@ahsenkubos
|
Yalan söylemek mi gerçeği söylemek mi hangisi daha az zarar verirdi? Sabah gözlerimi açtığımda Feyyaz uyanmıştı. Başım hala ağrıyordu ağrı kesici bir işe yaramamıştı anlaşılan. Yaramışsa bile etkisi geçmişti. Yatakta oturur pozisyona geldim telefonum yanımda yoktu en son nereye koyduğumu hatırlamıyordum. Komodinin üzerinde Feyyaz’ın telefonu vardı elime alıp saate baktım dokuzu geçiyordu. Telefonu geri yerine bıraktım. Bu arada Feyyaz giyinme odasından çıktı. “Günaydın.” Yani yeni yeni ayıyor diyebiliriz benim için ama ona ayalı bayağı oluyor gibi. Banyo yapmış ve üzerini giyinmişti. “Günaydın.” Üstünü değiştirmişti yani gidiyordu anlaşılan. Hoş benim de konağa gitmem lazımdı galiba. “Başın nasıl?” Ağrıyordu ama dünkü kadar şiddetli değildi. “Hala biraz ağrıyor ama dünkü kadar kötü değil.” Yanıma gelip alnıma baktı. Çok kötü gözüküyor olmalıydı. Eli değince yüzümü buruşturmadan duramadım. Ne zaman geçecekti bu ağrı? “Tamam annenlere gidecek misin?” Bir an düşündüm acaba gitmese miydim? Bu sefer yengem olayları başka tarafa çekecekti. Off bir ortamı toparlamak ne kadar yorucuymuş böyle. Hiç ayakta duracak halim yoktu ama gidip bir tur ışık saçıp gelmem gerekiyordu. “Evet.” Alnıma bakmayı bırakıp elindeki saati taktı. “Kahvaltıdan sonra ben çıkacağım seni de bırakırım.” “Tamam.” “Annenlere ne dedin dün için?” Ne diyecektim, olanları anlatsam annem soluğu burada alırdı tabi ki yalan söylemiştim. Aynı yalan potansiyelini devam ettirmem gerekiyordu. Açık vermemem lazımdı bugün. Sorularla kafam karışmasa bari. “Kafamı dolabın çekmecesine çarptığımı söyledim kazayı duysalardı daha çok evham yaparlardı.” Düşündüğüm gibi olmuştu anlaşılan kimsenin duymadığından emin olmak istemişlerdi. “İyi olmuş. Daha kötü olursa hastaneye git.” Hmm işi uzun muydu? Hoş dün evi beklemişti bugün daha çok uğraşırdı. “Tamam sen geç mi gelirsin yoksa orada bekleyim mi?” Açık söylemek gerekirse uzun uzun orada oturacak havam yoktu. Zaten her gören bir sürü soracaktı bir de üstüne alnım eklenmişti. “Emin değilim sen yine de bekle orada. Eve gelirken alırım ben gelemesem bile birini gönderirim.” Hayır diyemezdim geleceği saat belli olmuyordu ve saatlerce oturabilecek kadar iyi değildim. “Tamam.” Yataktan güç bela kalktım. Yüzümü yıkamak istedim ama banyo yapmak daha iyi gelecekti. Kısa bir duş aldım. Sonra da giyinme odasına geçtim. Dün sabah gözüme kestirdiğim su yeşili midi boy eteği aldım üzerine de uzun kollu beyaz bir gömlek vardı oldukça da inceydi. Sıcakta pişmezdim en azından. Altına su yeşili çok da yüksek olmayan stiletto giydim. Güzel olmuştu herhalde. Çekmeceyi açtım önce altın saati taktım sonra aynı bileğime babamın taktığı bilekliği taktım. Yüzük olarak benim beğendiğim yüzüğü taktım. Diğer bileğime halamın taktığı kelepçeyi taktım. Burak abinin nişanda taktığı seti taktım. Yengeme göre olmuş muydum emin değilim ama bu kıyafet bunun üstünü taşımazdı. Saçımı kuruttum. Biraz sprey, yağ falan sürüp açık bıraktım. En azından düz ve güzel duruyordu. Hafif bir makyaj yaptım kahve tonlarında bir far, maskara, birazcık toprak tonlarında allık ile tamamladım. Ruj yerine dudak yağı sürdüm zaten renkliydi üzerine eklemeye gerek yoktu. Dudak yağını yanıma aldım. Saçlarım açık kalınca alnımda biraz kapanmıştı. Parfüm sıkıp tamamladım. Beyaz elle tutulan bir çanta aldım içine cüzdan, telefon ve dudak yağını içine attım. https://pin.it/3IjPZdt https://pin.it/5TeolHH https://pin.it/61SKrUd Aşağı indiğimde kahvaltı hazırdı ama tam hazırdı tabak, çatal, şeker bile sofradaydı. Galiba bu Feyyaz’ın işiydi. Çünkü eline bir kahve almıştı. Şekerin sofra da ne işi vardı acaba çünkü benim için çay değil portakal suyu vardı. Yani benim oturduğum yerde. Ben içeri girince bana döndü. Gergin olduğu anlaşılıyordu ama yüzüne bir gülümseme yerleştirdi. Ben sandalyeme ilerlerken o da kahvesini aldı yanağıma bir öpücük bırakırken “Çok güzel görünüyorsun” dedi. Neyse yengem beğenmese de kocam beğenmişti. İç sesim bana güldü. Cidden bu ne biçim bir çelişkiydi yahu. Sandalyeme otururken “Teşekkür ederim.” dedim. Yerine oturdu. “Kendini yorma” dedi. Yani çok yorulacağımı bende zannetmiyordum birçok kişi orada olacaktı ve beni lafa tutacaklardı evlilik nasıl gidiyor, alnına ne oldu, nerede yaşayacaksınız, eviniz nasıl,… Bunlar ve niceleriyle… Eğer sorulardan yorulmazsam daha da yorulmazdım. “Yormam zaten çok halim yok sadece gelirim dediğim için gidiyorum.” Bir de senin