67. Bölüm
kübra durukan / GÖRÜNMEZ KAFES (KDÇS 1) / KAR ÇİÇEĞİ'NİN ASIL SAHİBİ

KAR ÇİÇEĞİ'NİN ASIL SAHİBİ

kübra durukan
ahsenkubos

Zaman geçerken ben hem okul ve Zerda’nın düğünüyle ilgileniyordum. Zerda uzun bir arayıştan sonra nedime elbiselerinin rengine karar vermişti ama şanslarına o renk ipek kumaş yoktu. İpek hariç her diğer kumaşlarda bulunuyordu ama Zerda kafaya ipeği takmıştı. Başka rengi kabul etmiyordu. Elbiselerin bizim tarafımızca yapılıyor oluşu da oldukça yüksek maliyete sebep olacağı kesindi ama Zerda kafayı elbiselerin orijinal ipekten olmasına takmıştı. Kumaşın orijinal olmasına kafayı taktığı için özel olarak dokutturmaya karar vermişti. Dokutturma işi nasıl oluyordu tam emin değildim sadece bir ipek kumaş üretim tesisiyle bağlantıya geçtiğini biliyordum sadece. Kumaş hazırlanırken Zerda bu sefer de her nedime için farklı modellerde elbise istemişti. Gelinlik için çalıştığı yer, özel olarak nedime elbiselerinin çizimlerini de yapıyorlardı. Anlaşılacağı üzere her şey ultra lüks ve büyük bir özenle hazırlanıyordu. Zerda’nın nedime etkinlikleri dediği bir şey de vardı bu arada. Neymiş herkes birbiriyle iyi anlaşırsa fotoğraflar daha doğal çıkarmış hem mümkün olduğu kadar da etkinlik yapacak bekar son günlerinin tadını çıkartmayı planlıyormuş. Sanki şu anki durumu bekar gibiydi de evli olmadan içimde kalmasın dedikleri şeyleri yapıyordu. Yine aynı evde yaşıyor, aynı yatağa giriyorlardı. Evlendikten sonra ne değişecekti ki? Bazen insanları anlamak benim için hayli zor oluyordu.

Tabi bunların yanı sıra bir tarafta da Seda abla vardı. Tüm hamileliğini büyük bir kapanma ile geçirmişti. Yakın zamanda ise doğum yapmıştı. Bir oğlu olmuştu. İsmini Poyraz koymuşlardı. Seda ve Esra ismi uyumlu olduğu için bebeğin ismini de Fatih abinin ismi ile uyumlu koyacaklarını düşünsem de öyle olmamıştı. Poyraz çok sevimli bir bebekti. Her görenin çocuk isteyebileceği türdendi. Hiç öyle huysuzlukları yoktu. Sakin ve uyumluydu. Durmadan ağlamıyordu, karnı tok ve altı temiz olduktan sonra saatlerce uyuyabiliyordu. Özellikle ağzında emzikle etrafı izlemesi kesinlikle hayranlık uyandırmıyor değildi. Bu konuda babasına çektiği aşikardı. Amcalarına çekmiş olsaydı Seda abla kesinlikle kafayı yerdi. Ne kadar kabul etmekte zorlansa da Esra, Burak abinin kız versiyonu gibiydi. Her hareketi onu andırıyordu. Ona benzemese bile en azından kocasına çektiğine sevinmişti Seda abla. İçinden kesinlikle Feyyaz’a da çekebilirdi diye bu haline dua ettiğine emindim.

Final haftası biter bitmez beni bir bütlere hazırlanma olayı sarmıştı. Sınavlarımın hiçbiri iyi geçmemişti ve hepsinden düşük not alacağımdan oldukça emindim. Sırf bu yüzden ara vermeden çalışmaya devam ettim. Zerda sağ olsun yine de beni boş bırakmıyordu. Sınavlar açıklanınca dediğim gibi olduğunu fark ettim. 3 dersten kalıyordum. Yorulmuştum ama durmadan devam ediyordum. Şu an mola vermenin zamanı değildi. Zaten Feyyaz da 3 haftalığına İtalya’ya gitmişti. O dönene kadar benim sınavlarım bitmiş olacaktı ve bende tam zamanlı olarak dinlenmeye başlayabilecektim. Tabi Zerda’nın düğün telaşını saymazsak.

Bütlerim tamamlandığında Feyyaz’da dönmüş oldu. Evde tek kalmaktan hala rahatsız oluyordum ve beni oldukça geriyordu hala. Bu süreç sınavlarda olmasa hiç çekilmezdi. En sonunda uzun bir tatile başlayabilecektim en azından.

Kafamı kaldırdığımda Feyyaz başımda bekliyordu. Gözlerini dikip bana baktı. Sanki bir şeyi unutmuşum ama neyi unuttuğumu hatırlamıyormuşum gibi bir his çöktü içime. Unutabileceğim ne vardı ki? Haziranın sonuna gelmiştik. Evlilik yıl dönümümüz geçen aydı. Benim doğum günüm şubattaydı yani geçmişti, onun doğum günü ağustostaydı onunkine de çok vardı, hadi babalar günü diyeceğim ama daha bir çocuğumuz olmadığı için bunu da es geçebilirdim ama ne unuttuğumu hatırlamıyordum. “Bir şey mi oldu?” Bir şey olduğu kesindi ama ne?

“Ne yapıyorsun burada?” Açık söylemek gerekirse pozisyonum oldukça netti. En iyi yaptığım şeyi yapıyordum yani uyuyordum. “Yatıyorum.”

“Onun bende farkındayım ama bir şeyi unutmadın mı?” İşte sorun da oydu. Neyi? Hala hatırlamıyordum acaba bugün dışarı falan mı çıkacaktık? Şu an uyku sersemi aklıma hiç mantıklı bir açıklama gelmiyor ki. “Neyi unutmuşum ki?” Yüzü bir an cidden mi der gibi baktı. Gerçekten unuttuğumu fark etti.

