Yeni Üyelik
1.
Bölüm

GECELERİ SADECE KÖTÜLÜK MÜ DOLAŞIRDI SOKAKLARI?

@ahsenkubos

Adam gecenin en koyu rengiyken,

kadın gündüzün en parlak vaktiydi.

Bölüm şarkısı: Yaşlı Amca-İstanbul Bende eyefendisi

Ne yapacağımı şaşırmıştım. Saat ne zaman bu kadar hızlı geçmişti? Evdekiler kesinlikle çok kızacaktı inşallah babama daha söylememişlerdir. Abim kesin söylenecekti. İlk defa benden yardım istemişti ama ben kendi işlerime dalıp geç kalmıştım. Eğer babam öğrenirse ikimize de kızacaktı. Adımlarımı daha da sıklaştırdım. Önümde daha 20 dakikalık bir yürüme mesafesi vardı. Bu kadar uzak olduğunu gelirken fark etmemiştim ama giderken kesinlikle fark ediyordum. Ara sokakla ana yol arasına geldiğimde ara sokağa bir bakış attım boş gibi görünüyordu. Eğer ara sokağa girersem kesinlikle 5 dakika kazanırdım ve taksiye yetişirdim. Hava çoktan kararmıştı saat dokuzu geçmiş olmalıydı ve biraz sonra sokaklarda taksi kalmayacaktı. Ara yola girerken içime çoktan bir şüphe düşmüştü. Elimdeki kutuya biraz daha sarıldım. Her an birisi karşıma çıkacak gibi geliyordu. Yolu neredeyse yarılamıştım bir iki dakikaya sokak bitecekti. Arkamda adım sesleri duyduğumda keşke hiç girmeseydim dedim ama iş işten çoktan geçmişti. Adımlarım artık koşmaya her an başlayacakmışım gibi hızlanmıştı. Nefes almayı bırakmıştım galiba. Allah’ım ne olur bugünü bir şey olmadan bitireyim.

Birkaç saniye sonra birisi omuzlarımdan tutup beni geriye çektiğinde ağzımdan kaçan çığlığa engel olamadım. Çoktan pişman olmuştum bu ara sokağa girdiğime maalesef ki o pişmanlık şu an bana hiç yardımcı olmuyordu. Galiba bu gece ölecektim. Bir anda sırtım duvarla buluşurken önce sırtımda derin bir acı yaşadım ardından başım çarptı. Gözlerimi açmaya korkuyordum. Karşımda duran adam çok güçlüydü kafam duvara tekrar tekrar çarpıyordu. Ağlamaya başladığımda ağzıma giren tuzlu su ile anladım. Çığlıklarım gecenin sessizliğini bölüyordu. Yarım yamalak açtığım gözlerimle karşımdaki adamı görmeye çalışıyordum ama nafileydi. Bileklerimdeki baskı biraz daha arttı. Sonra kafamın duvara çok sert çarptığını hissettim. Bir an ölüyormuşum gibi geldi. Beyaz ışığı gördüğüme yemin edebilirim. Bu sefer ağzımdan kaçan çığlık diğerlerinden çok daha büyüktü. Yardım beklemenin saçma olduğunu biliyordum sokaklar büyük çoğunlukla boştu. Bu ara sokakta kesin ölecektim ve cesedimi yarın bulacaklardı. Annem kesin kalpten gidecekti. Sen yıllarca yaşatmaya çalış gel bir gün tek başına çıksın onda da ölsün. Olacak iş değildi. Allah’ım ölmek istemiyordum.