adını temize çıkartmak için gitmezsem alıp yürüyecekti bu durumu yengem sonrada annem ve abim. “Dikkat yine de sonra tekrar hastalanma.” Ne kadar düşüncelisiniz öyle ya. “Ederim çıkmadan ilaç alacağım zaten.” Hatta ben çantama bir de ağrı kesici alsam daha iyi olacaktı. “Tamam.” “Sen çok geç kalır mısın?” Şimdi geç tanımı kişiden kişiye göre değişiyordu? Feyyaz için geç tanımı on ikiden sonrasıydı anladığım kadarıyla o yüzden saat sorsaydım keşke. “Emin değilim Mardin’e gidip döneceğim.” Mardin’de ne yapacaktı acaba? Bu adam niye durmadan geziyordu acaba? Önce Diyarbakır şimdi Mardin daha nereler çıkacaktı bakalım. “Geç kalacak olursan haber versen ben eve geçsem çünkü uzun süre ayakta kalacak halim yok gelip yatmak istiyorum.” Ve yengemin her boş bulduğu yerde sıkıştırmamasını, abimin alnına ne oldu sorgusunu uzatmadan kaçmak da. “Tamam haber ederim.” Kahvaltı bitene kadar çok konuşmadık dünkü neşeli ve enerjik hali yoktu. Gergin ve sinirli olduğunu anlamamak için zeka geriliği yaşıyor olmak lazımdı çünkü bir çocuk bile fark ederdi. Kahvaltı bitince masayı olduğu gibi bıraktık sonra ben ilaç içmek için su doldururken “Bugün temizlikçi gelecek ortada bir şey var mı?” Bir düşündüm yani masa ve dolabın üzerinde bir şey yoktu ama içinde vardı. Ona da bir şey yapamazdım. “Dolap ve masanın üzerinde bir şey yok. Yatak dağınık sadece.” “Tamam hallederler onu da.” Kafamı salladım. İlaçlarımı içtim sonra da çıktık. Arabaya binerken aklıma dün geldi. İçim bir kötü oldu. Bu araba farklıydı diğerinden yani aynı modeldi ama plakası farklıydı ayrıca onun kaportası kötü durumdaydı kullanılmazdı büyük ihtimalle. Ön tarafa şoför ve bir koruma oturdu. Araba hareket ettiğinde arkamızda bir koruma arabası daha vardı. Konağa gelince araba durdu yanağında öpücük kondurdum. O da gülümsedi. “Görüşürüz” diyerek indim o da görüşürüz demişti. Koruma kapımı açmıştı. Kapıdakiler konağın kapısını açtı. Bu arada fark etmemiştim ama iki koruma arabası vardı arkamızda bir tanesi arabayı köşeye park etmişti. Galiba onlar burada kalıyordu. İçeri girdiğimde bahçe boştu. Yengemin sesi mutfaktan geliyordu. O tarafa yürüdüm. Mutfağa girdiğimde önce beni görmedi “Ben geldim” diyerek varlığımı gösterdim. Beni görünce “Aa hoş geldin erken geldin.” “Evet Feyyaz çıkıyordu beni de bıraktı.” Kendimi sandalyeye bıraktım. “O da var mı?” Var olmaz mı duyunca bensiz olmaz diyerek geldi. Yengem de bazen saçmalıyordu sanki. Adam buraya geldi mi arkasına bakmadan kaçıyordu oturmaya mı gelecekti? “Hayır onun işi var şehir dışına çıktı.” Bir yüzünü buruşturdu. “Gene mi? Yeni gelmişti.” Onunki de işsizlik ne yaparsın işte. Kuzenleri tatil yapsın diye bu da şehir şehir geziyor. “Günübirlik akşam dönecek.” Bir rahatladı. Yengemin tepkileri ayrı bir olaydı ya. Adamın şehir dışında olup olmamasını ne yapacaksın acaba? Ben bu kadar takılmıyorum. “Ha iyi o zaman. Gel otur aç mısın?” Zaten oturuyordum ya. “Yok kahvaltı yaptık çıktık.” Bir an yüzüme baktı alnımı hatırlayınca “Bakayım alnına.” Saçımı kaldırdım. Yüzünü buruşturdu. “Ayy kötü olmuş morarmış. Niye dikkat etmiyorsun?” Bir dokunacak gibi oldu sonra vazgeçti. “Ay ne biliyim yüzük düşünce eğilip alacaktım hiç aklıma gelmedi çekmecenin açık olduğu.” Tek ayak üstünde kırk yalan. Giderek gelişiyorum da iki hafta da bu kadarsa birkaç yıla bu konuda profesör olurdum bence. “Neyse ağrıyor mu?” Kesinlikle. Her an başım yere düşebilir gibi geliyordu ama bunu yengeme söylersem abartarak anneme ve abime anlatacaktı. “Çok değil.” Düne göre yani. “İyi o zaman. Ne güzel olmuşsun.” Neyse iki de iki oldu ama yalan yok en çok yengemin beğenmesine sevindim. Çünkü her fırsatta eleştirerek psikolojimi bozmuştu. “Teşekkür ederim yengecim beğenmene sevindim.” Karşıma oturdu. “Benim beğenmem önemli değil kocanın beğenmesi önemli.” İmayla suratıma bakıyordu. Ben bu kadından çok çekecektim. Kaynanam yoktu ama yengem bir kaynana gibi başımdaydı bildiğimiz. Bu kadının benim yengem olmasından mütevellit benim tarafımda olması gerekmiyor mu niye hep Feyyaz’ın açısından bakıyordu acaba? “İçini rahatlatacaksa o da beğendi.” Ben demiştim bakışı attı. “İyi rahatlattı.” Sen niye rahatlıyorsun ki yengecim bir de ben algılayabilsem. Bazen yengemin kafasının içine küçük bir bakış atmak istiyorum ya. Çok merak ediyorum. “Çay içer misin?” Bu arada tekrar ayaklandı. “Olur sabah içmedim.” İki bardak çıkardı. Bu arada mutfağın boş olduğunu fark ettim. Havin ablayla Esme