Yeni Üyelik
61.
Bölüm

KIŞ ORTASINDA ÇİÇEKLENECEĞİZ

@ahsenkubos

 

Karanlık gecemin dolunayı sendin.

 

Bölüm şarkısı: Bengü Beker-Sana yıldızları ödediğimden

Günler bir ileri iki geri geçiyordu galiba çünkü alt tarafı bir sonuç açıklanacaktı ama günler bir türlü bitmiyordu. Feyyaz’ın kuralları dahilinde de olsa bir an önce tekrar okumaya dönmeyi istiyordum. Tabi şu anda kuralların çoğu gerekliydi bir bölüm konusunda neden böyle bir kurala gitti bilmiyorum ama hukuk çok da uzak bir düşünce değildi benim için. Geçen senenin puanlarına baktığımızda İstanbul’daki birkaç özel üniversitenin hukuk bölümüne de puanım yetiyordu. Tabi burssuz haline ama burs konusu neden önemliydi ki çünkü nasıl olsa okulun parasını kocacığım ödeyecekti ve kesinlikle okulun parasını ödemeyi bırak okulu satın alabilecek parası vardı o yüzden takılmam gereken bir şey değildi.

İyileşiyordum ve üniversiteye gidebilecektim gayet de iyi gidiyordu hayatım hatta doktor beynimdeki sorunu çözmek için bir doktor bulmuştu. Yani çözebileceğini düşündüğü bir doktor bulmuştu. Daha önce başka bir kişinin beyin zarları ve nöronlar arasındaki bir sorunla ilgilenmiş, o kişi %90 oranında bir iyileşme göstermişti. Benim sonuçlarımı da doktora göndermişti. Tek sorun doktorun Amerika’da çalışmasıydı. Mikro organizma ya da mikro çip (Tam böyle bir şey de olmayabilirdi emin değilim) gibi bir şeyden bahsetmiş ve tedavisinde kullandığında bahsetmişti bu da benim için en uygun tedavi yöntemlerinden gözüküyordu hem karaciğer ve tekrar mide rahatsızlıklarımı tetiklemeyecek hem de düşünüldüğünden daha kısa süreli bir tedavi olması anlamına geliyordu. Şu an tüm değerlerimin normal değerlere ulaşması ve kilo almam gerekiyordu. Doktor 55 kilonun altında olmamalı demişti bu da son birkaç ayda o kadar uğraşmama rağmen sadece 2 kilo almış olmam ve daha 5 kilo daha almam anlamına geliyordu ama maalesef kilo alımım yavaştı. Bu bir açıdan iyiydi en azından okul açılmış olacaktı hatta ara tatilde gidip gelebilirdim hem de kilo almak için normalden fazla çaba harcamam anlamına geliyordu ve kesinlikle şu anki çaba bile beni yıpratıyordu. Kilo alma ya da verme gayreti olmadan yemek yemek dünyanın en kolay işiydi ama işin içine bir amaç girdiğinde o iş giderek zorlaşıyordu. Acaba ben evlenmeden önce nasıl 60 kilo olmuştum. Asıl sorun evlendikten sonra nasıl 12 kilo vermiş sonra da 2 kilo alarak 50 kilo olmuştum. Bu konuda düşünmek istemiyordum çünkü düşünerek anca kendimi yiyordum. Şu anda kendim hariç her şeyi yemem gerekiyordu.

Sonunda o beklenen gün geldi ve tercih sonuçları açıklandı. Tabi ben bunu öğrenip sisteme girmeye çalışana kadar sistem çökmüştü. Bir süre başında bekleyip sürekli denesem de açılmadı ben de sinirlenip başından kalktım. Öğlen yemeğini yedikten sonra tekrar yukarı çıktım tekrar denemeye başladım bu sefer sistem açıldı. Bir gözüm kapalı ekrana bakıyordum. Ekran açıldı sonra büyük ihtimalle yavaş bir şekilde değildi ama beynim ağır algılamaya başlayıp yavaş çekimde ekranda tüm sayfa belirdi. Önce resmimi, adımı ve en sonunda da üniversite adıyla birlikte beraber hukuk fakültesi yazıyordu. Kazanmıştım, yerleşmiştim hem de Feyyaz’ın istediği bölümlerden birine tek seferde. Kafamın içinde davullar çalmaya başladı. Bir sorun olmadan gidebilecektim. Masadan kalktım yerimde duramıyordum resmen kabusum gerçekleşmemişti. Günlerdir acaba hadi olmazsa diyerek kendimi tüketiyordum ama daha fazla düşünmeme gerek kalmamıştı bu sefer soranlara göğsümü gere gere hukuk okuyacağımı daha doğrusu okuduğumu söyleyebilirdim.

Kendi kafamın içinde çalan müzikle beraber ben dans etmeye başladım. Şu an kimse moralimi bozamazdı bu aylardır aldığım ennn iyi haberdi çünkü. Yerimde duramıyordum. Ben dans etmeye devam ederken kapı açıldı ve içeri Feyyaz girdi. Büyük bir şaşkınlıkla yanıma yaklaştı. “Hayırdır ne bu mutluluk neyi kutluyorsun?” Zıplayıp dudağı ile yanağı arasına kısa bir öpücük bıraktım. Sonra da çok eşlik etmeyeceğimi bilsem de ellerinden tutup onu da hareket ettirmeye başladım. “Üniversite sonuçları açıklanmış hukuk fakültesine yerleşmişim.” Durup vereceği tepkiyi beklemeden devam ettim kendimce dans edişime. Şu an ayna karşısında falan yapsam kesinlikle çok komik dans ettiğimi düşünüp dururdum ama şu an hiç umurumda değildi. Bir taraftan da hala kollarını oynatmaya çalıştığım kocam kolunu kaldırıp beni kendi etrafımda döndürdü ve elini belime koyup kendine çekti.

“Tebrik ederim.” Açık konuşalım sesinde çok da bir samimiyet yoktu ama olsun en azından göstermelikte olsa bir tepki de bulunmuştu. “Ama yeter bu kadar zıpladığım şimdi bir yerini inciteceksin.” Yani illa oyunbozanlık yapacaktı. Ne vardı şurada biraz eğlenmiştim.

“Hevesimi kursağımda bırakıyorsun.” Daha fazla kendine çekip tekrar öptü. Asık suratıma bakarak “Hevesini kursağında bırakmıyorum yanlış bir hareket edip ayağını tekrar incitmemen için uyarıyorum sevinmene daha dikkatli hareketlerle devam edebilirsin.” diye devam etti. İllaki hep en mantıklı olan o olması lazımdı değil mi? Öyle de açıklıyordu ki karşı da çıkamıyordum.

“Off tamam.” Pes etmemle birlikte yüzüme baktı. Belimdeki elini sıkılaştırdı ve bu sefer burnunu yanağıma sürttü. “Oflama bana. Kötü bir şey demedim sadece seni düşündüğüm için öyle söyledim.” Biliyordum onu ama nedense ben hep evin yaramaz küçük çocuğu gibi ortada alıyordum.

“Tamam.” İtiraz edecek bir sebebim yoktu. Elini belimden çekti. “Ben üzerimi değiştireyim.” Dışarıdan gelmesine rağmen fazla yaklaşmıştı zaten o da farkına varmıştı anlaşılan.

O giyinme odasına girerken bende kalan sevinme işime geri döndüm. Sonucum bilgisayar ekranından bana selam veriyordu. Şimdi sırada kayıt yaptırmak vardı. Büyük ihtimalle onu da Yasemin halledecekti yani halledilebilir kısmını en azından.

Ondan sonraki birkaç gün boyunca kayıt işleminin nasıl olacağını düşünsem de Yasemin dijital ortamda yapılanları benim adıma halletmişti geriye yüz yüze yapılan kısmı kalmıştı bugün ben de gidip onu halledecektim. Tek gitmek istememiştim yanlış bir hareket yapmak istemiyordum Feyyaz’a sorsam da toplantısı olduğunu söyleyerek kabul etmemişti. Ben de Zerda’ya sordum neyse ki o kabul etmişti. Birlikte gidecektik bugün. Öğleden sonra onun işi vardı bu yüzden sabah halletmemiz lazımdı. Sabah erkenden uyanan kocamla birlikte ben de uyandım. Üstümü giyindim elime takacağım çantayı da elime alarak yatağın üzerine boşalttım. Cüzdanımı kontrol etmek için açtığımda içinde kimliğim olmadığını fark ettim. Nereye koymuştum ben kimliğimi? “Feyyaz?”

“Efendim kar tanem.” Giyinme odasından geliyordu sesi. Az önce banyoya geçmemiş miydi? Neyse şu an konumuz bu değil. “Kimliğimi bulamıyorum gördün mü?” Kısa bir sessizlik oldu.

“Benim cüzdanımda olması lazım en son hastaneye gittiğimizde ben de kalmıştı.” Doğru o gün çanta almamıştım telefonu elime alıp kimliği de ona vermiştim. “Cüzdanın nerede?”

“Komodinin çekmecesine bak. “ Komodinin çekmecesi. Benimki olmadığına göre onun tarafında olması lazımdı. Yine zeka küpüydüm. “Alıyorum.” İzinsiz cüzdanını karıştırmak olmazdı. Özellikle geçenlerde telefonumu habersiz açtı diye kızmışken.

“Al.” Onayladığında bende hareketlendim. Komodini açıp içinden cüzdanını çıkarttım. Kimliğimi çıkartırken gözüme çarpan beyazlıkla cüzdanın diğer kısmını açtım. Sonra beyazlığın nereden geldiğini gördüm. Nikah için çekindiğim ama sonrasında devamını bulamadığım biyometrik fotoğraflarım vardı. O zaman çok aramama rağmen bulamamıştım çünkü olduğu gibi dosyalanıp Arslan’a vermişti abim ve fotoğraflar geri gelmemişti demek ki. O zamandan beri cüzdanında mı taşıyordu? Bazen beni çok şaşırtıyor diyordum da kimse inanmıyordu işte kanıtı buradaydı. Nişanlılık süresince yüzüme bakmamıştı ama o zaman çekindiğim fotoğrafımı cüzdanında taşıyordu. Fotoğrafın birini elime aldım. O değil de bir buçuk yılda ne kadar değişmişim ben öyle. Yanaklarım içine çökmüştü. Oysa fotoğrafta baya dolgundu hatta şu an ki halime bakacak olursak kesinlikle şişman sayılırdım. Fotoğrafı kendime saklamayı planlıyordum diğerleri burada kalabilirdi. Tam cüzdanı kapatacaktım ki Feyyaz içeri girdi elimdeki fotoğrafı gördü “Yerine bırak geri.” Ses tonu hiç şaka yapıyor gibi değildi.

