@ahsenkubos
|
Karlar altında kalan bir insanın karşılıksız çığlıkları kadar acımasız çok az şey vardır. Saat sekiz gibi onlar yemek yiyip gittiler. Onlar çıkınca Berfu da ders çalışmaya başladı. Birkaç gündür çalışamıyordu dersleri de iptal etmişti ve yarından itibaren başlayacaktı. Feyyaz da çalışma odasındaydı. Saat on ikiye kadar kimseden ses çıkmadı. On iki gibi içeri Feyyaz girdi “Hala çalışıyor musun?” Berfu dışından söylemese de içinden sanki sen uykudan geliyorsun dedi. “Evet.” “Yorulmadın mı?” Yorulmuştu ama misafiriydi düğünüydü derken dersleri fazla aksamıştı. Yarına iki ders almıştı onları tamamlaması gerekiyordu. “Birazdan kalkarım.” “Hastayım halim yok diyorsun saatlerce masa da kalıyorsun.” Feyyaz’ın çıkışmasıyla ona doğru döndü “Keyfimden kalmıyorum.” Kimse onu İtalya’ya getirirken sormamıştı ders alması gerektiğini söylerlerken fikrini almamıştı ama çalışırken sıkıntı çıkartıyorlardı. “Ya niye?” Feyyaz sürekli dersi bahane ederek onu görmezden gelmesinden sıkılmıştı. Tüm günü evde geçirmişti ama ders çalışacağım diyerek onun yüzüne bakmamıştı. Akşama değişir mi dese de bir şey fark etmemişti. “İnsanların saatlerce suratına boş boş bakmayım diye çalışıyorum.” “İtalyanca mı çalışıyorsun?” Üniversite sınavı için çalıştığını düşünmüştü. Yanlış tuşa basmıştı anlaşılan. “Evet.” Berfu elindeki kalemi masaya bırakıp kitabı kapattı. Canı sıkılmıştı her ders çalışmaya kalktığında aynı muameleyi yapıyordu. En başta kendisi kabul etmemiş miydi üniversite işini niye şimdi çalışmaya kalktığında sıkıntı çıkarttığını anlamıyordu. Telefonu ve bilgisayarı şarja taktı, sandalyeden kalktı. Üstünü odaya çıktığında değiştirmişti zaten. Lavaboya girip yatağa yattı. Feyyaz üstünü değiştirdikten sonra odaya geri döndü. Karısının yattığını görünce o da yatağa girdi. Sırtından sarıldı aklına sabahki konuşma geldi. “Sanki sabah bir söz vermiştin.” “Yorgunum” diyerek kafasını yastığa gömdü. Yorgundu hem bedenen hem de ruhsal olarak. “Bu kadar çalışmasaydın.” “Olur yarından itibaren Türkiye’ye dönersem öğrenmeme gerek kalmayacağı için çalışmama da gerek kalmaz.” Feyyaz ters cevabına karşı aldığı ters cevapla şaşırmıştı beklediği bir şey değildi. Normalde geçiştirici bir şeyler söyler geçerdi gündüz keyfi yerindeydi bildiği kadarıyla neden şimdi suratsız davranıyordu ki? Yine de suyuna gitmeye karar vererek “Olmaz gidersen ben özlerim bu seferde” dedi. Berfu içinden geceyi kiminle geçirdiysen yine ona gidersin dese de dışından cevap vermemeyi seçti. Feyyaz bir cevap gelmeyeceğini anladığında kendine doğru çevirdi. Zorluk çıkarmamıştı dönerken saçlarını geriye itti yüzünü açığa çıkardı. Alnı ile saçlarını arasına dudaklarını bastırırken kokusunu içine çekti. “Yorgunsan uyuyalım.” Diyerek iyice göğsüne çekerek kollarını sıkıca sardı. Berfu’nun en sinir olduğu duygu ortaya çıkmıştı yine. Dünyanın en güvensiz noktasında kendini fazlasıyla güvende hissediyordu. Saçmalığın danikası gibiydi. Böyle karmaşa olur muydu? Gözlerini sıkıca kapattı. Yaşananlar yaşadıkları mantıklıydı da bu mu mantıksızdı. Şu an bu duygunun sebebini düşünmek istemiyordu. Kendini derin ve güçlü bir uykunun kollarına bıraktı. Aradan geçen birkaç günün ardından Berfu kendini bir nevi içine kapatmıştı Feyyaz da bunun fazlasıyla farkındaydı. Ramiro’nun balayında olması tüm işi ona yıkmıştı. Vakit bulsa karısına biraz fazla vakit ayırıp sorunu öğrenecekti ama fazlasıyla yoğun çalışıyordu ve yemek vaktini bile zor buluyordu. Gözünü açtığında yakasına yapışmış bir el olduğunu fark etti. Berfu ona dönük bir şekilde uyuyordu ve diğer eliyle yakasını tutmuştu. Durumun komikliğine gülmeden duramadı. Tüm hayatı boyunca bir kere bile yakasına yapışılmasına izin vermemişti. Şimdi ise karısı sanki yüz yıllık alacaklı gibi yakasını toplamış tutuyordu. Tüm hayatı boyunca kimseye borçlanmak istememişti hatta borçlanmamıştı da ama anlaşılan karısına borcu vardı. Önce yavaşça elini açmak istese de parmakları çok sıkıydı. Pes ederek kendiliğinden uyanmasını bekledi ama kolay uyanmayacağını da biliyordu gece geç uyumuşlardı. Normalde kalkıp üstüne bir şey giymezken acaba dün gece -aslında gece on ikiyi geçtiği için gün dönmüş oluyordu ama- hangi akla hizmet giymişti? Çalan telefonla çoktan kalkması gerektiğini fark etti. Telefonu eline almaya çalıştı ama çok da kolay olmamıştı. Tam ekrana bakacakken telefon kapandı. Kısa bir süre sonra tekrar çaldı bu sefer Burak arıyordu. Telefonun sesini kısarken Berfu da rahatsız olmuştu yine de elini