neredeydi acaba? Asıl annem neredeydi? “Niye ne içtin?” Yengeme artık her dakika ne yaptığımın raporunu gönderirsem daha rahat ederdim. Böyle toplu olunca zor olmaya başlamıştı. “Portakal suyu.” Kısa bir bana dönüp bakış atıp önüne döndü. “Hmm öyle olsun çayın pabucu dama atıldı yani.” Evet. İki hafta da elitleştim. Artık kahve içmeden ayılamayan tayfadanım. “Yok ya masayı ben kurmadım o yüzden çay demleyen olmadı.” Görende evde sürekli her işi ben yapıyorum zanneder ama olsun. “Feyyaz ne içti?” Ay yengem de yani. Bu kadın bu aralar benden çok kocamla ilgileniyordu. “Kahve.” “Hmm iyi bakalım.” Yengem bir bardak çay verdi. “Hadi bahçeye çıkalım her şey hazır zaten.” Bahçeye çıkıp masaya oturduk. Annem geldi. “ahla oushela Berfu.” (hoş geldin) “Hoş buldum anne.” Yanıma oturdu. Sakin ve sessizdi pek annemlik bir durum değildi. “Erkencisin.” Herkes aynı şeyi tekrarlıyordu da dün de bu saatte geliyordum yani gelecektim. “Evet Feyyaz işe giderken beni de bıraktı.” Sabah bu kadar erken çıkmış olması benim problemim mi? Ayrıca sanki saat altıydı gayet de normal bir saatte gelmiştim. “İyi bakalım kahvaltı yaptın mı?” “Yaptım.” Sonra gözü alnıma takıldı. “Kaldır saçını bakıyım nasıl gözüküyor?” yanıma yaklaşarak yakından baktı. Biraz eliyle bastırdı hatta. Ben acıyla inleyince geri çekildi. “Hamur koysaydın ağısını alırdı.” “Hiç aklıma gelmedi.” İçeriye doğru “Havin” diye bağırdı. Havin abla terastan gözüktü. Demek herkes yukarıdaydı. Ben de diyorum bu mutfak niye boş. “Buyur Hanım ağam” “Tuzlu bir hamur yap az.” Havin abla başını sallarken cevap verdi “Tamam hemen yapıyorum.” İçeri girmeden merdivenlere yöneldi. “Dün koysaydın bu kadar dağılmazdı bu.” Mantıklıydı ama dün uykudan gözümü açamıyordum ki aklıma bu gelsin. “Dedim ya hiç aklıma gelmedi ağrıyınca bir de morarınca korktum hastaneye gittik o yüzden.” “Neyse.” Biz konuşurken Havin abla hamuru getirdi annem başıma koydu. Sonra kapı açıldı içeri abim girdi ardından da birkaç adam sandalyeleri getirdi içeri. Abim bizi görünce yanıma geldi. “Hoş geldin Berfu da ne oldu?” Buyurun cenaze namazına. Hali hazırda mevlit okunuyordu acaba bana da mı okusaydık toptan aradan çıkardı. “Hoş buldum abi önemli bir şey değil ya açık çekmeceye vurdum başımı.” Kaşlarını kaldırdı dudakları da yukarı doğru hareket etti. Hiç inanmadım demenin abimcesiydi galiba “Ne zaman?” Önce alnıma baktı sonra gözümün içine. “Dün sabah buraya gelecektim hazırlanırken yüzüğü düşürdüm alıyım derken çarptım.” Buradaki herkese aynı şeyi söylemeyi başarmıştım tüm gün devam ettirirsem iyi olacaktı. “Hastaneye gittin mi?” niye herkesin aklına ilk yalan söylediğim ve dayak yemiş olma ihtimalim geliyordu acaba? Tamam kocam çok da iyi adam sayılmazdı ama şimdiye kadar da en azından bana kötü davranmamıştı. “Gittim bir şey yokmuş.” Bence vardı niye bu kadar ağrısın ki başka? Doktora demek istesem de sonra saatlerce hastanede kalacaktık ve ben bunu kaldıracak potansiyelde değildim. “İyi bari.” Tam bir şey diyecekti ki sonra dudağını ısırarak sustu. Sonra da adamların yanına geri döndü. Şimdi uzatmadı ama kesin ardından uzatacaktı annemin yanında uzatmamıştı. Ben burada çok kalırsam beni delirtirlerdi kesin. Hava iyice ısınmıştı. “Yenge kollarımı yukarı katlar mısın? Yasin okunurken indiririm terledim.” Bir taraftan kafamdaki hamuru tutuyordum. En azından belki ağrısı hafiflerdi. “Tut.” Kolumun birini verdim onu önce katladı sonra da diğerini. Annem abimle bir şeyler konuşuyorlardı bu arada yengem “Dolapta sadece şortlar yokmuş anlaşılan” dedi bende diyorum bir eksiklik var. “Evet yenge yokmuş. Rahatladın mı?” Vallahi yengem de iyi darlıyordu bu ara beni de hadi hayırlısı. “Evet rahatladım geçen sefer kötü gözüküyordun şimdi yeni gelinlere benzemişsin ama elit olanlarına.” Yani ne yapayım ki her şeye bir kulp bulmada annemle yarışır hale geldi. Gelin kaynananın toprağında olur derlerdi de inanmazdım vallahi öyleydi. Neyse ki benim benzeyebileceğim bir kaynanam yoktu yani biraz Feyyaz’a benziyorsa bana kök söktürürdü. “Ne yapaydım ne bulduysam taksa mıydım?” Yani en sonunda kendimi tutamamıştım. “Yok o da çok görgüsüz olurdu böyle iyi. Yani kocana göre öyle çok seveceğini zannetmiyorum ama bu şekilde güzel olmuş.” Yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirdim. Bu kadın bir gün ipe götürür bence. “Teşekkür ederim.” Gözü boynumdaki sete takıldı. “Bunu kim takmış ya hatırlamıyorum.” Bir elim boynuma gitti. Nişanda