Yeni Üyelik
10.
Bölüm

KORKULARDAN KORKU BEĞEN

@ahsenkubos

 

 

En büyük korku ölüm korkusudur

 

 

Çünkü yenilemez

Boynum tutulmuştu galiba. Bir saati aşkındır önümdeki dosya ile cebelleşiyordum ama kendim ettim kendim buldum. Git başkasına yaptır bununla uğraşmak Fatih’in problemiydi halletseydi kendi. Gece de uyuyamamıştım zaten.

Kapı çaldığında kafamı dosyadan kaldırdım “Gir.”

“Efendim evden Mehmet arıyor. Bağlayım mı?”

“Bağla.” Onu tümden unutmuştum. Saat üçtü sabah erken çıktıklarını Arslan haber vermişti ama geldiklerini düşünmüştüm. Masadaki çalan telefonu açtım. “İyi günler Feyyaz Bey.”

“Sana da Mehmet. Ne oldu?”

“Berfu Hanım eve geldi. Biraz önce içeri girdi.”

“Tamam. Bir sorun oldu mu?”

“Hayır efendim. Saat dokuz gibi arkadaşı ile buluştu kahvaltı yaptılar sonra kuaföre girdiler sonra yemek yediler bir ara arkadaşı kuyumcuya girdi. Sonra da önce onu bıraktık ardından da eve geldi.”

“Tamam. Başka bir şey oldu mu?” 0ii

“Hayır olmadı.”

“Keyfi nasıldı?”

“İyi gibiydi uzun uzun konuştular. Yakınlarında değildim ne konuştuklarını bilmiyorum.”

“Tamam. Kapatabilirsin.” Elim telefona gitti bir arayacak gibi olsam da daha işim bitmemişti. Eğer Yasemin bitirememişse daha buradayız demekti. Aradan on on beş dakika geçti ki kapı tekrar çalındı.

“Gel.” Yasemin içeri girdi. “Ne yaptın bitirebildin mi dosyayı?”

“Yok be nerede şimdi yırtıp atacağım o olacak.”

“Neyse sakin ol benim işim bitti her şey halloldu imzalar atıldı. Dosyalandı, kopyalar alındı sisteme yüklendi.”

“Hızlısın.” Bugün yavaş hareket eden ben miydim acaba? “Evet sen de bitirsen de artık gitsek.”

“Bende bitmesin diye uğraşıyorum zaten.”

“Valla kendin bilirsin biraz daha bekler giderim ben. Akşam yatağımda uyumak istiyorum sen otel yatağında iyi uykular.”

“Motivasyon konuşması mıydı bu? Eğer öyleyse bir daha kimseyi motive etmeye çalışma.”

“Değildi gerçeklerdi, motivasyon konuşması yapacak olsam ya bu dosyayı hemen bitirirsin geceyi karının koynunda geçirirsin ya da otel yatağına tamah edersin.” Evet bu kesinlikle motivasyon konuşması olmuştu ama tek beynim motive olmamıştı.

“Her neyse Yasemin az kaldı bir saatte biter bir daha Manas destanı uzunluğunda bir belge koyarsan önüme sen destan olursun haberin olsun yani.”

“Ben hazırlamadım dosyayı.” Ters bir bakış atınca “Tamam neyse ben aşağı iniyorum. Ha bu arada dünkü istediğin şeyi göndermişler kutuyu buraya mı getireyim?” Bu geceyi kesinlikle burada geçirmeyecektim.

“Arabaya koy bu akşam burada kalmaya hiç niyetim yok.”

“Tamam.”

Elimdeki dosya bittiğinde beklediğimden uzun sürdü saat beşi geçiyordu bittiğinde gözlerim yerinden çıkacaktı ama en azından sonunda bir problem çıkmadan bitmişti. Masayı topladım çıkmadan Berfu’yu aramak geldi aklıma gelirsem ararım demiştim. Telefon çaldı çaldı tam kapatacakken açtı.

“Alo” karşıdan gelen uykulu ses kafamın ağrısına kesinlikle iyi gelmişti. “Uyuyor muydun?” Yok halay çekiyordu da sesi öyle çıktı. Yine halay yine halay. Bir süre halay görmemem gerekiyor benim.

“Yatağa uzanmıştım uyuyakalmışım.” Bu kadın niye her aradığımda yataktaydı. Bana işkence falan mı yapmaya çalışıyordu? “Ne zaman geldin de?” Sanki bilmiyordum ama bunu o bilmiyordu.

“Saat beşmiş 2 saat oldu.” İki saattir uyuyor muydu? Akşam uyumazdı herhalde. “İyi bakalım.” Verecek başka cevap kalmadı herhalde. Türkçe dahil 6 dil konuşabiliyordum ama konuşamıyordum çok iyi.

“Sen gelecek misin?” En azından o konuşabiliyordu bugün. “Geleceğim birazdan yola çıkarım.”

“Tamam yemeğe bekleyim mi?” şimdi arabaya binecek sonra da helikoptere binecektim vakit alırdı. “Dokuzu bulur benim gelişim.”

“Tamam beklerim gelmeden yemiştim acıkmadım daha.” Cidden o kadar bekleyecek miydi? “Sen bilirsin. Neyse kapatıyorum sen uyu.”

“Tamam.” Telefon kapandı, kim telefonu tamam diyerek kapatırdı herhalde bir ben bir de o. Odadan çıkıp arabaya bindim, bu arada Yasemin kutuyu verdi, kutuyu ceketin iç cebine koydum. Eve gidene kadar biraz dinlenebilirdim.

...

Telefonu kapatmış gözlerim kapalı varlığımı sorguluyordum şimdi. Uyku sersemi telefonu tamam diye kapatmıştım. Herkes diyor ki samimi davran, iyi konuş benim tepki herkese verdiğim cevapla aynı olmuştu. Yatakta biraz daha tepindikten sonra ayağa kalktım dışarıdan geldiğim kıyafetle yatmıştım banyo yapıp en azından kıyafetimi değiştirebilirdim. Banyoya girdim hem reglim de bitmişti hem de ağdanın yapış yapışığından kurtuldum. Bu arada sıcak suyla uykusuzluktan ve yoğunluktan kırılan bedenimi rahatlatmıştı.

Banyodan çıkınca telefondan bir müzik açtım. Giyinme odasına girdim. Şimdi gecelik mi giymeliydim yoksa normal kıyafet mi? Her zaman gecelikle görüyordu bugün farklı bir şey ile görebilirdi. Sabah giydiğim elbise kirlideydi elime farklı bir elbise aldım. Kırmızı üzerinde beyaz çiçek desenleri vardı. Maviye göre kısaydı ama evdeydim zaten. Dışarıdan gelmiş gibi oturuyor gibi görünmek vardı aklımda çünkü özel olarak hazırlanmış gibi görünmek de hele ki reglimin bittiği gün biraz tuhaf olacaktı en azından bana göre öyleydi.

Çekmeceleri açtım şöyle bir karıştırdım ilk çekmeceleri kullanmıştım zaten bu sefer üçüncü çekmeceden seçiyim derken üçüncü çekmecenin birle ikiye benzemediğini fark ettim. Gözlerimin çekmecenin içinde gezerken kocaman olmuştu. Elime kırmızı zıbını -görüntüsü benzese de işlevi kesinlikle benzemiyordu belki adı bile bu değildi- aldım kesinlikle seksi duruyordu. Tamamen danteldi. Biraz kaşındıracaktı ama gece çıkartırdım. Üzerimi giyindim. Aynadan baktığımda üzerimdeki elbise güzel olmuştu üst kısmı tam otururken alt kısmı pileliydi ama böyle ince değil büyük büyük pileleri vardı. Askılıydı. Bir an iç sesim için dışı kırmızı oldu dedi. Bu saçma esprisine kulak tıkadım.

Saçlarımı kurutup yarım at kuyruğu yaptım sıkıca, yüzüm açığa çıkmıştı. Birazcık rimel sürdüm, hafif bir açık kahve far sürdüm ama her tarafına değil sadece göz bitişine doğru. Birazcık toprak tonlarında bir allık sürdüm. Sanki saatlerdir yüzümdeymiş gibi görünüyordu. Tabi onun biraz daha toplu versiyonuydu diyebiliriz. Hafif bir lipgloss sürdüm vişne tonlarındaydı. Bence güzel gözüküyordum ki kesinlikle 2 gün öncesinden çok daha iyiydim. Deodorant, bir pıs parfüm ve bolca saç parfümü sıktım. Şimdi aşağı inip gelmesini bekleyecektim. Kendimi görevlerini tamamlayan küçük çocuklar gibi hissetmem ne kadar normaldi acaba?

Odayı topladım aşağı indim saat sekiz olmak üzereydi. Önce klimayı açtım sonra da televizyonu. Başladığım komedi dizisine devam ettim. Vakit ne ara geçmişti bilmiyorum ama kapı açılmış Feyyaz içeri girmişti ve benim haberim salonun kapısında görünce olmuştu. Kendimi diziye biraz fazla kaptırmıştım galiba çünkü bacaklarımı kendime çekmiş öyle oturuyordum ve etek kısa ve pileli olduğu için şu an karşıya nasıl bir görüntü verdiğimi anlamak için karşımda duran adama bakmak yeterliydi. Bacaklarımı düzeltirken “Hoş geldin” dedim. Zor da olsa hoş buldum diyebilmişti. Ben duşa gireceğim diyerek yukarı çıktı. Utanmıştım. Sakinleşene kadar oturdum sonra da kalkıp masayı hazırladım.