çekmedi. Telefonu açtı sesini kısık tutarak “Efendim Burak” “Abi neredesin Allah aşkına ya daha kalkmadım deme.” İtalya’da bile peşini bırakmıyorlardı Feyyaz’a ulaşamayınca Burak’ı aramışlardı. “Ne acelesi var beklesin biraz.” “Oldu ne zamana kadar.” Berfu da sese dayanamayarak “başka yerde konuşsan” Feyyaz keyfinden yanında konuşmuyordu ki yakasını bıraksa kalkacaktı ama inatla eli hala aynı yerdeydi. “Yakamı bırakırsan kalkacağım ama...” önce eli gevşedi sonra da sırtını dönerek uykusuna devam etti kadın. Feyyaz yataktan kalkarken Burak’ın telefonun diğer ucundan hınzırca gülüşünü duyuyordu. Giyinme odasına girdiğinde bir eli dolaba gitti. “Gidiyorum Burak var başka bir şey?” “Bir elim yakanda diyor yani Berfu.” Bu aralar bırak yakayı yüzüne bile bakmıyordu adam akıllı. “Salak salak konuşma Burak.” “Ne ya ne bileyim insan neden birinin yakasını tutar hem de uykunun ortasında doğruyu söyle ne istedi de vermedin kıza.” Burak’ın sorusunun altındaki imayı fark edince sesi uyarır tonda çıkmıştı. “Burak!” “Ne ya sordum sadece yakana yapıştığına göre alacaklı yani. Doğum gününü mü atladın, ne bileyim el ele tutuşma gününü mü es geçtin ne yaptın?” Burak konuyu değiştirmek adına söylemişti. “Salaklaştın iyice Burak biz evleneli 1 yıl mı oldu da elini tutma gününü kutlayım ayrıca ne salakça bir gün o ya.” Evlenene kadar elini tutmayı bırak yüzünü bile zor görmüştü. “O zaman doğum günü.” “Daha var Burak şubatta.” Daha ocağa bile girmemişlerdi. “Haa o zaman ne?” “Lan benim beynimle de oynama sabah sabah git başımdan.” Şu an onu oturup düşünemezdi ayrıca unuttuğu bir şey olduğunu zannetmiyordu. “Burada çoktan öğlen oldu. Ayrıca sen mehirini verdin bu kızın.” Mehir? “Ne mehri?” “Abi ya hani dini nikahta verdiğin?” Aklından çıkmıştı. Ayrıca o tür işlere o bakmadığı için Fatih’in halletmesi lazımdı. “Emin değilim Fatih’in halletmesi lazımdı.” “Ciddi misin?” “Evet.” “İnsan sorar yani.” “Burak delirtme beni sabah sabah bağıramıyorum diye sesin çok çıkıyor ne bileyim ben o işlere Fatih bakıyor.” “Tamam ya bir şey demedim ayrıca karına da öyle de o işlere Fatih bakıyor de. Ya insan der benim bir mehir işi vardı ayrıca halletseydi ya sana ya da Berfu’ya söylerdi.” “Kapat Burak sizin bir işi yarım yamalak yapmama ihtimaliniz yok zaten.” “Kabak bana niye patladı ki şimdi ben ne yaptım? Sayemde hatırladın yani Mehir meselesini ayrıca bak kız gerçekten alacaklı çıktı.” “Gülme Burak defol git ben bugün hallettiririm.” “Tamam kapatıyorum ya.” Telefon kapanınca elindeki gömleği giydi. Mehir işini unutmuştu Fatih’e kızsa da bu süre de hiç İtalya’ya gelmemişti o. Bugün işlemleri kendisi başlatmalıydı en azından avukata söyleyecekti. O zaman ağzından İtalya’daki iki evden birisi demişti. Hangisi olduğunu söylememişti ama. Ayrıca bu ortak kullanımdaydı diğeri daha kişisel kullandığı bir evdi, diğeri daha mantıklı gibiydi. Doğum gününe de daha vardı o zamana kadar bir şey bulabilirdi. Ayrıca Berfu saçma bulduğu o gereksiz günleri kutlamayı ister miydi ki? Bu konuda herhangi bir fikri yoktu. İçeri girdiğinde Berfu’nun da uyanmış olduğunu fark etti. “Ben mi uyandırdım?” “Yok zaten uyanacaktım birazdan dersim var.” “Tamam.” Sonra aklına akşam işi olmadığı geldi buraya geldiklerinden beri baş başa hiçbir şey yapmamışlardı bu akşam en azından bir yerde yemek yiyebilirlerdi. “Akşam işin var mı?” Berfu’nun akşam üzeri dersi vardı ama onun haricinde başka bir işi yoktu. “Neden?” yine de önce anlamadığı bir ortama girecekse en azından önlem amaçlı ne yapacakları bilmeliydi. “Dışarı da beraber yemek yiyelim diyecektim.” Birkaç gündür evdeydi dışarı çıkmak kötü bir fikir olmayabilirdi ayrıca Feyyaz’ın birçok kötü tarafı olsa da kesinlikle kötü bir zevki yoktu yemek yiyecekleri yerin iyi bir yer olduğundan emindi görmeye değerdi. “Olur.” Feyyaz ceketi giyerken yatağa yaklaştı saçlarına kısa bir öptü ve “Tamam saat sekiz iyi mi?” Dersleri bitmiş oluyordu o saatte. “Olur.” “Tamam kar tanem konuşuruz.” “Tamam kolay gelsin sana.” “Sağ ol kar tanem.” Feyyaz evden çıkınca Berfu sabah dersine girdi öğleden sonra banyo yaptı ama elit bir restoranda nasıl davranacağını kestiremiyordu. Türkiye de olsa yine neyse de Napoli’deydi İtalya’nın gözde şehirlerinden biriydi ayrıca menü içeriğini bile nasıl anlayacağını kestiremiyordu daha bilmediği bir sürü kelime vardı belki de akşam dersini iptal etmeli ve buna çalışmalıydı rezil olmak istemiyordu hem kendisi hem de kocası rezil olmuş olacaktı. Berfu günün geri kalanında en