“Berfu?” Sesi ciddiydi. Bu beni de geriyordu açık söylemek gerekirse bilmem daha doğrusu hatırlamam gereken şeyin çok önemli olduğunu hissettiriyordu. “Efendim.” Sesim şaibeli çıkmıştı. Beynim uyanmayı reddediyordu resmen. Gözünü açmıştım ama beynimi açamıyordum inatla. Aman ne kadar da farklı bir durum benim için. Organlarım bile inatçı. İnat ettiği kişi kendisi olsa bile.

“Ciddiyim.” Sorun o hayatım bende ciddiyim ya. Allah’ım ben neyi unuttum? Bir ara B12’me falan baktırmam lazım bu ne canım oturdum şu an neyi unuttuğumu hatırlamaya çalışıyorum. Sevgili kocamda hiç yardımcı olmuyor ki şurada bana. En azından küçük bir ipucu falan verseydi bari. “Bende ciddiyim ne unuttuğumu hatırlamıyorum. Hoş hatırlasam unutmuş olmazdım değil mi yani? O zaman unuttuğumu hatırlamıyorsam unutmuş sayılır mıyım?” Ben konuşmaya çalışırken Feyyaz kaşlarını çatıp bana baktı. Biraz hızlı konuşmuş olabilirim.

“Ne? Kafamı karıştırma dur bir yerinde.” Duruyordum ya yerimde. Şu an yatağın için bağdaş kurmuş hem neyi unuttuğumu hatırlamaya çalışıyordum hem de kocamla anlaşamaya çalışıyordum ama yerimde sabittim. “Duruyorum ya.”

“Dilinde dursun.” Dilim mi? Dilimde duruyordu işte. Ben otururken gezmeye gidecek hali yoktu ya. “Dilimde yerinde duruyor. Mantıken ben hareket etmedikçe o da hareket edemez. En azından konuşmadığım sürece şu an konuştuğum için dilim hareket etmiş oluyor değil mi? Tamam sustum.”

“Berfu, bugün çenen fazla çalışıyor.” Beynim çalışmadığı için olabilirdi aslında. Beynim çalışınca dilim çalışmıyordu. Birbirlerinin yokluklarını kapatmaya çalışıyor olabilirlerdi. Aralarındaki küçük anlaşmayı çözmüş gibi hissettim bir an. “Ne yani çenem çalışıyor ama aklım çalışmıyor mu?”

“Sence daha ne unuttuğunu hatırlamıyorsun.” Şimdi bu benim aklımın çalışmadığı anlamına mı gelirdi? Beynim daha uyanmamıştı ondan yani. Tabi daha uyanamadığı için mantıken tam fonksiyonel çalışmadığı anlamına geliyordu. Tamam kabul şu an için aklım iyi çalışmıyor olabilirdi. “Sen söyle o zaman ne unutmuşum.” Güzel bir soruydu hadi cevaplı kocacığım da bende bileyim en azından. Beni de bu dertten kurtarmış ol.

“Dün sana ne dedim?” İşte onu hatırlasam her şey hallolacaktı. Ne? Dur. Dün mü? Ben dün yaşadığımız bir şeyi mi unutmuştum. Ay ben iyi miyim acaba? “Ne dedin?” Kaşlarını çatarak bana baktı.

“Berfu ben sana bu dersler fazla geliyor bırak demiştim şimdi tümden gitti.” Galiba şu anda beynimden bahsediyordu. Yalan değildi gerçekten gitmişti. “Ne yani ben deli miyim?” Bir an aklıma sosyal medyada gördüğüm bir video geldi ama gülmedim şimdi gülersem Feyyaz gerçekten delirdiğimi düşünecekti. “Güzelim sen benim ayarlarımla mı oynamaya çalışıyorsun?” Ana amacım kesinlikle bu değildi ama bilinçsizce de olsa tam olarak onu yapıyordum.

“Hayır ama benim beynim hasarlı bir kere unutabilirim ben.” Yani doktor bazen bu tarz yan etkilerin olabileceğini söylemişti. Belki de ben 6 dersin üçünden bu yüzden kalmıştım. Olabilirdi o kadar çalışmama rağmen sınavda hatırlamamıştım. Şu an kendime bahane ürettiğimi biliyorum ama elimde değildi şu an için. “Biz o hasarı tamir ettirdik kışın diye hatırlıyorum.” Tamir mi? Ben araba mıyım da tamir ettirelim. Ayrıca ne acılı bir süreçti o öyle. Düşününce bir içim titredi. Hatırladıkça mideme bir şeyler oturuyordu.

“Evet, şimdi niye hatırlattın ki ne kadar canım yanmıştı ayrıca.” Feyyaz bana ciddi misin der gibi baktı. Galiba beynimde sorun olduğunu söylediğim de ilk ben hatırlatmış oluyordum ama neyse. Konumuz şimdi bu değildi. “Tamam neyse, hadi kalk hazırlan aşağıda bekliyorum 20 dakikan var.” Ne? 20 dakika mı? Ne için? Neden? Nasıl? Nerede? Kim?

“Ne için 20 dakikam var?” Aşağıda derkenden kastı neydi mesela? Bahçede mi işimiz vardı yoksa başka bir yere mi gidecektik? BİZ NE YAPACAKTIN? AAAAA. Beynim yüksek naralar atıyordu. “Cidden kafayı yiyeceğim az kaldı.” Ben de kocacığım neyse en azından ikimizi bir koğuşa kapatırlar diye sakinleştirmek istedim ama demedim. Daha doğrusu diyemedim.

“Ben ne yaptım ya.” Feyyaz’ın artık sabrının sınırında olmalıyım ki derin bir nefes aldı önce sonra da biraz bekleyerek konuştu. “Hadi kar tanem hadi sen kalk üzerini giyin. Bir yere gidiyoruz.” İyi de nereye?

“Nereye gidiyoruz?” Feyyaz daha sakin gözüküyordu. Yine de çok üstüne gitmemek lazımdı. Ne de olsa sabırlı bir insan sayılmazdı. “Sürpriz.”

“Sen sürpriz sevmezsin ki?” Kesinlikle nefret ediyordu hatta. Ön göremediği durumlar onu geriyordu. Onun için her şey bir çarşaf beyazlığında ve düzlüğünde olmalıydı. “Sen seviyorsun şansa.” Haklıydı. Ben severdim.

“Evet.”

“Bekliyorum.”