Burak abi takmıştı. Güzel bir setti ben sevmiştim en azından ama o karmaşa da araya kaynamış sonra da bir daha takmamıştım. “Nişanda Burak abi takmıştı ama nişandakileri çok kullanmadım ya ondan görmemişsindir.” “İyi bakalım güzelmiş. Bakıyorum kocanın taktığı kolye boğazından çıkmıyor.” İlla bir şekilde konuyu o tarafa çekecek yani. Bence bizde ki gelinlik ve görümcelik değişti. Ben gelin o görümce artık iyice anladım. “Evet yenge hoş ben seviyorum ayrıca iki tarafında gönlü olsun.” “İyi bakalım.” Allahtan devam edemedi halamlar geldi. Onlar gelince masada oturmaya başladılar. Havin abla birer çay dağıttı. Tabi halamda sormayı es geçmedi. “Alnına ne oldu?” “Çekmeceye çarptım hala.” “Ne zaman?” “Dün.” “İyi bakalım.” Dese de inanmadı. Ayşe abla evimi gören tek kişi olarak “Nereye?” dedi. “Giyinme odasındaki takı çekmecesine yere yüzük düştü alıyım derken kafamı kaldırınca.” “İyi bir şey olmamış. O dolap biraz ağır ve kenarları çok sivri.” İyi toplamıştı. Ayrıca ona ne zaman dikkat etmişti acaba? “Aynen ya çok kullanmayacağım diye üzerine düşmedim ama kesinlikle değişmesi gerekiyor.” “Değiştirin.” “Aynen bakalım artık öyle olacak gibi.” Sırala yalanları sen, bu aralar tek ayak üzerine kırk yalan söyler oldun diyen iç sesime karşı ne yapayım doğruları anlatayım da ortalık mı karışsın dedim. Sesini çıkartmadı. Sonra konuşma ilerlerken misafirler gelmeye başladı bizde oradan kalktık bahçenin bir kısmına çadır çekmiş ve altına masa sandalye koymuşlardı. Oraya oturduk dediğim gibi oldu yerimden bile kalkmama izin vermediler. Kafana ne oldu sorusundan başlayıp kocan nerede sorusu ile boşladılar. Büyük halam hatta işi ilerletti ve “Evine de davet etmedin de gelmedin de dedi.” Dur hele hala buraya zor geldik sende diyorsun bize niye gelmiyorsun? “Ederim de geliriz de hala sadece denk gelmedi.” Dedim yengem de ortamı topladı. “Feyyaz genelde öğleden sonra gidiyor işe. Vakitler uymuyor.” “Evet.” “Hem hala sen de daha iki hafta oldu evleneli.” Yengemle çok anlamlı bir bakışma yaşadık. Ben teşekkür ederken o da yapamayacağın şeyleri söyleme diyordu. O da farkındaydı eve misafir çağırmak kendi kafama göre yapabileceğim bir şey değildi ve anladığım kadarıyla Feyyaz eve dışarıdan insan girmesini pek sevmiyordu. Misafirlerin hepsi gelince hoca Yasin’i okudu ardına birkaç dua ekledi falan. Okuma işi bitince annem yemek hazırlatmıştı onları verdiler. Sanki az önce hiç din Allah kitap dememiş gibi şimdi oturmuş dedikodu çeviriyorlardı. Tabi konu bana değinmeden geçmiyordu. Yani insan bir çekinir değil mi? Yok yani. Şimdi birisi de ya bu kız bir tepki verirse ne olacak diye? Bir an önce eve gitmek istiyordum çok sıkılmış ve yorulmuştum. Yorumları bitmiyordu asla. Düğünde çok altın takıldı ne yaptınız altınları, niye biraz daha takmadın, daha uzun bir etek yok muydu, saçlarımı niye toplayıp kafanı kapamadın şurada Kuran okundu, niye kapanmadın, alnına ne oldu, çocuk düşünüyor musunuz, … İçim sıkıldı sonra Feyyaz’a sardılar. Bu seferde kocan çok sinirli, yok evde de böyle mi, söylesen de şu fiyatları aşağı mı çekse, çok suratsız, çok tehlikeli… Bitmiyorlardı. Şimdi gidip ben bunları ona anlatsam ne olacaktı? Artık sonlara doğru dayanamayıp yukarı çıktım bir şeyi bahane edip. Başım deli gibi ağrıyordu ağrı kesici bir şey yapmamıştı. Başımın ağrısı gözlerime vuruyordu. Yukarısı boştu boş odaya girdim. Kanepenin üzerine biraz uzandım. Başımın ağrısı, aşağıdakilerin konuşmaları falan tüm takatimi bitirmişti. Biraz uzandım sonra aşağıdaki seslerin azaldığını fark ettiğimde geri aşağı indim. Yine de onlarla uğraşmak istemediğim için mutfağa girdim. Biraz Havin abla ile konuştuk, onlara yardım falan ettim derken saat geç olmuştu. Tüm misafirler gitmişti. Bahçede masada oturuyorduk abimle Aras yemek yiyordu. Tabi abim beni sıkıştırıyordu. Yani bilmediğim konularda nasıl cevap vereyim ki? İş hakkında konuşmuyordu. Bir de dün neler olduğunu sordu. Hareketlilik vardı diyor sizinkilerde. Bilmiyorum diyerek geçiştirdim. Ne deseydim evet beni kurtarmaya çalışıyorlar mı? Biraz olsun nefes adına kahve yapmak için mutfağa girdim tam fincanlara kahveleri koyacaktım ki Aras telefonla içeri girdi. “Abla telefonun çalıyor.” Telefonu elinden aldım Feyyaz arıyordu İnşallah geliyorum falan diyecek olsun yoksa abim beni sıkıştıra sıkıştıra gerçekleri söyletecekti. Ne kadar dayanırdım emin değilim. Mutfağın köşesine doğru ilerledim. “Efendim.” “Ne yaptın?” Neler yapmadım ki