azından hazırlanmaya başlayana kadar menü de görebileceği şeyleri ve sipariş verirken söylemesi gereken şeyleri ezberledi. Saat beşten sonra hazırlanmaya başladı. Siyah kalın askıları olan bir elbise giydi. Elbise vücuduna tam oturuyordu. Saçlarını sıkıca tepeden topladı. Göz makyajını abartmazken daha önce bayılarak kullandığı kırmızı ruju sürdü. Altına elbise gibi siyah olan rugan ayakkabılar tercih etti. Siyah giyerek kolaya kaçtığını biliyordu ama burada İstanbul’daki dolabı yoktu. Oradan ne getirmişse yanında o vardı. Bu elbiseyi de kızlarla çıktığında almıştı. Saat yedi olduğunda kimse gelmemişti. Yemek saatine sekiz diye anlaşmamışlar mıydı? Yoksa saat sekiz de mi evden çıkacaklardı ayrıca her türlü de evde olması gerekmiyor muydu? Sandalyeye oturdu telefonu eline aldı arayıp aramama konusunda ikilemde kalmıştı. Saat yedi buçuk olduğunda Feyyaz aramıştı. “Efendim.” “Hazır mısın?” “Evet” “Tamam sen şimdi aşağı in ben biraz geç kalacak gibiyim restoranda buluşalım olur mu?” Geç mi kalacaktı? Tek başına dışarıda yemek istemiyordu ayrıca ekilmek gibi bir niyeti yoktu. “Emin misin işin uzarsa sonra?” “Uzamaz büyük ihtimalle sen git ben de geliyorum.” “Tamam.” Berfu evden çıkmış arabaya binmiş uzun gibi gelen bir süre de restorana varmıştı. İçeri girince onu bir masaya yönlendirdiler. Önüne konan menüye baktı iyi ki çalışmıştı Feyyaz güvenip çalışmasaydı menü önünde artık saatlerce bakışacaktı. Bir süre bekledi ama ses çıkmamıştı. Dayanamayıp aradı konuşalı bir saati geçmişti şimdiye gelmesi gerekiyordu ayrıca masada önünde menü ile ne kadar bekleyecekti. “Efendim.” “Neredesin?” “Son dakika bir şey çıktı geç kalacak gibiyim sen ye Ber...” Berfu içinden kendine saydırırken cümlenin sonunu duymadan telefonu kapattı. Yine bir salaklık yapmıştı sırf bu yemek için yarına üç derse girmek zorundaydı iki saatten. Bugünün dersini yarına eklemişti yetmezmiş gibi yarın ki derslerden bir tanesinin ödevini tamamlamamıştı bir de onu yetiştirecekti yarına. Kendi salaklığı şerefine ödül verilmeliydi. “Berfu...” Feyyaz telafi edeceğim diye devam etse de telefon suratına kapanmıştı. Bunu hak etmişti galiba. Eve vardığında gönlünü alması gerekecekti. Berfu menüyü kenara iterken garsonlardan bir tanesi gelmiş siparişi almıştı. O mu yemeği yemişti yoksa yemek mi onu yemişti emin değildi ama tabaklar bitmişti. Sonrasında kalkmıştı. Tatlı için kalmak gibi bir niyeti yoktu o anda bile kalkardı ama yirmi dakika masa da boşa oturmuş olmamak adına sipariş vermişti. Eve geldiğinde üzerini değiştirdi. Yüzündeki makyajı sildi. Ağlama isteği bile gelmiyordu o derece... Kafasını yastığa koyup gözlerini kapattı uzun süre de açmak gibi bir niyeti yoktu. Feyyaz eve geldiğinde karısının uyuduğunu gördüğünde canı sıkıldı sabaha kalmıştı barışma işi. Berfu erkenden kalkmıştı bilgisayarı, defter ve kitaplarını alıp bahçeye indi. Kocası evden gidene kadar yukarı çıkmayı planlamıyordu. Kahvaltıyı bahçede yapmıştı sonrasında derse girdi. Uzun ve yorucu bir gün onu bekliyordu. Feyyaz uyandığında odanın boş olduğunu fark etti. Alt kata indiğinde içeride de olmadığını gördü. Oturma odasını toplayan Semih Bey “Günaydın Feyyaz Bey.” “Günaydın Berfu nerede?” “Bahçede, dersi var. Kahvaltı yapacak mısınız?” “Berfu yaptı mı?” “Evet.” “Tamam hazırlayın.” Semih Bey onaylarken elindeki pikeyi kanepenin üzerine bıraktı ve mutfağa yöneldi. Feyyaz camdan bahçeye baktı. Gülerek dersi dinlediğini görünce keyfi iyice kaçtı kime ve neye gülüyordu ki? Feyyaz kahvaltıyı bitirse de oturma odasında beklemeye devam etti. Berfu’nun dersi bitince konuşacaktı ama dersin de hiç bitesi yoktu. Saat ilerledikçe Berfu ilk dersi bitirip ikinciye geçti. Üst üste gelen dersler bitmek bilmezken Feyyaz da sıkılıp yukarı çıktı. Berfu’nun dersleri saatler sonra bitmiş ve kitapları yukarı bırakmak için çıkmıştı. Öğle yemeğini bile 10 dakikada yediği için akşam için erkenden acıkmıştı. Yukarı çıkarken yardımcılarına yemeği hazırlamalarını söyledi. Odaya girdiğinde önce elindeki kitapları masanın üzerine yerleştirdi bilgisayarını ve kulaklıklarını şarja taktı. Elini yüzünü yıkadı aşağı indi. Masa neredeyse hazırdı. Yemeği bitince odasına geri döndü yarınki ders hazırlık yapmak için çalışmaya geri döndü. Feyyaz saatlerdir evin içinde bir hareketlilik olmadığını fark edince daha fazla dayanamayarak aşağı indi. Dersi hala devam ediyor olamazdı. Olsa bile kapatıp sonra devam edebilirlerdi. Aşağı indiğinde yemek masasının hazır olduğunu gördü bahçe de ise kimse