Karşımdaki kişi eliyle ağzımı kapattığımda gerçekten ölmek üzere olduğumu anladım. Gözlerimi sıkıca kapatıp dua etmeye başlamıştım ki. Farklı bir ses duydum karşımda konuşan adamın sesi değildi, birisi bağırdı ne dediğini tam anlamamıştım ama önce ağzımdaki el sonra da bileklerimdeki elin çekildiğine hissettiğimde sırtım duvardan ayrıldı. Nefes almayı bırakmış olmalıyım dudaklarımı aralayıp derin bir nefes aldım. Derin bir yutkunmayla gözlerimi aralamaya çalıştığımda yerde yatan bir adam gördüm. Üstü başı dağınıktı. Az önce aldığım iğrenç kokunun alkol ve sigaraya ait olduğunu fark ettim. Ne dediğini anlamamamın sebebi de buydu büyük ihtimalle ya da dua etmek ve ağlamaktan adamın ne dediğine dikkat etmemiştim. Beni kurtaran adam yerdeki adama bağırıyordu.

“Benim bölgemde benden habersiz hareket edebileceğini mi zannettin? Ben sana kaybol bir daha seni görmeyeceğim demedim mi?” Ne dediğini tam olarak anlamlandıramadım. Karşımda duran adam kimdi en ufak bir fikrim dahi yoktu.

Yerdeki adamdan ses gelmezken beni kurtaran adam belinden bir silah çıkarttı. Sonra da yerdeki adamın üzerine yürüdü önce sağ sonra da sol eline birer kurşun sıktı. Her silah sesinde ağzımdan kaçan çığlığa engel olamamıştım. Ne zamandır orada olduğunu bilmediğim bir adam yere düşen kutuyu geri bana uzattı alırken elimin titrediğini fark ettim. Korkudan bayıla da bilirdim en azından sadece titreme ile kurtulmuştum. Buradan hemen gitmeliydim. Kendimi toparlamaya çalışırken hızla sokaktan çıkmaya çalıştım. Hızlı adımlarla sokağın başına yürüdüm. Bir an önce buradan çıkmam gerekiyordu. Nefes alışverişimi kontrol edemiyordum. Arkamdan gelen adım seslerini duysam da geri dönemedim. Sokaktan çıktığımda önce ne yapacağımı şaşırmıştım. Etrafıma bakınırken arkamdan bir ses duydum.

“İyi misiniz hastaneye gitmek ister misiniz?” Hastane mi? Eve gitmeliydim şu anda illa gideceksem oradan gidebilirdim. En azından sadece hasta olduğumu söylerdim ama şimdi arayıp ne diyecektim. Pardon onu da yapamazdım çünkü telefonum şarjı biteli bir yarım saat oluyordu. En iyisi bir an önce eve gitmekti.

Bir an kafamı o tarafa çevirdim “Eve dönmem gerekiyor çok geç kaldım.” Tekrar etrafa bakınmaya başladım. Bir taksi bulup hemen buradan ayrılmalıydım kimse bilmemeliydi burada yaşananları. Bir duyulursa rezalet çıkardı.

“Nereye gidecekseniz eşlik edebiliriz.” Sesi kendinden fazla emin çıkıyordu. Ben ne düşüyordum o ne diyordu. Şu an en son ihtiyacım olan şey tanımadığım biriyle konuşmaya devam etmekti.

“Teşekkür ederim ama taksi ile gidebilirim.” Karşımdaki adama bakmaya cesaret edemesem de o bana bakmaya devam ediyordu. Az önce bir adama hiç düşünmeden iki el kurşun sıkmıştı. Tamam, öldürmemişti ama gene de tehlikeliydi. Ayrıca gecenin bir vakti tanımadığım ve silahlı bir adamın arabasına binecek kadar kafayı yemedim.

“Bu saatte taksi bulamazsınız. Nereye gidiyorsanız sizi bırakabiliriz.” Etrafıma bakındığımda haklıydı hiç taksi yoktu. Nasıl dönecektim eve? Belki abimi aramalıydım ama neden geç kaldığımı açıklayamazdım. Ayrıca şarjım yoktu telefon bulmam lazımdı önce aramak için.

“Yeşilyurt’a gideceğim.” Ayrıca karşımda duran adamlar ne kadar güvenilirdi? Birisi beni burada onlarla konuşurken görürse asıl problemi görürdüm ben o zaman. Bir an önce burayı terk etmeliydim bu akşam olanlar babamın kulağına gitmemeliydi.

