olmuş işte geçen annem bana sordu bende ona, ben sormasam söylemeye de niyetli değildi yok dedi karışmış nişan görüntülerinin olduğu diski verdim kaybetmişler dedi. Adamlar da verdik diye silmişler. Yani ne nişandan ne de düğünden tek bir fotoğraf bile yok videoyu geç.”

“Kötü olmuş.” Tepkiye bak. Her yeni bir düğün olduğunda kim ne takmış diye özel olarak düğün görüntülerini izlemeyi seven kadın bana ne diyordu. Hele ilk evlendiklerinde eğlenmek için bile açıp izliyordu. “Kötü mü? Evlilik cüzdanı da olmasa evli olduğumuzu kanıtlayamazsın yani. Düğün olduğunu falan hiç kanıtlayamıyorsun.” Ortada ne fotoğraf vardı ne de başka bir şey. Kendimi ne kadar kassam da gözümden akan yaşları durduramadım.

“Tamam ağlama ama tekrar hastalanacaksın dilini de bilmiyorsun doktorla da anlaşmazsın.” Doğru söylüyordu ne de olsa başımın çaresine bakmam gerecekti. “Tabi canım o da var değil mi? Valla benim canıma tak etti artık ne yapıyorsa yapsın? Gündüz onlarla görüşünce akşam gidiyor bak evde yine yok. Ne zaman gitti ne zaman gelecek belli değil. Bu saatten sonra çabalamayacağım düşünmeyeceğim de nereye giderse de gitsin.”

“Saçmalama o da olmaz.” Gayet de olurdu. En fazla ne yapabilirdi ki benim işime gelmeyen? “Olur niye olmasın? En fazla sıkılır boşar.”

“Hadi boşamazsa.” O zaman bu şekilde yaşar giderdik bir değişiklik olmazdı hayatımızda. “Şu andan bir farkı olmayacak belki de aldatıyor bile ruhum mu duyuyor da.”

“Onu da yapmıyordur.” Hiç emin değildim. İstanbul’da bir barda çalışmıyor muydu? Neden yapmasın ki elinin altında bir sürü kız olduğuna eminim. Burası için de geçerliydi aynısı. “Niye yapmasın ki yenge. Bu kadar zamandır hiç problem çıkarttım mı ona ha? Ne derse yaptım, bazen demeden bile yaptım. Neredesin kiminlesin bunu niye böyle yaptın bunu niye yapmadın diye sordum mu? Ona rağmen adam bağlanmıyor. Yok olmuyor yani olmuyorsa olmuyordur. Ne hali varsa görsün umurumda bile değil.”

“Berfu...” Ben boşuna dil döküyordum burada. Bu konuşmanın bir yere gittiği yoktu. “Neyse yenge boş ver sen beni anlamıyorsun zaten. Çalışanlar da çıkmış yemek yiyeceğim sen de anneme ya da abime bahsetme bir de onlara anlatmayım olur mu?”

“Tamam ama sen de bu şekilde düşünerek sadece kendine ediyorsun.” Olan hep bana oluyor zaten kimseye bir şey olduğu yok. “Yok düşünmüyorum bu saatten sonra hiçbir şeyi düşünmeyeceğim kendi önüme bakacağım.”

“Sen bilirsin.”

“Tamam iyi akşamlar evdekilere de selam söyle.”

“Söylerim. İyi akşamlar.”

Berfu neyi düşünsün ki zaten. Yengemin beni anlama imkânı yoktu. İlk olarak yaşadıklarımın ne olduğundan habersizdi bunun da iki temel sebebi vardı ilki abim hiç ona böyle davranmamıştı ikincisi ise ailesinde erkekler sorgulanmaz ve her zaman haklıdır bakış açısı vardı. Dolaptaki yemeği çıkartıp ısıtıp yedim. Sonra da televizyon karşısında biraz pinekledim baktım halim yok hemen ilaç alıp uyudum.

Sabah uyandığımda yanım boştu ve yatarken lambayı kapatmamıştım ışık da açıktı yani akşam eve gelmemişti. Çok güzel artık onu da haber vermiyordu yani. Neyse Berfu düşünmek yok dedik. Aşağı indim. Semih Bey kahvaltıyı hazırlıyordu. “Günaydın.”