yoktu. Bu arada yardımcıları masayı toplamak üzere içeri girdi. “Yemeği siz ne zaman yersiniz Feyyaz Bey.” “Berfu?” ana amacı karısının yemek yiyip yemediği değil nerede olduğu olsa da karşı taraf bunu farklı algılamıştı. “Berfu Hanım yemeğini yiyeli yarım saat oluyor sizin haberiniz yok mu?” Feyyaz sinirle karşısındaki adama baktı. Berfu yemeğini tek yemiş ve ona söyleme zahmetinde bile bulunmamış mıydı? “Berfu nerede?” “Kusura bakmayın bir daha ki sefere ben haber veririm ben haberiniz olduğunu düşünmüştüm.” Şu an duymak istediği şey bir açıklama değil sorusunun cevabıydı. “Berfu nerede?” ses tonu sertti. “Yukarıda efendim.” Feyyaz yukarı çıkarken söylenmeyi de ihmal etmiyordu. Odaya girdiğinde karısını ders çalışırken buldu. Dün için hala kızgın olmalıydı. Odaya girdiğinde ona doğru dönmemişti bile. Sandalyenin arkasından sarıldı “Dün için gerçekten özür dilerim yetişebileceğimi düşünmüştüm.” Bir süre cevap beklese bile yüz ifadesi bile değişmemişti. Surat ifadesi aynıydı. Elindeki kalemi tutmaya devam ediyordu. Feyyaz cevap gelmeyeceğini anlayınca “Cevap vermeyecek misin?” yine ses yok. “Küsmesek ben yarın telafi etsem olmaz mı?” cevap yok aksine kollarının arasından çıkmış elindeki test kitabına doğru eğilmiş pür dikkat soruyu çözmeye çalışıyordu. Feyyaz bu sefer biraz uzatacağını anlayınca geri çekildi. Hatalı olduğunu biliyordu en başında yetişemeyeceğim demeliydi hatta en son dosyaya bakmamalı onun yerine onunla bugün ilgilenmeliydi. Bugünün boş olduğunu biliyordu. Evde iki saatte bitirebilirdi bugün dün yetiştirmeye çalışarak hata yapmıştı. Aşağı inerek dışarıdaki adamlardan bir demet çiçek istedi. Yine de etkilememişti çiçek gelince yukarı çıkmış çiçeği vermiş ama yumuşatamamıştı ağzını bıçak açmıyordu. Tüm gece dil dökse de pek umurunda olmamıştı karısının. Hatta ertesi gün de aynı şekilde devam etmişlerdi. Tekrar çiçek almış yemeğe çıkartmak istemiş ama bir türlü konuşmaya ikna edememişti. 2 günün sonunda Berfu can sıkıntısı ile masadan kalktı günlerdir evin içine hapis olmuş gibi geliyordu oysa çoğunlukla bahçe de oturuyordu. Üstünü değiştirdi ve aşağı indi. Normalde yürüyüş yapmayı pek sevmezdi ama kafasının içini rahatlatmak için ihtiyacı var gibiydi. Elinde sadece telefonu vardı. Bir de telefonun kabının altına sıkıştırılmış kartı. Kapıdan çıktığında adının Süleyman olduğunu öğrendiği adam yanına geldi. Buraya gelen birkaç Türk’ten bir tanesiydi. “Bir şey mi istemiştiniz Berfu Hanım?” bu adamların da yüzüme bakmamasını ne yapacağız bilmiyorum diye bir düşünce geçti kafasından. Eğer adamları kandırmak istese onunla aynı giyinmiş birini karşılarına koyması yeterliydi nasıl olsa yüzünü bilmiyorlardı. “Biraz dışarı çıkacağım.” “Arabayı getireyim.” “Gerek yok yürüyüş yapacağım.” “Peki eşlik edelim.” Berfu yürürken peşine bir adam takıldı sonra onun peşine de 2 adam takıldı, bir yürüyüşe üç adamla çıkmış oldu. Bir süre yürüdü onlarda peşinden geldiler. Canı sıkıldı etrafta kimse yoktu çok sakin bir yerdeydiler. Hoş adam akıllı bir ev bile yoktu da neyse. Diğer taraftan dönmüş gelirken duvarın üzerinden bir atın kafasını gördü biraz parmak uçlarına yükseldiğinde birkaç atı daha gördü. Gözleri parlarken o tarafa yürüdü. İçinden evde birisi var mı acaba ya da atlarını sevmeme izin verir mi diye düşündü. Uzun zamandır hayvan namına hiçbir şey görmemişti. Sokakta gördüklerini sevmesine izin vermiyorlardı zaten de evde beslenenleri ve temiz olanları sevebiliyordu. Bir çiftlik evi gibiydi. Kapı olarak demir bir tel örgü tarzı bir şey vardı bakınca içeriyi görebiliyordun. Kapıda sadece bir tane adam vardı. Kafasını hafif sola çevirerek Süleyman’a hitaben “Acaba atları görebilir miyiz?” “Bilmiyorum efendim tanımıyoruz ev sahibini.” “Kapıdaki adama sorsak.” “Ben diğer arkadaşlara söyleyeyim.” Süleyman içinden ölüme yürüyor gibiyiz ama hadi bakalım derken İtalyan olanların yanına giderek kapıdaki adama atları sordurdu. Kapıdaki adam kabul ederken kapıyı açtı. Berfu büyük bir mutlulukla içeri girdi. Keyfi yerine gelmişti. Adam onları atların bulunduğu yere getirdikten sonra başka bir adam yanlarına gelmiş o da kapının yanına geri dönmüştü. Çitlerin yanına yaklaştı, elini uzatıp sevmek istese de vazgeçti belki de arkadaş canlısı değildi ve elini ısırırdı. Daha önce hiç bir at tarafından ısırılmamıştı ama emin de değildi ne de olsa o kadar bilgi sahibi değildi. “Non ti morde la mona, é docile (elini ısırmaz, uysaldır).” Berfu arkasından gelen sesle arkasını döndü. Ona