Yeni Üyelik
3.
Bölüm

GÖVDE GÖSTERİSİ YAPMAK İÇİN NE GEREKİR?

@ahsenkubos

 

Sevgisini gösteremeyen bir kişi

 

sevdiğini karşı tarafa nasıl hissettirirdi?

 

Bölüm şarkısı: Dolu Kadehi Ters Tut- Madem

 

Paketlerin geldiğini duyduğumda odamdaydım. Yengem odama hışımla dalmış, dışarı çağırmış ve Feyyaz Bey’in kutuları gönderdiğini söylemişti. Sürekli yanında gördüğüm adam yani yakın koruması getirmişti. İki kutuyu üst üste görünce neden olduğunu merak etmedim desem yalan olur. Adam kutuları bana uzatırken “Size teslim etmem söylendi.” Yengemin neden kendisi almadığı ve beni çağırdığı ortaya çıkmıştı. “Teşekkür ederim.” Adam kutuları bana verdikten sonra sadece ‘iyi günler’ deyip çıkmıştı. Galiba hepsi bu şekilde suratsızdı. Patronundan çalışanına kadar ...

 

Kutuları alıp odama çıktığımda yengem ve annemde peşimden gelmişti. Ben alsam da ben tek bakamayacaktım ki. Üstteki büyük kutuyu açtığımda dün annemlerin beğendiği elbise çıkmıştı. Elbisenin yanında da gümüş rengi bir ayakkabı vardı. Elbisenin aksine parıltılı değil daha mattı. Elbiseyi kutudan çıkarttığımda altında bir de küçük kutu çıkmıştı galiba bu yüzük kutusuydu. İçinden alyansta çıkarsa hiç şaşırmayacaktım. Yengem elbiseyi elimden almış ve inceliyordu. “Çok güzelmiş yakası biraz açık gibi ama işlemeleri güzelmiş.” Gösterişe bayılırdı, göz dolduran göz alan ne varsa çok beğeniyordu. Belki de sırf bundan gittiği her yere özellikle kalabalık bir yere giderken altın kemerini takıyordu. Onu takamasa bile ne kadar altını varsa takardı. “Deneyebildiklerim içinden en iyisi buydu.” Annem bir şey demeden kenarda izliyordu derdi ikinci kutuydu galiba.

 

Kenarında duran yüzük kutusunu açtığımda içinden dün aldığımız tektaş vardı. “Berfu bunlar çok güzelmiş sana da çok yakışacaktır.” Yani biraz ağır olduğu kesindi ama göz doldurduğu doğruydu. Kaç karattı bilmiyorum ama parmağımla aynı kalınlıkta hatta belki biraz daha büyük olduğu kesindi.

 

“Annem ve yengemle seçtik.” Annem sesini çıkartmadı gidişattan memnun değildi. Hala derdi diğer kutuydu ve beni de korkutmuyor değil mi? İçinden ne çıkacaktı?

 

“Alttaki kutuda ne varmış açsana? Ne almıştınız başka?” Yengem dikkatini diğer kutuya verebilmişti. Elindeki elbiseyi yatağın üzerine bıraktı. Yüzük kutusunu elbisenin üzerine bıraktım.

 

“Başka bir şey almamıştık bugün gelecek ama.” İkinci kutuyu açtığımda içinden dün benim beğendiğim ama annemlerin beğenmediği daha doğrusu açık buldukları yeşil elbise çıkmıştı anneme kısa bir bakış attım kesinlikle memnun gözükmüyordu. Yengem kenardaki kutuyu açtığında içinden benim ilk beğendiğim tektaş çıktı işte annem delirten hamle gelmişti.

 

“Kendince bize gösteriş yapıyor.” Bunu derken bağırarak odadan çıktı. Yengem anlamamış gibi baktı. “Bunlar dün benim beğendiklerim.” Annemin arkasından baktım fazla sinirliydi ve bu hiç iyi gelmiyordu kulağa.

 

“Ee dün sen hiç kafasını kaldırmamış dememiş miydin nereden gördü?” Bir bilsem. Birkaç kere o tarafa baksam da bana bakmadığını fark etmiştim. Peki nasıl anlamıştı bu elbiseyi beğendiğimi? “Bilmiyorum belki ilgilenenlere falan sormuştur.” Eğer gizli gözleri yoksa. Yani sırf bunun için bile merak etmesi gerekiyordu ya da bizim yorumlarımızı duymuş olmalıydı.

 

“Ama güzel bir jest olmuş. Sen annemlere bakma bunlarda çok güzelmiş.” Açık söylemek gerekirse benim de hoşuma gitmişti. İçinde ayakkabılar bile vardı. Her şey tamamdı ve ikinci gelen elbisenin ayakkabısı yoktu anlaşılan o da giymem için bir baskı oluşturmak istememişti. En azından bu şekilde düşünmek daha kolaydı. Ayrıca benim ve annemle beğendiklerimiz farklı kutulanmış oluşu da ayrı hoş ve ince bir düşünceydi. Ona da dikkat etmiş olması hoş bir jestti. O ilgilenmiş olmasa bile birilerine bunu yapmasını söylemiş olması umursadığı anlamına gelmez miydi? Yani bizimle gelmişti bir de istese siz alın faturasını gönderin diye de bilirdi.

 

“Yani.” Şimdi kabul etsem ve annem duysa kesin daha çok başımın etini yiyecekti ama en azından geleceğe dair korkularımı az da olsa azaltıyordu ve içim bir nebze de olsa rahatlıyordu. “Yani mi, çift tektaşın oldu farkında mısın ikisini yan yana getirince lambayı açmaya gerek yok yani etraf aydınlanır.” Benim beğendiğimden çok anneminkiler kesin aydınlatır benim anca yansıtma görevi görür. Çok küçük değildi ama annemin seçtiği kadar da büyük değildi.

 

“Abartma yenge. Annem çok sinirlendi ayrıca şimdi hangisini giyeceğim.” İkisini de giymek iyi olabilirdi ama yeşil olan kış için fazla açıktı ayrıca içinde rahatlıkla hareket edebileceğim bir model değildi. Denemesi hoş olsa da o kadar insan içinde hareket etmesi vardı. “Annemin beğendiğini giymen daha iyi olur. Ayrıca sana ne diyeceğim bu adam sırf gösteriş için bu kadar para harcamışsa evlendiğinizde ne kadar harcar emin değilim.” Boğazıma bir gıcık oturdu yengem öyle deyince. Para konusunda çekinmiyor oluşu iyi bir şey miydi? İki yüzüğün oldukça pahalı hatta küçük bir servet değerinde olduğu kesindi. Babamın dediği gibi parasının hesabı yapılamıyordu anlaşılan.

 

“Tek sorunumuz para mı sence?” O paranın nasıl geldiği kısmı da var ya hani. Bir de onu nasıl harcadığım kısmı vardı. “Değil ama şu şekilde düşün senin beğendiklerini değil de kendi beğendiklerini de gönderebilirdi.” Eh o da vardı kesinlikle. Eğer öyle bir şey yapmış olsaydı annem nasıl bir tepki verirdi acaba? Kesin gider yenisini getirir ve onu giydirirdi. En azından tek taraflı düşünmemişti.

 

“Evet o da var değil mi?” Yapar mıydı acaba ileride? Şimdilik sadece göz boyamak içinde yapmış olabilirdi. Annemin dediği gibi gösteriş de yapıyor olabilirdi. Ne de olsa bize ve bana göre fazla batılılardı ve giyim ve kuşamları da öyle olduğu kesindi. Ben onların yanında köylü güzeli olarak kalacakmışım gibi geliyordu. “Sen evlenince dediklerimi yapıp adamı kendine bağla asıl sen o zaman gör.” Tabi o da öyle diyordu zaten. Evlensek de beni kendine bir bağlasa diye. Öyle bağlanacak bir tipe de benzemiyordu ayrıca.

 

“Bakalım onu da o zaman göreceğiz. Tek derdim para falan değil bizimkilerle yaşadığı her sıkıntının biletini bana kesmesi.” İşte benim problemin ana kaynağı ve tüm sorularımın başlangıç noktası. Abimle arasının iyi olmadığı hatta abimin ondan nefret ediyor oluşu bir de annemin iğneleyici laflarıyla birleşince ne tür tepkiler verecekti ve bunlar bana nasıl yansıyacaktı? Babamın dediği gibi orta yolu bulabilecek miydim ya da benim laflarımın nasıl bir etkisi olacaktı ki?

 

“Öyle düşünme olumlu düşün olumlu olsun değil mi? Allah’tan hayırlısını iste.” Evet çok hayırlı bir kısmet oldu. Adam katil falan ama işte beni ya da ailemden birini öldürmemesi için dua edecektim. Kendimi ya da ailemi korumaktan dışarıdakileri korumaya fırsatım kalmayacaktı büyük ihtimalle o yüzden herkes kendini korusa iyi olurdu. “İnşallah yenge. İnşallah her şey iyi olur.” Benim için en iyi ihtimal bu düğünün bir şekilde iptal olmasıydı ama o da olmazdı o yüzden şu anlık her şeyin iyiye gitme ihtimali düşüktü.