Masayı hazırlamış onu bekliyordum. Bu sırada içeri girdi. Masaya oturdu güler yüzlü kalmaya çalışıyordum. Masaya oturdu yemeğe başladı sonra sessizliği ilk o bozdu. “Ne yaptın bugün?”

“Sema’yla kahvaltı yaptım sonra da kuaföre gittik.” Sonra gözü elime kaydı.

“Tırnakların güzel olmuş” dedi fark edilecek kadar güzel mi olmuştu yoksa önceden o kadar kötü gözüküyordu ki şimdi gözüne çarpmıştı. “Teşekkür ederim. Öncekiler kötü gözüküyordu artık.”

“Güzel olmuşlar.” Sonra da devam ettim “Oradan çıkınca da yemek yedik eve geldim.”

“Bu kadar mı?” Başka ne beklemişti ki? “Evet niye ki?”

“Bilmem ki alışveriş falan yapmadınız mı diye?” Kart hareketlerini mi görmüştü o yüzden soruyordu yoksa gerçekten merak ettiği için mi emin değildim. Hoş üç parçaya 50 bin TL vermişti 10 binlik kuaför masrafını takmazdı büyük ihtimalle. “Hayır yapmadık.”

“Niye?” Ne niye? İnsan neden alışveriş yapmadın diye sorar mıydı? Milletin kocası para harcama derken benimki de niye harcamadın diye soruyordu bildiğimiz. “İstediğim ya da ihtiyacım olan bir şey yoktu ayrıca alışveriş yapmak için çıkmadık öyle oturalım diye çıkmıştık kuaförde anlık gelişti.” Tabi canım sen sırala dur yalanları ben geliyorum diyen iç sesimi duymamazlıktan geldim. “Anladım.”

Bu arada mutfak kapısı açıldı ikimizde kapıya dönmüştük ki Arslan’la göz göze geldik. Kesinlikle bizi görmeyi beklemediğini belli eden bir ifade vardı yüzünde korku ve şaşkınlık karışımı bugün ikidir Arslan’ı korkutuyordum. Sıra ona geçmişti galiba. Bize baktı yutkundu “Tatlı getirmiştim.” diyerek elindeki poşeti tezgaha bıraktı. Feyyaz bir şey demedi. Ardından ışık hızıyla yarışır bir şekilde mutfaktan çıktı. Bende önüme geri döndüm yemeğe devam ettik. Bir şey sormak istiyordum ama ne soracağımı bilemedim. Sonra o tekrar konuşarak benim çaresizliğimi kesti.

“Yasemin selamlarını iletti.” Yasemin de mi oradaydı yoksa telefonda mı konuşmuşlardı emin olamadım sorabilirdim herhalde. “Yasemin de mi Diyarbakır’daydı?” Ne yapacaksın der miydi? Demezdi herhalde

“Evet. Sözleşme ve noter işlerini halletti.” Genel sekreterdi ne de olsa değil mi? İşi buydu. “Yine de erken bitmiş perşembeye kalabilir demiştin.” Başka konu bulamadım ben de ilk aklıma geleni sordum.

“Evet zaten gereksizdi Fatih gitseydi keşke.”

“Niye?”

“Onun işi bu alım satım kira bunu da ben yapacaksam o ne yapacak?” Ee niye gittin o zaman? Gitmeseydin bir de tribe girdin bu kadar. Ben mi gönderdim? “O niye yapmadı?”

“Tatildeler.” Evet mantıklı sen çalışacaksın diye biz balayına bile gitmedik hatta onu geç evde bile durmadın onlar tatilde mi? Mükemmel yani. “Kam hu latif sa'adghat ealayh fi almanzil (ne güzel ben de evde sıkıladurayım)”

“Ne dedin?” Dışımdan mı söylemiştim Allah’tan anlamamıştı. “Hiç, bir dahakine o ilgilenir.” Bir şey demedi ama bunu demediğimi anlamış gibiydi. Allah’tan Arapça söylemiştim Türkçe olsaydı bir de. İç sesim bana kahkahalarla gülüyordu şu an. Yemek bitene kadar başka bir şey de konuşmadık. Canım sıkılmıştı açıkçası onlar tatil yapıyorlardı yaz daha yeni başlamıştı oysa. Hazirana yarın giriyorduk. Ben de eve tek sıkılmaktan dizi film izlemeye çalışıyordum.

Masayı toplarken o da salona geçti. Arslan tatlı olarak krem brule almıştı. Giderek kendi geliştiriyordu. Tatlıları aldım birer tatlı kaşığı aldım. Salona girdiğimde durdurulmuş ekrana bakarken buldum. Tatlıyı ona verdim ben de yanına oturdum. Kumandayı alarak oynattım. Tatlı bitene kadar ikimizde konuşmadık daha doğrusu benim tatlım çünkü o tatlısını iki kaşıkta bitirmişti. Tatlı bitince tabakları ve kaşıkları aldım mutfağa bıraktım.

Geri döndüğümde tam oturacakken Feyyaz elimden tutarak kucağına doğru çekti. Yani çekti demek çok doğru olmaz çünkü bu sefer yavaş yapmıştı. Dizi arka planda oynuyordu biz yüz yüze oturur pozisyondaydık. Öpmeye başladığında yavaştı, ağır ağırdı. Sonra iş ilerledi bir eli eteği toplayarak yukarı çıktı. Diğer eliyle ön taraftaki saçlarımı geriye attı. Bu sırada beklemediğim bir şey söyledi.

“Saçlarını mı kestirdin?” Sadece birkaç santimdi. Nasıl anlamıştı ben bile bakınca anlamamıştım. “Evet uçlarından biraz.”

“Niye?” Saç benim diye. “Uçlarında kırıklar vardı boyunu eşitledik düzgün dursun diye.” Öpmeye devam etti ama ben hala saçımı nasıl fark ettiğini anlamaya çalışıyordum. Giderek hararetleniyordu ortam. Artık daha fazlasına geçmek isterken geri çekildi.

“Şimdi durmazsam sonrasında duramam” dedi. Reglimin bittiğini anlamamış mıydı? Diğerlerini nasıl anlamıştın ya? Neyse dedim nasıl olsa ortaya çıkacaktı ve gereksiz yere trip atmak istemiyordum o yüzden “Durmak zorunda değilsin reglim bitti.” Karın ağrısı nasıl geçiyor onu biliyorsun ama bittiğini anlamıyorsun yani o da ayrı bir başarı. “Ne zaman?”

Ne yapacaksın ki? “Dün.” Yani ne yapacağı belliydi ama neyse.

“Önceden söylemeliydin” diyerek ben kucağındayken ayağa kalktı. Bir an ağzımdan kaçan çığlığa engel olamadım. Neden biraz ağır hareket etmiyordu ki? Merdivenleri çıkarken düşmekten korktuğum için biraz daha sıkı tutundum. Çünkü eğer düşersek beraber düşerdik ve açık söylemek gerekirse Feyyaz’ın altında kalırsam kesin bir taraflarım kırılırdı yani. Merdivenin sonuna geldiğimizde derin bir nefes verdim. Yatağa gelince önce beni yatağa bıraktı sonra üzerime çıktı.

Elbiseyi çıkartmaya çalışırken nasıl becerdi emin değilim ama elbisenin askısını kopardı “Bu elbiseyi sevmiştim” diye sızlanmadan duramadım. O da karşılık olarak yenisini alırım demişti ama genel olarak o bir şeyler almazdı aldırırdı. Elbise çıkınca altımdakini görünce başta bir git gel yaşadı sonrasında bu kalsın diyerek devam etti. Sonra aklına bir şey gelmiş gibi kafasını kaldırdı “Tüm gün içinde bu mu vardı?” diye sordu içimden hayır desem de “belki” dedim bir an siyah gözlerinin daha da siyahlaştığına emindim. Bir şey demedi ama dışından kesinlikle içinden bir şeyler söylemişti.

Gecenin sonunda kalsın dediği şeyi nasıl becerdiyse dişleriyle parçalamıştı bir de danteldi bir kere yırtıldı sonra o yırtık büyüdü büyüdü üzerimde parça pinçik olmuş bir şekilde uzanıyordum. Yataktan kalkıp banyoya gitmek istesem de izin vermedi uyuyalım diye. Cidden uyudu da. Hem de çıplak!

Hava sıcaktı ve terliyordum bu danteller cildimi tahriş etmeye başlamıştı. Bırak sabahı bir saat daha üzerimde kalırsa cildim kıpkırmızı olacaktı. Kolunun altından kurtuldum yataktan yavaşça sıvıştım. Hızla banyoya girip kısa bir duş aldım sonra üzerime başka bir şey giydim. Islak saçlarımı ne yapacağımı düşünürken lavabodan kurutma makinesini aldım ve odadan yavaşça çıktım. Karşı odaya girip kapısını kapattım. Saçlarımı kurutup odaya geri döndüm. Makineyi yerine bırakıp yatağa yavaşça geri girdim. En azından daha rahat uyuyabilirdim. En azından yanımda yatan kocamın çıplak olduğunu düşünmeden.

...

Kadın sabah gözlerini açtığında nefes nefeseydi. Birkaç saniye kendine gelemedi. Beyni yavaş yavaş kendine gelince bedeninde oluşan kıpırtıyı fark etti. Rahatsız olmuştu. Kocasının çıplak bedeni kadının geceliğinin altına işliyordu. Kadın kendini sakinleştirmek istese de pek işe yaramadı. Vücudu şu an tam bir ilişkinin ortasında gibi tepki veriyordu. Sıcak basıyordu ve nefes alırken boğazı yanıyor gibiydi. İçinde bulunduğu durumdan hiç hoşlanmamıştı. Adam bu şekilde yakalanmak istediğini hiç zannetmiyordu. Adamın kollarının arasından kurtulmak istese de kurtulamadı aksine adam kollarını daha fazla sıktı ve şu an kadın adamla tek beden gibiydi. Kadın kıpırdanmaya devam edince “Uslu dur” dedi adam. Kadın bu sefer adam uyanacak diye hareketsiz durmaya başladı.