doğru yürüyen adamla beraber korumalardan bir tanesi biraz daha yaklaştı. Koyu kumral saçları, açık kahverengi gözleri vardı. Boyu da kocasından uzun olmalıydı çünkü Berfu ona bakarken kafasını kaldırdığından daha fazla yukarı bakmak zorunda kalmıştı. Adam yanına geldiğinde “Non capisco (anlamadım).” " Non ti morde la mona, é docile (elini ısırmaz, uysaldır).” Berfu attan bahsettiğini anlayınca gülümseyerek ata doğru dönerek elini uzattı at biraz şüpheli yaklaşsa da sevmesine izin verdi. “Deve averti amato (seni sevmiş olmalı).” Berfu’nun anladığı tek kelime amato oldu o da sevmek fiiline benzer bir kelimeydi bazen sevgili manasında da kullanılıyordu. Kulaklığını yanına almadığına canı sıkıldı. “Non parlo molto bene I’italiano, mi spiace, non capisco quello che dici (Çok iyi İtalyanca konuşamıyorum, üzgününüm, ne dediğinizi anlamıyorum)” “Allora non sei di qui (Buralı değilsiniz o zaman).” Berfu adamın yüzüne baktı. Bir şeyler anlıyordu ama pekiştiremedi. Normalde kelimelerin anlamını bağlamdan çıkartıyordu ama şu an tam olarak ne konuda konuştuklarını anlamadı. At üzerinden mi dönüyordu konu yoksa İtalyanca konuşamamasından mı? Adam kızın onu anlamadığını fark ederek bu sefer İngilizce konuştu. “Do you speak English?” Berfu bunu anlamıştı ama İngilizcesi de profesyonelce konuşmasına izin verecek kadar iyi değildi. “No, not good.” “Really? Then we won’t be able to talk.” Berfu telefonunu açarak çeviri uygulamasına girdi. En mantıklısı buydu şu an. “Kusura bakmayın İngilizce de çok iyi değilim, İtalyanca’yı da yeni öğreniyorum.” Yazıp adama uzattı. Adam yazıyı okuyunca “Where are you from?” işte bunu cevaplayabilirdi ne de olsa yıllarca okullarda bunlardan başka bir şey öğretmemişlerdi. “Türkiye.” “You are Turk.” “Yes.” “I don’t speak Turkish.” Berfu bunu zaten tahmin etmişti. “Okay.” Uygulamayı göstererek “Bu şekilde devam edebiliriz” dedi. Adam başını sallarken “Thank you.” Berfu ata dönerek baktı. Çocukken abisinin baktığı ata benziyordu. “Arabic.” Atı göstererek sormuştu. “Yes true blood” Başta anlamlandıramadı. Birebir çeviride doğru kan demekti. Çeviriye girdiğinde diğer kullanım alanının saf kan anlamına geldiğini fark etti. “Really?” “Yes. Do yo like horses?” Severdi ama sakin olanlarını severdi. “Yes I have one.” “When?” Doğrudan cümleyi çevirmek yerine basit bir kelimeyle cevap vermeyi tercih etti. “Child.” “Okay” Alvaro kıza gülerek cevap verdi. Bağlamdan hareketsiz komik bir konuşma ilerliyordu. “Name?” “Horse?” “Yes.” “Easif” İsmin Arapça olduğunu duyunca şaşırdı. Beklemiyordu. “Arabic name?” Emin olmak istemişti. “Yes you know.” İşte bildiği yerden gelmişti bunun hakkında konuşabilirdi. “Yes I know Arabic my mother language.” “Cidden mi?” konuşma bir anda Arapçaya dönmüştü. Adamın bir anda Arapça konuşmasına şaşırmıştı genç kadın. “Evet. Siz de mi biliyorsunuz?” “Evet atlar için sık sık gittiğim için öğrendim.” “Gerçekten mi?” Alvaro karşısında az önce Türk olduğunu söyleyen kadının Arapça konuşmasına şaşırmıştı işin aslı Arap kadınlarına da pek benzediği söylenemezdi. “Evet. Siz Türk değil misiniz?” “Annem Arap asıllı.” “Yaa. Sonunda ortak bir dil bulduk desene.” Berfu gülmeden edemedi. İtalya’da İtalyanca anlaşamamış İngilizce denemiş yine anlamamış ve aklına en son gelen dil ile Arapça ile anlaşmışlardı. İşin aslı Arap olmayan birinin Arapça konuştuğunu duymak tuhaf gelmişti ne de olsa günümüzde pek çok Arap kendi dilini konuşmuyordu. “Evet öyle oldu.” “Siz yeni mi taşındınız İtalya’ya?” Yakınlarda duymamıştı taşınan ayrıca boş ev olduğunu da bilmiyordu. “Eş durumu diyelim.” Genç adam başta kafasında oturtamadı sonra “Evlilik yoluyla yani.” Berfu kafasını salladı. “Yakınlarda mı oturuyorsunuz?” “Evet çok uzak sayılmaz.” Peki kim evlenmişti onu da duymamıştı. Bir düğün olsa yine haberi olurdu ama bunu da duymamıştı. “Eşiniz?” “Feyyaz Hancı.” Sebebini şimdi anlamıştı. Yıllardı komşu olmalarına rağmen en ufak bir iletişimleri bile olmamıştı. “Feyyaz Bey evlendi mi?” “Ben eşi olduğuma göre.” “Kusura bakmayın haberim yoktu o yüzden şaşırdım. Ne zaman evlendiniz?” Bir düşündü kaç ay olmuştu? 