“Ayrıca sürpriz sevmek kötü bir şey mi? Cevap versene.” Ve odadan tamamen çıktı. Ben uyku sersemliğini üzerimden atmaya çalışıyordum hala. Yataktan kalkıp üzerimi giyinmek için odaya yöneldim. Öğlen ortasında yemeğe gitmediğimizden emindim ama ne giyecektim ben. Geri balkona yöneldim. İnşallah bahçededir. Aşağı baktığımda Cüneyt ile konuşuyordu. Aşağı eğilerek “Feyyaz!” diye seslendim. Benim seslenmemle bana döndü. Kaşlarını çatıp baktığına göre kesin az önce kızmıştı. “Geri çekil şimdi aşağı düşeceksin.” Yok kızmamış endişelenmiş. Tırabzanlara tutunarak doğruldum. “Nereye gidiyoruz?”

“Cehenneme gelecek misin?” Aa benim ne işim vardı cehennemde? Kendisi gitsin beni niye götürüyor şimdi? Ayrıca cehennem onun evi gibi bir şey sayılır ne de olsa. “Sen git cehenneme ben niye geliyorum?”

“Ne kadar yüce gönüllüsün sen.” Evet belki biraz yüce gönüllü olabilirim ama o değildi. Şuna bak cehenneme götürmeye kalkıyordu. İnsan onun yerine insan karıcığım cennette gidelim derdi. Lakin yook orası hiç onluk değil. “Sen değilsin ama. Neyse nereye gittiğimizi söylemedin ama.”

“Berfu sen daha önce sürpriz kelimesi ile tanıştın mı?” Yok ben dağdan indim. Bizim oralarda bu tür şeyler hiç yoktu. “Ya dalga mı geçiyorsun şu an benimle.”

“Evet.” Aman ne kadar da açık sözlüsün sen öyle. Keyfimi kaçırmıştı. “Gelmiyorum ben git sen kendin.” Canı nereye istiyorsa gitsin ya da cehenneme kadar yolun mu var deseydim. Emin olamadım şu an için.

“Rahat bir şeyler giyinebilirsin.” Rahattan kastı neydi? Ben şu an üzerimdeki pijamalarla fazlasıyla rahatım çünkü. “Gecelik gibi mi?” Muzipliğime karşı kaşlarını çattı. Ben böyle devam edersem birileri kefen giyecek gibiydi. İçinde benim olmayacağım sözünü de veremiyordum ne şanssa. Yüzüme bakmaya devam ederken sevimli bir gülümseme takındım bugün şansımı zorluyorum galiba.

“Spor giyin Berfu. Spor giyin.” Dişlerinin arasından konuşmaya başladığında başımı sallayıp içeri geri döndüm. Düz dar bir kot pantolon giyip üzerine de basit bir tişört geçirdim. Dolabım iki yılın sonunda benim istediğim gibi bir hal almayı başarmıştı sonunda. Spor ayakkabılarımı da giyip aşağı indim. Elimde sadece telefonum ve onun arkasında da kimliğim vardı hiç çanta taşıyasım yoktu. Cüzdana da ihtiyacım yoktu ne de olsa ayaklı cüzdanımla birlikte gidiyordum. Nereye gidiyorsak tabi. “Hazırım.”

“Sonunda.” Sonunda derken 20 dakika veren kendisiydi. Bunda benim suçum neydi? İnsan sabah kalkınca hatırlatırdı. “Niye söyleniyorsun ki unutmuş olamaz mıyım?” Sanki kendisi hiçbir şeyleri unutmuyordu. Ne var yani bende ayda yılda bir şey unutmuşsam.

“Güzelim sorun sadece unutmuş olmanda mı?” Tamam belki biraz da benim laf ebeliği yapmamdaydı. Neyse ne olan oldu biten bitti. Şimdi gitsek iyi olacaktı. Sürpriz severdim ama merakıma engel olamıyordum şu anda. “Peki bir şey demedim.”

“Arabaya bin bende geliyorum.” Ben önden yürürken o da elindeki sigarayı yere atıp peşimden geldi. Adam ön kapıyı açarken bende yerleştim. Feyyaz arabaya binip arabayı çalıştırırken bende pencereyi açıp telefonumu elime alıp arabaya bağladım. İkimiz de aşırı konuşkan olmadığımızı düşündüğümüzde müzik en iyi seçenek oluyordu. Yoksa uzun sessizlik bazen can sıkıcı oluyordu.

Tam da tahmin ettiğim gibi yol boyunca pek konuşmamıştık. Ben uyku halini bir türlü atıp kendime gelemedim. Yol boyunca da uyuklamaya devam ettiğim için onun da konuşası gelmemişti. Ağaçların çok olduğu bir yere geldiğimizde büyükçe bir kapıdan içeri girdik. Araba dururken iki adam gelip kapıyı açtı. Kemeri açıp arabadan indim. Feyyaz anahtarı valeye verip yanıma doğru yürüdü. “Nereye geldik?” Doğal ortamı şimdiden sevmiştim. “Seveceğin bir yere geldik.” Sevebileceğim 100’e yakın yer sayabilirdim peki burası neydi?

“Sevebileceğim birçok yer var bu hangisine giriyor?” Bana tuhaf bir bakış attı sonra da elimden tutarak yürümeye başladı. Buna da yeni başlamıştı. Genel olarak ya yanımda yürürdü ya da elini belime koyardı ama bu aralar elimi tutuyordu ve bu rastgele gerçekleşebiliyordu. Geçen gün yatak odasına el ele gitmiştik, evin içinde hem de. Arada bir güncelleme geliyordu kocama galiba. “Berfu cidden bazen tuhaf davranıyorsun.” Ben mi tuhaf davranıyordum? Yanımda ayna olsa bir yüzüne tutardım şimdi?

“Niye ben tuhaf davranıyormuşum ki?”

“Neyse kulübe geldik.”

“Hıı?” Kulübe derken? Ne tür bir kulüpten bahsediyoruz şu anda? Gece gidilen eğlence mekanı, genellikle ormanlık ya da dağlık alanda kullanılan ya da yapılan küçük barınak veyahut üst sınıf elit insanların toplandığı mekan... Bu hangisiydi?