Adam kollarının arasında yatan kadının gerginliğini fark etti. Beli gerginleşmiş ve kasları sertleşmişti. Sonra kadının üzerini değiştirdiğini fark etti gözlerini açtı kadının üzerindeki beyaz geceliği gördü. Dün akşam yatarken kesinlikle üstünde bu yoktu. Ne ara değiştirmişti? O da değil saçları yeni yıkanmıştı. “Üzerini ne zaman değiştirdin?” Kadın adamın boğuk ve uykulu sesini duyunca tüyleri diken diken olmuştu “Gece sen uyuduktan sonra.”

“Niye?” Berfu kendini toparlamaya çalışırken cevap verdi. “Dantel tahriş etmeye başlamıştı terledikçe.” Adam tam tatmin olmamıştı ama bir şey demedi. Aklına kadının dün geceki görüntüsü geldi. Yutkunma hissine mani olamadı. Özellikle kadının tüm gün onunla dolaşırken adamın tüm gün dosya okuması tam bir… Burada olmalıydı ve…

Şu an içinde büyük bir arzu yumağı oluşmuştu. Yataktan hemen çıkmak gibi bir düşüncesi yoktu. Sabah erken olmalıydı. Öğleden sonraya kadar herhangi bir işi yoktu. Bir eliyle kadının saçlarını boynundan çekti. Dudaklarını kadının boynuna bastırdı. Kasılan kadının bedenini hissediyordu. Elinin birini kadının belinden aşağı kaydırdı geceliği toplayarak elini altına soktu. Parmaklarını kadının kasıklarından bacak arasına doğru ilerletti. Adamın derdi hem kadının kasılan bedenini rahatlatmak hem de tahrik etmekti. Elini bacağının iç kısmında gezdirirken parmaklarında hissettiği şeyle yutkundu. Hatta bir kere yetmedi... Derdi kadını tahrik etmekti ama… Elini kızın iç çamaşırının içine soktuğunda ağzından kaçan küfre engel olamadı.

“Siktir! Berfu” isyandan çok sızlanma gibi çıkmıştı. Kadın kıpırdanmaya başlamıştı ama adamın şu an hiç bırakası yoktu. Kadını kendine çevirerek üstüne çıktı. Kadın şu an içinde bulunduğu durumdan utanmıştı. Sanki hiç yaşanmaması gereken bir şeyi yaşıyormuş gibi hissediyordu. Adamın tepkisi ise bu durumu daha da kötüye çekiyordu.

Adamsa çok daha farklı bir kafadaydı kadının kendisini arzulamış olması hem de hiçbir şey yapmadan adama büyük bir haz veriyordu. Aklındaki soruyu sormadan duramadı “Ne zamandır bu haldesin?” Kadın gelen soruyla biraz daha yerinde kıpırdandı ama her hareketinde adama sürtünmeye devam ediyordu. Bu da içindeki dürtüleri hareketlendiriyordu. Dürüstçe “Bilmiyorum” dedi. Çünkü tam olarak o da emin değildi bu şekilde uyanmıştı. Adam aldığı cevapla beraber önce kadının doğru söyleyip söylemediğini kontrol etti.

Doğru söylediğini anlayınca “Rüyandan ne görüyordun acaba” diye sızlanmadan duramadı. Kadın bunu da bir soru zannederek “Hatırlamıyorum” dedi. Adamın aldığı cevapla pek ilgilendiği yoktu. Sonrasında zaten büyük bir tutkuyla kadını öpmeye başladı. Bu sefer hareketleri daha kendinden emin ve haşindi. Kadın ise içinde biriken arzuyu ortaya çıkarmıştı. Daha önce yaşadığı deneyimlerden daha farklı olarak haz duygusunun doruklarını görmüştü ya da en azından o, o şekilde düşünüyordu.

...

Yataktan önce Feyyaz kalktı çünkü biraz daha yatakta oyalanırsa toplantıya geç kalacaktı. Bende arkasından yataktan kalktım üzerimi giyindim ve odayı topladım. Sonra aşağı indim kahvaltı masasını hazır buldum. Bende eksikleri koydum ama çay değil ama kahve vardı. Hiç kahve içesim yoktu Feyyaz çıkınca geri yatmayı planlıyordum. Kahve içer miydi acaba? Dolabı açtım farklı bir içecek aradım elma suyu vardı hem de yeşil. Bir kahveye baktım bir de elma suyuna sonra elma suyu kahveden daha cazip geldi. Bir bardağa doldurup masaya bıraktım. Bu sırada Feyyaz içeri girdi. Şu an onun aşırı neşeli hali benim canımın daha da sıkılmasına sebep oluyordu. Sabahki durumun normal bir şey olabileceğini kabullenmiştim ama onun bunun sürekli olabileceği düşünmesini istemiyordum çünkü böyle bir şeyi ona garanti edemezdim. Canımı sıkan kısım buydu.

Masaya oturduğunda “Çay yok ama kahve var. Kahve olur mu çay demleyim mi?” “Kahve olur.” Sonra kupa mı fincan mı hangisinde içerdi.

“Kupa mı fincan mı?” Yani televizyonda gördüğüm kadarıyla iki şekilde içiyorlardı sormak mantıklı gelmişti ama ağzımdan çıkınca mantığını kaybetti galiba. “Kupa.” Kahveyi kupaya doldurup önüne bıraktım sonra da ben oturdum.

Kahvaltı yaparken sanki diğer günlere nazaran daha farklı bir ortam vardı. “Bugün dışarı çıkacak mısın?” Gelen soruyla kafamı kaldırdım ona baktım. “Hayır evdeyim.”

“Tamam.” Sonra bir durdu bir şey söyleyecekti ki unutmuş gibiydi. Birden masadan kalktı. “Nereye?”

“Bir şey unuttum geliyorum.” Çıkarken alsa olmuyor muydu yani. Zaten bir şey demeden hızla mutfaktan çıktı. Geri geldiğinde elindeki kutuyu önüme bıraktı. “Bu ne?”

“Aç bakalım beğenecek misin?” Kutuyu açtığımda kırmızı taştan yapılmış hoş bir bileklik vardı. Zarif duruyordu. “Güzelmiş beğendim teşekkür ederim.”

“Sevindim.” Taşı yakuta benzemiyordu farklı bir taş olmalıydı aldığı taşı bilirdi herhalde. “Ne taşı? Doğal taşlara benziyor.” Doğal taşlarla pek alakam olduğunu söyleyemezdim ama annem birkaç tanesini üzerimde denemişti. Ayrıca yakut doğal değil miydi de böyle bir ayrıma gitmiştim emin değilim.

“Garnet.” Adını hiç duymamıştım. Hoş yakut hariç kırmızı olan bir taş bilmiyordum da neyse. “Hiç duymadım.”

Telefonu elime alarak İnternete girdim merak etmiştim açıkçası garnet taşı yazıp aradım. Önce benim burcum olan kovanın doğum taşı olduğunu gördüm. Bilerek mi almıştı yoksa sadece beğenmişte mi almıştı emin değildim. Yararlarına bakınca birçok yararı vardı ama bir tanesi dikkatimi çekti kızardım hatta sadece kızarmamıştım galiba ki Feyyaz neymiş diyerek telefonu elimden aldı. Alma! Alma ver geri ya!

Sesli okumaya başladı “kova burcu doğum taşı evet bunu biliyordum.” Sorumun bir tanesi cevaplandı ama devam etti. “Garnet taşının faydaları; ticaret hayatında başarılı olmamızı sağlar. Yani pek lazım değil. Hafızamızı kuvvetlendirir ve geçmişi hatırlamamızı sağlar. Şu anlık gerek yok.” Sağ ol ya ne düşüncelisin sen öyle.

Sonra devam etti etmese de olurdu. “Hayal gücümüzü geliştirir ve buna bağlı olarak kişinin yeni şeyler keşfetmesine yardımcı olur. Karabasanlardan kurtulmamızı sağlar. Garnet taşının verdiği enerji damarlar için faydalıdır. Cinsel ilişkiyi ve kişinin duyarlılığını arttırır.” Önce ne okuduğundan emin olamadı tekrar baktı sonra güldü. Ağlamak istiyorum sonra gülmesini bastırdı devam etti. “Neyse devam edelim. Kristal kuvarsla birlikte kullanılması lal taşının etkisini arttırır. Alabiliriz. Bedensel zayıflığa karşı ve acımasızlık duygusuna karşı iyi geldiği bilinmektedir. Bu senin için iyi olur. Akciğer ve kalp rahatsızlıklarına iyi geldiği tespit edilmiştir. Garnet taşı bedeni temizler ve kuvvetlenmesine yardımcı olur. Bulaşıcı rahatsızlıkların tedavisinde etkilidir. Hormonsal dengeleyicidir. Üreme gücünü arttırıcı etkileri bilinmektedir. Belimizdeki ağrıların tedavisinde kullanılan bir taştır. Heyecanı yatıştırıcı etkisi vardır.” Bitirdi telefonu bana geri uzattı.

“Hem senin için yararlıymış hem de benim için.” En sonunda “Ya anladım tamam.” diyerek çıkıştım. Bilerek yapıyordu.