“Bir tanesini aldım sadece diğerleri yerinde.” Ayrıca bunlar benim fotoğrafımdı istersem hepsini alırdım. “Onu da bırak” İlla zıddıma gidecek ve benim inat damarımı kaldıracak sonra da pişman olacaktı.

“Niyeymiş benim fotoğrafım değil mi?” Çok mantıksız bir şey söylemişim gibi bana baktı. Görende 2. Elizabeth’in fotoğrafını istemiştim kendi fotoğrafımı alıyordum. “Olabilir ama benim cüzdanımda.” Niye acaba? Sanki ben vermiştim. Sormadan almıştı bir de üstüne bana fotoğraf aratmıştı.

“Çünkü geri vermediğin için.” Bana omuz silkerek cevap verdi. Omuz silkti. Bir de bana der bana omuz silkme diye. Kendi yaptığına bak. “İstemedin.” Ne diyecektim fotoğraflarım sen mi aldın geri ver mi? Sormuştum gördün mü diye o da hayır demişti. Yeterli değil miydi gördün mü sorusu?

“O kadar aradım ama hiç sesini çıkartmadın.”

“Sende mi diye sormadın ki?” Bu adam bu sabah beni delirtmeyi planlıyordu ve doğru yolda gözüküyordu ama Allah sonumuzu hayır etsin. “Görmedin mi diye sordum ama.”

“Evet.” Cidden bugün beni çıldırtacaktı. “Sen de görmedim dedin.” Hatta üstüne bile düşmemişti. Şimdi nedeni ortadaydı yerini biliyordu çünkü.

“Demek ki o gün görmemişim.” Hay Allah’ım neydi benim günahım? Cidden merak ediyorum çünkü artık. “Dalga mı geçiyorsun benimle.” Soru falan değildi bildiğimiz tasdiklemeydi. Yanıma gelip cüzdanını elimden aldı. Fotoğrafını da elimden aldı.

“Eğer almak istiyorsan yerine yenisini koymalısın.” Oldu bir de kendi fotoğrafım için pazarlığa oturacaktım. Eğer inatçı olmayan birisi olsa çoktan vazgeçmişti ama şu an fazlasıyla inat damarım kabarmıştı bu fotoğraf bende kalacaktı. “Ciddi misin?”

“Hem de çok.” Gerçekten beni sinir ediyordu bazen. Cüzdanımı elime alıp pasaport için çekindiğim fotoğraflardan birini çıkartıp uzattım. Kendi fotoğrafımı bile karşılıksız alamıyordum. Allah kimseyi bununla pazarlık masasına falan oturtmasın. Elimde fotoğrafı alıp geri eskisini uzattı. “Çok değişik bir insansın.”

“Sende bu yüzden uyumluyuz ya.” Kim demişti uyumlu olduğumuzu buna. Bence taban tabana zıt karakterlerdik ve uyumdan çok sinir oluyordum çoğu hareketine. “Ya tabi.” fotoğrafı cüzdana yerleştirirken cüzdanını kapattı. Cüzdanı çantama koyarken “Hatta bunlar çok olmuş birini daha ben alabilirim” diyerek kayıt için gerekli olan belgelerin içinde duran ve daha dün çekindiğim fotoğraflara göz dikti.

“Olmaz onlar bugün lazım.” Adamın gözü doymuyor resmen. Yemin ederim insanlığın açgözlülük seviyesi her gün bu adamın hareketleriyle yükseliyordu. Çıta artık o kadar yukarı çıkmıştı ki başka birinin yetişebilmesi imkânsız gibi bir şeydi. “Kaç tane var?”

“8.” 2 tane istemişlerdi ama işimi sağlama alarak 8 tane çıkartmıştım başka şeylere de lazım olabilirdi. “Ne yapacaklar 8 tane fotoğrafı birini verebilirsin yeter geri kalanı.” Delirtecek beni. Hatta artık eşiği geçmesine birkaç milim kaldı. Sonra da Berfu fazla sinirli, hassas hemen küsüyor hemen kızıyor diyorlardı. Karşımdaki adama baksana dışarıda aslan kesiliyordu evin içinde de yaramaz kedi gibi ortalığı birbirine katıyordu.

“Hayır ya olmaz.” Tabi beni dinlemedi ve dosyayı eline aldı. “Verir misin şunu oyunun sırası mı?” Belgeleri falan yırtacaktı sonra sabah sabah açık kırtasiye bul belgeleri çıkart tabi birde bunlar içinde neler vardı tam emin bile değildim Yasemin çıkartmış ve göndermişti.

“Oyun mu oynuyoruz?” Uzanmaya çalıştım ama kolunu havaya kaldırdı. Kesin bugün benim iki elimi bir pabucuma sokacak bir şey yapacaktı. Sonra ben buna sinirlenip birkaç haftalık bir küslük başlatacaktım bu sefer de barışmak için çırpınacaktı. “Ben değil ama sen oynuyor gibisin tamam bir tanesini vereceğim indir.”

“Ben kendim alırım.” Diyerek fotoğraflardan birini çekip aldı. Ne yapacaktı bu kadar fotoğrafı? Fotoğraf fetişi falan mı vardı? Dosyayı geri bana uzattı, elinden alıp çantanın yanına bıraktım. Daha hazır bile değildim ama Feyyaz işi oyuna döküyordu. Zerda birazdan gelirdi ve benim daha hazırlanmam lazımdı.

Makyaj masasına oturdum. Hızlıca bir makyaj yapmaya kalktım onda da hızlı işe şeytanın karıştığını test ederek emin olmuş oldum ve hayır Feyyaz bulaşmadı. Elim ayağım birbirine girerek çekmek istediği eyelinerı yanlış çekip kendinden geçirdim artık kesinlikle şaşı olmuştum yani en azından öyle gözüküyordum. İnsan yanlış eyeliner ile Buz Devri’ndeki Sid karakterine benzer miydi, benzermiş. Sadece eyelinerı sileyim dedim silemedim bende yüzümü baştan aşağı temizledim ve daha basite kaçarak renkli göz kalemi çektim daha kısa ve öz olmuştu. Yüzümü tekrar düzenleyip masadan kalktım. Saçlarımı da açık bıraktım akşamdan örmüştüm ama Feyyaz yatağın içinde on dakika da oynamaktan bozmuştu, bu yüzden dalgalı değil kabarık bir saçım vardı. Yatıştırması için biraz saç yağı sürdüm ve makyaj masasından uzaklaştım. “Sonunda bende oraya yapıştın falan diye düşünmeye başlamıştım.”

“Abartma alt tarafı yarım saat oldu.” Daha o kadar olmamıştı ayrıca iki kere makyaj yapmıştım ilkini sildiğim için. “Çok kısaymış canım.” Tabi kısaydı. Makyajı bir saati bulan insanlar da vardı. Mesela düğünde bana yaptıkları makyaj bir saatten fazla sürmüştü.

“Sen inseydin o zaman Zerda gelene kadar vaktim var benim senin acelen varsa çıkabilirdin.”

“Ne gerek var ki bu kadar hazırlanıyorsun?” Bende diyorum nerede kaldı bu kıskançlık böyle eksik oluyor diye. “Çok hazırlanmadım normal bir şekilde hazırlandım ve tamamen hazırım inebiliriz.” Kahvaltıya oturduktan 5 dakika sonra Zerda geldi.

“Hadi çıkalım.” Ben hareketlenince Feyyaz müdahale etti. “Daha yeni başladı önce kahvaltısı bitsin ilaç içsin sonra çıkarsınız.” Bir itiraz edecek olsa da vazgeçti. Masaya oturdu o bir kahve içerken ben kahvaltıyı bitirdim sonra da içmem gereken ne varsa hepsini içip masadan kalktım. Feyyaz da bizimle birlikte çıktı. Zerda kendi arabasıyla gelmişti. Biz ona binerken Feyyaz da kendi arabasına yöneldi.

Trafiği atlatması zor olsa da Baran önde ara sokaklardan falan geçerek bize kestirme yollar kullanarak öğle arasına girmeden okula yetiştirmeyi başardı. Bir süre Zerda ile okulun içinde dolaşsak da sonunda kayıt işini halletmiş bulunduk. Sonra da okula ilk gün geldiğimde bir problem yaşamayım diye küçük bir tur yaptık en azıdan fakültenin yerini öğrendim. Okulda işimiz bitince Zerda babasının yanına gitmek için yanımızdan ayrılırken ben de bizim arabaya bindim ve eve döndük. Eve geldiğimizde rahatlamış hissediyordum bundan sonrasında okulun açılmasını beklemekten başka yapabileceğim bir şey yoktu.

Evde oturmaktan yeterince sıkılmıştım arada birkaç saatliğine dışarı çıksam da fazlasına cesaret edemiyordum. Onda da biraz alışveriş yapmış ya da güzellik merkezine falan gitmiştim. Hoş dışarıda vakit geçirebileceğim bir arkadaşım da yoktu. Zerda birkaç gün önce tekrar tatile gitmişti bu sene üçüncü tatiliydi galiba. Yağmur’da sevgilisiyle tatildeydi yani kimse yoktu benimle vakit geçirecek dışarıda. Evde tek başıma oturuyordum, tek başıma. Neyse ki okullar açılıyordu.

İki gün sonra dersler başlıyordu ve beni bir heyecan ve korku sardı. Aralarına uyum sağlayamamaktan korkuyordum. Hem genelinden daha büyüktüm hem de farklı kültürlerde yaşıyorduk bir de üstüne yetmezmiş gibi ben evliydim. Bir ara aklıma evli olduğumu saklasam mı sorusu geldi sonra vazgeçtim eğer bunu Feyyaz öğrenirse kalbine falan inerdi. Sonra da tüm sınıfa falan inme inerdi hiç gerek yoktu bu tarz entrikalara.