 

Tabi abim de hediyeleri duyunca delirdi. Gösteriş için yaptığını falan nişanda bunun altında kalamayacaklarını söylüyordu. Bu sefer babam da katılıyordu. Allah’ım ne olur şu işten herkes sağlam bir şekilde çıksaydı.

 

Nişan günü geldiğinde ise kuaför eve gelmişti. Bu havada kuaförü nasıl getirmişti acaba? Yerde bir metre kar vardı ve yerler buzluydu. Hoş bunu düşünen onu da düşünmüştür. Ayrıca sanki biz salona gitmeyecektik. Kuaförlerin geldiğine takıldığım kadar salona gitme işine takılmamıştım. Annemin seçtiğini giydim ve annemi biraz da olsa sakinleştirmiştim. Kuaförler hepimizle ilgilenmişti saç makyaj hepsini halletmişti. Annem istemese de evdeki diğer kadınlara yardımcı olmuşlardı. Sonunda akşam olmuştu, abim kendisi götürmek istese de babam karşı çıkmıştı uygun düşmezdi. Ayrıca bu kadar zıt giderlerse nişan günü vazgeçerse sadece benim adım çıkmazdı soyadımız da lekelenirdi. Hoş sadece nişan günü mü ilerisi içinde geçerliydi bu durum ama kimse şu anda bunu açmıyordu. Günün en küçük felaketi nişandan vazgeçmesi olabilirdi bir de sinirlenip birilerini kurşuna dizebilirdi tabi bu birilerinin içinde benim ‘biricik abim’ de vardı.

 

Araba kapının önüne geldiğini söyleyince halamın büyük kızı olan kuzenim Ayşe abla yardım etti. Elbisenin üzerine daha sonra dışarı çıktığımızda aldığımız siyah uzun kollu kürk bir mont ceket arası bir şey vardı. Dışarı çıktığımızda arabanın kapısı açıktı Ayşe abla benim binmeme yardım etti. Karşı koltukta oturuyordu, sesini çıkartmadı. Adının Arslan olduğunu hatırladığım adam Ayşe’yi de bindirdi. Annem bu duruma sevinecekti en azından baş başa gitmemiştik. Sanki birkaç aya sürekli baş başa olmayacakmışız gibi. Salona gelene kadar ortamdaki hava çoktan beni bayıltacak kıvama getirmişti. Feyyaz Bey ya da artık Feyyaz mı demeliydim emin de değilim. Asla konuşmuyordu veya elindeki telefonla ilgileniyor ya da dışarı bakıyordu. Aşırı derece gerilmiştim. Salonda içeri girdiğimizde Ayşe abla beni gelin odasına götürdü. “Aman Allah’ım bir an bizi arabada vuracak zannettim.” Derin bir nefes verdiği gözümden kaçmamıştı. Sesli nefes bile almamıştık ikimizde.

 

“Deme öyle daha çok korkutuyorsun.” Zaten yeterince gerilmiş ve korkmuştum. Hala nasıl ayakta durduğumdan bile emin değildim bacaklarım titriyordu bildiğimiz. “Ablacım benden sana tavsiye sakın bu adamın zıddına gitme ya insanı kesecek gibi bakıyor.” Ya hiç fark etmedim ben onu nasıl gözden kaçırmışım acaba? Çünkü adam yüzüme direkt bakmadığı için olabilir.

 

“Düğüne kadar bir daha bu kadar uzun göreceğimi zannetmiyorum.” İyi bir şey miydi yoksa kötü bir şey mi emin değildim ama kesindi. “Haklısın ama insan ya nişanlanıyorum der bir gülümser konuşmasa bile ya ama yok.” Ona diyorduk ama benim de pek gülesim yok gibiydi ama gece boyunca salonda gülücük saçmak zorundaydım. O erkekti gülmese bile kimse sorun etmezdi ama aynısı benim için geçerli değildi. Mutlu gözükmek kadınların göreviydi. Elden bir şey gelmiyordu.

 

“Abla lütfen kapat şu konuyu ya zaten benim de canım sıkıldı iyice sıkılıyorum korkudan arabada bayılacaktım zaten.” Hala nasıl ayaktayım diye düşünüyorum. Yeteri kadar huzursuzdum fazlasına gerek yoktu. “Neyse tamam ben gideyim yengemi falan bulup geleyim. Merak etmiştir.” Sadece merak mı etmiştir ölmüştür o şimdi. İçi içini kemiriyordur.

 

Ben cevap vermeden çıktı bende kendimi koltuklarından birine attım. Aynada kendime bakıyordum ama şu an kendimi göremiyordum. Şu an karşımda geleceğim var gibiydi ve çok karanlık gözüküyordu. Kapının açılmasıyla gözüm aynadan ayrıldı. Ayşe abla, annem ve yengemle geri dönmüştü. Annem arabada ne oldu sorgusuna çekti bir tur sonra Ayşe abla annemi bir şey olmadığına inandırdı çok kolay olduğunu söyleyemeyeceğim. Ardından misafirler toplanınca annemler çıktı. Feyyaz Bey mi yoksa Feyyaz mı desem diye hala emin olamadığım ama biraz sonra nişanlanacağım ‘insan evladı’ odaya geldi ve beraber çıktık.

 

Nişan başlamıştı içerisi bayağı bir gergindi. Hancılar ve Karabeyler olarak ayrı oturmuşlardı ve dev salon neredeyse doluydu. Saçma sapan bir dans şarkısı çaldı. Kim koydu bu şarkıyı listeye acaba? Şarkı Kürtçeydi. Acaba salonun yarısı şarkının ne olduğunu anlamış mıydı? Dans boyunca hayatımın en gergin birkaç dakikasını geçirdim adamın yüzünde mimik oynamıyordu. Ona rağmen elini belimde net hissediyordum. Sıkmıyordu ama aynı zamanda orada olduğu belliydi. Ona rağmen bakmaktan geri durmuyordu ifadesiz gibi dursa da kafasında farklı şeyler olduğu belliydi. Zaten danstan sonra da ayağa kalkmadı masada oturdu misafirleriyle konuştu.

 

Yüzükler takılacağı zaman ayağa kalkmıştı. Masanın önünde ikimizde duruyorduk başta babam takar diye düşünsem de hoca takmıştı. Acaba bu fikir kimindi? Selam Hoca dualarla birlikte yüzükleri taktı, tepsiyi ne ara Ayşe abla ele geçirmişti bilmiyorum ama tepsiyi o tutuyordu. Önce makas kesmiyor diyecek diye korktum ama demedi galiba o da korktu. En azından arabadaki korku yetmişti.

 

Takı zamanı geldiğinde Ayşe abla bana yardım etti ve aşağı indim. Nasıl hitap etmem gerektiğini bilmediğim ama birkaç saniye önce nişanlandığım ‘nişanlımı’ ise yanındaki uzun boylu kumral adam elinden tutup yanıma getirmişti. Yüzünden bundan zevk aldığı belliydi zaten. Takı töreni bildiğimiz yarış gibi ilerledi. Buraların takı töreni zaten bir yarış halinde olurdu ama Feyyaz’ın tarafından gelenler yani Hancılar kesinlikle beklenmedikti. Birkaç kişi yakuttan ve elmastan bileklik ve kolye takmıştı. Hayatımda ilk defa bir takı töreninde bunların takıldığını görüyordum. Bir sürü yabancı kişi gelmişti ve bazıları Feyyaz Bey’e büyük bir saygı göstermişti. Kesinlikle tuhaftı çünkü bazılarının ondan yaşça büyük olduğundan emindim.

 

Asıl gerginlik babam takı olarak altın kemer taktıktan sonra oldu. Çünkü Feyyaz’ın kuzeni de altın kemer taktı ve babamdan sonra taktığı için onun taktığı kemer üstte kalmıştı. Normalde alttakinin çıkması lazım diğerinin üstte olması lazımdı ama ne hikmetse kemer çıkmadan diğeri takıldı. Bir nişandan iki altın kemere sahiptim. Evet nişan böyleyse düğünü düşünemiyordum. Aklıma bir an altınları alıp kaçsam ne olur sorusu geldi ama sonrasında komik bulduğum için gülme isteği gelmişti. Bunlardan önce asıl mesele takı törenine başlamadan önce sarışın ve benden yaşça büyük bir kadın gelmiş ve Feyyaz’ın yengesi olduğunu takı töreninde ailem dışında kimsenin elini öpmemi söylemişti özellikle karşı taraftan olanları. Hayatımda ilk defa böyle bir uyarı yemiştim çünkü genel olarak el öpmem söylenirdi. Tuhafıma gitse de uyguladım. Zaten birinci derece yakınlarım hariç kimsenin elini öpmeyi planlamıyordum. Çok ilginç geçen bir takı töreni oldu. Sonunda nişan bitmiş ve kendimi gelin odasına atmayı başarmıştım. Bugün ayakta kaldıysam kesinlikle bana bir şey olmazdı. Topuklularla saatlerce halay çekince ayaklarım şişmişti. Elbise şu an fazlasıyla ağır geliyordu ve taşıyamıyordum. Bunlar gecenin son olayı olmadı maalesef misafirler dağıldıktan sonra abim yanıma gelmişti bu arada Feyyaz Bey kapıda göründü sonra abimle bir şey konuştular bir ara Feyyaz Bey’in abimi boğazlayacağını zannettim ama sonrasında bir şey yapmadan gitti.