7 ay olmuştu ortalama yeni sayılırdı herhalde. “Yeni sayılır normal yani.” “Kendiyle aynı ortamda bulunmuşluğum oldu ama tanışmamıştım hiç birebir.” Berfu içinden merak etmeyin ben evli olduğum halde yüzünü göremiyorum ayrıca çok da bir şey kaçırmış olmazsınız dese de gülümseyerek devam etti. “Anladım. Fazla meşgul birisidir.” “Eminim. Binmek ister misiniz?” Berfu bir anda gelen soruyu anlamadı. “Anlamadım.” “Ata binmek ister misiniz?” soruyu anladığında kısa bir düşündü. Şu an için pek istediğini zannetmiyordu. “Ben emin değilim hem kıyafetlerim uygun değil hem de çok da sağlıklı değil benim için.” “Merak etme üstünden atmaz.” Sorun sadece üstünden atması değildi yeni iyileşiyordu yerine yeni bir hastalık istemiyordu. “Yok o manada değil ben biraz buluttan nem kapan cinstenim.” “Fazlasıyla sağlıklıdır kendisi hatta biraz fazla sağlıklı bile diyebiliriz bir hastalık bulaştırmaz.” Fazlasıyla temiz ve sağlıklı gözüktüğü kesindi zaten ama şu an bu kıyafetlerle atın üstüne çıkmak pek mantıklı değildi. “Şimdi değil belki sonra.” “Tabi sen bilirsin. Sürmeyi biliyorsun ama değil mi?” Yıllardır binmemişti ama hatırlıyordu. “Evet biliyorum çocukken öğretmişlerdi.” “Ne güzel artık insanlar atlarla çok ilgilenmiyor.” “Dedem bana ve abime birer tane tay hediye etmişti o zaman öğrenmiştik.” Tabi öğrenene kadar annesiyle bayağı bir sorun yaşamıştı. Kadının her ata gitmeye kalktığında küçük bir kalp krizi geçirdiğini hatırlıyordu. “Şanslıymışsın o zaman.” “Kesinlikle.” “Ne oldu onlara?” Gelen soruyla yüzü bulutlandı. “Maalesef soğuk bir kış günü ikisi de hastalandı ve öldüler 3-4 yıl oluyor.” Çok yaşamamışlardı. Şırnak’ın soğuğuna alışmamış ve erkenden ölmüşlerdi. “Yaa üzüldüm.” Berfu’da fazlasıyla üzülmüştü o zaman hatta onu hasta edecek kadar üzülmüştü. “Bizde çok üzüldük ama elden bir şey gelmiyor.” “Türkiye’de nerede oturuyorsunuz İstanbul mu?” “Hayır Şırnak.” “Benim bildiğim iki şehri var bir tanesi Ankara biri İstanbul şansımı deneyim dedim.” Berfu adamın tepkisine güldü. Türkiye’ye hiç gelmemiş ve merakı olmayan birinin bilebileceği bir yer değildi. Kocasının bile şehre gelene kadar oranın varlığını bildiğinden emin değildi. “Anladım Suriye ve Irak sınırında bir şehir.” “Güzel mi?” memleketini özlemişti. Hem de içindekilerle birlikte. Aylardır görmüyordu. “Evet kesinlikle güzeldir.” “Bir gün görmek isterim.” Bende görsem hiç fena olmayacak diye düşünse de dışına yansıtmadı. “Göstermek isterdim ama gördüğünüz üzere eşimin işleri pek düzenli değildir.” “Anlıyorum önemli değil.” “Siz atlarla ne yapıyorsunuz koleksiyoncu gibi topluyor musunuz?” “Sayılır. Bazıları at yarışları için kullanıyoruz bazılarını da atların cinslerini korumak adına damızlık olarak kullanıyoruz.” “Ya ilginç bir uğraş olduğunu söylemeliyim.” “Eh değil diyemeyeceğim ama atlarla ilgilenmeyi seviyorum insanlarla ilgilenmekten daha kolaylar o yüzden.” “Anlıyorum atlar duygusal ve hassas yaratıklar güzel bir seçim olmuş.” “Teşekkür ederim.” Feyyaz 3 gündür evin içinde konuşmama yemini etmiş gibi gezen karısının gönlünü almak için eve gelirken evde olmadığını yürüyüşe çıktığını söyleyen bir mesaj almıştı. Araba kapıya durunca kapıdaki adam yanına gelerek kapıyı açtı. “Karım döndü mü?” “Mesajı görmediniz mi?” “Ne mesajı?” telefonunu eline aldı. Mesajlara baktığında burnundan solumaya başlamıştı bile. “Nerede bu ev?” “10 dakikalık mesafede.” Kapıdan çıkıp hızla yürümeye başladı. Niye aklına estiği gibi davranıyordu ki? Bahçe kapısından içeri girdikten sonra hemen atların bulunduğu bölgeye yönlendirdiler. Berfu’nun yabancı bir erkekle gülümseyerek konuşması bozulan sinirini iyice bozmuştu. “Adını sormadım adın neydi?” “Berfu Hancı sizin?” “Alvaro Conte.” Adam elini uzattı. Berfu tereddüt etse de adamın elini tutarak sıktı. “Yarım saattir konuşmaya çalışıyoruz isimlerimizi söylemedik. Memnun oldum.” “Ben de memnun oldum isim sormak aklıma gelmedi benim kabalığım evinize giren bendim.” “Sorun değil tanıştığıma memnun oldum.” Feyyaz karısının elini tutan adamın boğazına sarılmamak için zor tutuyordu kendini. Berfu adamın elini bırakırken kolu yana doğru düştü. Feyyaz dişlerini sıksa da karısına seslenmişti “Berfu!” Berfu kafasını çevirince kocasını görmeyi beklemiyordu. Yüzü düşecek gibi olsa bile kendini tuttu. Nereden bulmuştu kendini? Hoş onunki de sor muydu? Yanında 3 adam taşıyordu elbette bir tanesi haber vermişti. “Efendim.” Feyyaz birkaç adımda yanlarına yaklaştı. “Ne işin var burada?” Türkçe sormuştu. “Atları seviyorum.” “Bu adamın ne işi var?” “Atların sahibi.” Alvaro karşısında sinirli gözüken adamın derdini pek anlamamıştı onun yerine elini uzatarak kendini tanıttı. “Alvaro Conte daha önce tanışma fırsatımız olmamıştı” Feyyaz karşısında ona elini uzatan adama baktı. Tanışma fırsatım olsa da tanışmazdım diyecek gibi olsa da adamın ters bir cevabında kesinlikle boğazına sarılırdı. Berfu