Cumartesi günü ilk uyanan ben oldum. Feyyaz daha yatıyordu. Biraz yatağın içinde kıvrandım ama olmadı canım sıkılmıştı. Günlerdir evin içinde tek oturuyordum ama sevgili kocacığım bir barda çalışıyordu. Yani barın üst katında bir odada ama olsun istediğinde aşağı inebilirdi ama benim öyle bir şansım yoktu. İstediği zaman farklı insanlar görebiliyordu benim görebildiğim insanlar bile sayılıydı iki tane evin içinde birkaç tane de bahçede o kadar yani. Sırf bu yüzden bile erken uyanıp benimle ilgilenmesi gerekiyordu.

Yüz üstü diğer tarafa bakacak şekilde yatıyordu. Yine üstsüz yatmıştı iyi alışmıştı bu üstsüz yatma olayına kışın bile böyle yatıyordu. Kendi başına uyanacağı yoktu bende bir müdahalede bulunmaya karar verdim. Sırtının üstüne uzandım ve kafamı yüzünü görecek şekilde eğdim. Baktım yine uyanmıyor. “Feyyaz?” Birkaç saniye ses gelmedi sonra da “Efendim güzelim.” dedi. Uykulu ve yüzünün bir yarısı yastıkla kapalı olduğu için boğuk sesiyle konuşmuştu. Daha kendine gelmediği için sesi daha pürüzlüydü. Tabi ben buna kanmadım ve konuşmayı devam ettirmeye karar verdim.

“Sana ne diyeceğim.” Kısa bir düşündüm ne desem diye. Bu arada soruma soruyla cevap verdi. “Ne diyeceksin?” Evet ne diyeceğim. Aa Seda abla!

“Seda abla hamileymiş.” Öğreneli birkaç gün oluyordu ama söylemek aklımdan çıkmıştı. “Biliyorum.” Bilmiyor olsa zaten ortada bir problem olduğu anlamına gelirdi herhalde. Bu Hancı erkekleri kadınlarından daha fazla dedikodu yapıyordu yeminle.

“Bilmesen dişimi falan kırardım.” Oraya oturup sabahtan akşama kadar dedikodumuzu mu yapıyorlardı. O bunu yaptı şu bunu yaptı diye. Ne kadar ayıp biz yapıyor muyduk? “Dişin ağzında kalsın diye öğrendim.” Çok komik daha gözünü yeni açtı ama komikliği pek üstünde.

“Bana niye söylemedin?” İnsan der Seda hamileymiş diye ama yok illa ben dürtmem lazım. Bilseydim en azından bağış gecesi için yardım falan ederdim. Nasıl yapacağımı bilmiyorum ama en azından denerdim. “Söylesem ne yapacaktın?”

“İlla bir şey mi yapmam lazım?” Bu adam gerçekten yontulmamış odun. Sinir ediyor beni. İnsan sessiz sessiz oturmamak adına bile söylerdi ama yok. “İyi öğrenmiş oldun eğer bir daha hamile kalırsa söylerim.” Tabi o da bir ordu insan doğuracaktı ya bir sonrakine diyerek dalga geçiyor benimle.

“Çok komiksin.” Feyyaz önce derin bir nefes aldı sinirleniyor muydu yoksa asıl sinirlenmesi gereken bendim burada. Bana hiç bir şey anlatmıyordu ama telefonda kimle konuştuğumu bile söylemek zorundaydım. “Berfucuğum sabah sabah derdin ne?” Ne gibi bir derdim olabilirdi ki onunla. Alt tarafı biraz sohbet etmek istemiştim ama onda da hevesimi kursağımda bırakmıştı her zamanki gibi. “Yok bir derdim.”

“İyi o zaman daha erken değil mi yat uyu biraz.” Sanki ben sabaha kadar beşik sallamıştım. Yeni uyandım ya nereme geri uyuyayım. “Uykum yok ama.”

“Fark ettim onu.” Fark etmişmiş ay canım benim senin öyle özelliklerin var mı diyeceğim bozulacak. “Ön alıştırma yapıyorum okula erken gitmem gerekiyor haftada 3 gün.”

“İyi aferin o zaman sana da benim suçum ne?” O uyandığında bazen ben de uyanıyordum benim ne suçum var mı diyordum ya da gece geç geldiğinde bazen beni uyandırıyordu o zaman benim ne suçum var diyor muydum? Yok. Ama beyefendi bir gün erken uyanınca tribe girdi. “Ne suçu ya bunun suçla alakası ne?”

“Bir şey yok. Boş ver senin neden uykun yok gece de erken yatmadın.” Belki ama biraz heyecan yapmış olabilirim. “Heyecandan uyku tutmadı.”

“Berfu daha iki gün var.” Hayretler içindeki sesine baktım. Olabilirdi ama ben daha ne giyeceğimi bilmiyorum. “Evet ama olsun ayrıca ne giyeceğime de karar veremedim.”

“Dalga falan geçiyorsun herhalde benimle sabah sabah.” Niye dalga geçeyim ki ben o muyum da dalga geçeyim. “Hayyırr.” Uzatarak konuşmama kaşlarını kaldırarak baktı.

“Emin misin?” Fazlasıyla ciddiydim dünden beni düşünmeme rağmen bulamamıştım ne giyeceğimi. “Evet.”

“Hayatım okula gidiyorsun ya ne giymeyi planlıyorsun abiye mi?” Yok tuvalet giyeceğim hatta böyle kabarık bol taşlı falan. “Olsun ilk gün önemli.” İlk etkileşim her zaman önemliydi. İnsanlar ilk önce dış görünüşe göre yargılarlardı ne de olsa. “Berfu gece boyu bunu mu düşündün?” Ne gecesi ben bunu dün sabahtan beri düşünüyordum. Evin içinde başka bir derdim yoktu ki bir düşüneyim dedim sonrasında içinden çıkamadım ve hala düşünüyorum.

“Hayır dünden beri düşünüyorum ama cevap bulamadım. Dolabımdaki birçok kıyafet artık tam olmuyor ve birazı da kuru temizlemede.” Birkaç yeni şey almıştım ama emin değildim onlardan da. “Söyle birilerine bugün getirsinler o zaman sen ne uğraşıyorsun yoksa git al onu giy.” Çok zeki bu adam. Ben diyorum ki bir dolap dolusu kıyafet içinden bulamadım diyorum o da git seçeneklerini arttır daha fazla düşün diyordu.

“Of hiç yardımcı olmuyorsun.” Ben geri çekilince o da sırt üstü döndü. “Güzelim, hayatım, canım bak karıcım ne istiyorsun sabah sabah anlamadım. Üzerime olmuyor diyorsan yenisini al yok kuru temizlemede diyorsan ara bugün getirsinler. Başka ne diyebilirim ki ben mi tasarlayacağım ne giyeceğini. Ayrıca ne giysen sana yakışıyor.” Sonunu toparlamaya çalışsa da olmamıştı. Bu erkekleri niye hiç şaşırtmıyor ki.

“Ben sana tasarla mı dedim?” Alt tarafı biraz dert yanmak istemiştim ama onu da boğazıma dizmişti. “Hayatım yapma ama sabah sabah ne istiyorsan söyle onu yapalım olmaz mı? Daha gözümü zor açıyorum.” Ben mi demiştim geç yat diye erken yatsaydı o da. Bu da mı benim suçum.

“Ama bana hiç yardımcı olmuyorsun.” Sırtımı başlığa yaslayıp kollarımı bağladım. Şurada konuşmaya çalışıyordum ama katıksız odun hiç takmıyordu. “Ne istiyorsun güzelim söyle onu yapayım.” Aman kesin ona bir şey bulacaktı.

“İstemez.” Derin bir nefes verdi. Şu an oflamak istiyor ama daha çok küserim diye yapamıyor gibi bir hali vardı. “Ne diye bu kadar düşünüyorsun ki. Abiye giyecek halin yok ya pantolon elbise falan giy işte. Herkes benzer şeylerle gelecek nasıl olsa.” Benzer mi? Bunun kadın kıyafetlerinden haberi var mıydı?

“Çok yardımcı oldun.”

“Ne yapayım gardolabını mı inceleyim baştan aşağı.” Yapsa ölür müydü? Birkaç fikir verebilirdi sanki görende moda koçluğu falan istemiştim. “Yapma aman yat sen ben kendim hallederim.”

“Berfu sabah sabah ne oldu güzelim ne bu gerginlik.” Ben uyandığımda gergin değildim ki ne olduysa bunu uyandırmaya kalktıktan sonra olmuştu. “Gergin değilim.”

“Sen niye erkenden uyandın?” Dedim ya heyecandan uyuyamadım diye beni neresiyle dinliyordu. “Uykum açıldı.”

“O zaman kesin acıktın hadi kahvaltı yapalım.” Neyse en azından karnım doyabilirdi, Allah’tan bunu düşünebiliyordu. “Yapalım.”

“Belli derdin canım o kadarını anladım ama geç oldu.” Niye söyleniyordu ki ne var yani küçük bir tartışma ortamı yaratmaya çalışmışsam o yememişse ne olmuştu yani. Toparlanıp oturdu, uyutmamıştım ama her nedense hiç vicdan azabı çekmiyordum. Üzerime bir sabahlık alıp aşağı indim. Nasıl olsa geri odaya dönüp düşünmem gereken bir giysi konusu vardı.

Biz masaya otururken Semih Bey elindeki börekleri masaya bıraktı. Börek. Neyse en azından keyfim yerine geldi. Bu diyet saçmalığı içinde gerçekten ne yiyeceğimi şaşırmıştım iyice. Feyyaz’la çekişmeli bir kahvaltının ardından sonunda kahvaltıyı bitirdik ama biz kalkmasak Semih Bey bizi kovacaktı büyük ihtimalle. Çünkü en son Feyyaz elimdeki böreği çekerken çay içmeyeceğim diyerek yaptırdığım limonlu ve karpuzlu içeceği döktü ve börek tabağı komple ıslanmış oldu hem börekten hem de içeceğimden olmuştum. Sinirlerim bozuldu galiba çünkü kızmam gereken yerden kahkahalarla gülmüştüm. Neyse ki sonunda bitti de kalktık masadan.