 

Annem olayı görünce abimi içeri çağırıp “Ne diyormuş?” diye sordu. Valla ağzıyla ne dedi bilmiyorum ama gözleriyle ne dediğini biliyordum. Orasını net görmüştüm. “Gecenin bu saatinde aile yemeğine gidiyorlarmış ve Berfu da gidecekmiş.” Tabi gece gece bir o eksik zaten. Bir taraftan da ailesini merak etmiştim. Ne de olsa yakında benim de ailem olacaklardı. En azından bence öyleydi onlar beni öyle görür müydü emin değilim.

 

“Yok artık bu adam iyice şaşırdı.” Eh orasını ileride fazlasıyla göreceğiz ama bunun sonu pek hayırlı bitmeyecekti. Benim pilim çoktan bitmişti. Bırak yemeği bıraksanız bu koltuğun üzerinde saatlerce sesim bile çıkmadan oturabilirdim hatta uyuyabilirdim. “Bende geçiştirdim saat geç oldu falan Berfu’nun da yorgun olduğunu başka bir gün gidebileceğini söyledim.” Fazlasıyla doğru bir cevap olmuştu ama keşke abim değil de ben verseydim en azından abim daha da kötü gözükmezdi. Ay bir de aklıma bana öyle baktığı geldi sonrasında vazgeçtim şu anda kadar dayanmıştım ama onun üzerine kesin düşer bayılırdım.

 

“İyi yapmışsın hadi hazırlanın çıkalım.” Eve geldiğimizde annem ne takıldıysa topladı ve büyük bir torbanın içine koydu. Bunu yaparken söyleniyordu. “İki gün sonra nişanda takılan altınları da yediniz demesin düğünden sonra yanında götürürsün.” Valla annemi dinleyecek halim kalmamıştı saçımı nasıl bozdum elbiseyi nasıl çıkarttım yüzümü ne ara temizledim emin değildim ayakta kalacak halim kalmamıştı. Kendimi yatağa attığımı bir de kafamı kaldırdığımı hatırlıyorum. Yorgunluktan ölüyordum. Annem bir ara uyku arasında ilaç içirdi ama sonrası yoktu.

 

Nişandan 2 gün sonra sabah erkenden Feyyaz’ın adamları -Feyyaz deme konusunda karar kılmıştım ne de olsa artık nişanlımdı ve bey demek fazla resmi kaçıyordu kendimi eski Türk filmlerinde gibi hissetmeme sebep oluyordu.- aramış babamı ‘aile yemeğine gelecek’ demiş. İşin aslı ‘gelecek’ kısmında gelir ya da gelse olur mu değil kesin gelecek ve siz bir şey diyemezsiniz tarzından söylemişti. Tabi annemin sinirleri gene hoplamıştı babamda biraz sinirlenmişti ama bir şey diyemiyorlardı sorun da orada başlıyordu zaten babam ufaktan pişman olmaya başlamıştı galiba çünkü buradan birisiyle evlenmiş olsaydım kimse babamla bu şekilde konuşamazdı hele ki adamlarına aratmak imkansızdı. İşin aslı şu ki karşılarında buradakilerden daha güçlü bir adam vardı ve nişanda kesinlikle bunu daha iyi anlamışlardı. Saat dokuzda geleceklerini söylemişti yukarı çıkıp hazırlanırken bir şeyi fark etmiştim karşı tarafın giyindiği kıyafetler bizimkilerden çok daha farklıydı ve bugün de öyle olacaktı kesin. En iyi kıyafetimi bulup giyindim ama onların yanlarından geçemeyeceğimi ben de farkındaydım. Yapacak bir şey yoktu bu işin içine girmiştim ya da girmek zorunda kalmıştım ve ayak uydurmayı öğrenecektim.

 

Baran artık çok olmaya başlamıştı. Nişan günü koyduğu daha doğrusu koymaya çalıştığı postayı ben ona yedirmesini iyi biliyordum. Saat dokuzda kapının önündeydim. Arabadan inme tenezzülünde bulunmadım insem kesin yine burun buruna gelecektik ayrıca hiç yüzünü göresim yoktu hiçbirinin sonrasında kapı açıldı Berfu içeri girdi. İlk defa baş başa kalmıştık işin aslı beni hatırlayıp hatırlamadığını bile bilmiyordum ama o gece tamamen sır olarak kalmıştı orası kesindi. Önce üzerinde gözlerim gezindi. Bu kadar güzel bir kıza bu kadar çirkin kıyafetleri nereden bulup giydirmişlerdi acaba? Kim alıyordu bunlardı derken cadı geldi aklıma anca ondan çıkardı bu kadar çirkin şeyler. Arslan’a mesaj attım. İyi bir mağazaya sürmesini istedim, o hallederdi sonrasını.

 

Mağazaya gelene kadar incelesem de bir türlü anlayamamıştım beni tanıyıp tanımadığını sonra eğer tanımış olsaydı büyük ihtimalle teşekkür eder ya da ailesine o geceden bahsetmememi söylerdi diye düşündüm yani hatırlamıyordu. Mantıklıydı o gece pek yüzüme bakmamıştı. Ben de hatırlatmak gibi bir girişimde bulunmayı planlamıyordum. Yanlış anlamasını istemezdim ya da doğru anlamasını mı demeliydim. O geceden sonra peşinde olduğum bir gerçekti ailesine de sırf bu yüzden yaklaşmıştım ama benim kafamda yaptıklarımın bir mantığı vardı dışarıdan birisi duysa bunları çok da mantıklı gelmeyebilirdi. Bu yüzden kendisi hatırlamadığı sürece hatırlatmanın bir mantığı yoktu ne şimdi ne de gelecekte.

 

Mağazaya geldiğimizde içeri girerken niye buraya geldiğimizi anlamamış olacak ki galiba neler oluyor der gibi bakıyordu. “Bu kıyafetlerle benim yanımda gezmene müsaade edemem.”

 

Önce üstüne baktı sonra bir şey diyecek gibi oldu ama sonra vazgeçti. Açık söylemek gerekirse hoşuma gitmişti bu hali. Sorgulanmayı zaten sevmezdim bir de üstüne açıklama yapmak... Tabi bu yazın arabadaki konuşmadan sonra ilk defa konuşmuştuk ve benim cümle pek iç açıcı olmamış da olabilirdi. Peşimden içeri girdi. Arslan gene işini hakkıyla yapmış ve mağazayı kapattırmıştı. Çalışanlar birçok kıyafeti alıp kabine girdiler. Sırayla deniyordu ve hepsi çok iyi olmuştu ama bazıları yaşına göre değildi bazıları ise üzerine tam oturmamıştı. Bir tane borda elbise iyi durmuştu. Tam üzerine oturmuştu kenarında yırtmaç vardı bu soğuk hava için kesinlikle uygun değildi ama çok güzel olmuştu. Üzerinde güzel duran ona yakışan ne varsa almak istemem normal miydi ama emin değildim ama çok da normal bir insan sayılmazdım. Sonrasında birkaç şey daha denedi ama çok hoş değildi. En son bej rengi bir tulum denedi. Hem kışa uygun hem de üzerine güzel durmuştu.

 

Ne zaman kabine girse peşinden girme isteğine karşı koymak zor oluyordu hele ki kabinde ne yaptığını bilmek ayrı bir zordu. En son tulum ile kabine girmişti ve bir an kendime engel olamadım, arkasından girdim. O zamana kadar sabretmiş olmam bile büyük bir çabaydı bence. Sırf bunun için bile bir tebriki hak ediyordum ne de olsa çok sabırlı bir insan sayılmazdım.

 

İçeri girdiğimde bir an beni görünce gözleri açıldı sonra tulumun ön tarafında açtığı iki düğmeye gitti eli. Şu anda sırtı kabinin aynasına dayanmıştı ve bana bakıyordu. Bir an eğilip öpmek istedim ama bunun sadece işleri kötüye götüreceğini biliyordum. Bunu farklı bir yerde yetişmiş bir kıza yapsan en fazla bir tokat atardı ama onun gibi dışarı çıkarken bile kontrollü çıkan hayatında hiçbir erkekle görüşmemiş hatta aynı odada bile durduğu süre bile sayılı ise işler ters ilerlerdi. Sadece gözünü korkutacak belki de hemen eve dönmek isteyecekti. Öpme kısmı bir süre bekleyebilirdi ama biraz vakit geçirmek kesinlikle bekleyemezdi. Kendime engel olmaya çalışarak

 

“Bunu alacağız çıkartma.” dedim. Şaşkın bir o kadar da korkmuş bir ses tonuyla “Tamam” dedi. Dışarı çıkmak istemiyordum aksine gözüm eliyle kapattığı yakaya kayıyordu. Benim çıkmadığımı fark etmiş olacak ki “Çıkar mısınız, geliyorum” dedi.