“Günaydın Berfu Hanım kahvaltı hazır olmak üzere bir şey istiyor musunuz?”

“Kahvaltıya değil yemeğe lahmacun yesek nasıl olur?”

“Olur ben öğle yemeği için hazırlarım olur mu?”

“Çok iyi olur.” Sofraya oturdum o da hızlıca hazırladı. Zaten tek kahvaltı yapmaya alışmıştım. Kahvaltıdan sonra yukarı çıkmış önce derse girmiş sonra da ders çalışmaya başladım. Öğle yemeğinden sonra yukarı da sıkılınca arka bahçeye çıkmıştım. Bir süre güneşlenerek kitap okudum sonra ders çalıştım. Canım sıkılmıştı ve akşam telefonu da şarj etmeyince şarjım da bitmişti.

Yukarı çıkarken Semih beyi gördüm elinde kirlilerle çamaşır odasına iniyordu. En sonunda bir evde çamaşır makinesi vardı. Beni görünce gülümsedi ve aşağı indi. Ben de merdivenlere yöneldim. Odaya girdiğimde elimdeki kitapları masaya yerleştirdim telefonumu şarja taktım. Sabah dağıttığım masayı topladım. Daha düzenli duruyordu. Bilgisayarı da şarja taktım yarına hazır olsun. Banyoya gitmek adına giyecek kıyafet ayarladım ardından da uzun uzun bir banyo yaptım. Gerçekten uzun yapmışım galiba çıktığımda her tarafım buruşmuştu. Üstümü giyindim acıkmıştım akşam yemeği için aşağı indim.

Yemeğin ortasında kapı çaldı Semih Bey bakmaya gitti. Sabah alışveriş listesi vermişti Semih Bey, o gelmişti galiba. Ben yemeğe devam ederken içeri Feyyaz girdi. Evin yolunu bulmayı başarmıştı anlaşılan. “Afiyet olsun.” Cevap vermek yerine başımı salladım ağzım doluydu ne de olsa değil mi? Yemekten sonra yukarı çıktım o da üstünü değiştirmişti. “Yedin mi?”

“Evet.”

“Yemeğe yetişmeye çalıştım ama trafik vardı.” İyi tek sorunumuz senin yemeğe yetişemem yani akşam eve gelmemen değil yani. “Semih Bey toplamadı daha.” Şarjdaki telefonumu çıkarttım Sema aramıştı. Anlaşılan yengemle konuşmuştu.

“Gece gelemeyeceğimi haber verecektim ama geç olmuştu uyumuşsun diye aramadım.” Tabi insan dönemeyeceğine gecenin bir yarısı karar verir. Tekrar akşam olmuştu 24 saatte anlamamıştı anlaşılan eve gelemeyeceğini. “Tamam.”

Konuşmaya devam etmeye hiç niyetim yoktu. İstediği saatte gelebilir istediği yerde kalabilirdi. “Bu kadar mı?” ne deyim ki? Ne diyebilirdim ki? Giderken gelirken haber vermiyordu ne dememi bekliyordu ki? “Evet.”

Ağzının içinde öyle olsun tarzı bir şeyler söyleyerek odadan çıktı. Ben de Sema’yı aradım. “Alo.” Sema’yla konuşmak yengemle konuşmak gibi değildi daha rahat oluyordu. “Uyuyor muydun?”

“Hayır.” Arapçaya döndüm istediğim gibi konuşabilirdim. “Evde mi?” hemen de anlıyordu.

“Evet.”

“Hmm iyi bakalım müsaitsin ama değil mi?” o da Arapça konuşmaya başlamıştı. Bu dil farklılığı en azından bu tür zamanlarda çok iyi oluyordu. “Evet. Eve yeni geldi yemeğe indi.”

“Sen yemedin mi?” Yedim yedim hem kendimi hem de yemeği yedim ama yedim yani. “Yok yedim ben şimdi çıktım. Kendisi dün öğleden sonra çıktığı eve bu saatte döndüğü için önce banyo yaptı yemeğe indi.”