önce yengeme, anneme, abime, halama rapor verdim sonra da kalabalık bir kadın grubuna. “Daha annemlerdeyim.” Hoş bunu o da biliyordu büyük ihtimalle. Kapıda bir araba beni bekliyordu ne de olsa. “Ben biraz geç kalacak gibiyim sen eve geç. Kapıdakilere söyledim seni götürecekler.” Kötü başladı ama iyi bitti neyse ki. Hemen kalksam iyi olacaktı? Sonunda “Tamam birazdan çıkarım. Sen çok geç kalır mısın?” “Hayır yeni yola çıkıyorum birkaç saate dönerim.” Neyse bugün evde tek değildim en azından. “Tamam.” Telefon kapanırken ben de rahatlamıştım. Havin abla kahveleri çıkartmıştı. Ben de dışarı çıktım. Yengemin yanına otururken abim sorgusuna devam ederek “Kimdi arayan?” diye sordu. Kocam yani beni başka kim arar ki yani? Görende durmadan aranıyorum da bu sefer kim arıyor diye soruyordu. “Feyyaz” Ne diyormuş diyecekti. “Ne diyormuş?” Ben bilmem mi? Maşallah abim diye demiyorum... “Kapıdaki araba eve götürsün dedi o da geliyormuş.” “Onlara da ne gerek varsa sanki burada araba yok.” Yani siz tüm evlilik sürecinde onun arabasına binmediniz şimdi o da aynı şeyi uyguluyordu. Karabeyler kendi Hancılar kendi arabasına biniyordu işte. Cevap vermeden geçtim. Kahvemi bitirir bitirmez yengem olaya el atarak “Hadi sen de kalk geç kalma.” Diyerek bana da fırsat verdi. Çantamı alıp ayaklandım “Aynen. İyi olur.” Abim yerinden kalkmadı Aras kalktı sarıldı sonra annem ve yengem kapıya kadar eşlik etti. Kapıdan çıkınca arabanın kapının önünde olduğunu gördüm. Beni görünce kapıyı açtılar. “Görüşürüz iyi akşamlar babama da selam söyleyin.” Babamı da görmek için ayrı bir gün ayarlamak gerekiyordu herhalde. “Söyleriz iyi akşamlar.” Arabaya binince onlarda içeri girdiler. Eve geldiğimde temizlenmiş ve temizlik kokan bir ev buldum. Hemen yukarı çıktım üzerimi çıkarttım banyoya girdim. Çıkınca pijamalarımı giyip yatağa girdim. Tekrar uyanacaktım ama umurumda değildi yani. Çok başım ağrıyordu ve gözlerimin içi sanki eriyor gibiydi. Gözlerimi kapatınca büyük bir rahatlama hissettim. Kafamı koymam uyumam bir olmuştu zaten. ... Kollarımdaki ağrıyı görmezden gelerek arabaya doğru ilerledim. İs ve kül kokuyordum ayrıca üstüm başımda kan içindeydi. “Bana bir gömlek ver.” Benim sözümle beraber Mehmet arabanın bagajını açtı. Bende üzerimdeki gömleği çıkarttım. Beni bu halde görüp günlerdir gözünde düzeltmeye çalıştığım imajımı mahvedemezdim. Havaya karışan yanmış insan eti kokusu tekrar burnuma doldu ve midemi bulandırdı. Mehmet siyah gömleği uzatırken kirli gömleği aldı elimden. Gömleği giyerken boynumu biraz hareket ettirdim hamlamıştım galiba masa başında oturmak bana göre değildi. Gömleği giyince Mehmet ellerime su döktü. Kurumuş kan lekesi biraz inat etse de çıkmıştı. Büyük ihtimalle hala kokuyordum ama onun için şu an pek bir şey yapamazdım. Arabaya binerken işini bitirmiş gelen adamlara baktım. Yanıma geldiğinde “Her şey tamam efendim. Arabanın kalıntılarından kurtulduk. DNA örneği olabilecek her yeri de yaktık.” İyi en azından sonrasında başım ağrımazdı. “Tamam. Hazırlanın gidiyoruz.” “Peki efendim. Depoyu temizlemek için birimiz kalacak onun haricinde hareket edebiliriz.” Doğru bir de depo vardı. “Düzgün temizleyin sonra başıma iş açmasın.” Sonra Fatih’in tatavalarıyla uğraşamazdım. “Merak etmeyin.” Adam yanımdan uzaklaşırken Mehmet kapıyı kapattı. Ardından da araba hareket etti. Aradan bir saat geçmedi ki Fatih aradı ben de diyorum ne eksik. “Efendim Fatih.” Anlat dökül bakalım. “Neredesin?” Uzayda. “Eve gidiyoruz şimdi.” Ne zaman varacaktık biz? “Tamam depoyu temizlemek için adam bırakmayı unutmadın değil mi?” Göz devirdim. “Merak etme Fatih ben şimdiye kadar hiçbir şeyi yarım bırakmadım.” Beni kedisiyle karıştırmayı ne zaman bırakacaktı acaba? “Tamam o zaman. Polisi hallettim. Kayıp başvurusu almayacaklar.” “Kim kayıp başvurusu yapsın ki hepsinin ailesi biliyor.” Ayrıca kutlama falan yapsınlar bunlardan kurtulduk diye ne araması. “Belli olmaz eşleri belki ama metresleri için aynı şey geçerli olmayabilir tam araştırma yapmadık.” “Tamam halledildiyse problem yok.” Başıma iş açmadığı sürece ne olduğunun bir önemi yok. “Bir şey soracağım.” Yine bir şey yumurtlayacak ama ne? “Ellerini nasıl açıklayacaksın?” Bir an ellerime baktım önlemimi alıp bez sarmıştım ama ara ara aşınan yerler vardı. Kendince şaka mı yapıyordu ayrıca bu nasıl soruydu? “Sorun değil açıklamayacağım çünkü önlemimi almıştım.” Ben senin kadar salak mıyım acaba? “İyi bari.” Sesi rahatlama yerine