Yeni Üyelik
17.
Bölüm

OYUNBOZANLIK YAPMA

@ahsenkubos

Yemeğe indiğimizde çoktan uykum gelmişti. Tüm gün yine de iyi dayanmıştım. Uyumak için saat oldukça erkendi. Bu saatte uyusam birkaç saate geri uyanırdım. En azından dokuz ona kadar dayansam yeterdi. Feyyaz’ın her şey şahane gidiyor bakış açısı beni yoruyordu şu an. Ona göre zaten her şey şahaneydi. İşler sadece benim açımdan iyi gitmiyordu galiba. Yemekten sonra biraz televizyon izlemek yapabileceğim en iyi aktiviteydi. Daha doğrusu tek aktiviteydi de neyse.

Kanepeye yerleşirken o da geldi ne izlediğimden bile emin değildim gözlerim açılmayı reddediyordu. Ne kadar süre öyle kaldım bilmiyorum ama sonunda Feyyaz pes ettiğimi fark edip yukarı çıkartmaya kalktı bir ara kendim çıkarım dediğimi hatırlıyorum ama uyu diyerek yukarı çıkartmıştı.

Gece erken yatmanın bir artısı da sabah erken kalkmak oluyordu galiba. Çünkü gözümü açtığımda saat yedi buçuğu yeni geçiyordu. Zerda ile öğleden sonra görüşecektim yapmam gereken çok da bir şey yoktu. İki haftalık uykusuzluğuma uzun bir uyku iyi gelmişti. Daha iyi hissediyordum. Yan dönmek için bir harekette bulunsam da Feyyaz’ın kolu biraz fazla sıkıydı.

Biraz daha hareket edince uyandırdım galiba “Rahat dur.”

“Sen de kolunu biraz gevşet nefes alamıyorum.” Dedim. Yani nefes alabiliyordum ama hareket edemiyordum.

Kesinlikle dediğim tam tersini yaparak biraz daha kendine çekip “Uslu dur nefes alabiliyorsun ayrıca.” Demişti. Yani nereden biliyordu ki nefes alabildiğimi sormuş muydu bana? Gözlerini açmadan söylemişti ayrıca. Hoş kontrollü güç uyguladığını biliyordum büyük ihtimalle o da bundan dolayı emindi nefes alabildiğimden. Eğer kontrolsüz güç falan uygulasa herhalde ne morarmadık yerim kalırdı ne de sarılarak uyuduğu zaman sabahı zor görürdüm büyük ihtimalle. Uyanana kadar bu şekilde beklemek daha zordu. Yarım şekilde ona dönüktüm ve hem içerisi hem de o fazla sıcaktı. Birde üstümüz örtülüydü ona da sıkı sıkı sarılmış gören kışta kaldık zanneder. Bunalmıştım. Tekrar gözlerimi kapatıp uyumaya çalışsam da pek yararı olmadı galiba. Bu sıcakta daha fazla kalırsam kesinlikle buharlaşmaya başlayacaktım. Saçımı geriye çekerken saçımın bir kısmının Feyyaz’ın başının altında kaldığını fark etmemiştim. Toplamak için çektiğimde hem benim canım yanmıştı hem de artık benim sabah hareketliliğime dayanamayıp uyanmıştı.

“Sabah sabah ne yapıyorsun Berfu uyusana.” Yani uykum yoktu ne yapabilirim ki o uyumak istiyorsa kendisi uyusaydı beni salmış olsaydı uyanmasına da gerek kalmazdı. “Saçımı eziyorsun.” Yani zavallı saçlarım uzun olmanın verdiği dezavantajla her yere giriyorlardı. Kestirmeye de kıyamıyordum ama böylede sağa sola takılıp canımı yakıyordu. Feyyaz kafasının altındaki saçımı özgürlüğüne kavuşturdu. Bende hepsini toplayıp geriye attım. “Şimdi uyu.” Ben uyumak istemiyordum ama.