“Dün gelmedi mi?” Sadece gelmese iyiydi haber bile vermemişti ne giderken ne de gelmeyeceğini söylemek için. Bir de geç fark etmişmiş gelemeyeceğini yalan söylerken bile tutarlı söylemiyordu. Şuna canım istemedi desene. “Hayır.”

“Haber verdi mi?” Ona da tenezzül etmemişti. “Hayır bu aralar habersiz gidip gelerek beni şaşırtmayı seviyor.”

“Yani bu adam da söylemeyim diyorum ama cidden.”

“Boş ver hiçbir şey söyleme ne hali varsa görsün. Sen niye aradın bu saatte?” Yatakta geriye yaslandım. Yorulmuştum ve deli gibi uykum gelmişti ama şimdi uyursam sabaha kadar otururdum bir iki saat daha beklersem çok iyi olacaktı. “Ben kocayı yeni işe gönderdim.”

“Ha sen mesai sonuna geldin yani.”

“Evet canım tam olarak öyle oldu.”

“Seninki de iyiymiş.”

“Tabi sende gündüz boşmuşsun ama.” Ben bu aralar çoğunlukla boşum zaten. Eğer canı isterse beni peşinde sürüklüyordu. “Yok benim ki gece boyu devam eder. Şimdi o bir tur da çalışma odasına uğrar özlemiştir dünden beri görmüyor.”

“Berfu ya alemsin.” Dediğime gülerken beni de bir gülme tuttu. Adam iş aşkıyla yanıp tutuşuyor. “Gülme.”

“Sende gülüyorsun.” Elimde değildi ağlanacak halime gülüyordum ben. “Absürt olduğu için gülüyorum ben.”

“Ben de ondan gülüyorum.”

“Neyse salla sen de dizi falan izle hatta izle bana da anlat.”

“Niye?”

“Benim televizyonum bir cüce tarafından esir alındı da.”

“Cidden mi?”

“Evet bu ara da çizgi filmlere taktı kafayı deli gibi çizgi film izliyor.”

“Aman annesi sen de gören kötü bir şey yapıyor zanneder.”

“Tabi gel bir de sen gör istersen gece 2-3’e kadar oturuyor bir de 7’de kalkıyor. Televizyon başı bekliyor yakında biz tüm maaşı elektrik parası olarak yatırırız. Gülme Berfu ya cidden gece geç yatıp erken kalkmaktan delireceğim. Televizyonu da vermiyor kumandayı elime alınca gelip elimden alıyor. İkimiz de kafayı yiyeceğiz.”

“İkinci bir televizyon alın.”

“Tabi hayatım sen iste yeter ki? Kızım kışın ortasında bir odayı zor ısıtıyoruz bir de üstüne başka bir televizyon alacağız onu izlemek içinde kombi yakacağız.” Bazen herkesi kendim gibi zannediyordum. Aile hayatı olarak benden çok iyi durumda olmalarına rağmen ekonomik olarak benden daha kötü durumdaydılar. “Doğru.”

“Her yer senin evin değil Berfu Hanım her evi sıcak olacak.” Her evimin ve her odamın sıcak olmasındansa mutlu ve huzurlu bir hayatı tercih ederdim. “Özür dilerim.”

“Peki affettim.”

“Sen de yardım kabul etmiyorsun ki?” Haklıydım en azından yardım edebilecek konumdaydım. “Berfu!”

“Ne ama ya işte illa para mı gönderiyorum diyorum ama abim daha iyi bir iş ayarlayabilir.”

“Fabrikadan başka bir yerde çalışmadı daha önce nereden anlasın ki?”

“Öff tamam ya.”

“Neyse ee sen anlat İtalya nasıl?” Çok fazla gezmemiştim ama güzel bir yerdi. En azından gördüğüm kadarıyla. Tabi beni bünye bir şaşırdı bu mevsimlerde kar görmeye alışınca güneşli havaları görünce bir tuhaf hissetmedi dersem yalan olur. “Sıcak.”

“Biraz güneş gönderebilirsin ama.”

“Kargoyla mı?”

“Evet.”

“Tamam bulutlu mu olsun bulutsuz mu?”