Yukarı çıkınca önce kendimi giyinme odasına attım. Ay gerçekten bilmiyorum ne giyeceğimi. Kadın olmak da ayrı zordu erkeklerin hiç böyle dertleri yoktu hele ki benim kocam gibi sürekli aynı tip giyinip eline ne geçerse giyinenler için ama kadınlar öyle mi? Her ortama göre giyeceğin kıyafet farklılaşıyordu, giydiğin kıyafet bulunduğun grup içindeki statünü bile belli ediyordu. Sırf bu yüzden bile akıllıca bir seçim yapmalı ve ilk günden iyi bir izlenim vermeliydim. Düşüncelerimi duyan birçok kişi başta sevgili kocam olmak üzere saçma olduğunu düşünebilirdi ama herkes etrafına baktığında bulunduğu ortama uymayan bir kıyafet giydiğinde bu buraya olmuş mu diye düşünüyordu. Düşünmek için bir de yarınım vardı. Yeter miydi? Yeterdi herhalde. Neyse uzun uzun dolaba baktım.

Acaba bu yeni aldığım sarı elbiseyi mi giysem? Yok güzeldi ama sanki bahçede oturmaya çıkıyor havası verebilirdi. Kot askılı tulumumu giyebilirdim. Kot askılı tulum mu? Ben bunu ne zaman aldım peki? Hiç hatırlamıyorum ayrıca kendim aldığımdan emin miyiz? Ben değilim çünkü şu anda. Acaba nereden gelip dolabıma girmişti. Belki de kuru temizlemede falan mı karışıp gelmişti. Hadi onu da geçelim başkasına ait bir şey giymek istemem. Yelek pantolon takım mı yapsaydım? Bu arada fazlasıyla popülerdi neredeyse herkes bir kere giydi bu yaz ama renk seçeneğim kısıtlıydı çünkü elimde sadece yeşili vardı o da sönük bir renkti. Sakin bir yere uygun olsa da oraya uygun olabilir miydi emin değilim. Pembe elbisemi mi giysem acaba hem çok minnoştu hem de fırfırlarını seviyordum. O da fazla abartılı mı kalırdı acaba? Feyyaz’ın dediği gibi abiyeyle de gitmek istemezdim. Bu televizyonda gösterdikleri zengin okullarının hepsinde insanlar podyumda gibi giyiniyordu acaba gerçek hayatta da bu böyle miydi? Hiç bilmiyordum. Sorabileceğim tek kişi Zerda’ydı o da üniversiteyi bitireli 3 yıl oluyordu. Mükemmel yani sadece bana kalmıştı. Ya da dur kalmamış da olabilirdi. İnstagram’da kesin bu konuda paylaşım yapan kişiler vardı. Takipçileri çok ve sayfaları herkese açık olan. En mantıklısı ben biraz orada gezineyim ne giyeceklerini görüp bir seçim yapardım. Hatta Türkan Hanım’a da söyleyip kuru temizlemedekileri de yarına getirtsin seçeneğim çoğalmış olur. Şu an kendimi şımarık kız çocukları gibi hissediyordum ama yapacak bir şey yoktu artık. Önemli olan ilk gündü sonrasında ne yapacağımı daha iyi kestirebilirdim.

Erkekler bu konuda oldukça şanslıydı bir yere eşofmanla bile gitseler kimse dönüp bakmazdı özellikle bu zenginler için geçerliydi. Ayrıca giyecek çok fazla çeşitleri de yoktu en azından Feyyaz için geçerliydi. Eşofmanla dışarı çıkmıyordu ama giydiği üç çeşit renk vardı zaten: siyah, krem, açık kahverengi. Ha bir de tişört giydiğinde aralarına bazen yeşil falan da olabiliyordu. Durmadan alışveriş yapmazdı zaten belirli aralıklarla terziden geliyordu kıyafetleri büyük ihtimalle kalıp çıkartıp onun üzerinden dikiyorlardı. Yani kocam benim gibi modanın kölesi olma yoluna girmiyordu aksine hiçbir kıyafetinde marka amblemi gibi şeyler yer almıyordu. Ama bu iyi bir şey marka amblemini falan kime gösteriş yapmak için giyinecek ki. Hiç gereği yoktu hem ne gereği vardı. Erkekler bu tarz konuları takmazdı kadınlarsa kimi takıyorsa takabilirdi ama mümkünse benim kocamı takmasınlar.

Pazartesi günü sabah onda başlayan derse zamanında yetişmek için yedide uyandım. Ben her pazartesi bu kadar erken mi uyanacaktım. Bir düşününce beni biraz ürkütmedi değil. Evde yatmaya fazla alıştım ve bu kadar erken kalkmak hem de sürekli olarak biraz korkutucu geldi. Ama kendim istemiştim ve bir iki saatlik fazla uyku için bundan vazgeçmeyecektim. Gerekirse erken yatardım ama hemen pes etmeyecektim. Feyyaz uyuyordu ve hiç uyanası yoktu. Dün akşam banyo yapmıştım bu yüzden sadece yüzümü yıkayıp bakım kremlerini ve serumlarımı sürdüm. Saçımı yapmak için maşayı hazırlayıp makyajımı yapmaya çıktım. Toprak tonlarında bir makyaj yaptım. Tabi ben hızlı olmak için verdiğim savaşta Feyyaz’ı uyandırmıştım. Neyse ki bir şey demedi. Gözünü açtı bir bana baktı tekrar yattı. Saçlarımı yapmak için banyoya geri döndüm. Kalın dalgalar yapıp açık bıraktım. Büyük ihtimalle pişman olacaktım ama yapacak bir şey yoktu.

Giyinme odasına girdim. İki günde zor karar verdiğim kombinimi askıdan çıkarttım. Elbisenin kollarını giydikten sonra fermuarını zor da olsa çekmeyi başardım. Takı olarak küpe taktım sonra gözüm parmağımdaki alyansa gitti sonrasında acaba yanına tektaşımı takmasam mı acaba dedim ama sonra vazgeçtim. Şimdi Feyyaz fark ederse ilk günden ne benim ne de onun canının sıkılması benim yararıma olurdu bu yüzden gösterişli olandansa diğer zarif olanı taktım. Bir ara aklıma sevgililer gününde aldığım yüzükler gelse de tek başına tektaş havası vermiyordu bu yüzden vazgeçtim. Küçük zarif bir kolye de ekledim. Odaya dönüp saçlarımı düzeltip parfüm sıktım. Bu arada Feyyaz uyanmıştı. “Günaydın.”

“Günaydın güzelim.” Çıkmam lazımdı yoksa geç kalacaktım ve daha kahvaltı yapmamıştım. Yatağa oturup yanağından öptüm. “Çıkıyor musun?” üstüm giyili saçım ve makyajım yapılı yatmayacaktım herhalde. Bazen bana diyordu gereksiz sorular soruyorsun diye ama kendisinin de benden kalır bir tarafı yoktu.

“Evet.” Gözü bir an saate kaydı. “Erken değil mi?” daha kahvaltı yapıp ilaç içecek ve öyle çıkacaktım. Çok da erken sayılmazdı ayrıca yedide uyanmıştım ve saat sekizdi şu anda ders dokuz buçukta başlayacaktı bir de İstanbul trafiğini düşünmek lazımdı.

“Daha kahvaltı yapacağım.” Boynumdan öpmek için eğildi. Dudaklarını bastırdı ama yerinde olsam dudaklarımı yıkardım ne de olsa önce nemlendirici üstüne de güneş kremi sürmüştüm. “İyi bakalım.” Tabi eli rahat durmayarak elbisenin eteğinden içeri girip bacağımda dolaştırmaya başladı.

“Yapmasana.” İstemese bile elini çekti. “Kısa değil mi?” oturunca toplanmıştı yoksa çok da kısa değildi rahatça oturup kalkabiliyordum ve rüzgarda açılma gibi bir durumu da yoktu yani fazlasıyla giyilebilirdi.

“Hayır çok değil.” Bir şey diyecek gibi oldu ama vazgeçti. Çünkü pek bir şey değişmeyecekti bu saatten sonra asla değiştirmezdim buna 3 günde karar vermiştim bir de yenisini birkaç dakikada seçemezdim. “Neyse.”

“Ben aşağı iniyorum.” Cevap vermeden odadan çıktım. Kahvaltı hazırdı indiğimde hemen masaya oturdum. Kahvaltım bitince ilaçlarımı içtim. Odaya geri dönüp eşyalarımı toparladım makyajımı düzelttim tekrar aşağı indim. Feyyaz da hazırlanıyordu bu arada.

Kapıdan çıktığımda sivil olarak adlandırabileceğim şekilde giyinmiş iki koruma karşıma çıktı. Birisi bu ara peşimden pek de ayırmadığım Baran diğeri de İtalya’dan beri tanıdığım Süleyman. İkisi zaten en mantıklı seçenekti. Yirmili yaşlarının başında olan ve genç gösteren başka da bir korumamız yoktu benim bildiğim kadarıyla. En azından ikisi de birer öğrenci gibi görünüp etrafa korku saçmayacaklardı. Hoş belki ilk defa bu şekilde gördüğüm için mi bilinmez ikisi de çok yakışıklı gözüküyordu. Baran siyah keten pantolon ve beyaz yakalı bir tişört giymişti. Süleyman ise siyah kumaş pantolon ve üstüne mavi bir tişört giymişti. Mavi Süleyman’ı kesinlikle açmıştı. Süleyman’ın sevgilisi var mıydı bilmiyordum ama Baran’ın sevgilisi kesinlikle şanslıydı. Tabi benim bu düşüncelerimi sevgili kocam duysa şanslı olacak tek şey toprak olurdu. Çünkü bu ikisini de diri diri gömerdi.