yanındayken bunu yapamayacağı için elini uzattı “Feyyaz Hancı.” “Memnun oldum.” “Ben olmadım.” Türkçe söylemişti. Berfu adama dönerek yok artık diye bir bakış attı. “Ben de” diyerek diliyle ağzının arasında söylemişti. Karısına dönerek “Gidelim.” “Tamam.” Berfu karşısında ne olduğunu anlamayan adama dönerek “Şimdi gitsek iyi olacak.” “Tekrar beklerim Easif de seni sevdi bu sefer binmek için gelebilirsin.” Berfu bunu isterdi işte. Uygun bir zamanda uygun bir şekilde giyinip gelebilirdi. “Teşekkür ederim.” “Ne konuşuyorsunuz?” Feyyaz kaynayan kanını zor zapt ediyordu. Nereden çıkmıştı bu adam, evi ve atları? “Arapça.” Onu duyunca anlıyordu zaten. “Onu anladım zaten nereden çıktı bu Arapça.” İtalya’nın ortasında kim Arapça konuşurdu ki? “Benim İtalyancam ve İngilizcem kötü o da Türkçe bilmediği için Arapça konuştuk.” “Niye dünya dili artık Arapça mı?” Berfu, kocasının gereksiz laf sokmasını görmezden geldi. “Hayır biliyormuş.” Feyyaz nereden çıktı bu Arapça aşkı der gibi bakınca Berfu devam etti. “Bakma öyle adama bir anda yüklenmedi ya at için sık sık gidip geldiği için öğrenmiş.” “Aferin ona o zaman. Sana ne diyor o zaman.” Bu Arapçayı bir kendi öğrenememişti galiba. Öğrenememişten çok öğrenmek istememişti. “At binmeye de gel dedi.” “Ne işin var elin evinde?” Berfu az önce açıklamıştı kendini tekrar etmenin alemi neydi ki? “At binmeye dedim ya.” “Biliyor musun ata binmeyi?” “Evet.” Nereden çıkmıştı birden bu at aşkı? Hem de yabancı erkeklerin evinde. “Yeni iyileşmedin mi sen ne işin var at üzerinde.” Berfu işine geldiği yerde hastalığı bahane olarak kullanan kocasına göz ucuyla bakarak Arapça söylenmekten kendini alamadı. “Olmamam gereken her yerdeyim zaten bir de orada olurum ne olacak.” “Türkçe.” Bu iş iyice can sıkıcı bir hal almıştı. Gıcıklığına yapıyor gibi canı her istediğinde Arapça konuşuyordu annesiyle, ailesinden başka insanlarla, arkadaşlarıyla ve bilerek yapıyordu o anlamadığı için. “Bir şey olmaz iyileştim dediğin gibi.” “Berfu.” Bu küslük meselesi fazla uzamıştı. Nereden çıkmıştı bu uzun uzun küsmek? Daha önce niye ortada yokken bir anda küsmeye başlamıştı. “Efendim.” “Küslük mevzusu fazla uzamadı mı? Haklısın ama artık barışsan mı?” Barışmayı hiç istediğini zannetmiyordu şu anda. Önce haber vermeden eve gelmemişti sonra da yemeğe götürmeyi teklif edip ekmişti. Öncesinde bile yapmamıştı restoranda yapmıştı. “Gerek yok.” “Neye gerek yok?” Küslük mevzusu fazla uzamıştı artık can sıkıntısı ile derin bir nefes verdi. Bu uzun küsme nereden çıkmıştı acaba? Yedi aydan sonra yeni yeni huyları ortaya çıkıyordu. “Barışmaya.” “Niyeymiş?” “Başka bir şey yaparsın üzerine gelir.” Berfu Arapça söylediğini fark etmemişti. Sinirden dillerde birbirine girmişti. “Türkçe.” “Konuşmak istemiyorum.” Onu fazlasıyla belli ediyordu. Şu an arkasından 4 kişi geliyor olmasına rağmen Berfu önde o da arkasında yürüyordu. Son zaman olsa yerinden hareket edemezdi şimdi de arkasından 5 kişi yetişmeye çalışıyordu. “Sen elin adamının evine niye gidiyorsun kafana göre.” Yıllardır burada yaşıyorlardı ama bu adamı ilk defa görmüştü. Daha ilk gelişinde nereden bulmuştu bu adamı da evi de? “Hapiste olduğumu bilmiyordum.” Lafı yine kendine göre çevirmişti. Kesinlikle onu delirtmek için yapıyordu. “Hapistesin demedim ama tanımadığın insanların yanına gidemezsin dedim.” Kendini tehlikenin göbeğinde bulmasa olmuyordu illaki canının yanması gerekiyordu. “Burada kimseyi tanımıyorum zaten gerçekten tanıdığım herkes Şırnak’ta kaldı ya hani.” Ne demek istiyordu? Ne demek kimseyi tanımıyorum? O kimdi? Sokaktan geçen birisi mi? Bir de gerçekten demişti. Feyyaz, Berfu’nun durmadan onu dışladığını fark edeli biraz oluyordu ama bu da biraz ağır olmuştu. “Laf mı çarpıyorsun?” ses yok. “Berfu sana diyorum.” Ses yok “İlla uzayacak yani.” Ses yok. Sinirden yerinde duramıyordu bildiğimiz. “Uzasın bakalım eve gidelim o zaman da ben uzatacağım.” Berfu önde Feyyaz arka da eve girdiler. Berfu üst kata çıkarken Feyyaz da peşinden çıktı odaya girince kapıyı kapattı. “Berfu tanımadığın adamın evinde ne işin var?” Her an her şey olabilirdi hadi olmadı ama niye başka adamlarla konuşuyordu ki? Bir de gülümsemişti üstüne. “Atları sevmeye girdim.” “Atları olduğunu nereden biliyorsun?” Berfu kendini sorguda gibi hissediyordu. Üzerindeki hırkayı çıkartıp sandalyenin üzerine bıraktı. “Uzaktan atlar görünüyor dikkatli baksaydın görürdün.” Feyyaz dişlerini sıktı. Derin bir nefes verdi. Bu kadın onu delirtmeden durmayacaktı