aman sen de der gibiydi. Koca otuz küsür yaşında adam hala aklı çocukça şakalarda. “Dalga geçecek bir yer arıyorsun gene de hadi bakalım.” “Yok canım ne dalga geçmesi sadece bir soru sordum.” “Sorma Fatih sorma. Dediğim gibi arkamda iz bırakmam.” “İyi bari neyse yanan araba için çürüğe çıktı ve preslendi diyorum.” “Tamam.” “Diğer kaza yapan araba için de çürük raporu alsak daha iyi yapımı masraflı olacak gibi.” “Sen bilirsin yap gitsin onu da ben düşünemem.” “Tamam o zaman.” Bu arada arkada Esra’nın sesi geldi. Daha tatillerini bitirmemişlerdi beyefendiler. Çok yattılar hele ben bir İstanbul’a döneyim de bakalım yatabiliyorlar mıydı? “Neyse şimdi kapatıyorum başka bir sorun olursa ararsın.” “Bir şeyi yanlış söyledin bir sorun olup olmayacağını sen bileceksin Fatih ve bana söyleyeceksin.” “Ben problem yaratacak sorunları önceden söylüyorum zaten. Neyse kapatıyorum.” Kapattı. Bazen insanın içini kıyıyordu bu adam. Aradan geçen sıkıcı birkaç saatin sonunda eve gelebilmiştim. Arabadan inerken saat sekizi geçiyordu. Hızla banyoya girmeliydim. Eve girdiğimde ses olmadığını fark ettim. Evde olduğundan emindim o zaman uyuyordu. Yukarı çıktığımda dediğim gibi olmuştu yatakta uyuyordu. Bir an alnına bakmak istesem de uyandırma ihtimalini göze alamadım. Bu kokuyla, ne olduğundan emin olamasa bile, yanına yaklaşmak mantıklı değildi. Banyoya girip hızla bir duş aldım üzerime sinmiş kan, is, kül, ateş ve yanmış insan eti kokusundan arındığımdan emin olmadan çıkmadım. Çıktığımda hala uyuyordu. Çok mu yorulmuştu yoksa hastalanmış mıydı? Yatağa oturup yüzündeki saçları kaldırdım. Morarmış yerler yeşile dönmeye başlamıştı. Daha iyi duruyordu en azından. Üzerimi giyindim bu arada Mehmet yemeği mutfakta olduğunu mesaj attı. Saat dokuzdu. Artık uyansa iyi olacaktı yoksa gecenin bir yarısı uyanıp oturacaktı. “Küçük hanım uyanmayı düşünüyor musunuz?” Hareket bile etmedi. Yatağa oturdum saçlarını yüzünden çektim bu sefer yüzüne yaklaştım burnumu yüzüne sürtüp küçük buseler bırakmaya başlayınca kıpırdanmaya başladı. “Uyanmayı planlıyor musun karıcığım” “Uyanmasam olmuyor mu?” “Aç mı uyuyacaksınız hanımefendi?” Yüzünü ekşiterek “hayır” dedi. Yemek kesinlikle zayıf noktasıydı. “Hadi o zaman.” Yataktan kalkarken onun da ellerinden tutup oturur pozisyona getirdim. “Sen yüzünü yıka uykun açılsın ben aşağı iniyorum.” Ben çıkarken mızmızlanarak yataktan kalkıyordu. Aşağı inince mutfağa girdim. Masa hazır değildi yaptıkları işi bile yarım yamalak yapan üç beş geri zekalının arasında iş yapmaya çalışıyorum. Yemekleri açıp masaya bıraktım tabakları da çıkarttım kaşık ve çatalı da koyup masaya oturdum. Sonra telefon çaldı Burak arıyordu. Telefonu alıp bahçeye çıktım. “Efendim Burak.” Abisi bitiyor kardeşi başlıyor bugünde. “Ne yaptın abi?” “Yemek yiyecektik.” Berfu inmeyi başarırsa tabi. “Ha iyi abimi aradım ama açmadı bir problem oldu mu diye ama o açmayınca seni arayayım dedim.” Problem mi? Bu saatte mi? “Çok erken oldu?” sorunlu bu da. “Ya ne yapayım saat farkı işte.” Acaba Rusya ile burası arasında ne kadarlık bir zaman farkı vardı? “Neyse bir problem olmadı.” “İyi sevindim. Bir şey soracağım.” Biliyorum ben derdi problem falan değil bunun. “Sor hadi Burak.” Sorma desem de soracaksın zaten sor da kurtulayım bari? “10 tane adamı sırayla tek tek sen mi dövdün?” Nereden öğrendi acaba? “Evet niye şaşırılacak bir şey mi bu?” hepsi oturdu sırasını bekledi işte. Aynı anda değildi ya? “Yok değil de yani insan bir yorulur ama.” “Senin derdin sorun var mı yok mu o değil ki neler oldu onu merak ediyorsun.” “Belki bir tık olabilir. Arslan’ı aradım ama o gitmemiş abimde açmadı bende direkt yerinden alayım dedim.” Eğlence çıksın da nasıl çıkarsa çıksın buna da. Kime çekti bilmem ki? Biri fazla yumuşak diğerinin derdi eğlenmek... “Burak senin bu hayat enerjin beni öldürüyor yani. İkinizde çok farklı uçlarsınız yani.” “Ne yapalım tüm kardeşler birbirine benzeyecek değil ya. Neyse ee dövdükten sonra ne yaptın?” Bari bir sigara içeyim diyerek bir sigara yaktım Berfu’nun ineceği yoktu anlaşılan. “Bir şey yapmadım depoya atıp çıkamayacağımız için onları da aldık sonra da küçük bir deney yaptık?” “Ne deneyi?” “Bir araba ve 10 kişi kaç dakikada yanar?” “Cidden yaktınız mı?” bu çocuk kesinlikle bazen bana çok benziyordu telefonun ucundan gelen kahkaha sesi bunu kanıtlıyordu. “Evet.” Bir gözüm mutfaktaydı Berfu içeriye girdi mi onu kontrol ediyordum. “Kaç dakika da yanıyormuş.” “Bir