“Biz de oraya gidecektik sizi bırakabiliriz.” Nereden çıkmıştı ki? Neden gideceklerdi oraya? Bizim orada ne işleri vardı? Yoksa bizim eve mi gidiyorlardı? Allah’ım akşam akşam bunlar niye beni buluyordu? Bence Allah beni topluca cezalandırıyordu bunların başka bir açıklaması olamazdı.

“Kasabaya mı?” Nefes alırken zorlanmaya başlamıştım galiba. Yutkunmak zor geliyordu. Eve gidebilseydim bir hepsini halledecektim ama.

“Evet. Orada bir görüşmemiz var. İsterseniz sizi de yakın bir yere bırakabiliriz.” Yapacak başka bir şey var mıydı? Taksi bulmaya çalışacak vaktim var mıydı? Ayrıca tekrar dışarıda tek kalmak istemiyordum. Bu adamlara güvenebilir miydim emin değildim. Başka şansım yoktu başka bir saldırıyı daha kaldıramazdım. Peki bize gidiyorlarsa ne olacaktı? Hadi onu da geçtim yolda bunlar bir şey yapmaya kalkarsa ne olacaktı? Kesinlikle şanssız günümdeydim. Gecenin bir vakti tek şansım tanımadığım ve silahlı adamların arabasına binmekti. Eğer kasabaya ulaşabilirsem mahallenin girişinde inersem kimse görmeden olayı kapatabilirdim belki de bize gitmiyorlardı. Buralı gibi de görünmüyorlardı.

‘Olur’ anlamında kafamı salladığımda ileri de duran VIP minibüsün kapısı açıldı. Az önce benimle konuşan ve patron olduğunu düşündüğüm adam önce bindi. Binmeye çalışırken koruma elini uzatsa da tutmadım. Hemen kapının yanındaki koltuğa oturdum. Bir an önce eve gitmek için dua etmeye başladım ya da sağlam gitmek için de olabilir bir de bize gitmemeleri ve babamın kulağına gitmemesine... Ne kadar çok şeye dua ediyordum. Az önce tanımadığım ve silahlı bir adamın arabasına binmenin kafayı yemek olduğunu düşünmüştüm ve şimdi o arabadaydım ve kesinlikle kafayı yemiştim.

Karşımda oturan kadına tekrar baktım, çok ürkek aynı zamanda çok cesur görünüyordu. Yüzüne bakamadığım için tam emin olamamıştım ama yara almamış gibiydi. Yüzünü saçlarının arasına gömmüştü. Kendisini gizlemeye çalışıyordu galiba. Az önce yüzünü görmüştüm zaten şimdi saklasa ne olacaktı ki? Bunun farkında bile değildi büyük ihtimalle şoka girmişti ve ne yaptığının farkında değildi.

Tekrar gözlerini üzerinde gezdirdiğimde gözüm bileklerine takıldı. Bileklerinde izler vardı, parmakların izleri belliydi. Şu an o adamın kafasına sıkmak istiyordum. Kafasını birkaç saniyeliğine çevirdiğinde göz göze geldik. Galiba dünya şu anda durmuştu. Çok güzel gözleri vardı. Hayatımda hiç böyle bir renk gördüğümü hatırlamıyorum. Yeşillerdi ama aynı zamanda çok soluk duruyordu. Etkilenmemek mümkün değil gibi. Simsiyah saçlarına rağmen bembeyaz teni vardı. Öyle beyazdı ki insan hayatında hiç güneş görmediğini düşünürdü. Buranın yerlilerine benzemiyordu. Yabancı bir güzelliği vardı.