“Benim uykum yok sen uyu.” Diyerek yataktan kalkmak için hamle yapsam da yemedi. Geri çekerken “Uzan o zaman.” Diye söylendi. Yani sabah sabah bu benimle uyuma sevdası nereden çıkmıştı iki haftadır gayet de bensiz uyuyordu.

“Canım sıkıldı ben aşağı ineceğim.” Diyerek ona doğru döndüm. Sesim mızmızlanır gibi çıkmıştı. Gözlerini açıp suratıma baktı. “Son zaman olsa seni uyandırmayız bugün ne şanssa erken kalkacağın tuttu öyle mi?” öyleydi ama tam olarak kaçta uyuduğumu bilmiyordum ama dokuzu zor bulmuştum büyük ihtimalle. O da benimle beraber uyusaydı o da erken uyanırdı.

“Evet.” Uykusunu açmayı başarmıştım galiba. Benim inatla açmaya çalıştığım örtüyü biraz daha yukarı çekti. Bir koluyla hala sırtımdan tutuyordu ve geri çekilmeme izin vermiyordu. Biraz daha kendine çekti uykusunu açmaktan başka şeylerde yapmıştım galiba. “Canın sıkılmıştı değil mi senin?” diyerek öpmek için ileri geldi. Bir anlık refleksle geri çekildim.

“Artık değil geçti.” Dediğime gülerken bu sefer diğer elini yanağımla saçlarımın arasına yerleştirdi. “Benim sıkılıyor artık.” Derken öpmüştü.

“Az önce uykun yok muydu senin?”

“Sen açmayı başarana kadar vardı ama artık yok.” İzbandut gibi adamdı ve yerime sabitlemişti. Nefes alabilecek kadar gevşek hareket etmemi engelleyecek kadar sıkı. “Sen de ilk seferde yataktan çıkmama izin verseydin.” Sesim daha çocuksu çıkmıştı. Kendimi oyunda sobelenmiş çocuk gibi hissediyordum.

“Sen de yataktan çıkmaya kalkmasaydın.” Tam itiraz edecektim ki tekrar öptü. Bu sefer kolları gevşedi. Belimdeki kolu artık hareket etmemi engellemiyor aksine biraz daha öne çekiyordu.

Geri çekildiğinde pozisyonumuzun değiştiğini fark ettim. Ne ara ben sırt üstü dönmüştüm o da üstüme çıkmıştı. Yani insan hareket ettiğini nasıl fark etmezdi ki ve ilk defa olmuyordu. Kesinlikle acemiliğimden yararlanıyordu. Geri çeviremeyeceğim bir pozisyona getirene kadar aklımı bulandırıyordu ve ben de her seferinde yiyordum. Şu an kafamda İnstagram’da sıkça karşıma çıkan ‘ben bunları nasıl yiyorum ya nasıl’ repliği dolanıyordu. Benim zihnim neler olduğunu algılayana kadar onun eli çoktan pijamanın altına girmişti bile. İtiraz etmek adına “Zerda ile bulaşacağım” dedim. Hemen çözülmek istemiyordum. Boynumdaki kafasını kaldırmadan boğuk ve basık bir sesle “Saat kaçta?” dedi. Şimdi on falan desem evde olurda çıkmazsa yalanım ortaya çıkardı. İşe gidecekse bile büyük ihtimalle yakın saatlerde çıkacaktık ve yalan söylediğimi fark ettiği anda işi oyuna çevirecekti. Mecburen doğruları söylemek zorunda kalmıştım. “12 gibi.”

“daha çok var.” Demişti. Sonrasında da zihnimi devre dışı bırakmıştı. Adam bildiğimiz bugımı bulmuştu da neyse.