“Berfu sakın aklındaki soruyu sorma.” Yani biliyordu ne soracağımı da tam açıklamıyordu? Ayrıca ne var ormanın ortasında bir gece kulübü düşünmüşsen çok elit olabilirdi. “Niyeymiş? Ayrıca sende bilmece gibi konuşmasana.”

“At çiftliğine geldik.” At çiftliği mi? Nereden çıktı ki bu birden? Ayrıca ne diye kulüp diyordu ki doğrudan at çiftliği dese ölür müydü? “Niye kulübe geldik dedin?”

“Ayrıca bir kulübe bağlı olduğu için.” Mantıklı. Yani üçüncü seçenek doğruydu. Üst sınıf elit insanların geldiği bir yere gelmiştik. Zaten kocamdan da azını beklemezdim. Şu kötü tarafı olmasa tam dış görünüş olarak İstanbul beyefendisiydi. “Ha gece gidilen değil gündüz gidilen.” Ayrımıma yandan bir gülüş attı.

“Yani istersen öyle ayırabilirsin.” Artık bende tam olarak öyle ayırmıştım zaten. Ayrıca kocamın kocaman bir gece kulübü vardı nasıl ayırmam gerekirdi başka. “Niye baştan söylemiyorsun o zaman?”

“Öğrendin bir şey değişti mi?” Tabi değişti. Buraya geldiğimizi bilseydim hem daha uygun giyinirdim hem de yanımda at binmek için gerekli ekipman getirirdim. “Ona göre giyinebilirdim.”

“Onu hallederiz.” Tabi hallederdi. Ne de olsa adam koca Feyyaz Hancı’ydı bunu halledemese bir sorun vardı. Uzun taşlı yoldan yürüyüp sonunda büyük bir mekânın önüne geldik. Ön tarafı camlardan oluştuğu için içeriyi görüyordun. Birkaç masada oturan insanlar vardı. Biz içeriyi girmeden sola dönüp yürümeye devam ettik. Biraz yürüyünce atların olduğu yer göründü. Çitlerin arasında birkaç at yürüyordu. Çitlerin yanına yaklaştığımızda bir adam yanımıza yürüdü. Benim dikkatim pek o tarafa yönelik olmadığı için ben çitlere yaklaşıp atlara yakından bakmaya başladım. Konuştukları kulağıma geliyordu ama pek dinlemedim açıkçası. “Onları uzaktan bakmaya devam edecek misin yoksa içeri girelim mi?” Feyyaz’ın sesiyle arkamı döndüm. Tabi ki içeri girelim soru mu bu? Ne bileyim ben içeri girebildiğimizi hiç düşünmemiştim ki böyle bir seçeneği. Ne de olsa bugün beynim tam fonksiyonlu çalışmıyordu.

“Girelim.” Ben arkamı dönüp onların peşinden yürümeye başladım. Tavladan içeri girdiğimizde bölümler arasında bir sürü atlar vardı. Birer kişilik bölümlerde kalıyorlardı. Adam en sona doğru yürüyüp sondan ikinci kapının önünde durdu. “Sizinki bu?” Beyazla krem arasında rengi olan bir kapının önünde duruyordu. Feyyaz’a dönerek “Bizimki?” diye sordum. Nereden bizimki oluyordu?

“Senin.” Nasıl benim? Ciddi ciddi at mı almıştı? Bana mı? Ciddi miydi? Şakaysa buraya bayılırdım ve yerler çok temiz sayılmazdı bana göre ama bir tavlaya göre kesinlikle temizdi. “Ciddi misin?”

“Evet.” Hoş bendeki de soru Feyyaz sürprizlerden hoşlanmadığı kadar şakalardan da hoşlanmıyordu. Şakalaşmak çok da problem değildi en azından ben ve yakın çevresi için ama kötü şakalar kat’i olarak onun tarzı değildi. “Teşekkür ederim.” Sarılıp yanağına kocaman bir öpücük bıraktım. O da benim yanağımdan koklayarak öptü. “Beğendiysen sorun yok.”

Gümüşi bir rengi vardı. Çok da güzeldi. İnsanın baktıkça hayran olası geliyordu. Seyis konuşmaya başladı. “Bir Ahal teke. Üç yaşını yeni bitirdi. Dişi. İnci demişler ismine ama isterseniz değiştirebilirsiniz.” İnci aslında güzel isimdi. İnci gibi parlak ve göz alıcıydı. İnci kalabilirdi. “Değiştirecek misin ismini?”

“Emin değilim İnci güzel gibi. Ayrıca aklıma daha yaratıcı bir isim de gelmedi.” Ne de olsa beynim tam performans göstermiyordu. “Karçiçeği olabilir istersen.” Karçiçeği kesinlikle kulağa güzel geliyordu. Ayrıca çok da zarifti. Feyyaz’dan beklenmeyecek kadar zarifti. Hoşuma gitmişti. Ama o sevecek miydi yeni ismini? “Güzel ama hadi o sevmezse yeni ismini.”

“Denemeden bilemezsin.” Yani doğru söylüyordu. Daha tanışmamıştık bile. Bence tanışınca beni severse yeni ismini de kabul ederdi. “Binecek misiniz bugün?” üstüme göz gezdirdim. Kıyafetlerim fazla uygun değildi. Feyyaz benden önce konuştu.

“Binecek siz hazırlayın.” Güzel konuşuyordu ama kıyafetim çok da uygun değildi. Pantolonum at binmek için uygun değildi. “Ama kıyafetim uygun değil.”

“Onu hallederiz.”

“Nasıl?”

“Bu kadarı ayarladıktan sonra sence kıyafet sorun olur mu?” Pardon benim hatam. Feyyaz Hancı’nın hazırlıksız yola çıktığı ne zaman görülmüş değil mi? “Olmaz.”

“Aynen.” Tavladan çıkıp az önce önünden geçtiğimiz yere yürüdük içeri girdikten sonra soyunma kabinleri ve banyoların bulunduğu yere doğru yürüdük. Kapıda bir kadın vardı, kadın bizi görünce yanımıza geldi. Feyyaz cebinden çıkarttığı kartı kadına uzattı. Kadın kartı alıp kendini tanıttı. Daha sonra içeri girdik. İçeride başka kadınlar da vardı. Üstünü giyinen birkaç kadın dönüp bana baktı ama önümdeki görevliyi takip etmeyi devam ettim. “Bu dolap size ait Berfu Hanım, Feyyaz Bey önceden gerekli eşyaları göndermişti. Üzerinizi giyindikten sonra eşyalarınızı dolaba bırakıp kilitleyebilirsiniz.”