Rahatsız gözüküyordu ve çok da mantıklıydı az önce bir köşede taciz ediliyordu sonra da aynı adamın vurulduğunu görmüştü. Sonrasında hiç tanımadığı bir adamın arabasına binmişti. Şu an içinden evde olmayı dilediği kesindi. Kafamı pencereye çevirdim başta dışarıya bakıyor olsam da bir süre sonra pencereye vuran yansıması bakmadan duramamıştım. Başta bakmamak için çabalasam da gözlerim sürekli o kuzguni siyah saçlara ve arkasında saklanan yüze kayıyordu. Şu an yerimde başka birisi olsa konuşmak için herhangi bir bahane bulurdu üstüne numarasını bile alırdı ama bende o konuşma yeteneği yoktu. Hayatımda ilk defa bu yeteneğe sahip olmak istemiştim.

Kasabaya girene kadar kafasını bile kaldırmadı yerden, gözleri bazen pencereden dışarı kayıyor nerede olduğumuzu kontrol ediyordu. Çok telaşlıydı elindeki telefonu kontrol ediyordu ama telefonun kapalı olduğu kesindi. Telefona bakıyor sonra hayal kırıklığı ile elindeki kutuya sarılıyordu. Bir an kutuda ne var diye düşünmeden edemedim. Kasabaya geldiğimizde dışarıya kısa bir bakış attı ve “burada inebilirim” dedi. O an kafasını kaldırmıştı bir anlık yaptığı kesindi sonra kafasını saçlarının arasına gömdü. Öne eğilip aradaki camı araladım ve “duralım” dedim. Benim dememle o da hareketlendi.

Geri çekilirken burnuma dolan kokuyu içime çekmeden duramadım. Farklı kokular iç içe girmesine rağmen bir tanesi daha baskındı. İlk baharda her taraftan gelen bin bir türlü çiçek kokusunun birleşmesiydi sanki. Oysa ben o kokuları pek sevmezdim. Gereksiz bir şekilde belirir ve aynı hızda kaybolurlardı. Peki şu an neden bu kadar hoş gelmişti. Kendime gelerek yerime yerleştim. O da telaşla kapının açılmasını bekliyordu. Araba durduğunda hızla gözden kayboldu. Birinin gelmesini beklememişti kim olduğunu bile öğrenemeden gitmişti. En başta neden yardım ettiğimi bile bilmediğim bir kadına yardım etmiş ve hiç konuşmadan yanımdan ayrılmasına izin vermiştim. Kesinlikle bugün aklım yerinde değildi galiba. Uykusuzluk ben de devreleri kısa süreliğine yaktırmıştı anlaşılan. En mantıklısı iş meselesine geri dönmekti buraya gelmekteki ana amacım buydu zaten. Beni kazıklamaya çalışan iki geri zekalıya dünyanın sahibini hatırlatma vakti gelmişti.

Eve girdiğimde hayatıma hiçbir şeye bu kadar sevinmediğimi fark ettim. Hızla yukarı çıkarken yengem gördü. Çok merak etmiş olmalıydı. Allah’ım ne olur babam ya da annem öğrenmemiş olsun. Yengem hızlı adımlarla yanıma yaklaşıp

“Nerede kaldın çok merak ettim?” Başımdan geçenleri anlatmak istesem de olmadı. Neden o saatte o yola girdin, bu kadar geç kalmasaydın diye söylenecekler hatta iş daha kötüye bile gidebilirdi.

“Geldim işte annem ve babam öğrendi mi?” En önemli kısım oydu. Açıklayamayacağım durumların ortasında kalmaktan nefret ederim.

“Hayır babana söylemedik annen de sordu geldi odasında dedim. Git üstünü değiş ve annemin yanına git. Ben abini hallederim.” Arada bu yalanları, yemin ediyorum, hayat kurtarıyordu. Arkamı topladığı için kesinlikle şanslıydım. Elimdeki kutuyu uzattım o da aldı.