Gözüm saate takıldı saat ondu. Biraz daha kalkıp hazırlanmazsam geç kalacaktım. Feyyaz tekrar uyumuştu galiba. Sesi çıkmıyordu 10 dakikadır. Anlaşılan o bugün evdeydi. Kolu boynumun altındaydı. Gözüme parmağında yüzük olmadığını takıldı. Önce hangi kolu olduğundan emin olamadım ama sonra sol kolu olduğunu fark ettim. Yüzüğü ne zaman çıkartmıştı? Rusya’da mı? Neden? Eğer yüzük izi varsa yakın zamanda çıkartmıştı eğer yoksa çıkartalı çok oluyordu. Elini kendime doğru çektim. Biraz hareketlendi ama uyumaya devam etti. Sol parmağına bakarken iç kısmında bir siyahlık gördüm ama yüzük izi de kaybolmuş yani çıkartalı birkaç günü geçmişti. Parmağını biraz aralayınca dövme yaptırdığını fark ettim. Sol elinin yüzük parmağının sol tarafındaydı. Kim iki parmak arasına dövme yaptırırdı ki?

Dövmeyi incelediğimde önce anlamlandıramadım sonra dikkatli baktığımda B harfini fark ettim. B harfinin düz çizgisi normal çekilmişti ama yuvarlaklarının kuyrukları uzun bitimliydi. Alt kısımdaki yuvarlağın şekli ortadaki düz çizgiyi saymazsan yarım kalp gibi gözüküyordu. Üsttekinin ise alttaki kadar uzun olmasa bile biraz kuyruğu vardı. Aslında kuyruğu değil de başlama çizgisi demek daha mantıklıydı. Aralarında küçük bir boşluk vardı eğer o boşlukta dolarsa minik bir kalp şekli ortaya çıkacaktı.

Önce sadece B harfi zannetmiştim. Ki bu da benim adımın baş harfi oluyordu. Sonra Şırnak’da dövme konusu açıldığında dalga geçmek için kalp dövmesi istediğimi hatırladım. Yaptırmam demişti ama anlaşılan yaptırmıştı. Gitmeden önce bu dövmenin olmadığından emindim demek ki orada yaptırmıştı. En azından yüzüğü çıkartma sebebini öğrenmiştim. Hem rahatlamıştım hem de hoşuma gitmişti. O anlık saçma bir isteği dövme yaptırmasını beklemiyordum açıkçası. Ciddi olduğunu bile düşünmemiştim. Adımın baş harfini yaptırmasını ise hiç beklemiyordum yüzüğü takmadığı zamanlarda net gözükecekti yüzüğü takarsa ise gerek kalmayacaktı. Özel olarak kendisi göstermemişti dövmenin yeri iyileşmiş olsaydı yüzüğü takacaktı bende uzun süre görmeyecektim. Aslında en çok bu tarafını sevmiştim. Gözüme sokmak ya da bana jest olsun diye yapılmış bir şey değildi. İçinden geldiği için yapmıştı galiba bu daha da değerli kılıyordu.

Eliyle oynamayı bıraktım gerçekten geç kalacaktım. Yataktan kalkarken söylenmesine izin vermeden “Geç kalacağım” diyerek kalktım. Bir şey demedi. Yataktan kalkıp hemen banyoya girdim. Yakın zamanda kuaföre gidip kesinlikle saçlarımın uçlarından biraz daha kestirmem gerekiyordu. Üzerimi giyinirken bu sefer elbiseden kullanmıştım şansımı. Sıcak havalar bunaltıcıydı. Arkadaşının bir açılışı vardı ona gidecektik ve ben neden gidiyorum bilmiyordum. Ayrıca arkadaşlarının birçoğu beni sevmiyordu ama yine de gelmemi istemişti ayrıca geri çekilmek kavgadan kaçmak gibi geliyordu. Birçok yönden farklı ve eksiklerim olduğunu biliyordum ama onlara yetişebilirdim. Onlardan daha gençtim ve daha çok vaktim vardı. Ayrıca farklı bir kültürde büyümüş olmam beni küçük görebilecekleri anlamına gelmiyordu.