 

Resmi konuşması hoşuma gitmemişti “Çıkar mısın?” bir an ne dediğimi anlamadı. “Efendim.” Gözlerini iyice açmış ve kaşlarını havaya kaldırmış ne dediğimi algılayamaya çalışıyordu. Yüzünde saf bir ifade oluşmuştu ve gözleri daha dikkat çekiyordu. Tam gözüme bakıyordu bu sefer kaçırmamıştı gözlerini.

 

“Çıkar mısınız değil çıkar mısın?” Başta yüzüme boş boş bir baktı sonra buna mı takıldın der gibi “Çıkar mısın, yanlış anlayacaklar.” dedi. Kim neyi anlayacaktı ki? Hem nişanlı değil miydik yanlış anlasalar ne olacaktı ki?

 

“Ne anlayacaklar ki?” Yüzündeki ifade gerçekten görülmeye değerdi. Gözleri kocaman açıldı ağzı ‘o’ şeklini aldı. “Ne mi anlayacaklar?” Yani ne anlayabilirlerdi ki? Kabinde ne yapıyor olabilirdik hem de bu kadar kısa bir sürede? En fazla ne yapabilirdik ki? Aklıma gelenler hiç hoş şeyler değildi şu an için.

 

“Yani kabinde ne yapabiliriz ki?” Bunu derken öne doğru kısa bir adım attım, iyice arka tarafa yaslandı. Aradaki boy farkı fazlasıyla dikkat çekiyordu şu anda. Öne doğru eğildiğimde ne yapacağımı anlamış gibi kafasını iyice geriye attı. Kafası arkadaki aynaya çarptı. “Hiç, hiç-bir-şey.” Konuştuğunda gözlerim dudaklarına kaydı. Yutkunma hissine karşı koymaya çalışıyordum. Gözlerine bakmaya geri döndüm. Dünyada gördüğüm en güzel gözler olabilirdi. Bahar çiçeklerini andıran kokusu burnuma doluyordu ve fazlasıyla cezbediciydi.

 

“Niye, az önce yanlış anlarlar diyordun?” Önce dudaklarını ısırdı ne cevap vereceğini düşündü sonra da yutkunarak devam etti. Isırmasa iyiydi yine de dudaklarına bakmamak için zor duruyordum ısırarak dikkatimi oraya çekiyordu. “Evli değiliz ya ondan dedim.” dese de fazlasıyla gergindi. Tek mesele nikahsa onu çözmek kolaydı. Resmi nikah işi belki hemen hallolmazdı en azından bugün ama dini nikah yarım saatlik meseleydi.

 

“Tek sorun oysa yarım saate dini nikah işini halledebilirim” deyince ağzından küçük bir hıçkırık kaçtı. Biraz fazla üstüne gitmiştim galiba çünkü kıpkırmızı oldu. Gerek yok der gibi kafasını iki yana salladı. Daha fazla sıkıştırmamak ve kendime artık hakim olmakta zorlandığım için geri çekildim.

 

Dışarı çıktığımda belki de hayatımda ilk defa bu kadar kontrollü davrandığımın farkındaydım. Ama şu an onu korkutmak istemiyorum eminim ki evdekiler beni kötüleyerek onu dolduruyorlardı fazlasına gerek yoktu. Ayrıca bugün gerginlik istemiyordum. Çalışanlardan bir tanesi yanıma geldiğinde

 

“Bir şey mi istemiştiniz?” şu an istediğimi sen veremezsin ayrıca ne yapıyoruz acaba burada halay mı çekiyoruz? Nişan psikolojimi bozdu galiba aklıma ilk halay geliyor. “Üzerindeki ve denediği bordo bir elbise vardı o olacak. Ayrıca ayakkabı ve kaban da ayarlayın.” Kadın dediğimi can kulağı ile dinliyordu. İçinden fazlasıyla mutlu olduğu kesindi büyük ihtimalle en pahalı parçalarını satıyordu.

 

“Tabi efendim. Üzerinde mi kalacak tulum?” yani bana kalsa çıkartabilirdik ama ona göre kalacaktı anlaşılan. “Evet.” Hiç içimden gelmediği sesime de yansımıştı şu an istediğim şey bizimkilerle yemek yemek değildi ama baş başa da bir şey yapamayacağımızdan da emindim. Çünkü ben daha yanında iki kelimeyi bir araya zor getiriyordum yanlış bir şey ağzımdan kaçma ihtimali çok yüksekti. En azından onların yanında daha rahat hareket edebilirdim batırmaya kalkarsam toparlama imkanları da vardı.

 

“Peki.” Kadın yanımdan ayrılırken kendime koltuğa attım. Kabinden bir an önce çıksa iyi olacaktı yoksa ben içimdeki şeytanı ne kadar daha tutabilirdim emin değildim. O da utandığı için çıkmak istemiyordu ben de geri girmek istiyordum bakalım kim kazanacaktı? Kabinden çıktığında -o kazanmıştı birkaç saniye daha içeride kalsa öyle olmayacaktı ama- çalışanlar birkaç bot getirmişlerdi. Onları denerken bana bakmıyordu. Fazlasıyla utandığı belliydi ama o kadarla kalarak asıl benim tebrik edilmem lazımdı. Denediklerinden bir tanesini aldı. En azından biraz topukluydu da aramızdaki boy farkı azalmıştı. Kaban da hallolduğunda sonunda mağazadan çıkabilecektik. Kasaya geldiğimizde “Bunlarda gelirken giydikleri.” diyerek elindeki paketi tezgâhın üzerine bıraktı. O iğrenç şeyleri tekrar giymesini istemiyordum.

 

“Atabilirsiniz.” yine bir şey diyecek gibi oldu bu seferde kendini tuttu ama bu sefer dişini sıkıyordu. Şu an eğer tam bir nişanlılık dönemi yaşıyor olsaydık ve ortam daha samimi olsaydı kesinlikle kahkaha atıp dalga geçebilirdim ama şu an öyle bir ortamda değildik maalesef ama bu ileride dalga geçemeyeceğim anlamına gelmiyordu. Aynı zamanda onunda kızacağı anlamına geliyordu ama neyse. Çalışanlar kapıya kadar eşlik etmişti Arslan kapıyı açtı önce bizim çıkmamızı bekledi sonra çalışanın elindeki çantayı aldı. Ben açık kapıdan girerken o da arkamdan geldi. Arslan elindeki çantayı koltuğa bırakarak kapıyı kapattı.

 

Konuşma işini sürdürmeliydim ama nasıl? Sonra aklıma cevabını bildiğim bir soru geldi. “Pasaportun var mı?” Evet aklıma geleni uygulamada üstüme yok yani. Adam akıllı ilk defa konuşuyorduk ama soruya bak. Bir sonrakine çalışarak gelmeliydim bence yoksa olmayacaktı bu iş. Bir sonraki olursa tabi. “Hayır.” Konuyu hemen değiştirmek yerine bu konu üzerinden yürütmeyi deneyebilirdim en azından.

 

“Halledelim bir ara.” Hadi bir soru sor lütfen hadi. İlk defa biriyle konuşmaya çalışıyorum ama o benimle konuşmaya pek istekli değil. Hoş çok da şaşılacak bir şey değildi. “Neden?” Hadi bakalım en azından konuşma ilerliyordu.

 

“Genel olarak kışları İtalya’ya giderim. Sen burada kalmayı mı planlıyorsun?” Buna cevap vermedi aferin bana konuşmayı sikip attım yani sonra başka konu da bulamadım geri konuşacak restorana gelene kadar ikimizden de ses çıkmadı. Restorana girerken kendime sövmeye devam ediyordum. Niye tersler gibi konuşuyorsun ki değil mi? Adam akıllı sen de benimle gelirsin falan desene yok illa birilerini terslemem lazım illaki. İçeri girdiğimizde en azından gergin ortam dağıldı.

...

 

Arabadan indiğimize bu kadar sevineceğim hiç aklıma gelmezdi. Yalnız kalmak bile ürkütüyordu bir de ben bu adamla evleniyordum. İçeri girdiğimizde kalabalık sayılacak bir grup vardı. Nişanda gördüğüm insanlardı hepsi. Tek tek hepsiyle tanıştım. İlk önce herkes kendi eşinin yanına oturdu. Masanın başında sandalye yoktu bu yüzden hemen ilk sağdaki ve yanındaki sandalye bize ayrılmıştı. Biz gelince herkes ayağa kalkmıştı. Sebebini anlamamıştım bizi karşılamak için mi yoksa saygıdan mı? Belki de ikisiydi şu an onu düşünemiyorum.