Kafamı sallayıp hızla odama yöneldim. Hızla dolabı açtım içinden uzun bir elbise çıkarttım. Gözüm bileklerime kaydı bu halini göremezlerdi. Üzerime ince bir hırka çıkarttım. Sırtıma ya da başıma bile bakmadan üzerimi değiştirip annemin yanına gittim. Allah’tan annem çok sorgulamadı benim de yapmam gereken tek şey bu akşam yaşanan tüm olayları unutup hiç yaşanmamış saymalıydım. Beni kurtaran adama adımı söylememiştim kim olduğumu bilmiyordu zaten bende yüzünü hatırlamıyordum. En azından o problem olmazdı bana. Bu gece yaşananlar hiç yaşanmamış sayılacak ve ortadan kaybolacaktı.

Yeni bir güne uyandığımda dün akşamdan kalan sadece sırtım ve başımdaki ağrıydı. Tüm günü odada geçirmek istesem de erkenden kalktım, namaz vakti çoktan gelmişti kahvaltıya indim. Kahvaltıdan sonra babam ve abim bir şeyler üzerine konuşuyorlardı. Babam sinirliydi ve abim onu sakinleştirmeye çalışıyordu kimse beni merak etmedi. Hayatımda ilk defa birinin beni umursamaması beni rahatlattı. Öğlen yemeğinden sonra yengemle karşılıklı kahve içiyorduk. Boğazım ağrımaya başlamıştı akşama ayağa kalkacak halim kalmazdı herhalde. Başım o kadar çok ağrıyordu ki sesler yankı yapıyordu artık. Her an beynim kulaklarımdan akacak gibiydi. Kahveyi içtikten sonra yatsam iyi olacaktı. Dış kapı açıldı içeriye birkaç kişi girdi abim basamaklarda karşıladı, yengemde yanımdan kalkarak abimin yanına gitti. Adamlar gözden kaybolup odaya girdiler yengem hızla geri yanıma döndü.

“Yukarı çıkalım biz kahveleri orada içeriz.” Eline aldığı fincanlara bakarken ayaklandım.

“Neden?” Abim ve kıskançlıkları yetmezmiş gibi sormuş olmam saçmaydı. Adamın kim olduğunu görmedim ama Türkçe konuştuklarına göre çok da yakın birisi değildi anlaşılan.

“Soru sorma işte abin misafirlerden hoşlanmamış o yüzden gözükmeyin dedi. Adamda bekar ayrıca ayıp olur.” Tamam anlamında kafamı salladım. Yengeme göre ayıp olan bir sürü şey vardı ve sorgulamayı bir süre sonra bırakıyordunuz. Yukarı terasa çıktık adamlar ne zaman geri gitti haberimiz bile olmadı. Evde kıyamet kopuyordu ama kimse tam olarak bir şey demedi. Bende günün geri kalanını yatakta geçirmiştim. Allah’tan ateşim yoktu da üstümdekileri çıkartmamıştık da kimse kollarımı görmemişti. Akşamına babam dışarı çıktı sonra tekrar geri geldi ama kimse bir şey söylemedi.

Uyumak hiç kolay değildi bugün de ayrı bir zordu anlaşılan. Yatağa girdiğimde neredeyse gün doğmak üzereydi. Gözümü tekrar açtığımda öğlen çoktan olmuştu. Birkaç saatlik uykuda bile rahat uyuyamamıştım. Aklım dün akşam gördüğümüz kızdaydı. Adını bile öğrenememiştim. En azından adını bilsem kim olduğunu buldurabilirdim. Sormamıştım zaten o da söylemezdi. Evini de bilmiyordum. En azından basit bir muhabbet içerisine girmiş olsaydım en azından kimliği hakkında bilgi sahibi olabilirdim. Hoş, kız yüzüme bile bakmamıştı konuşmayı bir kenara bırak. Belki de evliydi onu bile bilmiyordum. Hoş parmağında tektaş yoktu ama birkaç farklı yüzük vardı belki de onlardan bir tanesi evlilik ya da nişan yüzüğüydü. Bu aralar herkes düz alyans takmıyor farklı yüzükler tercih ediyordu. Can sıkıcı bir mevzuydu. Burak duysa şu an dalga geçiyordu. Ayda yılda birini beğendin ama onun da kim olduğunu öğrenemedin hem de yarım saat aynı arabanın içinde bulunmana rağmen diyecekti ve kesinlikle haklıydı. Kafamı topladım bilmediğim birinin arkasından düşünmek mantıksızdı ne de olsa bir daha görmeyecektim bile.