Tek bir araba ile okula geldik. Küçük bir sınıf aramasından sonra dersliği bulmuştuk. Kapısı açıktı bizden önce ders yoktu anlaşılan. Hoş bizden önce ders olsa kaçta başlayacaktı bu ders. Kapıdan bakınca içeride birkaç kişi gözüküyordu. Derse de yaklaşık 15 dakika kadar vardı. Amfi olarak dizayn edilmiş sınıfa girince etrafıma şöyle bir göz attım. Tanıdığım kimse yoktu zaten olması da düşünülemezdi çünkü burada tanıdığım insanlar sınırlı sayıdaydı. En öne oturmak istemiyordum. Üçüncü sıraya çıkıp biraz ortalayarak oturdum. Baran’la Süleyman bir arka sırada oturuyorlardı. Zaman ilerlerken ne hoca geldi ne de sınıftaki sayı arttı.

Saat on bire gelirken artık gitmek için hazırlanırken kapı açıldı ve içeriye esmer uzun boylu siyah kısa saçlı bir kadın girdi. Bildiğim kadarıyla dersin hocası erkekti bu kadın kim diye düşünürken insanların onu dinleyip dinlemediğini hiç takmadan konuşmaya başladı. “Profesör derse gelmeyecek. Ben Ceren, Asım Hoca’nın asistanıyım haftaya ders olacak o zamana kadar üst sınıflardan derste kullanılan kitapları öğrenip alın. Şimdi dağılabilirsiniz. Ayrıca bir sorun olduğunda ilk önce bana geliyorsunuz. Odam 4. Katta.” Sonrada çıktı gitti. Ee ne anladık bundan. Diğer derse daha çok vardı şimdi ne olacaktı. Canım sıkılmıştı. Onun ardından sınıftan birer ikişer ayrıldılar baktım olacak gibi değildi bende çıktım arkalarından. Öğleden sonra olan derste pek farklı geçmemişti hoca derse yirmi dakika sonra gelmiş yaklaşık 1 dakika süren bir konuşmadan sonra çıkıp gitmişti. Öyle olunca benim içinde ilk gün tamamlanmış oldu.

Haftanın geri kalanında da pek bir değişiklik olmadı sadece bir hoca ders işlemişti onun haricinde gelen gitmişti. Hafta sonuna girdiğimizde koca beş günden elimde bir hiç vardı. Feyyaz ve Zerda ilk hafta olduğu için bu şekilde geçtiğini söylemişti. İnşallah öyle olurdu yoksa 4 yılı tek başıma derse gidip gelerek geçirmek istemezdim. Sınıfın geri kalanı az buçuk bir arkadaşlık kursa da ben daha kimseyle konuşmamıştım. Can sıkıcıydı. Hafta sonunu evde tek başıma geçirdim sayılır Feyyaz cumartesi gidip pazar dönmüştü. Bu git gelleri de beni öldürüyordu. Nereden çıkmıştı bu Edirne aşkı sürekli bir git gel yapıyordu bu ara.

Pazartesi günü derse gitmek için erkenden hazırlandım. Üniversitede dersler televizyonda gösterildiği gibi olmasa da öğrenciler kesinlikle öyleydi. Hepsi podyumdan fırlamış gibiydi. Neyse ki ilk gün hazırlıklı gitmiştim. Üzerimdeki Chanel marka elbiseye baktım. Güzel kombinlemiştim herhalde. Kahvaltı yapıp evden çıkıp okula geldim. Dersin yapılacağı dersliğin önüne gelince bu sefer geçen haftanın iki katından fazla olduğumuzu fark ettim. Dedikleri doğruydu yani. Ben üçüncü sıradan girerken Baran ve Süleyman birkaç sıra daha geriye oturdu. Birçoğu geçen hafta sınıfta bile olmamasına rağmen nasıl bu kadar hızlı kaynaşmıştı acaba çünkü neredeyse herkes birbiri ile konuşuyordu. Neyse artık yapacak bir şey yoktu. Artık ders aralarında kabuğumdan çıkıp birileri ile konuşmaya başlamam lazımdı.

Elimde telefona bakarken yanıma birisi oturdu. Kafamı çevirdiğimde kumral saçlı ve bronz tenli bir kızın oturduğunu gördüm. Bronz teni büyük ihtimalle tatilden kalmıştı. İri büyük kahverengi gözleri vardı. Bana doğru bakıp gülümsedi. Yanağında iki büyük gamzesi vardı. Önce elini uzattı. “Tanışalım ben Dilara.” Elini sıkarken kendimi tanıttım. “Bende Berfu. Memnun oldum.”

“Bende memnun oldum. Daha önce tanışmış mıydık?” Yüzüne daha net baktım ama hayır ilk defa görüyordum kendisini. Görmüşsem bile dikkat etmemiş olmalıydım çünkü hiç tanıdık gelmiyordu. “Hiç hatırlamıyorum.”

“Ben seni hatırlıyor gibiyim ama nereden?” Hiç bir fikrim yoktu açıkçası. Daha önce hiç karşılaşmamış gibiydik benim için kesinlikle tamamen yabancı bir yüzü vardı. “Emin değilim.”

“Sanki Seda ablanın yanında görmüş gibiyim seni.” Seda? Keşke biraz daha yardımcı olacak şekilde tanıtsaydı. “Seda kim?”

“Seda Hancı.” Bizim Seda Hancı’dan bahsetme olasılığı neydi? Bir İstanbul’da kaç tane Seda Hancı olabilirdi ki? Hem de zengin ve üst tabakadan. Peki ben niye onu hatırlamıyordum?” Eğer aynı kişiden bahsediyorsak büyük ihtimalle.”

“Büyük ihtimalle aynı kişiden bahsediyoruz. Hancıları sen nereden tanıyordun?” Soy adımı söylemediğimi fark ettim. Ya işte tanıma işini biraz geçmiş sayılırdık ne de olsa aynı ailenin içindeydik “Berfu Hancı ben.” Bir an nereden hatırladığını fark etmiş olacak ki yüzü aydınlandı.

“Feyyaz’ın eşi sendin o zaman. Geçen sene yardım gecesinde konuşma yapan kişi.” Demek ki oradan hatırlıyordu ama ben onu hiç hatırlamıyordum. Büyük ihtimalle ben o gün aşırı heyecanlı olduğum içindi. Hem ben o gece de hiç genç birini görmemiş gibiydim neredeyse herkes orta yaşlarda ya da daha büyük gibi gelmişti demek ki etrafıma daha dikkatli bakmam lazımdı. “Evet.”

“Tamam şimdi hatırladım hatta Seda ablanın doğum gününde de görmüştüm seni ama bire bir tanışmadık.” Ne kadar çok yerde karşılaşmıştık ama ben kesinlikle bakar kördüm. İnsan gördüğü insanı hatırlamaz mıydı? Ben şu an boş bir kutu gibiydim. “Olabilir çünkü ben seni hatırlamadım.”

“Tamam şimdi oldu hatta biz sizin düğüne gelecektik ama İstanbul’da yapmadınız.” Düğünde olan bir çok kişiyi hatırlıyordum neyse ki bir de düğünde görmemiştim yoksa orada da görmüş olsaydım kesinlikle geri zekalı ünvanı verecektim. “Evet tek düğün vardı Şırnak’ta.” İkinci düğün konusunu açılmadı bile büyük ihtimalle. En azından ben öyle biliyordum.

“Sen Şırnaklısın değil mi?” Feyyaz’ın Şırnaklı olma ihtimali olmadığına göre ya da can sıkıntısına gidip Şırnak’ta düğün yapmış olamazdık değil mi? Mantıken Şırnaklı oluyordum o zaman. “Evet.”

“Duymuştum.” Dedikodu. Çok hızlı yayılıyordu. Daha önce hiç magazine çıkmamıştım hatta düğüne basından hiç kimse davet edilmemişti. Babama gelip düğünden görüntü almak isteyen birçok kişi olmasına rağmen babam izin vermemişti. Buna rağmen insanlar dedikodu yapmada ya da kulaktan kulağa aktarmada üstüne yoktu. “Sen Seda ablayı nereden tanıyorsun?”

“Annemin akrabası oluyor.” Mantıklıydı. Eğer Feyyaz'ın akrabalarından birisi olsaydı daha önce görmüş olmam gerekirdi. “Anladım.”

Gözü etrafta kısa bir an gezindi. “Herkeste birbirini tanıyor.” Zaten birilerini tanımayan tek kişi bendim. “Evet.” Sonra içeri geçen hafta giren kadın hoca girdi. Herkes yerlerine yerleşirken bizim konuşmada son buldu. Birkaç dakika sonrada içeriye kırklarının sonunda başka bir adam girdi. Yaklaşık iki saat süren dersin sonunda hoca ara verme niyetinde bulundu. Daha bir ders daha vardı. O kadar çok anlatacak şey varsa ilk haftadan ders yapmaya ne derdi. İki saat bir insan tutulur muydu? Dilara ayaklanarak bana döndü. “Kahve almaya gidiyorum sende gelir misin?” çok hassas noktamdan vurmuştu nasıl hayır derdim ki bu soruya. Bende çantamı alarak ayaklandım sadece çantamı almıştım geri kalan eşyalarım masada kalmıştı. Sınıftan çıkıp o meşhur kahvecilerden birine geldik. Çok fazla sıra yoktu Allah’tan da hemen alabildik. Hemen arkamda Süleyman’ı gördüm. Birkaç adım gerimdeydi ama varlığı belliydi. Kahveyi alıp kafeden çıktık. Bu kahvelerin dozunu niye ayarlayamıyorlar acaba hiç güzel yapamıyorlardı. Semih Bey kesinlikle çok daha iyi yapıyordu. Bir de ekstra öz istemiştim eğer istememiş olsaydım tadını merak ediyordum.

Sınıfa doğru ilerlerken Dilara ile konuşmaya devam ettik. “Bu sene de bağış gecesi olacak değil mi” Artık gelenekselleşmiş bir etkinlik haline gelmişti bu. Feyyaz’ın yengesi öldüğü yıldan beri yapıyorlarmış. “Evet olacak Seda abla hazırlık yapıyordu geçen konuştuğumuzda.”

“Eşleriniz kuzendi değil mi?” Evet ama kardeş gibi hem sürekli dip dibelerdi hem de sürekli birbirlerini yiyorlardı. “Evet. Babaları kardeşmiş.”