kesinlikle. “Niye adamın evine dikkatli bakıyorsun?” Berfu kulaklıklarını eline alırken kocasına göz devirmeden duramadı. Kulaklığı şarja takarken “Atlara baktım.” Diye çıkıştı. Ne demek istiyordu? Gözü dışarıda mıydı yani? “Bu at sevgisi nereden çıktı bir anda?” Yedi aydır evli olmalarına rağmen hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyordu bir de kendini tanıdığını varsayıyordu. “Bir anda değil ben atları zaten severim buna da niye söylemiyorsun demeyeceksindir herhalde?” karşısında durmadan hareket eden kadına baktı. Her gün farklı bir bilgiyle uyanıyordu. “Ne zamandan beri at biniyorsun sen?” Üstündeki ceketi çıkartıp yatağa bıraktı sonra da gömleğin düğmelerini açtı. Yoksa nefes alamayacaktı bu gidişle. Hani hastaydı at üstünde gezmek nereden çıkmıştı? “15” “15 ne?” Bir an dalgınlıkla gelen sayıyla şaşırdı. “Yaş.” Berfu sesini yükselttiğini fark etmemişti ama bu sorgu meselesi fazla uzamıştı. “Berfu lütfen bak lütfen diyorum tanımadığın kimsenin yanına yaklaşma.” Yanlış bir şey söylememek adına kendini kasıyordu. “Yaklaşmazsam nasıl tanıyacağım?” Kesinlikle bir olay yaşamadan aklı başına gelmeyecekti. Ayrıca elin adamlarını neden tanıyordu ki? “Dalga mı geçiyorsun benimle?” Sabrının sonuna geliyordu artık. Bilerek yaptığını biliyordu küsmeye devam etmek için bahane arıyordu sonra da Türkiye’ye dönmek için bunu bahane olarak kullanacaktı. “Hayır.” “Tanışma da tanıma da nasıl fikir?” “Kötü.” Feyyaz derin bir nefes verdi. “Sırf inat olsun diye yapıyor gibisin şu anda.” Berfu inadına gitmek istiyordu ama şu an derdi bu değildi. Her önüne gelenle konuşmuyordu ayrıca ilk önce adam onunla konuşmuştu ve yanında 3 tane adam vardı ne olabilirdi ki? “Hayır bir şey yapmıyorum sen abartıyorsun iyi adam bir şey de olmadı.” Feyyaz dişlerini sıkmaya devam ederse birkaç tanesini kıracağını biliyordu. Karısı karşısında başka bir adamı savunuyordu ve sinirli olduğunu bile bile yapıyordu. “Bu olmayacağı ya da olamayacağı anlamına gelmiyor küçük hanım.” “Küçük olduğum için aklım almıyor olabilir kusura bakma.” Berfu şu an şimdiye kadar sesini çıkartmadığı ne varsa hepsi için kavga çıkartabilirdi o potansiyeli taşıyordu kesinlikle. “Berfu beni cezalandırmaya çalışıyor gibisin yapma.” “Niye ne yaparsın?” Bilerek yapıyordu resmen bir şey yapmayacağından emindi. Yoksa bu kadar dik başlılığa cesaret edemezdi. “Berfu oynuyorsun benimle ama o oyuna gelmeye niyetim yok. Kabul ediyorum küsmekte haklısın ama yeter bence fazla uzadı.” Berfu’ya göre daha uzamaya başlamamıştı bile birkaç hafta daha sürdürebilirdi bu küslüğü. “Tamam bir daha yapmayacağım işim uzarsa öncesinde haber vereceğim oldu mu?” Hayır olmamıştı. Bir daha olmaz diyemiyordu. Ayrıca ne yapıyorsa fazlasıyla hak etmişti. “Cevap versen olmaz mı?” “Ne dememi bekliyorsun?” Sesi kayıtsız çıkmıştı. Herhangi bir duygu uyandırmadığı o kadar belliydi ki Feyyaz’a yüzüne vuruyordu resmen. “Tamam desen de barışsak olmaz mı?” Bir yalvarmadığı kalmıştı artık zaten biraz daha zorlarsa yalvarmış kadar olacaktı zaten. “Olmaz.” “Berfu ciddiyim.” O ciddiydi de Berfu oyun mu oynuyordu? O da onun kadar ciddiydi hatta belki de ondan daha fazla ciddiydi. “Ben de ciddiyim. Niye çocuklar ciddi olamaz mı?” Berfu’nun bugün ağzından ne çıkarsa kendine göre cevapladığı ve yönlendirdiği kesindi. “Çocuk demedim sana bu bir, ikincisi ise nereye kadar gidecek onu da söyle de bileyim bari.” Berfu cevap vermek yerine omuz silkti. Pek umurunda olduğu söylenemezdi. Yaşın bir anlamı yoktu nasıl olsa. Normalde büyük olan oydu ama özür dileyen de hep kendisiydi. Sürekli bir hata yapıyordu. “Omuz silkme bana.” Berfu banyoya gireceği sırada Feyyaz kolundan tutup önce kendine çevirdi sonra da kendine çekip kolunu beline sarıp sıkıca kendine bastırdı. “Bırak.” Geri çekilmeye çalışsa da her zamanki gibi gücü yetmemişti. Göğsünden iterek uzaklaştırmak istedi ama yine istediğini elde edemedi. “Olmaz barışmadan bir yere gidemezsin karıcım.” Bırakmak gibi bir niyeti yoktu. Bu küslük fazla uzamıştı ve yeterince can sıkıcıydı. “İstemiyorum.” “Ben de küs kalmak istemiyorum.” Berfu’dan ses gelmedi. Kendisine çevirdi. Aşağıya eğik olan başını yukarı kaldırdı. Elini çenesinin altına yerleştirdi ve yüzlerini iyice yaklaştırdı. “Özür dilerim ama küs kalmak da işkence gibi barışsak olmaz mı?” bir anda öpmek için eğildi Berfu kafasını çevirmek istese de izin vermemişti. Dudaklarını birbirine bastırıp karşılık vermeyen karısına karşılık o da pes etmedi ya da geri çekilmedi
|
0% |