 

Önce büyük kuzeni Fatih sonra onun eşi -nişanda beni uyaran kadındı- Seda sonra küçük kuzeni Burak -Fatih’in küçük kardeşiydi- ve onun nişanlısı Zerda birebir tüm aile yakınları bunlardı. Sonra İtalyan arkadaşı Ramiro vardı ve onun sevgilisi olduğunu düşündüğüm kadın sonra genel sekreter olarak yanlarında çalışan Yasemin -genel sekreterin neden burada olduğunu başta anlayamadım desem yalan olur- ve çocuklar. Bir tanesi Fatih ve Seda’nın kızıydı. Diğer iki çocuk ise İtalyan arkadaşa aitti. En azından ben öyle zannediyorum tam tersi de olabilirdi çocuklar kadının da olabilirdi, hoş bunun için genç duruyordu. Masaya oturduğumuzda konuşmaya başladılar. Az önce arabada her an beni boğabileceğini düşündüğüm adam bülbül gibi şakıyordu şu an ve ben şaşkınlıktan ölecektim.

 

Sohbet giderek koyulaşıyordu erkekler kendi arasında konuşmaya başlayınca kadınlar olarak masanın diğer tarafına geçtik. Onlar konuşuyordu ama benim aklımda çok daha farklı şeyler vardı. Mesela Zerda o eteğin içinde üşümüyor muydu? Bu en basitiydi sorularımın. Zaman ilerliyordu ve saatlerdir buradaydık masanın tüm neşesi de yerindeydi. Herkes çok güler yüzlüydü beni de konuşmaya kattıkları için dışlanmış hissetmiyordum. Gene de masadaki herkes yıllardır tanışıyordu ve konuştuğu konulara çok uzak kalıyordum. İşin aslı ben bu masaya bayağı bir uzaktım. Herkes o kadar farklıydı ki benden, kendimi fazlasıyla yetersiz hissediyordum.

 

Feyyaz uluslararası ilişkiler bitirmişti ve 5 dil konuşabiliyordu İngilizce, İtalyanca, Rusça, İspanyolca diğerini öğrenememiştim, ailenin lideri ve tüm işlerin başındaydı. Fatih işletme okumuştu ve 4 dil biliyordu İngilizce, İtalyanca, Rusça ve Japonca, gayrimenkulleri ve sahip oldukları tüm işletmeleri kayıt altında tutuyordu nerede ne var kime kiralanmış ne kadar gelir sağlıyor falan anladığım kadarıyla. Burak muhasebe bitirmiş ve tüm maddi giriş ve çıkışların kaydını tutuyordu ayrıca 4 dil biliyordu İngilizce, İtalyanca, Rusça ve Azerbaycan Türkçesi -öğrenmek için ilginç bir dildi ama neyse-. Seda işletme bitirmişti ve çalışmıyordu ama 4 dil biliyordu İngilizce, İtalyanca, Korece ve Çince. Karı koca uzak doğu dillerine ilgileri vardı galiba. Zerda mütercim tercümanlık bitirmişti ve 5 dil biliyordu İngilizce, İtalyanca, Fransızca, Rusça ve Portekizce. İtalyanca, İngilizce ve Rusça herkes için ortaktı çünkü en çok iş yaptıkları yıl içinde sürekli gidip geldikleri yerlerdi.

 

Masanın en küçükleri olan çocuklar bile benden daha iyi durumdaydılar Fatih abi ve Seda ablanın çocukları Esra bile 4 yaşında olmasına rağmen akıcı İngilizce konuşabiliyordu. Ayrıca İtalyan arkadaşın çocukları da İngilizce bildikleri için İngilizce anlaşıyorlardı aralarında. Masanın en vasıfsızı ise bendim. Yetişkinler içinde masanın en küçüğü ve en cahili diyebiliriz. Bildiğim tek dil Arapçaydı o da mecburi öğreniyorduk çünkü buralardaki herkes çift dilli büyürdü ya Kürtçe ya da Arapça konuşurlardı. Bizim aile sınıra yakın olduğu için Araplarla yakın ilişkiler kurulmuş ve Arapça öğrenmek mecburi hale gelmişti. Türkçeyi biraz daha büyüyünce öğrenmiştim ben okula yakın zamanda abim öğretmiştim uzun yıllar Arapçayı ana dilim benimsemiştim. Bunun haricinde liseden mezun olunca okumamıştım. Herhangi bir enstrüman çalamıyordum ve kesinlikle içinde bulundukları koşullar bana çok uzaktı. Tabi oturup bunları tek tek saymamışlardı anlattıkları şeylerden çıkartmıştım. Bildiğimiz beynimin içine not alıyordum. Anlattıkları şeylerden yaptığım çıkarımlardı yanlışlar olabilirdi, dikkat etmeye çalışsam da her şeyi aynı anda beynime kaydetmek çok da kolay olmamıştı.

 

Seda ve Zerda Paris moda haftasına gitmekten bahsediyordu geçen seneyi beğenmediklerini söylüyorlardı her sene özel davetiye alıyorlardı ben ise Paris moda haftasının sadece adını duymuştum. Oysa onlar buna tatil bile demiyordu sanki zorunlu bir görev gibi gidiyorlardı. Üstlerindeki kıyafetler gündelik olsalar bile bir servet değerindeydiler. Adını saydıkları markaların adını bile bilmiyordum Feyyaz kıyafetlerimi değiştirme nedeni belliydi. Şu an sadece burada oturmaya gelmişlerdi ama kıyafetleri, makyajları, takıları bile özenle seçilmişti. Nasıl uyum sağlayacaktım bilmiyorum?

 

En küçükleri olduğum için herkes beni bir bebekmişim gibi değerlendiriyordu büyük ihtimalle ya da Feyyaz’ın korkusuna bana karşı çıkamıyorlardı aile ilişkileri çok iyi olsa bile masadaki herkes Feyyaz’dan korkuyordu buna bende dahildim -en çok ben olabilirim-. Bunu nasıl anladın derseniz de akşama doğru masaya içki de dahil olmuştu ben ve çocuklar hariç herkes içiyordu. Bir de Seda abla içmiyordu o da çocuktan dolayı -sadece tek bir kadeh içmişti- içmedi sayabilirdik herhalde diğerleriyle kıyaslayacak olursak. Bir ara Burak, Feyyaz’ın eski sevgilisinden bahsedecek gibi oldu aslında sadece eski sevgilisi demişti ama Feyyaz çok kısa -belki bir saniye falan sürmüştü- bakış attı ve Burak cümleyi tamamlayamamış aksine hemen konuyu değiştirmişti. Bu kadar etkili oluşu beni şaşırtıyor diyemiyordum. Kimse onunla zıtlaşmak istemiyordu bu da yengemi haklı çıkartıyordu uslu ve sakin davran.

 

Saatlerdir oturuyorduk hava çoktan kararmıştı kim canı ne isterse birini çağırıyor ve istiyordu. Nasıl bu kadar uzun oturabildiklerini anlamadım. Ben oturmaktan yorulmuştum. Gelen tüm esnemeleri geri gönderiyordum. Saat 6’dan beri yengem ve annem arıyordu ama açamıyordum da ki şu anda kimse telefonla ilgilenmiyordu işin açığı alacağım tepkiden korkuyordum ama hepsini sırayla yaşamak mantıklıydı. Önce burayı halledeyim eve varınca da evde korkardım. Saat dokuz olduğunda Fatih abi ve ailesi kalktı. Onlarla birlikte İtalyan arkadaşın sevgilisi de çocukları aldı ve gitti. Masada İtalyan arkadaş -adını hatırlamıyorum-, Burak, Zerda, Yasemin, Feyyaz ve ben kalmış olduk. Saat onu geçerken Burak abi sızma noktasına gelmişti saatlerdir içiyorlardı ve daha yeni sarhoş olmuş olması tuhaftı. Yani ne kadar içtiğini bırak beni masaya içkileri getiren garson bile bilmiyordu hatta kendi bile bilmiyordu eminim ki.

 

Ortamdaki alkol ve sigara kokusu midemi bulandırıyordu Allah’tan sigara dumanı üstüme falan gelmiyordu o zaman kesin kusar ve rezillik çıkarırdım. Burak abi sızmadan götürmek istediklerinde hepimiz kalktık. Oturmaktan ayaklarım uyuşmuştu. Burak ve Zerda farklı, İtalyan arkadaş farklı arabalara binmişlerdi hepsinin şoförü vardı. Her zamanki gibi önden o bindi sonra da ben bindim. Bir ara eline telefonu aldı sonra bıraktı kafasını arkaya yasladı. Sarhoş olmanın yan etkisi olmalıydı ama en azından kendini kaybetmemişti. Sonra araba bir yerde durdu ön taraftan yol kapalı birazdan açarlar diye bir ses geldi. Şimdi kafayı yiyebilirdim işte annem, annem olmasa abim kesinlikle beni öldüreceklerdi. Feyyaz durumu hiç takmamış ve kafasını geriye atıp gözlerini kapattı. Bense içimi kemiren kurtla baş başa kaldım. Başımda da deli gibi bir ağrı vardı galiba yarına yataktan kalkamayacaktım. Evdekiler öldürmese bile ben kendiliğimden gidebilirdim.