“Feyyaz’ı birkaç kere görmüşlüğüm var pek...” devamını getiremedi ama ben ne demek istediğini anlamıştım. Yüz ifadesi ne demek istediğini net olarak gösteriyordu. İnsan sevmez, sevimsiz, korkunç gibi gibi şeyler gelebilirdi devamına.

“Yani her zaman öyle sayılmaz insan içinde olmayı sevmiyor pek.” Bende bu yalanı iyi bulmuştum. İnsan içinde olmayı değil insanı sevmiyordu direkt. Hatta bazen kendi kuzenlerine bile tahammül edemiyordu. “Belli oluyor.” Bu dediği gülmeme sebep olmuştu. Seda ablanın doğum gününde sırf insan içinde olmamak için tuvalete kapanmıştık, bağış gecesinde insanlarla konuşmamak için genel olarak barın etrafından ayrılmamıştı.

“Yani bu konuda yorum yapamayacağım.” Dilara bana dönerek kaşlarını havaya kaldırıp bana baktı. “Doğru çünkü.” Yalanlayamazdım çünkü fazla doğruydu. Bazen beni bile yoruyordu bu hali. Onun bu ruh halini birilerine açıklamak ya da açıklamaya çalışmak kesinlikle kolay olmuyordu.

“Evet doğru.” Keyifle kahvesinden büyükçe bir yudum aldı. Zevkle kahveyi yuttuktan sonra “Neyse kocanı sana kötülemeye devam etmeyeceğim.” Çok müteşekkir olurdum bu duruma çünkü devamını getiremiyordum. Ne de olsa kocamdı çünkü.

“Teşekkür ederim iyi olur.” Kahvesinden tekrar bir yudum daha aldı. “Sen kaç yaşındasın.” “21” sonra durdum benimle konuşmak kesinlikle zordu insan buna karşılık nezaketen ben sen diye sorardı. “Sen?”

“19 oldum geçen hafta.” bu arada sınıfa gelmiş bulunduk. Tam yerimize oturduk ki içeriye hoca girdi. Çok sıkıcı bir saatin ardından ders bitti. Öğle arası da başlamış oldu. Bir sonraki ders bir buçuk saat sonraydı. Sınıf dağılırken toparlanıp ayaklandım. Dilara hala toparlanıyordu. Tüm notlarını bilgisayarına almıştı. Hem kitap hem bilgisayar derken bir ara zorlansa da toplamıştı.

“Yemek yiyecek misin?” Yine korumalarımda yemek yiyip sessiz bakışmalar yaşamak istemiyordum. Onlar benimle konuşmamak için büyük bir çaba sarf ederken ben çok sıkılıyordum. “Evet toparlanmamı beklersen birlikte yiyebiliriz.” Bir iki dakika beklemekten zarar gelmezdi.

“Bekleyim.” Hızla toparlanmaya devam etti. Okulun bahçesindeki bir kafeye girdik. Büyük ve kalabalıktı. İçeri girince gözleriyle boş masa aradı. İçerisi doluydu biz boş masa bulamıyorduk ve peki benim beni arkamdan takip eden korumalarım nereye oturacaktı. Köşede kalan bir masaya otururken hemen yanımızdaki kişiler de kalkınca Baran hızlı davranarak masayı temizletip hemen oraya oturdu.

Dilara komik bir kızdı. Ayrıca tatlı ve anlayışlıydı da. Bir de üstüne tüm dedikodulara da sahipti. Yani şahane arkadaş olurdu. Yemek bitince dersin olacağı sınıfa gittik. Çok da önde olmayan bir yere eşyalarımı bırakırken Dilara ayaktaki birkaç kişiyle konuşmaya başladı. Tam oturacaktım ki bana da seslendi. Benim de işime geldiği için yanlarına gittim. Dilara beni tanıtmak için “Berfu Hancı” dedi. Soyada ne gerek vardı ki. Ben eski soyadımı bile zaruri durumlarda kullanırdım. Başta kim olduğumu çözemediler sonrasında çözünce de pek hoş karşılamadılar galiba. Bu arada sınıftaki tek evlinin de ben olduğumu fark ettim. Ne gerek vardı bu yaşta evlenecek bakışları atınca bende kendi köşeme çekilip onları dinlemeye başladım. Sonrasında ders başladı. Ders bitince herkes dağıldı. Bende toparlanıp eve geçtim. Biraz moralim bozulmadı dersem yalan olur. Dilara ile anlaşmış olsam da sınıfın geri kalanı için geçerli olmayacak gibiydi. Neye takıldıklarından emin değildim evli olmama mı yoksa Feyyaz’la evli olmama mı tabi daha önce de maruz kaldığım ayrımcılık yüzünden de olabilirdi sırf Şırnaklıyım diye de olabilirdi emin değilim ama hiç hoş değildi yani.

Haftanın geri kalanında sadece Dilara ile arkadaşlık yapmıştım Allah’tan o beni dışlamamıştı. Cuma günü son dersten de çıkınca kendimizi eve atmak için kapıdan çıktık. Baran ortadan kaybolmuştu arabayı getirmeye gitmişti galiba. Fakülteden dışarı çıkmıştım ki o tanıdık plaka ile karşılaştım. Tabi onunla birlikte de o tanıdık sima ile. Feyyaz okula gelmişti. Kesinlikle gafil avlamıştı beni, beklemiyordum. Neden gelmişti ve haber vermemişti. Dilara da görmüş bana dönerek “Gelen kocan değil mi?” kesinlikle oydu. Arabanın kaportasına yaslanmış gözündeki güneş gözlüklerinin altından bile yargılayıcı bakışları belli oluyordu. Kollarını da önüne bağlamış etrafa geri zekalılar bakışı atıyordu. İnsan bir haber verirdi hadi geç çıksaydık ya da erken. Hoş onu haber verecek iki adam vardı ama neyse. Kendimi şu an sevgilisi okuldan almaya gelen liseli kız gibi hissediyordum. “Evet.”

“Bir işiniz mi vardı?” Bizim genel olarak bir işimiz olmazdı. Ortak yapılacak etkinlikler sadece genel olarak ailenin katıldığı etkinlikle olurdu arada da yemek yemek için falan çıkardık ama onda da unutmaması gerekiyordu. “Bildiğim kadarıyla yoktu ama.”

“Artık var desene.” Bunu derken gülüyordu. Evet çok komik değil mi? Okula neden geldiğini şu an daha çok merak ediyordum bu hiç onluk bir hareket değildi. Üniversitelileri bir grup ergen olarak nitelendiren birisinin yapacağı bir şey değildi. Ayrıca okulun çoğu boşalmıştı ve bizimle beraber okuldan çıkanların çoğu bizim sınıftandı ve görmüşlerdi ya da görüyorlardı. Ben düşünmeye devam edersem sabırsız yönü ortaya çıkacak ve gelip beni aşağı indirecekti. Adımlarımı hızlandırdım. Merdivenlerin sonuna gelirken Dilara’ya dönerek “Pazartesi görüşürüz.”

“Görüşürüz” yanına geldiğimde. “Bir şey mi oldu?” Şu an aklıma başka bir şey gelmiyordu. Ya iyi saatte olsunlar gelmişler ve okuldan almaya gelmişti ki bu iki anlamda da geçerliydi hem şimdi hem de kaydımı sildirmek için ya da bir anda aşka gelmiş ve böyle bir şey yapmıştı. Bana kalsa ikisi de olmasa iyi olurdu ne olsa evli olduğum için tuhaf gözlerle incelenmiştim. “Hayır.” Neyse en azından kötü bir şey yoktu. Yanağına bıraktığım öpücükle o da beni öptü. Yüzüme gelen saçları kenara çekti. “Hava rüzgarlı ve sen ince bir tişört ve kısa bir etekle geziyorsun Berfu” Tabi ben de diyorum nerede kaldı azar kısmı.

“Sabah hava iyiydi.” Hava da tek bir bulut bile yoktu ayrıca rüzgarda esmiyordu. Maalesef öğleden sonra hava kapanmış ve rüzgar çıkmıştı. “Sonbahardayız güzelim havalar soğuyor farkındasın değil mi?” Bunun ben de farkındaydım ne de olsa her sabah bende evden çıkıyordum.

“Evet biliyorum da bunun için mi geldin?” Toparlandı geri çekilirken “Hayır hadi bin” dedi. Arabanın kapısını açtı. Şoför yoktu arabayı o kullanacaktı yani. Ön koltuğa oturdum. Ben oturunca o kapıyı kapattı. Elimdeki kitap ve çantayı arka koltuğa bıraktım. Kendisi de oturunca kapısını kapatıp arabayı çalıştırdı. “Niye haber vermedin geleceğini?”

“Belli değildi.” Nasıl belli değildi bir anda canı sıkılmış ve kendisini okulun kapısında mı bulmuştu? “Ne zaman belli oldu okulun kapısının önüne gelince mi?” Benim dediğime göz devirdi. Niye ben yapınca ergence olan hareketler onda olmuyordu.

“Çok komiksin ama hayır sabah belli değildi. İşim erken bitince geldim. Hayırdır bir işin mi vardı?” İşim yoktu en azından dersten sonra. Hem bugün cumaydı. Tek istediğim eve gidip dinlenmekti başka bir arzum yoktu. “Hayır ama olabilirdi değil mi?” Yine de kuyruğu dik tutmakta kararlıydım.

“Ne gibi bir işin olacak?” Ne yani ben işsiz miyim? Benimde arkadaşlarım vardı onlarla plan yapabilirdim. “Dışarı çıkabilirdim.”

“Dışarıdaydın zaten.” Ciddi miydi şimdi? Bu tarz kelime oyunlarını ben yapınca çocukmuşum gibi davranmasını biliyordu ama. “Çok komik hayır arkadaşlarımla bir şeyler yapabilirdim ama değil mi?” Şu anda okuldan tek arkadaşım Dilara’ydı ama olsun.

“Daha ikinci haftadan ne arkadaşı?” Ne zaman yapacaktım arkadaşı mezun olurken mi? Bu da iyice herkesi kendi gibi zannediyordu. “Ay neyse bir şey demiyorum. Sen niye geldin peki?” Yine de bunlar bir anda kapıda belirmesine sebep değildi.