Arslan’dan haber geldiğinde üstümü giyinip çıktım. Arabaya bindiğimde Arslan hala malumat veriyordu. Buradaki aşiret ve aile yapısını anlayamıyordum bir türlü. Birisi bir şey yapıyordu ama işi halletmek en büyüğe düşüyordu. Koca konağın kapısına geldiğimizde aşağı indim. İnşallah param tamdır da bir daha böyle şeylerle uğraşmazdım. Hiç hazzetmiyordum bu aile yapılarından gereksiz bir bağlılıktı. Bölge halkını sevmiyordum bir de bu aşiretler vardı üstüne. Amcam yıllarca aralarında nasıl kalmıştı acaba? Arabadan indiğimde kapıdaki korumalar kapıyı açtılar içeri girdim. Konak dedikleri kadar vardı bahçesi bile kocamandı. Başka bir adam üst kata giden merdivenlere yönlendirdi. Arkamdan Arslan ve Mehmet geliyordu. Diğerleri aşağıda kaldı.

Basamakları çıkarken gözümü etrafta gezdirdim. Evin yapısı ve mimarisi kötü değildi. Kafamı aşağıdaki masaya çevirdiğimde iki kadının oturduğunu fark ettim. Bir tanesi ayağa kalkarken diğeri oturmaya devam etti. Kafası biraz benden tarafa döndüğünde çoktan tanımıştım oturan diğer kadını. Dün akşamki kızdı. Her şey birkaç saniye içinde olsa da bana saatler gibi gelmişti. Siyah saçları güneşte parlıyordu ama beyaz teni onu ele vermişti. Göz göze gelecek kadar bile benden tarafa bakmamıştı ama yeşil gözlerini görmüştüm. Birkaç saat önce aklımdan çıkartma kararı almışken şimdi neden ortaya çıkmıştı? Neden buradaydı? Bir an bu evde yaşadığı için olmasın diye kendime cevap verdim. Peki bu evdeki vasfı neydi? Gelinleri mi, kızları mı, çalışanları mı -ki öyle durmuyordu- yoksa tanıdıkları ya da akrabaları mı? Bir an her kimse umarım evli değildir diye düşündüm. Sonra bu düşünceden vazgeçtim. Gerek yoktu, kısa süreliğine buradaydım ve kendime ek iş çıkartmak hiç mantıklı değildi desem de pek ikna olmamıştı bir tarafım.

Yukarı çıktığımda dün konuştuğum adam beni bekliyordu. İçeri girerken bir kadın yanına geldi. Az önce bahçede ayağa kalkan kadındı. Anlaşılan bu adamın karısıydı. Adam kadının kulağına bir şeyler fısıldayıp kadını geri gönderdi. Bu adamdan hiç hazzetmemiştim adam desem de çocuk gibiydi bu daha. Kendini bir halt zanneden bir çocuk. Sonra da içeri girdik.

İçeride durmak bile boğucuydu. Kendini beğenmiş baba ve oğlu izlemek mide bulandırıcıydı resmen. Haşmet ağa buraların en büyük aşiretine ve iş kaynağına sahip olduğunu övüp duruyordu. Oğlu Baran ise benden hiç hoşlanmamıştı. Duyguları karşılıklıydı, bende ondan hiç hoşlanmamıştım zaten. Paramı alırken söylemekten çekinmemiş ve kaçakçılıktan para kazandıklarını ve bugün parayı da bir vazo satarak ödediklerini söylemişti. Uzun ve sıkıcı geçen birkaç saatin ardından sonunda kendini dışarı atabilmiştim. Giderken bahçeye kısa bir bakış atsam bile onu görememiştim. Evden çıktığımda Arslan’a döndüm.