“Teşekkür ederim.” Kartı alıp dolabı açtım. Canım kocam at binmek için gerekli her şeyi almış ve dolabıma yerleştirtmişti. Bazen beni şaşırtacak kadar düşünceli oluyordu. Keşke her zaman bu şekilde düşünebilseydi de durmadan bana içinden çıkılmaz bir boşlukla baş başa bırakmasa olmaz mıydı? Dolapta kıyafetleri alıp kabinlere yöneldim açık kapılardan birine girip üzerimi değiştirdim. Diğerlerini kaldırıp dolaba yerleştirdim. Dışarı çıktığımda Feyyaz koltuklardan birinde oturmuş beni bekliyordu. “Sen binmeyecek misin?”

“Hayır.” Oturup beni mi bekleyecekti yani? On dakika sonra sıkılıp hadi gidelim derse ne olacaktı? O zaman da ben kızardım işler ters yönde evrilirdi. “Neden?”

“Bir tane atımız var.” Burada ki tüm atların sahibi olduğunu zannetmiyordum, eğer öyle olsa at çiftliği olmazdı onun yerine at bakım tesisi olurdu. “Eminim başka bir tane daha sürülebilecek at vardır.”

“Vardır.” Ne güzel işte? O da binse olmuyor muydu? Ben niye tek biniyordum? “Ee?” Yüzüme bakıp bir süre cevap vermedi. Sonra da tüm ciddiyetiyle birlikte “Sevmiyorum.” Dedi. Ee o zaman ne diye at alıyorsun ki değil mi? Hoş onu da bana almıştı.

“Sevmiyorsun?” Benim tekrarımla kafasını sallayarak onayladı. “Evet.” Sonra aklıma gelen soruyla yüzüne baktım. Herkes annesinin karnında sürmeyi öğrenmiyordu ya hadi ya bilmiyorsa.

“Bilmiyor olma ihtimalin olmasın o?” Sorumla kaşlarını kırıştırıp karşı çıktı. “Biliyorum ama hiç sevmiyorum.” Tamam inandım sayalım neyse. Egon zedelenmesin kocam.

“Peki o zaman sıkılarak beni izleyeceksin.” Başka seçeneği yoktu. Çünkü beni orada seyisle asla birlikte bırakmayacağını bilecek kadar tanıyordum kocamı. “Seni izlemekten sıkılmayacağım için sıkılmam merak etme. Hadi gidelim bakalım birbirinize ısınacak mısınız?” Yüzümü bir gülümseme kaplarken “Bence beni sever.” Dedim.

“Seni herkes sever zaten.” Herkes diyemezdim ama sevmesi gereken herkes seviyordu bu da şüphesiz en önemli olanıydı. Birçok insan buna bile sahip olamıyordu maalesef. “Hmm öyle mi?”

“Evet.” Çitlerin yanına geldiğimizde eski adıyla İnci yeni adıyla Karçiçeği hazır bir şekilde beni bekliyordu. Ben çitlerin içine girerken Feyyaz dışında kalarak bizi izlemeye başladı. Benim dışımda bir de küçük kız vardı at binen. Yanına giderek önce elimi uzatıp sevmeye çalıştım. Başta yaklaşmasa da sonra zarar vermeyeceğimi fark ederek sevmeme izin verdi. “Sen çok güzelsin ama.” Beni anlıyor gibiydi. Hayranlık uyandırıcıydı. İnsan bakarken büyüleniyordu resmen. “İsmini değiştirmek ister misin?” önce başını sağa çevirdi. Ben sevmeye devam ederken ürkekçe sağına kaçamak bir bakış atmaya çalıştı ama göz bantları etrafına bakış alanını kısıtlıyordu. Etrafını kolaçan ediyordu. Daha alışmamıştı galiba buraya. “Karçiçeği olsun mu adın? Ben beğendim sende beğenirsen adını değiştirebiliriz.”

“Bence sevdi yeni ismini.” Hemen yanında duran seyise baktım. Atlardan benden daha iyi anladığı kesindi. Eğer o onay verdiyse demek ki sevmişti. “O zaman sana Karçiçeği demeye başlayabilirim.”

“Binmek ister misiniz?”

“Tabi.” Adam yardım ederken ata bindim. Yıllardır binmemiştim ve biraz gerildiğimi söylemem lazım. O da başta gergindi. Birkaç dakika geçince o da bende alıştık birbirimize. Çitlerin arasında yavaşça geziniyorduk. Sonra içeri başka bir adam girdi. Simsiyah bir ata bindi. Yardım almadan binmişti demek ki uzun zamandır yapıyordu bunu. Atta hiç zorluk çıkartmamıştı. Şu an ikimizden başka at süren kimse yoktu. Seyis bir süre daha yardım ettikten sonra kendi başıma devam etmek istedim. İçerisi kalabalıklaşmaya başlarken Feyyaz bugünlük bitirmemi söyledi ama ben yeni alışmıştım ve inesim yoktu. “Abiniz sıkıldı galiba.” Sese doğru bakınca siyah ata binen adam olduğunu fark ettim. “Abim değil eşim.”

“Evli misiniz?”

“Evlenmek için küçük durduğunuzu düşündüğüm için abiniz olduğunu düşünmüştüm.”

“Yanlış düşünmüşsünüz ama.”

“Belli.” Ortamdaki ses, insan ve at sayısı arttıkça Karçiçeği huysuzlanmaya başladı. Buraya yeni geldiği için ortama daha tam olarak ayak uyduramamıştı anlaşılan. Huysuzluğu artarken seyis aynıma geldi. “Yardım edeyim bugünlük bitirelim. Daha ortama tam uyum sağlayamadığı için huzursuzlandı.”