“Bu hafta canın sıkkın gibiydi ben de bir şeyler yapalım dedim istiyorsan yapmayız.” En azından canımın sıkkın olduğunu fark etmişti. Tüm hafta acaba düzelir mi diye büyük bir umutla gidip büyük bir umutsuzlukla geri dönmüştüm. Dışarıdan bu kadar fark edildiğini düşünmemiştim. Açık söylemek gerekirse bu konuda şikayetlenmemiştim bile çünkü bu sefer gitme o zaman diye işin içinden çıkacaktı ben kocamı tanıyorum çünkü. “Hmm ne yapacağız?”

“Tatlı yemeye gidebiliriz.” Hassas noktamdan yakalamıştı. “Olur.” Ne zaman tatlıya hayır demişim zaten. Sonrasında ünlü bir restorana gittik tabi tatlıdan önce yemek yedirdi. Şimdi tatlı yersen yemek yemezsin diyor bir de annem olsa yemin ederim aynaya bakıyor gibi hissederdi. Neyse. Yemek bitince biraz da sahil de yürüyüş yaptık ama üzerime ceketini giydirdi. Üzerimde kocaman bir ceketle komik gözüksem de pek problem değildi. Ayrıca kilo verdiğimi anlamanın en iyi yöntemlerinden biriydi çünkü ilk evlendiğimizde ceketini verdiğinde daha iyi oluyordu artık çok bol oluyor ve bana ait olmadığı daha net belli oluyordu. Benim pilim iyice sıfırı görünce eve geçtik. En sonunda banyo yapıp kendimi yatağa attım.

Hafta sonu fazlaca sakin geçti. Feyyaz bu hafta evde olduğu için genel olarak eve erken geldi. Cumartesi yemekten sonra sahilde hem tatlı yemeye çıkıp hem de deniz havası almaya çıktık. Pazar günüyse evde film gecesi yaptık. Pazartesi erken kalkmam gerekiyordu zaten.

Pazartesi ve salı oldukça sakin geçmişti. Hala tek arkadaşım olarak nitelendirebileceğim isim Dilara’ydı. Sınıfın geri kalanıyla da konuşmaya başlamıştım ama bana karşı hala mesafelilerdi. Yapacak bir şey yoktu zamanla birbirimize alışacağımızı düşünüyordum. Perşembe günü Dilara’nın ortaya attığı fikirle alışverişe gitmeye karar vermiştik. Pazar günü gidecektik. Tabi biraz kalabalık olmuştuk bir alışveriş için ama yapacak bir şey yoktu. Grup olarak hiç alışveriş yapmamıştım ama kötü geçmeyebilirdi. Belki de bu aramızdaki yanlış anlaşılmaları ortadan kaldıracaktı. Saçma bir şekilde iyi niyetli bir düşünceydi. Neyse en azından uzun zamandır adam akıllı alışveriş yapmamıştım en azından alışveriş yapabilirdim. Hem sonbahara girmiştik ve benim dolabımda sonbaharda giyebileceğim kıyafet sayısı sınırlıydı. Biraz daha ince elbise ve eteklerle gezmeye devam edersem Feyyaz’dan veto yiyecektim.

Pazar günü geldiğinde önce Dilara ile buluştum. Öncelikle kahvaltı yaptık. Tabi ben Feyyaz’ın evde olma durumunu kontrol etmeden plan yapmıştım ve uyanmadan kaçtım. Yoksa mırın kırın edecek ve beni sinirlendirecekti. Kahvaltıdan sonra diğerleriyle buluştuk. Esra sürekli gittiği bir mağazaya götürdü. Orada bir süre takıldık ama içerideki ürünleri pek beğenmedim. Hiç benlik değildi ayrıca içinde bulunduğumuz mevsime uygun pek de bir şey yoktu. Sonra ben daha önce hem Zerda'yla hem de tek geldiğim bir butiğe geldik. İçeriye girdiğimizde etrafa göz attım. Her geldiğimde benimle ilgilenen bir kadın vardı onu görsem yine yardımcı olabilirdi. Deneme yapamadığım için göz kararı almam gerekiyordu ve o giderek bu konuda uzmanlaşmıştı. Kızlar farklı şeylere bakarken adını hatırlamadığım ama yüzünü hatırladığım kadın yanımıza geldi. “Hoş geldiniz Berfu Hanım.” Adımı da hatırlıyordu. Sırf bu yüzden aynı yerlere gitmeyi seviyordum. “Teşekkür ederim.”

“Birlikte misiniz?” İçerideki 7 kişiyi göstererek sormuştu. “Evet.” Onlar için kalabalık olmuştuk galiba. Her zaman aşırı kalabalık olan bir yer değildi ne de olsa.

“Haber verseydiniz randevu oluştururdum.” Çok mantıklıydı ama buraya gelip gelmeyeceğimizi bilmiyordum. Bir sonraki alışverişte aklımda tutardım. “Belirli değildi.” Önce bize baktı sonra da saate baktı ve bana döndü.

“Biraz beklerseniz içerideki defile bitince sizi alabilirim.” Defile mi vardı? Yani mankenlerde buradaydı. Bende göz kararı almak zorunda değildim. “Ne zaman biter?” Dilara sormuştu bunu. Demek ki deneyerek almayı o da çok sevmiyordu.

“Bitmek üzere 20 dakika içinde sizi alabilirim.” Bir 20 dakika beklesek kimse ölmezdi bence hem bu arada bir şeyler bakmaya devam edebilirlerdi. “Olur.”

“Lütfen siz etrafa göz atın, Arzu size yardımcı olsun.” Biz onaylarken o yanımızdan ayrıldı. Bir süre içerideki diğer kıyafetlere baktım. Diğer kızlarda etrafa bakınıyordu. Bir on dakika içinde içeriden 4 tane kadın çıktı. Arka tarafta ona yardımcı olan başka kadınlarda vardı. İçerinin boş olmam sebebi buydu anlaşılan. Kadınlar kasaya ilerlerken bir tanesi bizim kızlarla konuştu. Sonrasında bizi içeri aldılar. İkramlıklar gelirken mankenler içeri birer ikişer içeriye girmeye başladı. Burayı seviyordum tam mevsime ve modaya uygun kıyafetleri oluyordu. Kaliteli olmalarının yanı sıra dev gibi göze sokulan amblemler olmuyordu. Pahalılığı kalitesinden anlaşılıyordu.

Defile biterken seçtiğim birkaç parça ile kasaya ilerledim. İlk önce ben ödeme yaptım. Benden sonra Dilara yaptı. Biz kenarda beklerken diğerleri de kasaya geçti. Tuba kasaya geldiğinde Esra ile konuşuyordum. Aldığı elbisenin diğer renkleri hakkında yorum yaparken kasa tarafından ses gelince o tarafa döndüm. Nilay hemen Tuba’nın yanındaydı. Satış görevlisi sesini düşük tutmaya çalışsa da söylediği çoktan diğerlerinin kulağına gitmişti. Gelen sesle kafamı bende o tarafa çevirdim. “kart bakiyesini yetersiz” demişti kız. Tuba etrafına bakmadan hızla başka bir kart çıkardı ama onda da aynı tepkiyi verdi. Nilay hızlı davranarak kendi kartını verdi. Aslında çok da anormal olmayan durum bir anda aşırı derece anormal bir duruma dönüştü. Dilara bana dönerek baktı. Kızların fısırdaşmalarına ve Tuba’nın kasadan hızla uzaklaşmasına tepki olarak kaşlarımı havaya kaldırmış ve yüzümü telaşlı bir ifade kaplamıştı. Fiyatların nasıl olduğundan emin değildim ama şu andan anladığım kadarıyla fazlasıyla yüksek gelmişti. Diğer girdiğimiz yerlerde daha rahat alışveriş yaparken burada yapmamışlardı ama ben fiyatların yüksek olduğunu düşünmemiş onun yerine kıyafetleri beğenmediklerini düşünmüştüm. Girdiğimiz her yerde herkes en az bir parça almıştı o da buna uymak istemişti anlaşılan. Tabi buranın fiyatları normalden daha yüksek olduğu için en düşüğü bile onun bütçesini aşmıştı. Etrafıma bakınınca diğer kızların da birer parça bir şey aldığını fark ettim. En fazla alan ve Dilara’ydı. İki haftadır gereksiz yere bana surat yapan sınıf arkadaşlarım yeni hedeflerini bulmuştu. Yeni dedikodu konusu benim yüzümden açılmış oldu.

Ben bir an herkesi kendim gibi zannetmiştim ama fütursuzca para harcamak herkesin yapabileceği bir şey değildi. Herkes eşit derece zengin olamazdı ki. Bir daha ki alışveriş macerasında bunu aklımda tutmam lazımdı. Burası benim gündelik alışveriş yaptığım bir yerdi. Özel olarak rezervasyonla gelsem bile aldıklarım her zaman özel parçalar olmuyordu. Pijamalarımı ya da evde günlük giydiğim kıyafetlerimi bile buradan almıştım ben. Çünkü diğer yerlere nazaran daha geniş bir çeşide sahiplerdi ve defilelerde mankenlerin üzerinde görünce daha net bir seçim yapabiliyordum. Ama bu herkes için geçerli değildi. Daha önce girdiğimiz mağazalarda hep birer parça almıştım ve toplam bir hesap yapacak olursam 50 bin civarında vermiştim ama buradan yaptığım alışveriş 600 bin bandında tutmuştu. Ben tek çekim yapmıştım. Canım sıkıldı bir de bunun için bana cephe almazlardı değil mi?

Buradan çıktıktan sonra hepimiz yorgun ve aç olduğumuz için bir restorana geçtik. Masaya oturduğumuzda Nilay ve Tuba’dan çok kötü enerji alıyordum. Bana gıcık oldukları kesindi ama ben hiçbir şey yapmamıştım. Nereden bile bilirdim ki parasının aldığı şeye yetmeyeceğini kimsenin ne parasının ne de mal varlığının listesini tutuyordum. Menü gelirken önce kimse konuşmadı siparişleri verince Dilara da ortamda oluşan gerginliği fark etmiş olacak ki farklı bir konu açtı. Sonra Tuba’nın gergin sorusuyla ona döndüm. “Sen nereliydin Berfu?” Hayda. Nereden çıkmıştı bu soru. Daha önce söylemiştim nereli olduğumu şimdi tekrar sormanın anlam neydi ve bu konuşma nereye doğru gidiyordu. “Şırnak.”