Elbise biraz kısaydı ve yalan söylemeyeceğim hiç de rahat hissetmiyordum ama yakışmıştı. Galiba yüz olarak çok benzemesem bile vücut olarak tipik bir doğu kadınıydım. Kilo verince önce belden gidiyordu. Kalça ve basenden kilo vermek oldukça zordu. Bu da vücudu oldukça şekilli bir hale getiriyordu. Eh kilo vermek istemesem bile açıkçası aynadaki görüntü hoşuma gitmişti. Özgüvenim biraz yerine gelmişti. Saçlarımı yola getirmek vücudumu yola getirmekten çok daha zordu. Herkesin imrenerek aa ne kadar gür bir saçın var ne şanslısın dediği saça şekil vermek oldukça zordu. Zavallı saçım aralarda sürünmekten de kendinden geçiyordu. Bakım zamanı gelmişti galiba. Zerda’dan gidebileceğim bir kuaför öğrenmeliydim. Tırnaklarımı doğal kullanmaya başlamıştım onun için endişe etmeme gerek yoktu. Düzelmeleri için evde sadece küçük bakımlar haricinde bir şey uygulamıyordum. Jel ya da takma tırnak da rahat edemiyordum. İstediğim zaman çıkartmıyordum ki en büyük problemi banyo konusunda yaşıyordum. Kendi tırnaklarımı düzeltip o şekilde kullanacaktım. Saçlarım ve az önce övdüğüm doğulu tarafımın kötü tarafı olan kıl ve tüy problemi vardı. Saçlarım artık her yıprandığında bakım yapılacaktı da en azından tüy problemine kesin çözüm bulmam lazım her gün kaş düzeltmek yorucu olacaktı yoksa.

Feyyaz’ı uyandırmamak için oldukça sessiz hareket etmiştim ama yine de uyanmıştı. Onun yerine uyanası varmış demek daha iyi gözüküyordu. Uyanası varmış galiba, uyandı. “Günaydın.”

“Günaydın.” Çok acıkmıştım. Hazırlanmak için o kadar vakit harcadığım için kahvaltıya fırsat kalmamıştı. O yatakta kendine gelmeye çalışırken ben de ayakkabılarımı giyip ayaklandım. Takı konusunda alışveriş yapmam lazımdı bence elimdeki takılar kesinlikle fazla abartılıydı ve her kıyafetin üzerine olmuyorlardı örnek bu elbisenin üzerine. İnce bir bileklik ve küpeyle geçiştirmiştim ama tam uymamış gibiydi. Bileklik ise garnet bileklikti. Yani takmamak için büyük uğraşlar versem de takmıştım. O da yataktan kalktı. Yerdeki kıyafetlerini toplayıp giyindi ve lavaboya girdi. Çantamı aldım son kez aynada kendime bakarken o da çıktı. Tam arkamı dönüp odadan çıkacaktım ki önüme geçti. Topuklu giymenin en iyi tarafı boy farkını azaltıyor olmasıydı. En azından artık omzuna geliyordum.

“Nereye?” demiştim ya işte hem de iki kere hem dün hem de sabah.

“Zerda ile dışarı çıkacağız diye demiştim ya.”

“Onu sormuyorum bu kadar hazırlanıp nereye gittiğinizi soruyorum.” Yani şeytan erkek manken defilesi falan de delirt ama bu sabah kesinlikle iyi tarafımdan uyanmıştım ayrıca dövmenin etkisi de olabilirdi.

“Zerda’nın arkadaşının bir açılışı varmış oraya gidiyoruz. Kızın ismini de söyleyeyim mi?”

“hmm öyle olsun bakalım.” Belimden tutup kendine çekip öptü. “Çok güzel olmuşsun” dedi. Yani bugün şimdilik kesinlikle iyi gidiyordu tabi sonradan bozulmazsa.

“Teşekkür ederim.” Derken geri çekildim yoksa evi bırak odadan çıkamayacaktım. “Ben acıktım kahvaltı yapalım.” Bu acıkma da gün kurtarıcısı gibiydi maşallah. Her seferinde işe yarıyordu. Allahtan açlığa dayanamadığımı biliyordu da üstelemiyordu. Bir de işe yaramasa kendime farklı bir yöntem bulmam gerekecekti. O benim bugımı bulmuştu ama bende onunkini bulmuştum. Yine benim oluyordu ama bu sefer ki benim işime yarıyordu.

“Tamam inelim.” Önümden çekildi odadan çıktık.