...

 

Yemek boyunca bir gözüm üstünde olmuştu ortama uyum sağlamaya çalışması bile çekici geliyordu. Etrafındakilere dikkat etmeye çalıştığı kesindi. Ayrıca çok da konuşkan birisi değildi ya da yabancı olduğu için konuşmamıştı ondan emin değilim. Saat onu geçiyordu masadan kalktığımızda yaklaşık 10 saattir oturuyorduk. Eğlenceli bir gün olmuştu aylardır onları doğru düzgün göremediğim için tüm aile iyi vakit geçirmiştik. Herkes gitmeye niyetlendiğinde artık onu da masada tutacak bir mazeretim kalmamıştı. Arabaya bindiğimizde içimdeki şeytanı susturmaya çalışıyordum. Baran’a bir ders vermek adına girdiğim zorluğa bak. Arslan ne yapması gerektiğini iyi biliyordu arabayı durdurup saatin on iki olmasını beklemek kalmıştı geriye.

 

O Baran Efendi bana posta koymayı ve ‘benim olanı’ bana vermemenin ne demek olduğunu öğrenecekti. Şu an aklımdan geçenleri uygulamamak için kendimi zor tutuyordum zaten. Konağa değil de benim eve gitmek ise şu an basitlerindendi. Gözlerimi kapatıp uyumaya çalıştım. Ne kadar gözlerim kapalı bilmiyorum ama gözlerimi açtığımda oturmak sıkılmış bir kız görmeyi beklerken yerine kafasını cama yaslanmış uyuyan bir kız vardı. Araba çalışmamasından kaynaklı içerisi biraz soğumuştu. Telefonu alıp Arslan’a ısıtıcıyı yükseltmesini istedim. Bu arada birkaç kez arayan Baran’ı gördüm. Deliriyor olmalıydı aklında bin bir türlü kötü şey vardı. O aklına gelenlerin hepsini yapıp onu yıkmayı çok istesem de sadece o zarar görmezdi maalesef. O kardeşine dua etsin eğer o olmasa çoktan can vermişti.

 

Yerimde kaydım tam yüzünü görebilecek şekilde oturdum. Kafası öne düşmüştü saçları yüzünün bir kısmını kapatıyordu. Yüzünü açmak istesem de uyandırmak istememiştim. Ne kadar arada kalmasın istesem de bir şekilde kalmıştı ama. Saat on ikiye geliyordu ve daha eve gidememişti. Saat dokuzda evden çıkmıştı kim bilir kaçta uyanmıştı. Baran Efendi eğer nişan günü canımı sıkmamış olsaydı bunlar yaşanmayacaktı büyük ihtimalle en geç sekizde evde olurdu bugün ama sadece kendini akıllı zanneden birisi olarak kız kardeşinin hayatını da mahvediyordu. Hiç stratejik bir insan değildi ilerisini çoktan görüyordum bile. Kesin bir yerde kendini öldürtür ve yerine kardeşi geçerdi.

 

Derin bir iç çekerek tekrar yüzüne baktığımda huzursuz gözüküyordu. Alışık olmadığı için zorlanıyordu büyük ihtimalle ama çok değil biraz daha sabrederse evde olacaktı. Saat on ikiye on kala Arslan arabayı çalıştırdı bende biraz geriye kayarak kafamı geriye attım. Uyurken izleyerek yakalanırsam büyük ihtimalle tuhaf bir durum olurdu. Araba hareket edince o da uyandı toparlanırken gözümü açtım. Elindeki telefona endişe içinde baktığına göre onu da aramışlardı. Araba kapının önünde durduğunda hızla indi hiçbir şey dememişti büyük ihtimalle şu anda evdekilere nasıl açıklama yapacağını düşünüyordu. Kenarda duran çantayı unutunca Arslan’a işaret ettim. Elindeki çantayı alıp hemen içeri girdi. Arslan da arabayı çalıştırıp eve sürdü. Bir süre daha tek gitmeye sabredebilirdim.

...

 

Allah’ım eve girerken içimden dualar ediyordum ne olur çok kızmasınlar diye boşuna bir dua olduğu kesindi ama neyse. Benim içeri girdiğimi gören abim hızla yanıma gelmeye başladı. Bu saate kadar balkonda mı beklemişti? Merdivenlerin ortasında karşılaştığımızda “Nerede kaldın saatten haberin var mı senin?” Var var da arabayı ben mi kullanıyorum Allah aşkına.

 

“Biliyorum ama yol kapalıydı açılmasını bekledik.” Yani o saatte açık olması saçma olurdu tüm gün kar yağmıştı. “Neredeydiniz bu saatte kadar?” Evinde deyip abimi olduğu yere kalp krizi geçirtmek vardı ama yapmadım. Bir de onunla uğraşamazdım.

 

“Büyük çarşıda restoranları varmış oradaydık.” O tarafa daha önce neredeyse hiç geçmemiştim sebebini de bugün anlamış oldum. Daha öncesinde birbirlerine bulaşmamak adına herkes kendi bölgesinde takılıyordu ama anlaşılan daha iç kısımlara doğru bir yayılım gösteriyorlardı. “Tüm gün mü?” Yani tüm öğleden sonra diyebiliriz. Hoş saat 12’yi geçiyordu. Tüm gün de diyebiliriz.

 

“Evet.” Öncesinde bir yere uğradık kıyafetlerimi değiştirdik sonra öncekiler çöpe giderken ben de bunlarla kaldım bir de ben kabindeyken içeri girdi dersem olduğu yere düşer ölürdü tek de gitmezdi annemi de yanında götürür gibi geliyordu. “Bu saate kadar ne halt yediniz evden dokuzda çıkmıştın?” Ne yememi isterdi bilmiyorum ama fazla sinirli olduğu için üstüne gitmemek en mantıklısıydı. Sonra bir de üstüne Feyyaz’la bunun için takışmazdı. Düşün düşün alışveriş yaptık dersem kızacaktır ama kıyafetleri birazdan fark ettiğinde de soracaktır.

 

“Önce yengeleriyle alışverişe gittik onlarda işleri varmış öğleden sonra restorana geçtik.” Yengeler mantıklıydı hem tasdik edemezlerdi çünkü daha tanışmamışlardı. Nişanda görmüştü ama hangisi kim bilmiyordu büyük ihtimalle. “Ne alışverişiymiş bu bugün?” Yani alışveriş için özel gün mü gerekiyor abiciğim diyeceğim olmayacak.

 

“Yanlarında kıyafet getirmemişlermiş o yüzden.” Onların kıyafetsiz bir yere gidip gelme olasılıkları düşüktü ya da değildi nasıl olsa zenginlerdi istedikleri her şeyi alırlardı. Bir de üstüne eşya mı taşıyacaklardı? “Sana ne onların alışverişinden.” değil mi sen de haklısın tabi ki. Bana ne ki? Onlardan bir tanesi ile evlenen de sensin, sen gideceksin ben mi gideceğim?

 

“Yakında beraber yaşayacağız biraz kaynaşalım diye.” yani yalan değildi. Büyük ihtimalle aynı evde yaşamıyor olsalar bile yakın oldukları kesindi aralarındaki iletişime bakacak olursak. “Allah’ım sen sabır ver. Ee sen niye üstünü değiştirdin? Senin de yeterli kıyafetin mi yoktu?” Feyyaz’a göre yokmuş anlaşılan. Yeterli değil de uygun desek daha mantıklı olurdu ama neyse.

 

“Üzerime kahve döküldü.” Yalan söylemekten mi yoksa soğuktan mı kızarıyordum şu anda? Ateşim de yükseliyor olabilir ondan pek emin değilim bir içeri girmeyi başarsaydım olacaktım ama. “Geç içeri daha kapanmadı bu mevzu. Üstünü değiştir leş gibi içki kokuyorsun. Ayrıca telefonlara neden bakmadığını konuşmadık ona da gelecek sıra.” Farkındayım bu soğukta kapının önünde beni mahsur tutmasan çoktan dediğini yapacaktım ama. Telefon mevzusunu bir süre bekletebilirdik bence de.

 

“Onlar içtiler.” Abim beni çok takmadı. Odama geçerken birinci raundu atlattığım için rahatlamıştım. Sonra içeri yengem girdi. Kapıyı kapatıp yanıma geldi. İkinci raund başlamıştı. Hayırlısıyla bunu da bitirip bir sonrakine geçseydim.

 

“Kızım mesaj falan yazsaydın da ben de bir şeyler söyleseydim bu kadar sinirlenmezlerdi.” Yani alemin tek akıllısı yengem galiba. Sanki benim aklıma gelmedi bu. Mesaj atsam onlar tekrar yazacaktı sonra bir mesaj trafiği yaşanacaktı. Kimse telefona bakmazken benim elimde telefonla uğraşıyor oluşum çok da mantıklı değildi. “Fark etmezdi ki her türlü sinirleneceklerdi.” Abim hali hazırda sinirlenmek için yer arıyordu. Annemi ona keza zaten. Daha annemle de bir tur geçecektik.