saati biraz geçti.” “Uzunmuş.” “Arabanın sönmesi vakit aldı.” “Neyse artık. Neyse Berfu nasıl atlattı mı kazanın şokunu.” “Atlattı sayılır.” “O değil de iyi çıktılar o arabadan.” “Gece gece bana hatırlatma yapmana gerek yok Burak ben de farkındayım.” “Neyse intikamını aldın mevzu da kapandı. Ben kapatıyorum Zerda arıyor.” “Tamam.” Telefon kapanınca içeri girdim. Bu arada yaklaşan adım seslerini duydum. Sigarayı yere atarken içeri girdim. Ben masaya oturdum o girdi içeri. Canı sıkkın gözüküyordu. Başı ağrıdığı için mi yoksa konakta bir şey mi olmuştu? “Çok mu yoruldun?” Bir taraftan masaya otururken bana cevap verdi “Hayır sadece başım ağrıyor bugün hiç geçmedi neredeyse.” İnanmalımı mıydım? Emin değildim çünkü konakta da bir şey olmuş olma ihtimali de vardı. “İlaç aldın mı?” “İçtim ama pek işe yaramadı galiba.” Eline kaşığı aldı ama isteksiz görünüyordu. “Hastaneye gidelim mi?” “Gerek yok yarına geçer büyük ihtimalle.” Yani hastaneye karşı büyük bir fobisi vardı. Ne zaman sorsam gerek yok diyordu. “Emin misin?” “Evet. Sen ne zaman geldin?” Konu mu değiştiriyordu yoksa gerçekten merak ettiği için mi sormuştu anlamadım. Bu iş de iyice yapboza dönmüştü oturmuş doğru parça arıyor gibiydim o mu bu mu? “Sekiz gibi.” Bir şey demeden yemeğe devam etti. Bazen ne düşündüğünü anlamak zor oluyordu. Şu an olduğu gibi. Gerçekten başı mı ağrıyordu yoksa konakta bir şey mi olmuştu da söylemiyordu anlamıyordum. Konakta bir şey olmuşsa bile asla söylemezdi. Benim de öğrenebileceğim bir kaynağım yoktu. Can sıkıcı bir gerçekti. İşle alakalı tüm konuları rahatlıkla öğrenebiliyordum ama bu tür aile içi şeyleri yüksek sesle konuşmadıkları sürece öğrenemezdim. Yemek yiyince biraz daha kendine geldi. masayı toplamasına yardım ettim sonra salona girdik. Büyük bir kanepenin olmasının en güzel tarafı kesinlikle üzerinde iki kişi yatabiliyor olmanızmış öğrenmiş bulunmaktaydım. Ben sırtımı kanepeye vererek uzandım o da başta oturacaktı ama rahat oturamayacağını fark etti. Sonra yanıma uzandı. Ne izlediğimden emin olmadığım bir sürü şey izlemiştim iki haftada. Bir şey de diyemiyordum karışmayım diye ama bu diziler filmler niye bu kadar mantıksız yazılıyordu ki? Elinde kumanda günlerdir izle izle bitmeyen diziyi açtı. Ne diziydi bir türlü bitmiyordu kaç bölüm çekmişlerdi acaba? En azından komedi dizisiydi romantik filmlerden daha iyiydi. Şu an hiç izleyesim yoktu. Onunda hiç uykusu yoktu anlaşılan. Saçlarını geriye toplayıp boynundan öptüm sonra ardı kesilmedi. Onun da dikkati dağılmıştı. Bana doğru dönünce boynundan dudaklarına yöneldim. Bu kadın kesinlikle sınırlarımı yeniden çizdiriyordu bana. Tam kontrolü sağlayamayınca üzerine çıktım. Kendimi fazlasıyla iyi hissediyordum günlerdir içimde biriken siniri boşaltmış ve rahatlamıştım. Bana doğru dönene kadar devam eden uykum ortadan kaybolmuştu. Şu an derdim kesinlikle uyku değildi. Bir taraftan öperken diğer taraftan geceliğin düğmelerini açmaya başladım. Düğmeler bitince elim sütyenin kopçasına gitti. Ondan sonrası zaten hızlı gelişti. Bir ara yukarı çıksak dedi ama şu an merdiven tırmanmak istemiyordum. Yanımda, kollarımın arasında oluşuna galiba asla alışamayacaktım. Ne zaman ona yaklaşsam tüm devrelerim yanıyordu. Uzun uzun bir şeylerin üzerinde uğraşmayı sevmeyen ben onunlayken saatler harcadığımı bile fark etmiyordum. Eve geldiğim saatin bir önemi yokken artık eve gelmek için can atıyordum. Saatlerce karşımda otursa gözümü bile kırpmadan izleyebilirdim. O benim için farklı bir dünyaydı onun yanına gelirken üzerimden hiç çıkarmadığım ve çıkartmak istemeyeceğim kötülükleri çıkartıyordum. Daha iki hafta önce dokunamazken şu an kollarımın arasında bir nefeslik mesafedeydi ve bazen bunu aklım almıyordu. Beni benim onu sevdiğim kadar sevmiyordu bunu anlamamak için bir salak olmak lazımdı ama bu tamamen değişebilirdi. Aylarca annesi ve abisinin dolduruşunu dinlemişti gözünde korkunç bir canavara çevirmişlerdi beni. Doğru olan kısmı yok değildi evet bir canavardım ama ona karşı değil. Onun gözünde imaj değiştirmeye çalışmak farklıydı. Tüm hayatım boyunca korkulan olmaya çalışan birisinin tam tersi bir yol izlemesi kendini sevdirmeye çalışması değişik bir çelişkiydi. Hayatımın her aşamasında iletişim kurmada sorun yaşamıştım ama şimdiye kadar hiç problem olmamıştı. Şimdi ise iletişim kurmak için büyük bir çaba sarf ediyordum. O da çok konuşkan bir insan değildi ve birimizin bu durumu aşması gerekiyordu. Şimdi