“Bulutsuz olsun.”

“Tamam ne kadar istiyorsun?”

“Bir haftalık yeter şimdilik.”

“Tamam yarın kutulayıp kargoya gönderirim.”

“Bekliyorum.” Keyfim yerine gelmişti bu kız da olmasa yüzüm gülmeyecekti. Günlerdir üzerimde gezen bulutlar ortadan kalkmıştı. “İyi ki varsın Sema ya.”

“Sen de iyi varsın güzelim. Ee neler oluyor dökül bakalım.” İşte geldik fasulyenin faydalarına. “Yengem mi aradı?”

“Evet sabah bir şeyler çıtlattı.” Aramasa beni şaşırtırdı zaten. Sema’yla konuşunca düzelecek sanki. “Söylemese şaşırtırdı beni.”

“Ee nereye gidiyor hayat?” Cehenneme doğru işte. Feyyaz giderken tek gitmeyeyim diye beni de yanında götürüyordu. “Eesi bir şey yok ileriye değil ama geriye gidiyoruz olur mu?”

“Hareket var yani.” Tabi olmaz olur mu? Benimki gibi bir hayatın durağan olma ihtimali yoktu ki. “Hmm tabi herkesin ileri gittiği hayatı geriye yaşıyorum.”

“Aa olur mu? Sen doğalgaz faturalarını görsen rakamlar ileriyi gösteriyor ama para geriye gidiyor.” Her şeyi de şakaya vuruyordu ya. “Sema ya.”

“Ne?”

“İyi bir şey yok dediğim gibi yengem ne dedi bilmiyorum ama ben can sıkıntısından ölüyorum.”

“Tahmin edebiliyorum.” Edemezdi yaşamamıştı. Nasreddin Hoca misali yaşamayan anlamazdı bana benim gibi daldan düşen lazımdı ne şans ki öylesi de benim etrafımda yoktu şu an için. “Edemezsin emin ol ve bırak ne tahmin et ne de yaşa.”

“Giderek zorlaşıyor değil mi?” Hem de fazlasıyla zorlaşıyordu. Ne kadarını daha kaldırabilirdim emin değilim. “Evet.”

“Elimden bir şey gelmiyor ama şunu söyleyebilirim takma sen kendi hayatına bak. İstediğini yapsın ister gelir ister gider hayatına bak. Çık dışarı bir gez toz havan değişsin evde oturup onu bekleyecek değilsin ya biraz da o seni beklesin.” Hayatta beklemezdi o beni de. Ayrıca nereye gidecektim ki dilini bilmediğim yabancı bir memlekette kalakalmıştım. “Hiçbir yer bilmiyorum ki?”

“İnternet diye bir şey var Berfu haberin var mı?”

“Yok ben taş devrinden geliyorum.”

“İyi o zaman dinle. O elindeki telefona soruyorsun diyorsun ki ben bu şehirde ne yapabilirim. O da sana ünlü yerleri, avmleri falan gösteriyor sonra sen de gidiyorsun oraya.”

“Sonra?”

“Sonrası işte alışveriş mi yaptın çıkartıyorsun kartı ödüyorsun. Dile de gerek kalmıyor para konuşuyor. Gidiyorsun bir kafeye lokantaya soruyorsun İnternet amcaya ne dersin onlar neymiş bakıyorsun sonra isteyip yiyorsun sonra tekrar hop kartı çıkartıyorsun gerisini o konuşuyor.”

“Çok basitmiş.”

“Tabi kızım sen ne zannettin?”

“Sema ya iyi yarın çıkarım.”

“Aferin.”

“Güneş haricinde bir şey istiyor musun bari?”

“Yok ben alışkın değilim İtalya ürünlerine alerji yapar.”

“Sema ya alem insansın.”Bir süre daha Sema ile konuştum. Cidden gerçekten beni anlamaya çalışan tek kişiydi ve iyi ki vardı. Yengem gibi beni bir şeylere ikna etmeye çalışmıyordu hatta yapabileceğimi bilse ve destekleyecek gücü olsa boşanmamı bile söylerdi ama bir yardımı olmayacağını bildiği için söyleyemiyordu. Telefonu kapatırken içeri Feyyaz girdi. Bu arada Kemal telefonu almış yarı Türkçe yarı Arapça konuşuyordu. “Hadi teyzeye bay bay de kapatalım uyuyacakmış uykusu gelmiş.”