“Bildiklerini bir daha anlat bu aile ilgili.”

“Karabey ailesi bölgenin en ünlü ve büyük aşiretlerinden.” Karşıma oturup devam etti. Araba hareketlenirken kafamı son bir kez daha eve çevirsem de kapı çoktan kapanmıştı.

“Haşmet ağa ailenin en büyüğü ve aşiretin lideri. Genel yorduğumuzda büyük bir aşiret sayılırlar. Haşmet Ağa çekirdek aile için de küçük olsa geniş ailede oldukça genişler. 3 kardeşi daha var bir erkek ve iki kız. Kadınlar aile işlerine pek karışmıyor kocaları da basit işlere bakıyorlar. Çocukları ise farklı yerlerde hem babalarının hem de Haşmet Ağa’nın işlerine yardımcı oluyorlar. Erkek kardeşi ise belli bir süre beraber yaşamışlar. Babaları ölünce evleri ayırmışlar, 5 oğlu ve 2 kızı var. Oğulları yaş olarak büyük sayılırlar. Biri Baran’la yaşıt.

Buna da vur deyince öldürüyordu. “Hızlansan mı Arslan secerelerini istemedim kısaca özet çek.”

Arslan otuşunu düzeltirken “Peki. Erkek kardeşi Haydar Ağa diğer işlerin yanı sıra malları yurt dışına çıkartmak. Haşmet ağanın 3 çocuğu var. En büyükleri Baran 24 yaşında evli, karısı İran Türkmenlerinden ailesi yurt dışına çıkan eşyaları satışa sunuyorlarmış. Bulundukları bölgede güç sahibi insanlar. Karısı 5 aylık hamileymiş. Ortanca olan kız, ismi Berfu 19 yaşında, okumuyor liseyi bitince devam etmemiş. En küçükleri Aras lise 2’ye gidiyor. Baran babasından sonra başa geçecek. Amca oğulları da bunu destekliyorlar. Bölge de anlaşamadıkları çok fazla kimse yok. Ama polis ve jandarma bu aralar gözünü aileden ayırmıyorlar. Bu yüzden alıcı bulmada sorun yaşıyorlar. Dünkü dangalakların ise parayı bulmak da zorluk çekmelerinin sebebi buymuş son iki işleri polis baskını yüzünden bozulmuş. Dünde ellerinde kalan son parçaları ülke içinde başkalarına satmışlar. Gene de Güneydoğu ve Doğu’nun en büyük kaçakçılık işlerinden birine sahipler sorun ülke içinde ya da dışında bu aralar alıcı bulmada zorlanıyorlar. Şimdilik bulabildiklerim bu kadar.”

Aklım kızın 19 yaşında olmasına takılmıştı. Sonrasını çok da dinlememiştim zaten. İlgimi çeken şey aile değil kızlarıydı. Daha küçüktü. Yani büyük göstermiyordu ama bu kadarı da aklıma gelmemişti. Bekardı ama yaşı küçüktü ayrıca ailesi de biraz problemliydi. Babası ise ayrı bir faciaydı. Düşündükçe mantıklıydı adamın durmadan kendini övmesinin altından farklı bir şey çıkacak gibiydi. Günün geri kalanında restorana geçip defterleri inceledim. Başımı ağrıtmadan gitsem iyi olacaktı.