“Bir şey demedim.” Sonra kızgın suratıma bakarak “Takmayacak mısın?” dedi. Dalga geçiyordu bildiğimiz. “Hayır sonra takarım.”

“Ama alırken adam sürekli taksın dedi.” Ya benimle uğraşmaktan başka bir şey yapsa olmuyor muydu? İçimde tutamadım daha fazla ve “Bilerek mi aldın?” dedim.

Kendini kasarak “Hayır sadece burç taşın diye almıştım ama bilseydim önce alırdım.” Konuşurken gülmemek için zor tutuyordu kendini. Elimdeki ekmeği verdim. Ağzı dolu olursa konuşamazdı. Ekmeği yiyince “Hadi ama onun haricinde de birçok yararı varmış mesela hastalıklara iyi geliyormuş.” Aklıma bir şey geldi şimdi gidip kendine de alıyormuş aynı taştan. İşte bu komik olurdu.

Kahvaltının devamında sesimi çıkartmadım o da arada bana bakıp gülmek dışında uğraşmadı giderken “Akşam geç kalmam ayrıca bilekliği de takar mısın lütfen?” hayır takmam. Takarsam daha çok dalga geçerdi. “Sonra takarım.”

“Ne zaman peki?” Çıkmaz ayın son çarşambası belki de perşembesi şu an emin değilim. “Dışarı çıkarken.” Sonra aklıma arabadan mikrop kaptığım geldi.

“Arabada falan en azından hastalanmam.” Bu dediğime göz devirdi sonra yanağımdan öptü ve son olarak bulaşmayı ihmal etmedi. “Evet olabilir iki etkiyi aynı anda kullanabilirsin” diyerek çıktı. Ağzım açık arkasından bakakaldım. Bazen fazla açık sözlü olabiliyordu.

Günün geri kalanında banyo yapıp uyudum. Zaten dediği gibi de geç kalmadı hatta erkenden döndü. Geldiğinde hala uyuyordum. Kapının açılmasıyla uyandım. Önce bana bir bakış attı sonra da banyoya gitti. Bende kafamı geri yastığa gömdüm. Uykumu alamamış gibiydim. Banyodan çıkınca üstünü giyindi odadan çıktı. Kapının sesini duysam da bu sefer kafamı kaldırmadım. Biraz daha uyumuşum uyandığımda saat altıydı. Yataktan kalktım yüzümü yıkadım, telefonumu alarak kapıdan çıktım. Feyyaz çalışma odasındaydı, aşağı indim. Mutfağa girdim bir bardak su içtim sonra salona geçtim. Acıkmıştım sabah sinirden yiyememiştim ama yemeğin gelmesine minimum bir saat vardı. Bundan hiç hoşnut değildim yani yemek yiyeceğim saati bile seçemiyordum. Baktım olacak gibi değildi bende mutfağa geri döndüm en fazla yemekten az yerdim. Bir tabağa biraz meyve, kuruyemiş, bisküvi falan koyup salona geri döndüm. Açlıktan bayılacak halim yoktu ya.

Hazırladığım tabağın hepsini yedim bir güzelde doydum üstüne de çay içtim. Artık aç değildim yemek için midemde yer kaldığını hiç zannetmiyordum. Televizyon karşısında pineklerken vakitten haberim olmamıştı. Saat sekizi geçiyordu ki Feyyaz aşağı indi.

Beni otururken görünce “Yemek yemeyecek misin?” diye sordu. Mideme bir sordum ama hiç yiyesi yoktu ama masayı hazırlayabilirim. “Hazırlayım.” Televizyonu dondurup mutfağa girdim o bahçeye çıktı ben masayı hazırlayıp salona geçtim. 5 dakika sonra aynı soru ile Feyyaz kapıda belirdi.

“Yemek yemeyecek misin?” Bugün papağana mı bağlamıştı? “Hayır uyandığımda atıştırdım aç değilim.” Önce bir bakış attı sonra emin olamadı ardından koltuğun üzerindeki tabağı gördü, kızmış mıydı? Bir şey demeden gitti. Ama ben yemek saatini bekleyemezdim ki hadi bekledim diyelim ama bu saati kendime göre ayarlayabilseydim daha iyiydi. Sürekli kahvaltı gelecek, yemek gelecek diye beklemek çok saçma ve yorucuydu. Kendim yapsam bu kadar yorulmazdım aksine bana da bir uğraş çıkardı. Sırf açım diye atıştırmalıkla karnımı doyurmak zorunda kalmıştım. Sonra acıkacaktım ama acıkınca yerdim. Feyyaz geldi canı sıkkın gözüküyordu ama üzerime alınıp alınmama konusunda emin değildim.

Bir süre televizyon izledi benimle. Konuşmuyordu. O konuşmayınca bende konuşamadım bir daraldım kendimi mutfağa attım. Masa toplanmıştı. Kim toplamıştı emin değildim. Bir meyve tabağı hazırladım. Hem iki tane hazırlamaya üşenmiştim hem de canım çok istemiyordu sırf o kadar uzun süre mutfakta ne yapıyordun diye sormasın diye hazırlamıştım. Tabağı ve iki çatalı aldım salona geri döndüm. Yanına oturunca çatalın birini uzattım. Elimden aldı ama pek gönüllü değildi. Tek başına yemek yedi diye trip atmıyordu değil mi? Bir gün iyiysek ertesi gün kötü mü olacaktı yani? Can sıkıcıydı. Suskunluk da ayrı bir eziyetti. En azından annemle babam tartışırlardı, çok doğru olmasa da, birbirlerine bağırırlardı. Ortamda sessizlikten doğan bir gerilim değil de aşırı ses yükselmesinden kaynaklı heyecan olurdu. Düşman hattında kalmak gibi ama bu çok daha farklıydı ne zaman patlayacağı belli olmayan bir bombanın yanında oturmak gibiydi.

En azından komedi dizisi izliyorduk da insanın canı sıkkın kalmıyordu. Konuşamasam da diziye gülerek ortamın gerginliğini azaltmıştım galiba. Meyve bitince tabağı mutfağa bırakmış gelirken de dondurma ile dönmüştüm. Yani asla ağzımız boş kalmasın hep bir şeyler yiyelim diye gezen insanlara dönüşmüştüm galiba. Dondurmayı yerken bir ara diziye dalıp elimdeki kutuyu unuttum ve gülerken üstüme döktüm. Sıcaktan ermiş dondurma hem benim üzerime hem de koltuğun üzerine döküldü. Tabi bu arada konuşmama yeminimiz bozuldu. Önce üstümü değiştirdim sonra da koltuğu sildim. Genel gerginlik dağıldı ve daha rahattım. Saat bire kadar televizyon izlemiş sonra da yatmıştık.

Sabah ilk ben uyandım. Aşağı indim kahvaltıyı hazırladım, çay demledim. O da kalkınca aşağı indi geç gidecekti galiba çünkü üzerini değiştirmemişti. Kahvaltı bitince o bahçeye çıktı. Galiba her bahçeye çıktığında sigara içiyordu çünkü geldiğinde üzerine koku sinmiş oluyordu. Masayı topladım yukarı çıktım. Banyoya girdim sonra üzerimi giyindim ama bu sefer pijama değil eşofman altı ve tişört giymiştim. Odayı topladım aşağı inerken merdivenlerde karşılaştık. “Telefonun aşağıda kalmış az önce çalıyordu.”

“Tamam bakarım şimdi.” O yukarı ben de salona girdim koltuğun üzerindeki telefonu elime aldım annem aramıştı. Allah Allah annem beni aramazdı genel olarak yengeme aratırdı. Geri aradım üçüncü çalışta açtı.

“Alo.” Sesi sakin çıkmıştı. “Efendim anne aramışsın ama telefon aşağı da kalmış.”

“Uyanmış mıydınız?” Tereddütle sormuştu büyük ihtimalle benden değil de Feyyaz’dan bahsediyordu. “Evet, yukarıyı topluyordum.”

“İyi bakalım 2 gün sonra dedenin ölüm yıldönümü Yasin okutacağım. Sen de gel.” Zaman ne kadar hızlı geçmişti? Hiç fark etmemiştim günleri. “Tamam gelirim. Sadece kadınlar mı olacak?” Erkeklerde varsa eğer Feyyaz gelmez yani gelemez diyecektim. Sormama bile gerek yoktu bu konuda.

“Evet, hocanın hanımı gelecek o okuyacak.” En azından bir yalandan daha kurtulmuştum. “Tamam gelirim.” Bana da bir değişiklik olur farklı insanlar görürdüm.

“Tamam kapatıyorum.” Annem de Türkçeye iyi alışmıştı. Bana kolaylık olsun diye benimle Türkçe konuşuyordu büyük ihtimalle. “Görüşürüz.” Cevap vermeden kapattı. Bazen aşırı mekanik olabiliyordu.

Mutfağa döndüm odada su bitmişti. Sabah sürahiyi indirmiştim geri çıkartmayı unutmuştum. Sürahiyi önce yıkadım sonra da soğuk su doldurdum. İki bardak iki de bardağın üzerini kapatmak için bardak altlığı aldım. Hepsini tek seferde taşıyamayacağımı fark edip önce sürahiyle çıktım. Ardından da bardakları aldım geldim. Ben bardakları bırakırken o da banyodan çıktı. Saçını havluya silerken

“Kim aramış?” Bu da ne meraklı çıktı yahu. “Annem iki gün sonra dedemin ölüm yıl dönümü Yasin okutacakmış da onu söyledi. Gidebilir miyim?” Gitme diyeceğini pek zannetmiyordum zaten ama habersiz bir şeye kalkışacak kadar da cesaretim yoktu daha.