 

“Neyse. Niye bu kadar geç kaldınız ve telefonuna neden bakmadın?” Vallahi yengecim ne sen sor ne de ben anlatayım. Anlatsam sen gitsen anneme ya da abime anlatsan olay çıkar o yüzden boş ver. “Saat onda çıktık ama yol kapalıydı onun açılmasını bekledik.” 2 saatte de yolları nasıl açamamışlardı acaba? Hasta olsa ölürdü o kadar vakitte.

 

“Ciddi yani yalan değil.” Niye yalan olsun ki? Bana söylenen buydu. O da şüpheli bir harekette bulunmamıştı ya da bulunmuştu ama ben tanımadığım için anlamamıştım emin değilim. “Değil yenge vallahi.” Bir de yemin töreni evet. Bir de yarın annemle abime yemin töreni daha geçip bitirebilirdim. Vallahi, billahi, tillahi daha varsa onlarda olurdu.

 

“O kadar vakit arabada ne yaptınız?” Neler yapmadık ki diyerek yengemi bir korkutmak geldi aklıma ama şimdi onu kızdırırsam yarın annem ve abim konusunda bana yardım etmezdi. Bir de gerçek olmadığına inandırmam lazımdı.

 

“İçmişti o sızdı bende oturdum.” yalan değildi. Bir ara uyuyakalmışım ama olurdu o kadarda. Çok yorgundum zaten. “İçmiş miydi?” Evet sanki uzaya füze attı dedim niye bu kadar şaşırdı ki? Oradan bakınca abdestli namazlı bir adama mı benziyordu da buna bu kadar takıldın acaba?

 

“Evet. Hepsi içiyorlar kadınlı erkekli.” İçmeseler şaşardım zaten. Bir de içki problemimiz çıkmıştı evde de sürekli içmezdi inşallah. “Belli zaten hallerinden nişanda giydiklerini görmedin mi? Büyük ihtimalle nişandan sonra da içmeye gidiyorlardı.” Evet az daha o zaman da onlara katılıyordum. Herhalde sabah ezanıyla birlikte eve dönerdim. Onlar için hiç problem değildi o saate yatmak ama ben sabah ezanında kalkıyordum.

 

“Orasını bilmiyorum o gün ne yaptınız demedim onlarda anlatmadı.” Yani sorsam gelmeme nedenimi soracaklardı ben de yorgundum falan diyecektim ama Feyyaz olayın bana inmediğini biliyordu doğrudan abim reddetmişti. “Kimler vardı?” Oo bu konuşma uzar da uzar. Şu an benim bu konuşmayı sürdürecek enerjim yoktu. Bayılmama birkaç dakika kalmıştı? Pilim bitmiş kırmızı ışık yanıp sönüyordu bildiğimiz.

 

“Yarın konuşsak yenge çok yoruldum valla ölüyorum. Söz yarın hepsini en ince ayrıntısına kadar anlatacağım.” Önce mırın kırın edecek gibi oldu ama vazgeçti.

 

“Tamam öyle olsun.” Yengem odadan çıkınca hemen pijamalarımı çıkartıp giyindim. Kafamı yastığa koymamla uyumam bir olmuştu. Gözümü açtığımda güneş doğuyordu. Yengem kapıyı çalıyordu. Geliyorum derken hiç yataktan çıkasım yoktu. Kendimi bildiğimiz yataktan kazıyarak çıkarttım. Kahvaltı çoktan hazırdı ama babam inmemişti. Annem sinirli sinirli bana bakıyordu. Ne yediğimi ne de içtiğimi anladım. Kahvaltı toplanırken annem beni odaya çekmişti. Dün abime attığım yalanların hepsini ona da anlattım. Nasıl olsa doğrusunu anlatacak kimse yoktu. Annemden kurtulunca odama geçtim yengem elinde kahveyle odaya girdi.

 

“Kahve?” En azından biraz daha kendime gelebilirdim. “Çok iyi olur bir tanesin valla.” En azından yengem beni düşünüyordu. “Tabi benden başka yengen mi var?” Yok valla bir süre daha da olmayacaktı. “Senin de başka görümcen yok zaten.” Eh evin tek kızı olmanın getirisi diyelim.

 

“Biricik görümceme kahve yaptım. Dün neler oldu bir de doğrularını dinleyelim.” Yatağın üzerine oturdu bende toparlandım. Kahveden bir yudum aldığımda daha iyi hissediyordum. “Anlat bakalım işin doğrusunu.” Aslında çok fazla yalan söylememiştim bir çoğu doğruydu ama neyse.

 

“Bir şey olmadı işte dediğim gibi oturduk geldik.” Kabin vakası hariç. “Bu kıyafetler yengelerin marifeti değil, değil mi?” Nasıl anlamıştı acaba? Kadın ayaklı radar mübarek. Başımı sallarken yengem bana onaylamaz bir bakış attı.

 

“Nasıl aldınız demeye korkuyorum?” Sorma vallahi yalan söylemekten öldüm. Gerçekleri anlatırsam da gerçekten ölürüm o yüzden devam etmeyelim. “Bir şey olmadı ya bir mağazaya girdik oradan aldık çıktık.” Kısaca bu şekilde yani. Tabi az daha erken evleniyordum onu saymazsak.

 

“Niye?” Niye mi? Soruya bak yenge ya sence niye? “Beğenmemiş büyük ihtimalle.” Büyük ihtimallenin bir tık üstü ama neyse.

 

“Eh orası da doğru onların giyim tarzı bizimkinden çok farklı.” Herhalde bunu bu evde tek sen anlarsın yenge. “Öyle giydiklerini görsen size kış gelmedi mi diye sorardın.” Acaba evlenince bende mi öyle giyineceğim diye düşünmeden duramadım.

 

“Belli nişanda giydiklerine baksana hele birininki ortalığı yakıyordu.” Zerda. Mini ve sırt dekolteli elbisesiyle ortamın içinden geçmişti. “O küçük olan.” Hoş büyük olan onu bırakmıyordu ama olsun.

 

“Anlat bakalım kimler vardı?” Eh onları doğruca anlatabilirdim. “İki kuzeni vardı zaten tek akrabaları onlarmış anladığım kadarıyla. Babası 10 yıl önce ölmüş amcası da geçen yıl ölmüş. Amcası buradaki işleri yönetiyormuş onun işlerini toplamak için gelmiş geçen sene. Anneler de öleli çok oluyormuş iki tarafında hem kendi annesi hem de amcasının eşi. Sonra büyük olan evli Fatih. Eşi Seda mavi elbiseli olan vardı ya o. Bir kızları var Esra 4 yaşında. Nişana gelmemiş evde bakıcısıyla kalmış rahatsızmış galiba.”

 

“Ee?” Beklesen gelecek devamı ama... “Küçük kuzeni Burak o da geçen yıl nişanlanmış, nişanlısı Zerda da yeşil elbiseli olandı.” Senin ortalığı yakan. “O pek fenaya benziyor.” Hepsi öyle de neyse. “Yani ikisi de çok farklı karakterler ama bir şekilde anlamayı başarmışlar. Yılladır birbirlerini tanıyorlar.” Bir ben yeni aralarında.

 

“Ee başka?” Başka? Ne kalmıştı geriye? “Bir İtalyan arkadaş vardı adını hatırlamıyorum onun sevgilisi ve iki kızı.”

 

“Çocuklar sevgiliden deme?” Omuz silktim. Neden demeyim ki ayrıca benim mi çocuklar? Kimden yapmışsa yapmıştır herhalde. “Emin değilim hiç anlamadım kadın çat pat Türkçe konuşabiliyordu. Adam iyi konuşuyordu ama çocuklar kimin diye soramadım ama kadına benzemiyorlardı adamın parmağında da yüzük yoktu.” Olsa ilginç olurdu ya da rezaletti mi? Hem evli hem sevgilisi var hem de çocuklarını sevgilisi ile Şırnak’a nişana getirmişti, işte bu o masa için bile ilginç olabilirdi.

 

“Hımm ilginç başka?” Tek ilginç olay bu muydu sence yenge nişanı görmedin mi? Ayrıca daha olayın başındaydık ileride neler çıkacaktı kim bilir? “Bir de hem sekreterleri hem de yıllardır arkadaşları olan Yasemin vardı.” Ateş kırmızısı rujuyla ortamı aydınlatıyordu bildiğimiz. Kesinlikle göze hitap eden bir kadındı.

 

“Onun ne işi varmış?” Ah bir bilsem. “Nişanda da vardı hani lila gibi bir elbise giymişti.” Baş köşede oturmuş ve gördüğüm kadarıyla da hiç yerinden ayrılmamıştı. Buraya ait olmadığı en fazla olan tiplerdendi. “Ay o da çok beterdi biraz eğilse her şey meydandaydı. Bu kadar mı?” Yengem de kıyafet tasvirleriyle ortamı neşelendirdi. “Evet.” Unuttuğum başka bir şey var mı diye düşündüm ama yoktu.