Aradan geçen iki günün ardından Karabeylerden haber gelmişti. Haşmet Ağa beni yemeğe çağırmıştı. Bir derdi olduğu kesindi. Daha önce ne amcamı ne de bizim taraftan birine yakın davranmışlardı. Sevmemiştim bu durumu ama en azından Berfu’yu bir kez daha görebilirdim. Aklımdan çıkmıyor oluşunu engellemeye çalışsam da bir türlü çıkar yol bulamamıştım ne zaman boş kalsam aklıma geliyordu ve çıldırmak üzereydim. Daha önce hiçbir kadını kafamdan atmada problem yaşamamışken bir kız çocuğunu nasıl aklımdan çıkartamazdım anlamıyordum. Yaşının daha küçük oluşunu kendime hatırlatsam da pek başarılı olamadım. Aramızdaki yaş farkı, yaşının küçüklüğü ya da ailesini sevmemiş olmam yani hiçbir gerçek, beni ondan uzaklaştırmaya yetmemişti. Sonunu bilmediğim bir yere yürüyordum, hem de hayatımda ilk defa ve ileride canımı sıkacak gibi görünüyordu.

Akşam evden çıkarken üzerimdeki gerginliği atmaya çalışıyordum ama nafile. O evdekileri sevmemiştim hatta nefret ediyordum. Tamam kabul bir tanesi dışında. Eve geldiğimizdeki buraya ev demek için fazla büyüktü o yüzden konak diyorlardı büyük ihtimalle. İçeri girerken gözüm bahçedeki masaya takıldı boştu Baran evi boşaltmıştı anlaşılan derken mutfağın kapısı açıldı içeriden birisi çıktı bu arada bir ses geldi kısa bir an mutfağın içinde gördüm. Gülerek kapıya dönmüştü. Milisaniye gibi kısa bir andı ama bir an içimdeki bir şeylerin harekete geçirdiğini ve ısıttığını fark ettim. Çok uzak olsa bile bir an burnuma o bahar kokusu geldi. Şu an dışarısı kırk dereceydi ama içimi bu kadar ısıtmamıştı. Yukarı çıkarken yol boyunca üzerimden atmak istediğim gerginliğin ortadan yok olduğunu fark ettim. Keşke olmasaydı en azından hayatımda belki hiçbir zaman konuşamayacağım bir kızın üzerimde etkisinin olduğunu bilmek beni dipsiz bir çukura çekiyordu. Sorun kuyunun içinin karanlık olması değildi. Hayatım boyunca karanlığın içini görmede hiç zorlanmamıştım sorun kuyunun nerede bittiğini bilmemekti.

Bu sefer odaya değil balkondaki büyük masaya hazırlamışlardı. Başta bir sorun çıkmadı yemek servisini kadınlar değil erkekler yapıyordu. Daha azını beklemezdim bu aileden zaten. Haşmet ‘bey’ bir türlü lafa girmiyordu. Beni bir şey için buraya çağırdığı belliydi ama ne? Artık kahveler geldiğinde lafa girdi. Gece bittiğinde elimde belki de hayatım boyunca asla yapmayacağım bir şeyle geri dönmüştüm. Haşmet Ağa’nın derdi iş yapmaktı daha doğrusu daha fazla kazanç sağlamaktı. İşleri polis ve jandarma yüzünden iyi gitmiyordu gümrükte sorun yaşıyorlardı onlarda farklı yollara başvuruyorlardı. Benim bağlantılarımı kullanarak ülke içi ve ülke dışı satış yapmayı planlıyordu. Buradaki işleri daha hızlı halletmeyi planlıyordum ama belki bir süre daha burada kalabilirdim. Karabey ailesini sevmemiştim ama Berfu’yu görmek kısa bir an için bile olsa unutmaya yüz tutmuş olduğum belki de varlığından hiç haberdar olmadığım tüm duyguları gün yüzüne çıkarmıştı. Böyle bir ailenin kızıyla görüşmek neredeyse imkansızdı. O gece milyonda bir gerçekleşebilecek bir olay gerçekleşmişti. Zaten o geceden sonra dışarıya tek başına adım bile atmazdı. O zaman konuşmayı başarmış olsaydım şimdi iş düşünmek zorunda olmazdım ama onu da yapmamıştım. Ona yakın olmak için elimdeki en iyi fırsatı boşa harcamıştım şimdi de onu görmek için elimdeki tek seçenek evine gitmekti.

Loading...
0%