“Evet.” Dediğim gibi oldu. En azından cevap verirken düşünmüyordu. “Birde şey...” Cümlemi tamamlamadan konuştu.

“Ne? Sende gelir misin diye soracaksın?” Ya onu anladım bir süre bize gitmezsin zaten. “Hayır yarın yardıma gidebilir miyim diyecektim erkekler yok sadece kadınlar için zaten.” Ama tepkisi komikti. Gözleri açılmış kaşları kalkmıştı. Adamın korkulu rüyası bize gitmekti. Aman ne kadar hoş.

“Olur.” O üzerini giyinmek için giyinme odasına gitti bende ıslak saçlarımın kuruduğunu fark ettim. Tekrar tarayıp yukarıdan sıkıca bağladım. Parmağımdaki alyansı banyoda unuttuğumu fark ettim. Ben yüzüğü takmış çıkarken o da üzerini giyinmişti. Aşağı indim biraz bahçeye çıkmak istedim ama tek başıma orada oturmak da sıkıcı olacaktı. En azından bir Türk kahvesi içebilirdim. Ben kahveyi yaparken Feyyaz girdi içeri. “Hemen çıkıyor musun?”

“Birazdan.” Bana bir süre eşlik edebilirdi bence. Tek başına kahve içmek hiç eğlenceli değildi. “Kahve yapıyorum içer misin?”

“Olur.” En azından tek içmeyecektim.

Masaya oturdu ben de kahveleri fincanlara doldurdum. Karşılıklı oturmuş kahve içiyorduk bir de dedikodu falan yapmaya başlarsak tam olacaktı. “Akşam geç gelir misin?”

“Büyük ihtimalle hayır.” İhtimallesi de var yani. Neyse Berfu takılma. “Tamam. O zaman yemeğe beklerim.” Bir an dedim herhalde trip atacak dün akşamki yemek için ama onun yerine “Tamam” dedi. O kahveden sonra çıktı. Bende fincanları yıkadım. Salona geçtim. Benim pinekleme vakti gelmişti.

Klasik geçen bir günün ardından uyumuştum. Sabah erken kalktım, aşağıya inip kahvaltıyı hazırladım. Çayı demleyip yukarı çıktım. Banyo yapıp üzerimi giyindim. Bu sefer yengemin söylenemeyeceği şekilde giyindim. Ben hazırlanmıştım ki Feyyaz da uyandı. Yattığı yerden bana “Erkencisin” dedi.

“Evet uyku tutmadı.” Kendine gelmeye çalışırken “Annenlere gideceğin için değil yani.” Belki yani olmaz diyemezdim. Evde tek başına oturmak fazlasıyla sıkıcıydı.

“Evet içerisi çok sıcaktı uyuyamadım. Çok havasız oluyor sabahları.” Kesinlikle yalan değildi boğucu sıcaklarla baş edemiyordum. “Klima açık uyursan seni hastaneden toplarız büyük ihtimalle.” Aman ne komik! Ben bilmiyorum sanki bunu.

“Klima değil de bu buhar makineleri var ya odayı nemlendirmek için daha iyi oluyor. Havayı da temizliyor. Daha önce de kullanıyordum.” Sürekli klima altında duramayacağımı bende biliyordum ama yıllardır da bu sıcakla baş etmenin yollarını bulmuştum. Yani annem bulmuştu. Kuru hava boğazımı ağrıtmasın ve aşırı sıcaktan hastalanmayım diye araştırırken bulmuştu.

“Önceden söylesen alırdık.” Önceden mi? İki hafta oldu evleneli ne ara söyleseydim. Ayrıca ne diyecektim bir buhar makinesi alalım mı? “Asıl sıcaklar yeni başladı bu saatten sonra lazım. Birkaç güne uyunmayacak kadar sıcak olmaya başlar.”

“Bugün hallerim.” Yani Arslan’a hallettirirdi. Arada onlara da üzülüyordum. Korumalık mı yapıyorlardı hizmetçilik mi belli değildi. “Tamam.” Ben hazırlanmıştım o da yataktan kalktı banyoya girdi. Yani o da biliyordu sıcak olduğunu gece üstüne bir şey giyip yatıyordu ama gece çıkartıyordu ya da çıkartmışken bir daha giymiyordu. Ben nevresimleri değiştirirken o da üzerini giyindi.

“Kahvaltıyı burada mı yapacaksın?” Yani onu burada bırakıp gideceğimi mi düşünmüştü. Buna annem bile kızardı. “Evet hazır aşağıda.” Yüzüme bir bakış attı.

“Kaçta uyandın sen?” yedi gibi uyandım ama yataktan çok çıkasım olmadığı için sekize kadar yatmıştım. “Sekizde.” İnanamıyormuş bir ses tonuyla “Saat dokuz.” dedi.

“Evet.” Çok mu ilginçti? “Bir saatte kahvaltıyı hazırladın, banyo yaptın, hazırlandın mı şimdi?” Niye çok mu tuhaf bir durumdu kahvaltıda bir şey yoktu ki hazır olan masaya tabak çatal ekliyordum çaycıya su koyup kaynatıyordum. Başka yapacak iş yoktu ki. On dakika falan sürüyordu. Her gün banyo yaptığım için kısa bir duş almıştım o da on dakika falan sürmüştü. Ayrıca tam hazır sayılmazdım.

“Niye çok mu tuhaf?” Sesim şaşkın çıkmıştı. “Fazla hızlı.” Eh belki biraz ama eli uyuşuk olan insanlardan değildim ki.

“Kahvaltı hazır oluyor zaten iki tabak koymak niye vakit alsın ki?” Bence benimle uğraşmak için bahane arıyordu. “Banyo yapıp hazırlanmak da vakit almıyor anlaşılan.” Evet kesinlikle uğraşmaya çalışıyordu.

“Yani gece banyo yapmıştım zaten sabah kısa bir duş aldım terlediğim için.” Her banyoya girdiğimde kırklanıyor gibi saatlerce içeride kalacak halim yoktu ya. “Yani konağa gideceğin için ışık hızında hareket etmedin?” Fazla neşeli ve enerjikti anlaşılan bunu da bende atmaya çalışıyordu.

“Hayır ayrıca seni ben uyandırmadın sen uyandın.” Haklıydım ben olabildiğince sessiz olmaya çalışmıştım. “Uyanmasan çıkacak mıydın?” Yani elbet uyanacaktı değil mi? Tüm günü uyuyarak geçirmeyecekti.

“Hayır çıkmayacaktım sadece iki kere üzerimi değiştirmeyim diye hazırlandım.” Yani yalan sayılmazdı. Vakitten tasarruf olsun diye yapmıştım. Ayrıca arada normal kıyafet giymekte iyi hissettirmiyor değildi.

“O zaman şimdi yatıp uyusam gitmeyeceksin?” Tavrı komikti özellikle takım elbise içinde beni taklit ediyor oluşu. Yani beni taklit ediyor olması da ayrı bir şoktu benim için. “Uyuyacak mısın?” Üzerini giyindiğine göre kesinlikle işe gidecekti ama derdi beni sinir etmekti.

“Hayır.” İyi o zaman ne üsteliyorsun ki? Yok uyusam gider misin gitmez misin diye? Olmayacak şeyleri niye düşüneyim ki? “O zaman düşünmeme gerek yok.” Bu sefer ben onu taklit etmiştim.

Halime gülerken parfüm sıktı. Bende yastıkları düzelttim. Sonra elime krem sürerken yüzükleri çıkarttığımı fark ettim. Makyaj masasının üzerindeki yüzükleri taktım. Önce nane ve mentolle karışmış amber kokusu burnuma geldi. Ardından Feyyaz belimde sarıldı boynumda öptü. Şu ayna da bizi görebiliyordum 1.80 boylarında bir adamın 1.65 olan bir kadına sarılmak ve öpmek için eğiliyordu. Kafasını boynuma gömmüştü. Şimdi öpmüyordu ama burnunu sürterek kokluyordu. Ne kadar zıt duruyorduk o uzundu ben kısa, o esmerdi ben beyaz tenli, benim gözlerim açık bir yeşilken onun gözleri simsiyahtı. Tek ortak noktamız dış görünüşümüzde siyah saçlarımızdı. Sert bir mizacı vardı, özellikle ifadesiz durduğunda insanın içini tarifsiz bir korku sarıyordu. Benim de o korkuya kapılmam gerekiyor muydu yoksa gerekmiyor muydu? Emin olamıyordum. Benimle baş başa olduğumuzda sakin ve nazik olurken etrafta başka birisi olduğunda korkunç bir insana dönüşüyordu. Her zaman temkinli yaklaşıyor, sinirli olduğu anlarda sesimi bile çıkartmak istemiyordum çünkü biliyordum ki bu adamın öfkesiyle asla baş edemezdim. Hoş onun öfkesiyle baş edebilecek birisi var mıydı emin değildim. Kuzenleri bile ondan korkuyordu. Kimsenin karşısında almak istemeyeceği bir insandı özellikle de ben.

Kafasını boynumdan kaldırdı ben de ona doğru döndüm. Dudağıma bir öpücük bıraktı sonra “Hadi aşağı inelim sonra da sen çıkarsın.” Haydaa kendisi çıkmıyor muydu şimdi? “Sen çıkmıyor musun?” Yani çıkmayacaksa niye takım giymişti ki?

“Daha geç çıkacağım.” Hmm işte bu üzmüştü. “Bende seninle çıkarım o zaman.” Sınırları zorlamanın bir mantığı yoktu.