“Tamam.” Adam önce atı durdurdu sonra da inmeme yardım etti ama tam diğer ayağımı da yere indirecekken bir anda hareketlendi ve ayağımı çekerek kurtarmak zorunda kalmıştım. Tabi bu şanslı ayak ameliyatlı olandı. Canım yanmıştı. Çitlerden çıkarken ayağımı tutuyordum. “Ben sana erkenden inmeni söylemiştim.”

“Huysuzlanacağını bilemedim ki.” Alıştığını düşünmüştüm ama yanlış düşündüğüm aşikardı. Bir sonrakine daha sakin zamanda gelecektim en azından o da korkmazdı. “Çok ağrıdı mı?” ayağıma kaçamak bakış attım. Evet ağrımıştı. “Biraz.”

“Üstünü değiştir de biraz dinlensin.”

“Tamam.” Tesisin içine girdiğimizde ben içeri geçip üzerimi değiştirdim. Feyyaz yine koltuklara oturmuş beni bekliyordu. Biraz içeride oturduk, hava güzeldi. İçerisi de ferahtı ve çok kalabalık değildi. “Burada golf oynanıyor mu?”

“Evet.” Filmlerde zenginler hep oynuyordu biraz sıkıcı olmasının yanında aynı zamanda havalı geliyordu bana. Çünkü büyük bir sükûnet ve dikkat istiyordu tabi bir de yetenek. “Sende oynuyor musun?”

“Nadiren. Niye?”

“Bilmem tüm dizi ve filmlerde zenginler oynuyordu merak ettim.”

“Çok fazla değil.” Yani çok oynuyorum deseydi asıl o zaman tuhaf olurdu değil mi? Ne de olsa Feyyaz’ın karakteri sakin değildi aksine biraz fazla sabırsız ve hırslıydı. Yanında başkalarının kazanmasına asla izin vermezdi daha doğrusu veremezdi. “Belli pek senin tarzın değil.”

“Neymiş benim tarzım?” Ciddi mi diye suratına baktım. Ama gayet ciddi bir soruydu. “Daha vurdulu kırdılı şeyler.” Benim cevabımla gülmeden duramadı ama yalan değildi ki golf gibi büyük bir sakinlik isteyen bir oyun onun karakterine tersti.

“Berfu cidden.” Yalan değil ki kendisi de bunu kabul ediyor olmalıydı. At binmek ya da golf oynamak hırs isterdi ama sabırlı bir hırs isterdi Feyyaz’ın sabrı ise yoktu. Sevmemesinin sebebi kesinlikle buydu. “Ama öyle inkâr etme.”

“Etmedim.”

“Neyse merak ediyorum bir ara göstersene nasıl oynanıyor?” Ben sabırlıydım ama yine de çok da dikkatli sayılmazdım. Yeteneğim olup olmadığı ise muallakta bir soruydu ve bu sorunun cevabını merak ediyordum. “Boş ver onu öğretebilecek birini bulalım biz ona.” Yüzme öğretiyordu da niye golf öğretmiyordu?

“Niye?”

“Sen kesin sakarlık yaparak beni delirteceksin.” Ben sakar mıyım? Ben. Sakar. Alakası bile yok. Bazen şanssız oluyorum ama sakar değilim kesinlikle. “Ben sakar mıyım?”

“Değil misin?”

“Değilim.” Kendimden net ve emin sesim karşısında kaşlarını çattı. Ciddi ciddi sakar olduğumu mu düşünüyordu. “Emin misin?”

“Evet.”

“Daha geçen gün düz yolda yürürken ayağın takıldı ve telefonun havuza düştü.” Nereden bilebilirim havuzun yanında küçük bir yükselti olduğunu hem o zaman telefona bakıyordum o sayılmazdı. “Yanlışlıkla oldu.”

“Yani o yüzden sakarlık diyoruz.” Aman çok komik. Aferin sana bir eksiklik buldun hemen de yüzüme vur. “Off istemez öğretme.” Daha şimdiden söylenmeye başladıysa öğretmeye kalksa kesin birbirimizi öldürür golf sahasına gömerdik.

“Hadi kalk eve geçelim.” Cevap vermezken ayaklandım. Ben önde yürürken o arkamdan geliyordu. Otoparkın girişine doğru yürüdük. Arabayı beklerken “Tamam surat asma hafta sonu deneyelim.” dedi. İstemezdi. İstemiyorsa meşgulüm falan derdi insan. Ne bu açık sözlülük ben açık sözlülük yapıyor muydum? Hayır. Ama o hiç düşünmüyordu. “İstemiyorum.”

“Tamam şöyle yapalım bu golf meselesini unutalım onun yerine bir sonraki sefere birlikte at binelim.” Bunun da bir dediği bir dediğini tutmuyor ya hani at binmeyi sevmiyordu. “Hani sevmiyordun.”

“Hala sevmiyorum ama sana eşlik etmiş olacağım. Anlaştık mı?”

“Anlaştık.”

“Güzel.” Araba gelince ön koltuğa oturdum. Feyyaz arabayı çalıştırana kadar ağrıyan ayağımı rahat ettirmek için ayakkabımı çıkarttım. Ne zaman bitecekti bu ağrılar acaba? Her yanlış hareketimde böyle ağrıyacaksa başım çok ağrırdı benim daha doğrusu ayağım. “Çok ağrıyor mu?”

“Biraz.” Uzun süre topuklu ayakkabıda falan kalmak işkenceye dönüyordu ben ne yapacaktım acaba bu ayakla? Bunun sonunda başıma bir iş açacak gibi görünüyordu. “Uzat bari.”

“Nereye?” Bir an afallayarak cevap vermiştim aslında. Aklımdan geçen dilime dökülmüştü. “Nereye uzatabilirsin acaba bak etrafına bir, tabi ki kucağıma.” Ay bu da azarlayacak yer arıyordu ama. Tamam anladık en zeki sensin.

“Of sen bugün tersinden falan mı kalktın niye durmadan beni tersliyorsun.” Yüzümü asarak yan tarafa döndüm. Anladık yani bugün salaklığım üzerimdeydi ne vardı yani illa her gün muhteşem bir gün geçirip muhteşem fikirlerle aydınlanmak zorunda mıydık? “Kar tanem sende durmadan cevabı ortada olan sorular soruyorsun. Sürpriz diyorum nereye diyorsun, rahat bir şeyler giy diyorum gecelik olur mu diyorsun, ayağını uzat diyorum nereye diyorsun. Ön koltukta oturuyorsun sence nereye uzatabilirsin. Ön camdan ayağını çıkartacak halin yok ya.”