“Bay bay.” Kemal’in pek kapatası da bizi dinleyesi de yoktu. “Çikom” Çocuğun derdi çikolataydı. “Hayır yeni yedin.”

“Çikom.”

“Hayır Kemal.”

“Sema çocuğa niye Türkçe konuşup Arapça kızıyorsun.”

“Aman boş ver ikisini de öğrensin ne olacak.”

“Bu gidişle sadece kızabilecek gibi.”

“Hayır ya konuşabiliyor benim oğlum. Eamati de oğlum da bakalım görsün konuşabiliyor muymuşsun?”

“Eamati”

“Tamam bir şey demedim neyse kapatmam lazım görüşürüz.”

“Görüşürüz.”

“Öp benim için de.”

“Olur çoktan televizyonun önünde soluğu aldı.”

“Tamam iyi akşamlar.”

“İyi akşamlar.” Telefonu kapatırken saate baktım. Bir 10 dakika kadar önce Zerda aramıştı. Önce ilaçları içip sonra ona dönsem fena olmayacaktı.

O yatağa otururken ben kalktım ilaçları içtim sonra da odadan çıktım. Uyuyabilirdi gece uyumamışsa beyefendi. Televizyonu açarken Zerda’yı aradım. “Efendim Zerda.”

“Ne yapıyorsun?” Elimde kumanda kanallarda gezinmeye başladım ama İtalya’da olduğumuz için kanallar İtalyan kanallarıydı geri oradan çıktım internete girdim. “Yeni televizyonu açtım.”

“Aradım ama meşguldün.” Yapma ya ben anlamamıştım meşgul olduğunu. Bu da arada fazla meraklı oluyordu. “Arkadaşımla konuşuyordum.”

“Hmm iyi bakalım.”

“Sen niye aramıştın?”

“Ne yapıyorsun diye?” Bugün beni düşünesi vardı galiba insanların.

“İyi ne olsun gündüz ders çalıştım yemek yedim arkadaşımla konuştum şimdi de sana döndüm.” Tüm günün kısa özeti böyleydi. “Dışarı falan çıksana gezersin.” Niye herkes aynı şeyi söylüyordu acaba? Kendi aralarında anlaşmışlar mıydı?

“Yarına çıkmayı planlıyorum dersim de yok zaten.”

“İyi elbise falan da bak düğün için oradan almayı planlıyorum çünkü.”

“Bakarım nasıl bir şey olsun.”

“Genel olarak bak gelince en azından fikir sunabil.”

“Tabi başka emriniz not falan alıyım mı?”

“Yok o kalsın ama mağaza isimlerini unutmamak için yapabilirsin.”

“Zerda ya.”

“Ne?”

“Tamam bakarım.”

“Kendine de bakmış olursun beraber alırız.” Zaten tek başıma bir şeye karar verip de önemli bir yerde giymeme izin çıkmaz onu ben de biliyorum zaten. “Olur. Siz ne zaman geleceksiniz?”

“Haftaya cuma gelirken bir şey istiyor musun?” Şu an istediğim hiçbir şeyi ne getirebilirlerdi ne de yapabilirlerdi. “Şimdilik hayır.”

“Tamam abim geldi mi?” Ya geldi geldi. Hem de ne gelmek. “Geldi yukarıda.”

“Erkenci.” Tabi 24 saatten fazladır ortada yok çok da erken sayılmaz yani. “Yeni geldi sayılır.”

“İyi neyse tutmayım o zaman seni kapatıyorum.”

“Tamam iyi geceler.”

“İyi geceler”

Biraz televizyon izledikten sonra yukarı çıktım yatak boştu demiştim ben özlemiştir o çalışma odasını diye. Üzerimi değiştirip yatağa girdim. Sabah biraz erken çıkarsam akşam da erken döner ders çalışmaya belki vaktim kalırdı.

 

Loading...
0%