Tekrar öptü ve “Benim işim az o yüzden erken git erken gel.” Hmm olabilirdi. “Tamam o zaman.” Çabuk pes etmiştim. Sonra kollarını belimden çekti aşağı indik. Kahvaltı yaparken basit konuşmalar geçti benim ekmeklerimden istedi ki bu sefer istedi elimden almadı. Sonra biraz takıldı dediğim gibi bugün neşesi fazlasıyla yerindeydi.

Kahvaltıdan kalkarken “Ben çantamı alıp geliyorum.” O da ayaklandı. “Tamam diğer araba serviste benim kullandığımla gidersin.”

“Tamam.” Yukarı çıktım. Kısa topuklu bir sandalet giydim sonra da siyah çantamı aldım şarjdaki telefonumu da çantama koydum. Ayarladığım altınları taktım ve aşağı indim. Feyyaz da bahçedeydi. Elinde sigara vardı ben yaklaşınca sigarayı söndürdü. “Araba hazır”

“Tamam.” Bir an emin olamadım ama yanına gelince biraz ayaklarımı kaldırdım çünkü adam uzun. Yanağından öptüm. Hoşuna gitmişti galiba ki yüzünde bir gülümseme oluştu. “Görüşürüz” diyerek ayrıldım ve arabaya bindim. Ben arabaya binerken o da başka bir sigara yaktı.

Ölüm neydi? Nasıl hissettirirdi? Galiba ben şu an öğreniyorum. Arslan arabayı kullanırken bir terslik olduğunu fark ettiği anda açık pencereden içeriye giren şey hava değil ölümdü. Önümüzdeki arabaya çok yaklaşmamıza rağmen yavaşlamayan arabayla ikimizi de bir telaş kaplamıştı. Yavaşlamasını söylesem de yavaşlayamadı. Hızlı bir makas atarak arabanın önüne geçsek de yavaşlamıyorduk. Ben korkudan titremeye başlamıştım bile. Ölmek istemiyordum. Arabanın yavaşlamak yerine hızlanmasından frenlerin tutmadığını fark ettim. Aslan önümüzde araba kalmayana kadar makas atarak ilerledi. Trafiğe girmemeye çalışsa da günün en işlek saatlerinden birindeydik. Arslan gözünü yoldan ayıramıyordu. “Berfu Hanım, Feyyaz Bey’i arayın.” Ne dediğini tam olarak kavrayamadım bile. Tekrar söylediğinde bu sefer bağırıyordu.

Çantadan telefonu ararken ellerim titriyordu. Bir an ne diye kaydettiğimi bile hatırlayamadım. Telefonu açıp numarayı bulana kadar öldüm galiba. Telefon çalmaya başlayınca hoparlöre aldım ve telefonu öne uzattım. Arslan tek eliyle telefonu alırken kırmızı ışık yandı. Telefonu kucağına attı direksiyonu sıkıca kavradı. Arslan karşı yola baktı gelen bir araba vardı. Bir anda gaza daha fazla yüklendi. Anlık artan hızla bende öne savruldum ve kafamı öndeki koltuğa vurdum. Başımın ağrısıyla ağzımdan acı dolu bir ses çıkmıştı. Telefon açılmıştı karşıdan ses geliyordu ama Arslan yan yoldan gelen arabayı geçene kadar ses veremedi. Karşıdan gelen ses yükselirken ben ağrıyan başımla birlikte ve çok hızlı olmamızdan kaynaklı olarak yerimde sabit kalmaya çalışıyordum. Işıkları geçmiştik ki Arslan konuşmaya başladı ama Feyyaz’a değil benimle konuşuyordu.

“Berfu Hanım ön koltuğa geçin.” Duyduğum şeyi algılayamıyordum içeride çok fazla rüzgar vardı ses kulağıma tam olarak ulaşmıyordu. Arsan “Frenler tutmuyor.” Dediğini duyar gibi oldum ama kal gelmişti galiba ellerimi koltuğa bastırmış oturuyordum.

Arslan benim hareketlenmediğimi fark edince “Berfu Hanım ön koltuğa geçin.” Bu sefer sesini tam algılasam da hareket edemiyordum. Çok hızlı gidiyorduk ve ben de yerimden kıpırdayacak cesaret yoktu. Feyyaz bir şeyler söyledi ama duymadım. Sonra Feyyaz karşı taraftan kükremesini duydum.

“Berfu ön koltuğa geç”. Bu bağırmak falan değildi çünkü içeriye dolan rüzgârı delip geçmişti. Dediğini yapmaya çalışsam da o kadar kolay olmuyordu. Emniyet kemerini çıkartmaya çalışıyordum ama ellerim titriyordu sonunda düğmeye basmayı başardığımda kendimi ortaya doğru çektim. Bir yerlere çapmamak için büyük bir emek harcıyordum. Aradan geçmek için önce iki koltuğa da tutundum sol ayağımı koltuğun üzerine koydum ama dengemi kaybettim geri toparlanıp diğer ayağımı da koltuğun üzerine koydum. Koltuğa oturdum ama artık bitmiş gibiydim. Az önce tüm enerjimi harcamıştım. Emniyet kemerini bağlarken büyük bir uğraş vermiştim.

Arslan yavaşlamaya çalışıyor ama olmuyordu. Öncesinde ne konuştuklarını duymadım ama ‘kasabanın çıkışındaki toprak yola gel’ dediğini duydum. Sonrasında telefon kapandı. Arslan birine çarpmamaya ya da birinin bize çarpmaması için büyük bir uğraş veriyordu. Bir saattir merkezden çıkmak için uğraşıyordu ama nafile çünkü arabalardan kaçmak için ara yollara sapıyordu. Artık eli kornaya yapışmıştı galiba. Çevre yola ulaştığımızda artık trafik azalmıştı ama biz kırmızı ışıkları geçmeye çalışıyorduk. Karşıdan ya da yan taraftan birileri çıkmaması için kornaya basıyordu bir de önümüzde araba varsa tamam şimdi öldük diyordum ama bir şekilde Arslan bizi aradan çıkartmayı başarıyordu. Arabayı yavaşlatmak için artık gaz pedalının altında ayağını koymuş yukarı çekmeye çalışıyordu. En azından hızımızı sabit tutmak için.

Kasabanın çıkışına geldik ama bir saati aşkındır yoldaydık ve ben ölmek üzere olduğumu kabul ettiğim için mi bilmiyorum yerimden hareket edemiyor ya da konuşamıyordum. Toprak yola girdiğimizde birkaç araba bizi bekliyordu. Ne yapmak istediklerini anlayınca gözlerim kocaman oldu. Önümüzde bir araba vardı ve biz ona çarparak duracaktık. Gözüm hız göstergesine takıldığımız da 150 olduğunu gördüm. Bu hızla çarparsak anca bizim ölümüzü çıkartırlardı buradan. Arslan da durumu anladı ki direksiyonu kırarak toprak yolda birkaç tur atmaya başladı. Bu arada hızımızı düşürmek için gaz pedalını tüm gücüyle yukarı çekiyordu. Ayağı ağrımaya başlamıştı belki de pedala aşırı güç uyguladığı için ayağı kırılmıştı çünkü artık canı yanmaya başlamıştı.

Gözüm hız göstergesindeydi 100’ün altını görmüştük ama gene de çok hızlıydık. Arslan bu şekilde bitmeyeceğini fark etti çünkü benzinimiz bitmek üzereydi ya da araba ne ile çalışıyorsa bitmek üzereydi. Kenardaki otların arasına daldı bu arabayı biraz daha yavaşlatmıştı ama 60’a kadar düşmüştük. Yakıt göstergesi artık sıfıra yakına bir şeyi gösteriyordu Arslan yapacak bir şey kalmadığını fark edip toprak yolun tam ortasında duran arabaya doğru sürmeye başladı. Gözümü sıkıca kapattım ilk defa planlı kaza yapıyordum ve kesinlikle canımın yanacağından emindim.

Önce şiddetli bir sarsıntı sonra yüzümde hissettiğim bir baskı ardından da sallantılı bir duruşla bir buçuk saat süren ölüm yarışından sağ çıkmayı başarmıştık. Arabanın kapısının açıldığını fark ettim ama şu an ben ayağa kalkacak durumda değildim. Bacaklarım tutmuyordu. Önce yüzümdeki baskı azaldı ardından birisi kolumdan çekerek dışarı çıkardı. Ayaklarımın üzerinde durmaya çalışırken beni arabadan çıkartan kişinin Feyyaz olduğunu fark ettim. Geriye çekmeye çalışınca ayaklarımın beni taşımaya niyeti yoktu. Ben sendeleyince belimden tutup ilerletti.

İleride duran arabanın kaputuna yasladığında kısa süreli bir duyma kaybı yaşadığımı fark ettim. Çünkü adımı söylüyorlardı ve ben duymamıştım. En son birisi ‘ambulans çağıralım’ deyince tekrar duymaya başladığımı fark ettim. Kafamı hayır anlamında salladım. Birisi su verdi ama şu an titriyordum suyu açabilecek ya da şişeyi elime alabilecek haldeydim. Feyyaz su şişesini aldı kapağını açtı eline biraz su alarak önce dudaklarımdan çeneme doğru sildi. Eline baktığımda kan olduğunu fark ettim. Büyük ihtimalle dudağım patlamıştı ama şoke olduğum için akan kanı hissetmemiştim. Feyyaz su içirmeye çalıştı ama su ağzıma alınca ağzımdaki kan tadını hissettim. Suyu içmeden geri tükürdüm. Anlaşılan benim dudağım patlamamıştı. Kan ağzımdan geliyordu. Bu sefer elindeki şişeyi alıp kendim içtim. Biraz daha kendime gelmiştim.