“Of peki bir şey demedim.”

“Neyse tamam hadi uzat.” Yerimde biraz yan dönüp ayağımı dizlerinin üstüne uzattım. Araba hareket edip yola çıkarken ayağımın ağrısı biraz da olsa geçmişti. Uzatmak iyi gelmişti. Ayrıca binerken fark etmesem de çok uzun zamandır at binmediğim için hamlamıştım. Bacaklarım ağrımıştı. Ben yerimde esnerken Feyyaz “Yine mi uykun geldi?” diye sordu.

“Yine derken?”

“Evden çıkmadan önce de yataktan kalkmıştın.” Olabilirdi onun üzerinden saatler geçmişti ve benim bünyem onunki gibi değildi ben ona göre çok daha hızlı yorulabilirdim. Onun aksine ben içtiğim ilaçlarla ayakta kalıyordum. “Biraz yoruldum galiba.”

“Berfu çok merak ediyorum hiç capcanlı olacağın bir gün gelecek mi çok merak ediyorum.” Bende merak etmiyor değildim bu soruyu. Ben tam olarak hiç iyileşebilecek miydim yoksa hayat boyu bunu yanımda taşımam mı gerekecekti? Hayat küçükken kolaydı ama büyüdükçe taşıması zor bir yük haline gelmeye başlamıştı. “Ya o kadar fazla yorulmuyorum eskiye nazaran.”

“Eski derken ne zamanı baz alıyoruz?” Cidden bazen gerçekten dilinin kemiği olmuyordu. Ayrıca ben hep kendi başıma bulmuyordum bu hastalığı o da getirip musallat ettiği de oluyordu. Yüzüm giderek asıldı. Bir iyi bir kötü bugün tüm dengemi bozuyordu. “Çok kötüsün.”

“Hadi ama haklı olduğumu biliyorsun.” Haklı arasam gider hukuk fakültesinde ya da adliyede dolaşırdım. Ben haklı aramıyordum ama ben anlayışlı birini arıyordum. Bu da hastalığım hakkında söyleniyordu. Ailem gibi. Onlarda söylenmişti en sonunda da evden gönderilmiştim. “Bilmek istemiyorum.”

“Bilme bakalım.” Kollarımı göğsümde birbirine doladım. Can sıkmayı kesinlikle iyi biliyordu. “Tamam asma suratını.” Bunu diyene kadar diline hakim olsaydı bu şekilde olmazdı.

“Onu daha önce düşünecektin.”

“Alınganlık yapıyorsun bence.” Zaten hep alıngan, hasta, salak, çocuk olan oluyordum ne ilginç olaysa. O da benim tam tersim. “Yapmıyorum.”

“Peki öyle olsun. Suçlu benim.” Birkaç saniye durup devam etti. “Sürprizini beğendin mi?” konu değiştirmeye çalışıyordu. Benim de havamın değişmesine ihtiyacım vardı. Uzanıp klimayı açtım. Camı açamıyorsam en azından klima ile serinlerdim. “Evet.”

“Boş günlerinde gelebilirsin beni beklemene gerek yok.” Onun bende farkındaydım ne zaman gelmek istesem ben at binmeyi sevmiyorum sen git diyecekti. “Bir daha gelmem diyorsun.”

“Demiyorum öyle bir şey gelirim ama beni beklemek zorunda değilsin diyorum.” Beklemezdim zaten Feyyaz’da üst üste iki iyilik beklenmeyeceğini öğrenmiştim ben. “Nereden aklına geldi at almak?”

“Seviyorum demiştin ya daha önce hem böylelikle başkalarını beklemek zorunda değilsin at binmek için.” Şuna kıskançlıktan aldım dese ya. Sırf Alvaro ile iletişim kurmayım ya da evine gidip at binmeyim diye gidip at almıştı. “Beklemek demesek de başkalarının evine gitmek desek daha doğru olacak değil mi kocacığım.” Benim imalı sesimle kıssa bir bakış attı bana. Yola bak yola kaza yapacağız.

“Öyle istiyorsan öyle de karıcığım.” Zaten öyle diyecektim o deme dese bile fark eder miydi acaba? “Sırf bir gün kıskançlıktan büyük bir şato yaptırıp beni içine kapatacaksın.” Bunu bekliyordum zaten. Bu gidişle sonum benzemeseydi bari.

“Fena fikir değil mimarlarla görüşebilirim bunun için.” İyi bir Rapunzel olmadığım kalmıştı o da olurum sonra da yüzyıllık uyku diye de ölürdüm ne güzel. “Ben Rapunzel miyim?”

“Bir çocuk masalının baş rolü değil benim karımsın ama benzer yönlerinin yok değil.” Hangi özelliğim benziyor olabilir ki? “Benzer yanlarınız derken?” O sarı saçlıydı ben siyah, o prensesti ben sadece zengin bir ailenin kızı...

“İkinizin de saçları uzun ve onun haricinde ikiniz de uykuya bayılıyorsunuz.” Tabi bula bula bunu bulmuştu şey de olabilirdi lanetleniyoruz ikimizde. Ya da ikimizde bir adam yüzünden kendi krallığımızdan koparılıyoruz falan sayabiliriz. “Bu mu benzer yönler?”

“Evet.” Aman tanrım çok benziyorduk bu benzerlikle kimse bizi birbirimizden ayırt edemezdi. Ayrıca gidip beni lanetli bir prensese de benzetmesine de ayrı bir sinir oldum. Ben lanetli miyim? “Ayrıca o uykuyu sevmiyor lanetle birlikte uyuyor hem de 100 yıl.”

“Neyse ki sen 100 yıl uyumuyorsun.” Bugün benim aksime uğraşacak yer arıyordu. Ne var uykuya biraz düşkünsem ne olmuş yani. Kimseye zararım yoktu ki bu konuda. Sadece yatınca uyuyordum bence herkeste olması gereken bir özellikti. Uyumak kötü bir şey mi ayrıca. “Feyyaz cidden yani.”