“Oradan buraya gelmek zor olmadı mı?” Neden zor olsundu ki evet başta biraz zorlanmıştım ama zorlandığım şey buraya alışmak değil ailemde uzak kalmaktı. “Hayır. Neden?” Nedeni belliydi çünkü Tuba ve Nilay kasada yaşadıkları olayı bana kitleyerek konu ve gündem değiştirme girişiminde bulunuyorlardı.

“Bilmem ikisi çok farklı yerlerde ondan.” Eh doğruydu ama yapacak bir şey yoktu bu konuda. Ayrıldığı birçok nokta olduğu kesindi ama işin aslı o daha çok daha orta sınıf için geçerliydi zengin kesimde bu ayrışma kesinlikle çok da net değildi her kesimde para harcamayı seviyordu ve bu da geri kalan her şeyi ortadan kaldırıyordu. “Yani ama zor olacak bir tarafı da yoktu.”

“Belli.” Susmayı planlamıyordu. Okları tekrar bana çevirmeden susmayacaktı ama bende hemen altta kalacak birisi değildim. “Anlamadım.”

“Diyorum ki çabuk alışmışsın.” Kesinlikle hiç kolay olmamıştı tamamen içinde büyüdüğüm kültürün tam zıddı bir yere gelmiştim ve bu beni çok zorlamıştı ama gerekli çabayı harcayarak uyum sağlamayı başarmıştım. “Sayılır.”

“Kışı İtalya’da geçirdiler değil mi Berfu?” Dilara konu değiştirmeye çalıştı ama yine benim üzerimden değişmişti konu. “Evet.” İtalya kelimesi geçince Ceren bana döndü.

“Aa öyle mi neresinde?” En azından sadece dinlemekten vazgeçmişlerdi. “Napoli’de. Bir ara Roma’ya da gezmeye gitmiştik.” Aylarca Napoli’de kalsam bile çok da kolay geçmemişti benim için İtalyanca öğrenmiştim ama öğrenene kadar burnumdan gelmişti tabi bir de düğün mevzusu yüzünden canım fazlasıyla sıkılmıştı. Roma tatili bile çok iyi sayılmazdı.

“Biz de geçen yaz gitmiştik tatile çok güzel ama denize biraz uzak kalıyor.” Aslında denize değil tatil mekanlarına uzak kalıyordu ama ne demek istediğini anlamıştım. Biz tatile gitmediğimiz için çok da önemli değildi. “Evet yazın başında Marsala’ya gitmiştik ben orayı daha çok beğendim.” Çok kalmamıştık ama olsun hiç hesapta yoktu o tatil bir iki günde olsa orayı da görmüştüm.

“Gezmeyi seviyorsun galiba.” Tabi bayılırdım gezmeye asla yerimde de durmuyordum. Öyle ki hep bir yerlerden topluyorlardı. Ayda yılda bir tatile çıkmıştım. Onda da gezmeyi seviyorsun yaftası yemiştim. Sanki kendileri yerinde 40 yıl kalıyorlardı. “Yani fırsatım oldukça kocamın İtalya’da işleri çok oluyor.” Zaten ne varsa işle birlikte oluyordu. Malta’ya da bu yüzden gitmiştik.

“Sende gidiyorsun onunla galiba.” İşine gelirse götürüyordu işine gelmezse götürmüyordu. “Uygun olursa.” Tuba’nın gözlerinden kısa bir duygu yığını geçti. Tam kesin bir bomba patlatacak derken Nilay varlığını belli edecek bir bomba bıraktı ortaya.

“Sende evlenince turnayı gözünde vuranlardansın yani.” Ne demek istemişti? Ben para avcısı mıydım? Para için mi evlenmiştim? Birini tanımadan nasıl böyle bir şey söylerdi ki. Benim babamın kim olduğunu biliyor muydu? Yine de bir anda yükselmek istemedim. “Anlamadım.” Konuyu değiştirse iyi olurdu yoksa ben günlerdir süren can sıkkınlığımı ondan çıkartacaktım.

“Evlenmeden önce evde oturan ama evlenince gezen insanlar oluyor ya sende onlardansın diyorum.” Tam ağzımı açmıştım ki başka bir ses bana izin vermeden konuşmaya atladı. “Ne alakası olduğundan emin değilim. Ayrıca altında bir ima olduğunu göz ardı etmek istiyorum.” Dilara’nın çıkışıyla ona baktım. Beni korumasına gerek yoktu ben kendimi koruyabilirdim ama o buna takılmadan korumak istemişti. “Nilaycım sen olayı yanlış anladın galiba ben evlenmeden önce gezmiyor oluşumun sebebi hastalığımdı. Şimdi de önlem alarak geziyorum. Ayrıca para harcamak için evlenmeme gerek yoktu evlenmeden önce de rahatlıkla para harcayabiliyordum.”

“Bir şey demedim.” Bu dememiş hali miydi? Demiş halini tanımak istemiyordum hem de hiç yoksa ortalık iyi karışırdı ve bu sınıf içinde iki kişinin atışmasının dışına çıkardı büyük ihtimalle. “Ne hastalığı?” Esra konuya atladı. Bir izin verse ağzının payını iyi verecektim ama konu hem benim etrafımda dönüyordu hem de hızla değişiyordu.

“Doğuştan bağışıklık sistemimde bir sorun var bu yüzden kafama göre hareket edemiyorum.” Hala edemiyordum haftaya tekrar ilaç almam lazımdı. Kilo almak için özel diyet kullanıyordum bir de üstüne takviyelerim günden güne artıyordu. “Anladım geçmiş olsun.” Sesim farkında olmadan sert çıkmış olmalıydı. Kendimi telkin ederek sesimi yumuşattım. “Teşekkür ederim.”

“Berfu’nun babası doğunun en büyük aşiretlerinden değil mi?” Dilara hala beni korumaya çalışıyordu. Tuba’nın kasada parasının yetmediği ürünü hediye diye eve gönderirlerdi bana kime karşı durduğunu bilmeliydi. Para çok da umurumda değildi konu arkadaşlık olduğunda ama bu şekilde canımı sıkmaya devam edemezdi. “Evet.”

“Öyle mi duymadık?” Neyi duymayı bekliyordun Esra demek istiyordum. Ben kendime saf diyordum ama Esra ile tanışınca çok da öyle olmadığımı fark ettim. Esra kesinlikle saf diyebileceğim bir yönü vardı. “Evet.”

“O zaman kesin haberlere çıkmışsınızdır.” Tuba yine yerinde durmuyordu. Az önce Nilay ağzının payını almıştı ama hala devam ediyorlardı. “Neden?” Televizyonlarda aşiretlerle alakalı programlar vardı da benim mi haberim falan yoktu acaba?

“Haberlerde hep aşiret düğünlerinde takılan altınları falan gösteriyorlar ya.” Yemin ederim kendini zeki zanneden geri zekalılar doluydu bu camia. Öncesinde dizilerde yaşanan olayları gerçek zannedenler karşıma çıkmıştı şimdi de televizyon haberleri ile geliyorlardı karşıma. Bunlar her aşiret düğününü milyon dolarlık falanda zannediyordur kesin. “Evet ama biz izin vermedik yani hayır televizyona çıkmadık basına kapalıydı.” İçeride mafya babalarından tut da birçok aşiretten ve iş adamlarından insanlar katılmıştı ve birçoğu kamera karşısına çıkmazdı.

“Birde basın gelse herhalde kalabalıktan iğne atsan yere düşmezdi.” Dilara kalabalığı sadece gördüğü videolardan ve anlatılanlardan biliyordu bir de kendisi görse düşüp bayılırdı. Biz kapalı düğün yaptığımız için böyle olmuştu bir açık olsaydı daha katılacak binlerce insan daha olurdu. “Çok kalabalık mıydı?”

“Evet.” Fazlasıyla kalabalıktı ama bizim oralar için fazlasıyla normaldi. Bir de üstüne tek düğün yaptığımız için İstanbul’dan katılan çok fazla davetli vardı. “Sen de oradaydın herhalde Dilara bildiğine göre.” Ceren’in sorusuyla ona baktım. Neden bu kadar koruduğunu merak etmiş olmalıydı.

“Yok davetliydik ama gidemedik.” Keşke gelseydi orada tanışmış olsaydık en azından İstanbul’a geldiğimde onu tanırdım ve bunca zaman bir arkadaşım olabilirdi. Hoş o daha liseye gidiyordu ben evlendiğimde ama neyse. “İstanbul’da düğün oldu mu da?” Yine Esra ve yine aynı tip soru. “Hayır tek düğün vardı Şırnak’ta. Gelmesi gereken birçok kişi gelmişti zaten ikinciye gerek görmedik.” İkinci düğün mevzusu hiç açılmadı demek istememiştim. Ayrıca ben de İstanbul’da düğün istemezdim zaten. Bu sefer bizim taraftan çok fazla katılan olmayacaktı benim için sıkıcı ve boğucu olurdu büyük ihtimalle.

“Bir şe soracağım şimdi gruba mesaj atmışlarda bu hafta iptal olan ders yoktu değil mi? Ben tüm hafta düzenli gelmedim emin değilim.” Yelda’nın sorusuyla herkes ona baktı. Ben tüm hafta gittiğim için iptal olan ders olmadığını biliyordum tam ben cevap verecektim ki Dilara konuştu. “Hayır iptal olan ders yoktu.” Konu da bu şekilde değişmiş oldu. Mağazada yaşanan olaylar işleri benim için tersine çevirmişti kızlar beni dışlamayı bırakmıştı onun yerine Tuba’yı dışlıyorlardı. Yemekten sonra eve geçtim. Feyyaz çıkmıştı. Aramamasından belliydi zaten evde olsa kesin arar ya da mesaj atardı.

Not: Oy vermeyi unutmasak mı acaba çünkü çok az da oy sayısı. Lütfennnn. Ve bu bölüm ve gelecek bölümün bazı yerleri geçiş bölümü onu söylemek istiyorum.

 

Loading...
0%