karşımda gözlerini kapatmış yatıyordu uyumuyordu sadece öylece duruyordu. Açık saçları her tarafa dağılmıştı. Nefesi yüzüme çarpıyordu. Kenarda duran pike çıplak vücudunu kapatıyordu. Bu şekilde burada yatmaya devam edersek boynumuz ve belimiz tutulacaktı. Çünkü benim kafamda kırlent o ise benim kolumda yatıyordu. Geriye çekilince o da gözlerini açtı. Salon fazlasıyla dağılmıştı ama sabah halledebilirlerdi. Yerdeki pijamanın altını alıp giydim. Onun hiç yattığı yerden kalkası yok gibiydi anlaşılan. Ona döndüğümde gözünü kapatmıştı. “Burada yatmayı mı planlıyorsunuz hanımefendi?” “Kalkasım yok.” “Fark ettim.” ayağa kalktım kucağıma aldım. Merdivenleri çıkarken “Buna da iyi alıştın sende.” Sesim dalga geçiyor gibi çıkmıştı kafasını göğsüme bastırıp “Alışmamalı mıyım?” dedi. Sesi mızmızlanır gibi çıkmıştı. İçince küçük bir kız çocuğunun yaşadığını düşünüyordum bazen. “Alış” derken ciddiydim. Çok iyi iletişim kuramıyor olabilirdim ama şımartabilirdim hem de çok. İnsanların şımarıkça davranışları hoşuma gitmez hatta nefret ederdim ama onun basit tripleri bile hoşuma gidiyordu. Bir tepki gösteriyordu içinde saklamıyordu en azından. Odaya girdiğimizde yatağa bıraktım yılan gibi kıvrılarak örtünün altına girdi kafasını da yastığa bastırdı. Uyumak istemiyordu ama tembellik yapıyordu. Yatağa girdiğimde bana dönüktü. Gözlerini araladı, gözlerinde gram uyku yoktu sadece uzanmak istiyordu. “Uykun gelmeyi planlamıyor galiba.” “Galiba, gelesi yok gibi.” “Yataktan kalkarken de kalkmasam diyordun şimdi de yatıramıyoruz galiba.” “O zaman uykum vardı şimdi açıldı.” “Hmm öyle mi oldu” derken çıplak bacağı bacağıma çarptı. Elini beline sarıp kendime çekerken “Yorulmadın da yani.” Cevap vermek yerine dudaklarını büzerek kafasını salladı. Az önce uyumayı planlıyordum ama yine dikkatimi farklı bir yöne çekmeyi başarmıştı. Öpmeye başladığımda karşılık verdi. Kokusu daha yakından burnuma doldu ve her zamanki gibi mest oldum. Üzerimde nasıl bu kadar etki sahibi olduğunu asla anlamıyordum. Daha doğrusu anlayamıyordum. Elleri saçlarımın arasında gezinirken dudaklarında kaçan inleme ile iyice kontrolümü kaybettim. Aklımda ne uyku ne de uyumak vardı. Sabah gözlerimi açtığımda telefon çalıyordu. Başta nereden geldiğini anlamadım sonra dün akşam şarja takmıştım komodinin üstündeydi. Uzanıp telefonu alırken Berfu kıpırdandı. “Efendim.” Sesim kısık çıkmıştı bir kolum hala boyunun altındaydı. Uyandırmak istemiyordum. “Depo halledildi haftaya kullanıma açılacak o yüzden bir daha orayı kullanamazsın.” “Tamam Fatih. Başka bir şey var mı?” “Evet, Japonlarla olan toplantı iyi sonuçlandı problem çıkartmayacaklar.” “İyi olmuş.” “Bu kadar kapatıyorum daha uyuyorsunuz anlaşılan.” Saate gözüm takıldı daha dokuzdu. “Saat dokuz Fatih sen de uyu.” Diyerek telefonu kapattım. Esnerken gözüm Berfu’ya takıldı hala uyuyordu. En son ben uyurken o daha uyumamakta ısrar ediyordu. Bir su içsem fena olmayacaktı. Sürahiye baktığımda boş olduğunu gördüm. Ne ara bitmişti. Yavaşça kolumu kurtarıp yataktan kalktım sürahiyi alıp odadan çıktım. Mutfağa girdiğimde Mehmet masayı hazırlıyordu. “Günaydın efendim.” Yani sana aymış olması bana aydığı manasına mı geliyordu? “Günaydın üzerini açma daha.” Daha uyanmazdı kaçta uyudu kim bilir? “Tamam.” Sürahiyi doldurup yukarı çıkarken gözüm salona takıldı dün akşam kıyafetler orada kalmıştı. Salona girdim yerdeki kıyafetleri elime aldım çıktım geri kalanı şimdi toparlayabilirdi. Kafamı yastığa koyarken Berfu biraz hareketlendi ama uyanmadı. Gözümü tekrar kapadım biraz daha huzurlu uyuyabilirdim. Tekrar uyandığımda saat on ikiye geliyordu. Berfu da yeni uyanmıştı anlaşılan ayıkmaya çalışıyordu. “Günaydın querencia” “Günaydın. Saat kaç?” “On iki olmak üzere.” “Öğlen olmuş.” “Hmm.” Ben yatakta oturur pozisyona gelirken o daha kafasını yastığa gömmeye çalışıyordu. Dünkü olay yüzünden bugüne sarkmış bir toplantı vardı. “Sen yat benim kalkmam gerekiyor.” Diyerek yanağından öptüm ve kalktım. Banyoya girmiş hızı bir duştan sonra üzerimi giyinmiştim. Ben üzerimi giyinirken Berfu banyoya girdi. Mutfağa girdiğimde kahvaltı masası tam takım hazırdı. Kahve yapılmış ve şişede portakal suyu vardı. Kahvaltıyı Mehmet’in hazırladığı belliydi. Kahve onun imza hareketine dönüşmüştü artık. Masaya oturdum ben başlamıştım çok sürmedi içeri Berfu girdi. Portakal suyunu bardağa doldurup sandalyeye oturdu. Sakin bir kahvaltının ardından kalktım, iş beklemiyordu.
|
0% |