 

“Nasıl insanlar demeye korkuyorum ama?” Vallahi yenge bende tam algılayamadım onu. “Yenge hayatımda kendimi hiç bu kadar cahil hissetmemiştim desem anlaşılır galiba.” Eh ortamı anlatan en iyi cümle buydu ya da benim ortamdaki durumumu anlatan daha doğrusu.

 

“Yapma o kadar mı kötü?” Kötü mü? Berbat bir histi kesinlikle. Karşımda Latince konuşsalar daha anlaşılır gelirdi büyük ihtimalle. “Evet hepsi üniversite mezunu hepsi de İtalyanca, İngilizce ve Rusça konuşabiliyor yani bunlar ortak olanlar bazıları üstüne bir iki dil daha biliyorlardı. Ya 4 yaşındaki çocuk İngilizce konuşarak anlaştı İtalyan arkadaşın çocuklarıyla.” Yengem kocaman olmuş gözleriyle “Oo.” Dedi.

 

“Sorma. Fatih abi 32 yaşında ve mekanların işletiminden sorumluymuş. Eşi Seda 30 yaşında, Seda’nın babası iş adamıymış ama çalışmıyor genel olarak sadece eğer tercümanlık falan gerekirse o zamanlarda yardım ediyormuş. Küçük kuzen Burak abi 24 yaşında muhasebeden sorumluymuş. Nişanlısı Zerda’nın babası iş adamıymış ve o da çalışmıyor çalışmak gibi bir de düşüncesi yokmuş. Feyyaz’ın da yaşını öğrenmiş oldum bu arada.” Aile üst mertebeydi bildiğimiz aristokrat kesimdendi hepsi, galiba nişanda ilk defa halk arasına karışmışlardı bir de.

 

“Kaç yaşındaymış?” Beklediğimden çok da büyük değildi aslında ben otuzlarını geçtiğini düşünmüştüm ya da sürekli donuk durduğu için öyle gözüküyordu. “28.”

 

“8 yaş var yani neyse daha çok da olabilirdi.” Teselliye bak ya. Sanki çocuk avutuyor yengem de. “Ben de aynı şekilde teselli ettim kendimi. Masanın en küçüğü de benim zaten.” Oldukça tuhaf bir durumdu Burak abi benden büyüktü nişanlısı da büyüktü ama onlara abi diyordum onlar da benim ‘sevgili’ nişanlıma abi diyordu. Çözülemeyen yaş problemi gibi bir durumdu.

 

“Sana nasıl davrandılar?” Çok kötü sayılmazdı herhalde. Aksine huyuma gittiler desek yalan olmazdı. “İyilerdi yani genel olarak bir sıkıntı yaşamadık ama konuştukları konulara o kadar uzaktım ki çok fazla katılamadım.” Bu fazla doğru bir tespitti.

 

“Ne konuştular da?” Ne konuşmadılar desek doğru olur. “Yurt dışında ve içinde yapılan moda haftalarından, defilelerden, sergilerden falan.” Kısaca böyle diyebilirdik. Modacılar, ressamlar, tasarımcılar ve niceleri.

 

“Yaa!” Tepkiye bak. Yaa mı? Tabi onun bunları düşünmesi gerekmiyor. Benim konuştukları tüm konuları öğrenmem ve büyük ihtimalle yazdan sonra da onlarla beraber takılmam gerekecekti. “Evet öyle markalar zikrettiler ki bazılarının adını hayatımda hiç duymadım. Modacılardan, kreasyonlardan onlardan gelen davetlerden falan bahsettiler. Her sene davetiye özel olarak geliyormuş.” Yani gelirdi o kadar para harcamaya zaten.

 

“Sana da gelir o zaman.” Tabi ben o kadar para harcamayı becerebilir miydim emin değildim. “Aynen öyle söylediler zaten. Evlenin de hep beraber gideriz dediler.” Tek derdim şu anda moda haftalarına giderken neler yapılır sorusuydu. Hoş birkaç aya gündemimde olacak gibiydi de neyse o zamana bir gelelim değil mi?

 

“Yaa neyse en azından dışlamamışlar.” Eh tek tesellim bu şimdilik. Belki de ileride dışlarlardı. İnsan içindeyiz diye iyi davranmışlardı sonra yüzüme bile bakmayacaklardı belki. “O biraz sanki zor gibi.” Feyyaz’ın korkusuna biraz zor yapar gibiler ama tabi önce Feyyaz’ın bana davranma şeklini görmeleri gerekiyordu.

 

“Niye?” bir düşündüm masanın ortak birçok şeyi vardı ve bunlardan bir tanesi de Feyyaz’dan korkmalarıydı galiba bu ortaklığa bende dahildim. “Ya çok iyi anlaşıyorlar şakalar yapıyorlar falan hatta Feyyaz’ında gülebildiğini gördüm yani o kadar ama aynı zamanda deli gibi korkuyorlar Feyyaz’dan.” Daha çok hissedilebilir bir gerçek gibiydi.

 

“Nereden anladın?” Bir an anlatmasam mı diye düşündüm ama sonra aman dedim ne olacak. “Burak abi sarhoş olmaya başlamıştı bir an ağzından Feyyaz’ın eski sevgilisi lafı çıkar çıkmaz Feyyaz öyle bir baktı ki dedim herhalde Burak abi oraya öldü ama yani öyle uzun uzun falan değil 1 saniye falan sürdü toplam bakış o derece yani sonra konu hemen değişti.” Konunun değişme hızı benim uykuya dalma hızımla yarışırdı.

 

“Ne olmuş ki konu hemen kapandı?” eğer anlattıkları doğruysa ki inşallah doğrudur. “Tam anlamadım ama kızın ailesi ile ilgili bir sorun olmuş galiba ama aradan yıllar geçti dedi Seda abla.”

 

“İyi bari. Başka?” Yengem de ne olsun istiyordu acaba. “Yani genel olarak böyleydi.” Tüm günü ayrıntılı olarak anlatamazdım ki.

 

“Saatlerce bunları mı konuştunuz?” Ne konuşalım ki zaten kalabalık bir grup herkes iki cümle kursa bir saat. “İşte çocukluk anıları, tatil anıları falan çok büyük bir sohbet dönmedi erkekler bir ara iş konuştu ama onun haricinde böyleydi.”

 

“İyi gene de kötü geçmemiş. Daha kötüsü de olabilirdi değil mi?” Ne olabilirdi ki yani yemekte? “Aynen. Ben de ondan korkmuştum açıkçası.” Aile mevzusu biraz sıkıntı geçer diye düşünmüştüm ama her türlü iyiydi. Feyyaz da biraz kabaydı ama yine de beklediğimden iyi geçmişti.

 

“Yani aralarına hiç kabul etmeye bilirlerdi aşağılayabilirlerdi.” Off çok korkunç olurdu ben bu dramatikle oraya bayılırdım kesin. “Aynen hiçbirini demediler hatta dil bilip bilmediğimle alakalı tek soru İtalyanca biliyor musun oldu o da en çok orada kalıyorlarmış ondan. Ona da hayır deyince neyse öğrenirsin dediler geçtiler.”

 

“Belki de öncesinde Feyyaz uyarmıştır.” Aklına bu gelmiş midir ya da bu kadar ince düşünmüş müdür emin değildim. “Bilmiyorum onu.”

 

“Neyse onu bırak da o nasıl davrandı?” Çok kötü değildi ama çok da nazik sayılmazdı. “Yani anlatacak bir şey yok ki toplamda 10 cümle kurmadı benimle konuşurken.” Kabini saymazsak ki saymasak benim için çok hayırlı olacak. “Hay Allah neyse belki zamanla.” belki. Belki de hep böyle olacaktı. Konuşmak bile zor gelecekti her zaman. “Bilmiyorum artık yenge.” Ben konuşmuyor o konuşmuyor evin içinde hayalet gibi yaşar giderdik ne olacaktı ki?

 

Zaman hızla akıyordu nişanlılık hayatımda hiçbir değişime sebep olmamıştı parmağımdaki yüzük hariç. Feyyaz geliyordu babamın yanına gidiyordu iş konuşuyorlardı sonra da gidiyorlardı arada bir de yemeğe kalıyordu ama o kadar. O günden sonra da hiç baş başa kalmamıştık. Yengem bir ara beni aramamasına takılmıştı ama bana göre normal bir durumdu. Yüz yüze konuşmuyordu telefonda ne konuşacaktı ki ya da ben ne konuşacaktım?

 

Düğün konusu gündemdeydi ama abim işi sallamak adına yaz gelsin diyordu. Aslına abim haricinde kimsenin düşüncesini bilmiyordum. Bahara girdiğimizde babam anneme düğün hazırlığına başlamasını istemişti ama işin aslı annemin hiç gönlü olmadığı bir düğüne hazırlık yapası yoktu. Zaten karşı tarafta buranın adetlerini bilmiyordu bu yüzden yapılacak bir yoktu. Babam işleri hızlandırmak istese de abim ağırdan alıyordu işin açığı şu an hangisi benim için iyiydi emin değilim

 

Loading...
0%