Ardından Feyyaz beni bir arabanın ön koltuğuna oturttu sonra da bir şeyler söyledi diğerlerine, bu arada gözüm Arslan’ı aradı. Dediğim gibi olmuştu ayağında bir problem vardı sekerek yürüyordu onu başka bir arabaya bindirdiler galiba o hastaneye gidiyordu. Kesin ayağını alçıya alacaklardı. Feyyaz şoför koltuğuna oturdu ve arabayı sürmeye başladı. Başım ağrıyordu galiba kötü çarpmıştım. Eve gelene kadar kendimi sakinleştirmeye çalışsam da olmadı elim ayağım hala titriyordu. Eve gelince korumalar kapımı açtılar arabadan inerken hala başım dönüyordu. Feyyaz da arabadan çıktığında belimden destek vererek yürümeme yardım etti.

İçeri girdiğimizde önce kendimi koltuğa attım. Hala kendime gelememiştim. Başım ağrıyordu ve galiba damağımı dişlemiş ve kanatmıştım çünkü dilim değdikçe ağrıyordu bu da kanı açıklıyordu. Feyyaz elinde buz torbası ile geri döndü. Elindeki buzu kafama bastırdı ağrımıştı, yüzümü ekşitmeden duramadım.

“İyi misin, hastaneye gidelim mi?” Hastaneye gidecek kadar kötü değildim galiba. Hayır anlamında başımı salladım konuşmak istemiyordum çünkü ağzımı açtığım an ağlayacaktım. Beynim donmak üzereydi artık. Buz torbasını çekmek istedim ama izin vermedi.

“Biraz daha dursun.” Zaten başım ağrıyordu, bir de üşümüştü oturup hüngür hüngür ağlamak istiyordum. “Beynim donmak üzere ama.” Sesim çatlak çıkmıştı. Biliyordum böyle olacağını. Buz torbasını kaldırdı kafama baktı galiba morarmıştı.

Dokunduğunda sadece morarmadığını şiştiğini de fark ettim. Canım yanmıştı artık akmak için bahane arayan gözyaşlarımda yerinde duramayarak aşağı kaymaya başladılar. Ben ağlamaya başlayınca o da başta ne yapacağını şaşırdı sonra da sarıldı. Tabi ben sarılınca daha çok ağlamaya başladım galiba frenlerin tutmadığını öğrendiğim andan beri uyuşan bedenim yeni kendine geliyor ve korku yeni ortaya çıkıyordu. Beni sakinleştirmek için “Geçti, bir şey olmadı.” dese de hayatımda ilk defa ölümle burun buruna gelmiştim. Daha önce ateşlenip günlerce baygın yattığım, oksijen tüpü ile nefes almaya çalıştığım zamanlar bile olmuştu ama hiçbirinde kendimde değildim ve Azrail’in nefesini hiç bu kadar yakınımda hissetmemiştim. Hıçkırıklarım arasında “Öleceğim diye çok korktum” derken bile gözümün önüne neredeyse çarpmak üzere olduğumuz arabalar geliyordu.

“Şşh Azrail’in bile seni benden almasına izin vermem” demişti. Ses tonu fazlasıyla kendinden emin çıkmıştı. Hala içli içli ağlıyordum. “Bitti geçti iyisin sana bir şey olmadı.” dese de sakinleşmeye pek niyetim yoktu.

Neredeyse 2 saattir içimde tuttuğum tüm duygular ortaya çıkmıştı. Saçımı öpüyor sırtımı sıvazlıyordu ama tam olarak sakinleşmemiştim. Geri çekilirken alnıma baktı daha kötü mü olmuştu? Çok da ağrıyordu.

“Başın dönüyor mu?” diye sorduğunda bir düşündüm ama dönmüyordu ama uykum gelmişti. “Hayır uykum geldi ama.” Bir an gözüme baktı galiba kafa travması geçirmemden korkuyordu ki şu an bende pek emin sayılmazdım çünkü kafam deli gibi ağrıyordu.

“Hastaneye gidelim.” Karşı çıkmadım çünkü gerçekten çok uykum gelmişti kafa travması da olabilirdi ya da kendimi çok fazla kastığım için kaslarım bir anda kendini salmış da hangisi olduğu şu an için faulü meçhuldü.

Hastaneye geldiğimizde önce röntgen ve tomografi çektiler. Doktor bir sorun olmadığını söylemiş eğer mide bulantısı veya kusma olursa geri demişti. Önümüzdeki 12 saatte uyumamamı söyleyerek göndermişti ama benim bırak 12 saati, bir saat daha ayakta kalacak halim yoktu. Eve geri döndüğümüzde kendimi yatağa atmak istesem de uyuyamadım. Feyyaz bana uyumamamı bir iki saatte döneceğini söyleyerek gitmişti. Şundan çok emindim frenleri kesmişlerse ki kesin öyleydi -arabaların sürekli kontrol edildiğine emindim- bu sorumlularını bulmaya gitmişti.

Telefona baktığımda hem annemin hem de yengemin aradığını gördüm. Geri aramak istedim ama ne diyecektim geliyordum ama yolda arabanın frenlerinin tutmadığını fark ettik sonra bir buçuk saat boyunca arabayı güvenli şekilde durdurmayı denedik en sonunda da başka bir arabaya çarparak durduk ama başımı çarptığım için şimdi hastaneden geldik mi? Annem kesin ben demiştim demeye başlayacaktı. Oysa bunda Feyyaz’ın bir suçu yoktu ki diğer araba bakıma gittiği için kendi kullandığı arabasını vermişti ana amaçları oyken olay bana patlamıştı sadece. Yalan söylesem ortaya çıkar mıydı acaba? Kim söyleyecekti ki bizimkilere? Zaten bu işi kendi içlerinde halledeceklerini düşünüyordum böyle bir olayın duyulmasına izin vermezlerdi. Yarın gidersem ki büyük ihtimalle gidecektim başımı göreceklerdi.

Biraz düşündükten sonra yengemi aradım annemin telaşlı haliyle uğraşacak halim yoktu. ikinci çalışta hemen açtı. “Alo yenge.” Sesimi stabil tutmaya çalışıyordum.

“Neredesin Berfu kaç saattir sana ulaşmaya çalışıyoruz. Telefonuna niye bakmıyorsun?” Anlatsam kalp krizi geçirirsin büyük ihtimalle. “Telefon elimde değildi görmemişim.”

“Geliyorum diye aradın sonrası yok, ne oldu?” Neler olmadı ki? Yarın başımı açıklayacak bir yalan düşündüm kısa bir süre “Küçük bir sakarlık yaptım diyelim.”

“Ne sakarlığı?” Ne sakarlığı? Düşün! Bir yere çarptım demeliydim neresi uygundu. Kapıya çarptım dersem inanmazdı ama çekmeceye çarpabilirdim değil mi? “Kafamı çekmeceye çarptım morarınca da hastaneye gittim.” Başı olmasa bile sonu doğruydu.

“Nereden çıktı şimdi nasıl çarptın?” Yani her şey ışık hızında gerçekleşti desek yalan olmaz. “Üst çekmece açıktı yüzüğü takayım derken yere düşürdüm sonra da kafamı kaldırdım ve kafam köşesine geldi.” Yani kafamı çarptığım kısmı doğruydu hepsi yalan sayılmazdı.

“Emin misin olayın öyle geliştiğine?” Yenge yenge lütfen bir şeyler biliyormuş gibi konuşma kalbime atak geçirtiyorsun ve bugün yeterince atak geçirdi. “Ne olmuş olabilir ki başka yenge?” Kazayı duymuş olabilirler miydi? Yok o zaman daha da endişelenir ve eve gelirlerdi.

“Bilmem artık orasını da sen söyle?” Ağzında ne gevelediğini başta anlamadım ama sonra Feyyaz’ın vurduğunu düşünüyordu galiba. “Hayır yenge böyle oldu.” Sesim bezgin çıkmıştı. Yani aklına hemen böyle bir şey gelmişti.

“Tek mi gittin hastaneye?” Şimdi evdeydi desem iyice şüphelenecekti onu da bir yalanla toplamaya karar verdim. “Hayır Feyyaz geldi götürdü.”

“Evde değil miydi?” Evdeydi desem bu sefer daha çok şüpheli gözükecekti. “Hayır çıkmıştı.”

“Sabah konuşurken evde diyordun.” Yenge ya ne şüphecisin. “O zaman kahvaltıdan yeni kalkmıştık çünkü sonra ben hazırlanana kadar o çıktı. Sonra da kafamın morardığını görünce aradım geldi hastaneye gittik.” Ortalığı karıştırma yenge zaten ortada bir bomba var pimini çekmeye gerek yok yani.

“İyi bakalım ne dedi doktor?” Allah’tan bir şey çıkmamıştı. Bir de travma falan kaldıramazdım. “Bir şey yokmuş 12 saat uyuma dedi gönderdi.”

“Bu kadar mı?” Yani ne demeliydim kafa travması geçiriyorum ölmek üzereyim falan mı? “Evet yenge ne desin başka bir şey çıkmadı zaten sonuçlarda.”

“Hımm iyi bakalım geçmiş olsun. Yarın gelecek misin?” Kadının derde bak. Şu an ayrıntılı ifade alamamıştı yarın köşeye çekecekti. “Evet gelirim kahvaltıdan sonra.”

“Tamam yarın görüşürüz.” Annem aklıma gelince “Görüşürüz annemi de arayım mı?”

“Ben söylerim.” Valla çok iyi olurdu bir tur da annem şüpheyle yaklaşacaktı ve laf anlatacak kadar güçlü hissetmiyordum.