“Efendim güzelim.” Sırıtarak cevap veriyordu bir de son zamanda da laçka olan Burak abi oluyordu bunun kendinden haberi var mıydı acaba? Yoktu eğer olsa bir daha kimseye laçka demezdi ne de olsa ortamda kendi de oluyordu. “Bazen beni şaşırtacak kadar laçkalaşıyorsun.”

“Sadece senin yanında.” Aman ben istedim sanki. Ayrıca burada olan bana oluyordu sinirlenen ben oluyordum. Bir de Burak abi kendisini kızdırınca sinirleniyor dövmeye çalışıyordu. “Valla onu bunu bilmem Burak abiye söyleniyorsun ama şu an fazlasıyla benziyorsunuz.” Suratı asıldı. Sanki gidip can düşmanı ile kıyasladım zannedersin.

“Beni kıyasladığın kişiye bak.” Sen beni gidip lanetli bir prensesle kıyaslarsan ben de seni gider bu hayatta seni en çok sinirlendiren kişiyle kıyaslarım. Kötü cadı kahkahası atmak istiyordum. Ama şimdi atarsam amacımı anlardı. “Kuzeninle kıyasladım alt tarafı.”

“Kıyaslama o serseriyle beni.” Aman beyimizin duyguları da varmış. İncinirmiş de. O bana durmadan söylenirken bir şey yoktu ama. Neyse bugün daha fazla üstüne gitmeyecektim ne de olsa bugün bana bir at hediye etmişti. Ben bunun acısını yarın çıkartırdım. “Tamam bir şey demedim.”

Eve geldikten sonra yukarı çıkmış, banyo yapıp üzerimi değiştirmiştim. Büyük ölçüde rahatlamıştım ve arabada üzerime düşen uyku hali de ortadan kalkmıştı. Yemek yemiş sonra da film izlemiş ve yatmıştık.

 

Bölüm : 26.12.2024 21:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
kübra durukan / GÖRÜNMEZ KAFES (KDÇS 1) / KAR ÇİÇEĞİ'NİN ASIL SAHİBİ
kübra durukan
GÖRÜNMEZ KAFES (KDÇS 1)

49.02k Okunma

2.37k Oy

0 Takip
69
Bölümlü Kitap
GECELERİ SADECE KÖTÜLÜK MÜ DOLAŞIRDI SOKAKLARI?BAZEN GÖRMEK İÇİN KÖR OLMAK GEREKİRGÖVDE GÖSTERİSİ YAPMAK İÇİN NE GEREKİR?BİRİSİNİ NASIL TANIRSIN?ŞEYTANDA BİLİR KİMDEN KORKACAĞINIKORKULAR BAZEN GERÇEĞİ GÖRMEMİZİ ENGELLERGERÇEKLERİ İNKAR ETMEK ONLARI GİZLER Mİ?BİLİNMEZLİĞE SÜRÜKLENMEKHER ŞEY SENİNLE BAŞLARKORKULARDAN KORKU BEĞENEN BÜYÜK KORKUN NE?İNTİKAM SOĞUK YENEN BİR YEMEKTİRKAYBETMEK İÇİN ÖNCE NE KAYBETTİĞİNİ BİLMEK GEREKİRYENİ HAYATA KÖTÜ BİR MERHABAVAR OLMAYA ÇALIŞMAKYENİ ORTAMLAR YENİ BAŞLANGIÇLAROYUNBOZANLIK YAPMASOSYETEYE İLK BAKAMAYIŞUYUM SAĞLAMANIN İLK KURALI EKSİK LİSTESİ YAPMAKTIRPLANLAR BAZEN İŞE YARAMAZGÖRDÜN MÜ DÜNYA ETRAFIMA PERVANEÜZÜLMEK İÇİN BAHANE ARAMAK...ELEŞTİRİLMEDEN SEVİLMEK...KORKULAR SEVGİMİZİ BESLERDİNLEYEN YOKSA KONUŞMANIN ANLAMI YOKTURÖneri başlığıBİTMEK BİLMEZ GECELERÖLÜM SENSİZLİĞİBİLEN BİLDİĞİ GÖREN GÖRDÜĞÜ KADARNotGERÇEKLERİN EN KÖTÜ HUYUDERİN GÖKYÜZÜ HİZAYA GELSEVME KİMSEYİ YAKARSIN CANINIKÜÇÜK SÜRPRİZLERGülüş kurşun olamaz mı?İNTİKAM YEMİNİHERKES KENDİ MERAKININ KÖLESİDİRSevmekDEDİKODU MALZEMESİ10.000 Okunma OldukYALITILMIŞ BİR HAYAT MI YANILTILMIŞ BİR HAYAT MI?Yeni bölüm duyurusuKALBİM BUZDAN TUZAKırılganBİLİNMEZLİKTE KAYBOLMAKSIĞINILACAK LİMAN BUL KENDİNEYeni bölüm geldiDÜŞÜNÜLECEK ÇOK ŞEY VARAÇIKLAMA !!!!!!!Yalnızlığı DenemekGECİKMİŞ BALAYI DİYEDEBİLİRDİK AMA...Yeni bölüm zamanlarıÖLÜMLE YÜZ YÜZE GELMEK KORKUTUCUDURKARANLIK GELECEĞİN KARANLIK GEÇMİŞİAcep Değil Deli OlsaGelecek bölümlerden bir kesitGELECEK HAKKINA BİR ŞEYLERTeknik sorunlarORTAYA DÖKÜLEN DUYGULARKIŞ ORTASINDA ÇİÇEKLENECEĞİZAcılar DeniziGelecek bölümlerden bir kesitBİTMEK BİLMEZ BİR YOLCULUKTUR HAYATEVCİLLEŞMİŞ ERKEK EN İYİSİDİRKARANLIK GÖKYÜZÜNDE PARLAYAN KUTUP YILDIZIKAR ÇİÇEĞİ'NİN ASIL SAHİBİZERDA'NIN TATLI(SIZ) SÜRPRİZLERİHER GÜZELİN BİR SORUNU VARDIRAçıklama ve Duyuru
Hikayeyi Paylaş
Loading...