“Selim’i öp benim için.”

“Tamam öperim. Görüşürüz.”

Çok uykum vardı açılsın diye elimi yüzümü yıkadım. Üstümü değiştirdim sonra aşağı indim bir şeyler izlemek uykumu açabilirdi. Televizyonu açtım ama hiç izleyesim yoktu, telefona baktım sosyal medyada gezdim, sağlıklı tırnak uzatma yöntemlerini bile araştırdım sırf uyumayım diye. Pek de işe yaramamış olacak ki uyuya kalmışım Feyyaz’ın sesiyle gözümü açtım.

“Doktor uyuma dememiş miydi sana?” Uyumuyordum yani en azından uzun bir süredir “Gözümü dinlendiriyordum başım ağrıdığı için.”

“Emin misin sadece gözünü dinlendirdiğine.” Yani bir nevi öyleydi. “Evet eminim.” Onca saat nasıl dayanacaktım acaba ben? Toparlandım uykumu açmaya çalıştım bu arada Feyyaz’ın üstünü değiştirdiğini fark ettim eve ne zaman gelmişti? Koltuğa yaslanıp kumandayı aldı.

“Yüzünü yıka gel açılırsın.” Bir şey demeden yukarı çıktım yüzümü yıkadım ama içeri girer çıkarken yatak dile gelmiş beni çağırıyordu. Bu çağrıya kulaklarımı tıkayıp aşağı indim.

En azından soğuk bir şeyler uykumu açabilirdi. Dolabı açtım önce soğuk bir su içtim. Buzluğa baktım dondurma vardı. Bir tanesini aldım nasıl olsa yiyecek olduğunda benim elimdeki beyefendiye daha cazip geliyordu. Biterse bunu almaya gelirdim. Salona geri döndüm o da televizyonda bir şeyler arıyordu. Yanına oturdum o da bir filmde karar verebildi. Bu sefer dondurmama sarmamıştı. Film bitti başkasını açtı daha 8 saat olmuştu daha 4 saat daha vardı. Diğer filmin sonunu kesinlikle hatırlamıyorum çünkü uyuyakalmıştım. Bir ara Feyyaz’ın miden bulanıyor mu sorusunu duydum yarım yamalak hayır demiştim. Bir ara havalandığımı hissettim sabah uyandığımda ise yataktaydım.

...

Berfu uyuduktan sonra bahçeye çıktım Arslan’ın ayağı alçıya alınmıştı çatlamıştı. Bir süre ortada olmayacaktı. İşler Mehmet’e kalmıştı. Sinirden deli olmak üzereydim ama sakin kalmaya devam etmek çok zordu. Gözümün önüne geliyordu sürekli. Eğer Arslan gibi tecrübeli bir şoför olmasaydı yanında neler olurdu, nerede olurdu düşünmek bile istemiyordum. Saatlerdir hiçbir şey yapmadan oturmaya çalışmak… Bir buçuk saat frenleri tutmayan bir arabanın içinde kalmışlardı. Aklıma ölmek üzere olduğu gerçeği gelirken bir de ondan duymak… Galiba delirmenin eşiğine geldim.

Mehmet yanıma geldi “İkisini yakaladık üçüncü ortaya çıkmamakta fazlasıyla ısrarcı.” Israrcı olur tabi ölüm korkusu sarmıştı ailesini falan gözü görmüyordu. “Neredeler?”

“Depoya götürdüler.” O depoyu başlarına yıkmamak için kendimi zor tutuyordum ama şu an gidemezdim. “Üçüncüyü de bulun sabaha, diğerleri nerede?”

“Mardin’delermiş efendim, oradakilerle konuştuk şimdi toplamışlar bir araya.” Mardin’de ne yapıyorlardı acaba? Saklanabileceklerini düşünmek için fazla saf olmalılardı. Şu an depoya gidip kemiklerini yeniden şekillendirmek istiyordum ama Berfu’yu evde tek bırakmak istemediğim için… Yarın toplu bir çalışma yapacaktım artık.

“O üçüncüyü de bulun sabah Mardin’e gidiyoruz. Grubu ayırmamak lazım çete dediğin bir arada kalır.” Mehmet bir an ciddi olup olmadığımdan emin olamadı sonra “Emredersiniz.” Mehmet ayrılırken çalan telefonuma baktım. Evde sigara içmediğim için hali hazırda dışarıdayken bir tane sigara çıkarttım. Sigarayı yakarken telefonu açtım.

“Efendim Fatih.” Bu da biraz fazla münasebetsiz saatlerde arayıp sinirlerimi yoruyordu.“Ne yapıyorsunuz?” Elinin körünü diyeceksin bozulacak.

“Bahçedeyim.” Gözüm bir yatak odasının penceresine takıldı. İçeride hareketlilik yoktu. “Berfu?” Ne yapacaksın acaba?

“Uyuyor.” Aklım yukarıda kalmıştı hadi ben yokken bir şey olursa. Bir an önce telefonu kapatıp yukarı çıkmalıydım. “İyi teksin yani.”

“Evet. Ne oldu?” Ne yumurtlayacaksın acaba? “Buldunuz mu adamları?” Yok saklambaç oynuyoruz.

“Bir tanesi kaldı o da sabaha kadar halledilir.” Başka çıkar yolu yoktu çünkü. “Ne yapacaksın?” İp atlayacağız. Ne yapmamı bekliyordu acaba? Tebrik falan mı edecektim.

“Ne yapmamı istersin Fatih?” Bu çocuk bizim aileden mi emin miyiz? Doğumda falan karışmış olmasın. “Dalgaya alma Feyyaz ikisinin ailesini bıraktınız mı bari?” Tabi tek düşündüğüm oydu.

“Emin değilim.” Bir de onlarla mı uğraşacaktım? “Nasıl emin değilim ya adamları bulmuştunuz ailelerini rahat bırakın bari.” Bu çocuk kesin bozuk. Yani gecenin bir yarısı onu mu düşünecektim hem de karım yukarı da yatarken.

“Umurumda değil açıkçası ne olduğu onlara.” Çok yanlış kişiye bulaşmışlardı. “Feyyaz senin bu umursamaz hallerin bazen beni deli ediyor.” Senin de çocukça saflığım yani.

“Beni de senin bu fazla umursayan halin, gecenin bir yarısı bunun için mi aradın?” Tek derdim aileleri değildi. Onların aile dediği adamlar bugün az daha benim ailemi elimden alıyordu.

“Hayır ne yaptınız onu sormak için.” Onu sor o zaman ne laf ebeliği yapıyorsun ki? “Hallediliyor grubun geri kalanı Mardin’deymiş yarın onları ziyarete gidiyorum.” Yarın Berfu evde tek kalamazdı herhalde konağa gitmesi lazımdı. Sabah onu konağa göndermeliydim. Aklım onda kalırsa bu sefer kendimi veremezdim.

“Oğlum karın daha bugün kaza yapmadı mı yanında kalsana.” Ya tabi niye acaba? “O da yarın annesine gidecek evde olmayacak ayrıca onların yanına kâr mı bırakayım? Dediğin gibi karım kaza yaptı ama onların sayesine bir ödeşme olmasın mı?” Öylece salacak halim yoktu. Yaptıklarının bedelini ödemelilerdi.

“İyi bari ailelerini katma onların suçu ne?” Hala aile diyor. Ben bunu boğazlarım bir gün. “Benim karınım suçu neydi lan?” Sesim yüksek çıkmıştı.

“Saldırı sanaydı biliyorsun.” Sakin bir ses tonunda konuşuyordu ama söyledikleri insanı sakinleştirmek yerine daha da sinirlendiriyordu. “Ne deyim Fatih bana olsa ne yazar. Aa beni mi öldürmek istemiştiniz siz tüh küçük bir karışıklık olmuş neyse bir dahakine ben binerim o arabaya mı deyim.”

“Feyyaz bu taklit yeteneği ile harcanıyorsun cidden. Neyse ne yapıyorsan yap? O zaman arkanda iz bırakma ya hep ya hiç duydun mu beni? O tarafın depolarında hali hazırda sorun yaşıyoruz bir de bunlarla uğraşmayalım.” Adamın derdine bak. Derdini sikeyim diyeceğim olmayacak. “Merak etme parmak izleri bile kalmayacak.” Anılarda bile yaşayamayacaklar öyle sileceğim ben onları.

“İyi o zaman. Kapatıyorum eve geldim zaten iyi geceler sana.” İnsanda iyi olan bir şey mi bırakıyorlar? “Sana da Fatih.”

Kapanan telefonla bir nefes verdim. Bazen Fatih nasıl bu kadar soft olabiliyordu asla anlamıyorum. Sanki aynı şey Seda’nın başına gelse aynısını kendisi yapmayacaktı. Ailelerini ne yapacaksın sen, sen seninkiyle ilgilen yeter. Onlarda düzgün tercihler yapsalarmış yani. Sigarayı da içime sindirmedi yani. Eve girip yukarı çıktım, Berfu uyuyordu biraz da zor uyanırdı saatlerdir esniyordu ve bir ara benim de uykumu getirmişti. Üzerimi değiştirip yatağa girdim gözümü kapatırken hıncımı alamadığım için fazlasıyla gergindim. Yarın topluca bir gerginlik atmam lazımdı. Uyumadan iyi misin diye sordum bilinci açık mıydı emin olmak adına. Hmm diyerek uyumaya devam etti. En azından bir şey olmamıştı. Eğer bir de olsaydı tüm dünyaya ateşe verirdim.

 

Loading...
0%