Masayı bahçeye hazırlatma olayını sevmiştim. Açık hava daha iyi geliyordu içerinden. Havası çok temiz değildi ama yine de içeri de oturmaktan çok daha iyiydi. Bu sefer benden ekmek çalmak yerine hazırlayıp bana vermişti. Ya Rusya da bir şey olmuştu ya da o da iyi saatte olsunlar uğramıştı. Çünkü bugün ekstra bir iyi davranıyordu. Hasta olmadığım zamanlar haricinde hep elimdeki ekmeğe göz dikerdi.

"Ne zaman dönersin?" hmm emin değildim işte ondan. Açılış ne kadar sürerdi bilmiyorum ama sonrasında alışverişe gitmem gerekecekti. Dolaba göz atmıştım ama mayo ya da bikini yoktu. Yüzmeyi pijama ya da gecelik ile öğrenmeyeceksem kesinlikle almam lazımdı.

“Emin değilim.”

“Sadece açılış değil mi?”

“Kısmen sonrasında başka bir yere uğramamız gerekiyor.” Zerda’nın bana bu konuda yardımcı olması lazımdı çünkü daha önce hiç böyle bir alışveriş yapmamıştım.

“Geç dönersin yani.” Sesi huysuz çocuklar gibi çıkmıştı.

“Sen evde misin?”

“Evet.” Derdi anlaşılmıştı. Hep ben mi evde tek kalacaktım bir gün de o kalsın.

“Ben seni gidersin diye düşünmüştüm.” Eh yalan değildi ama adam evlendiği günün sabahı gitmişti Rusya’dan gelmek mi onu tutacaktı.

“Bende sen gitmeyeceksin diye düşünmüştüm.” Nereden bile bilirim ki evde olacağını. Kendisi söylememişti. Hogwarts’ın baykuşu mu haber verecekti bana? Yarın işe gitmeyecek yazılı bir mektupla gelirdi artık.

“Neyse artık geri alamam bir kere geleceğim dedim.” Suratı asılmıştı. Açık söylemek gerekirse biraz daha keyiflenmiştim. İki aydır ben aynı şeyi yaşıyordum bir kere de o aynı şeyi yaşayacak olması tatlı bir intikam gibi gelmişti. Hem de hiç hesaplama ya da plan yapmadan.

“Erken gelirsin o zaman.” Yani emir miydi yoksa soru muydu emin olamadım.

“Bilmiyorum gelmeye çalışırım.” Yalan değildi tam söz veremezdim.

Neyse birkaç kaçak cevapla evden kaçmayı başarmıştım. Önce açılışa gelmiştik. Bu aradan ne açılışı olduğunu da fark ettim. Güzellik salonu. Herhalde artık güzellik salonu olmayan bir ben kalmıştım. Ayrıca bu kız ne anlardı ki? Tercih etmeyeceğim bir kurum olduğunu bilsem bile güler yüzle tebrik etmiştim. Zerda’da benimle aynı fikirdeydi galiba. Kız bize zorla bir şeyler denetmeye çalışmadan kaçmıştık.

“Bir an gerçekten kaşlarımı boyamaya kalkacak diye aklım çıktı.”

“Sorma benim de.”

“Dudakların ince dolgu yapalım ne demek ya. Ayrıca herkesin dudağı büyük olmak zorunda mı?”

“Sen ona bakma gayet iyiler ayrıca seni eve öyle gönderseydim büyük ihtimalle Feyyaz abim seni geri gönderir aldığınız gibi iade edin derdi.” Ay der mi derdi vallahi. Pek o tür şeylerden hoşlanmadığını düşünüyordum.

“Çok komik bir görüntü olurdu bence. Ay bir de bugün evde eve girer girmez fark eder daha sen arabayı çalıştırmadan geri gönderirdi.”

“Evde mi bugün?”

“Evet.”

“O zaman seni aldığım gibi bırakmam lazım artık şansına küs dudaklarını başka zaman şişirmemiz gerekecek.”

“Kalbim kırıldı şu an. Ben de çok istiyordum.” Zerda dediğime gülerken “Yani yaptıranla hiç bir problemim yok herkes nasıl görünmek isterse öyle gözüksün de ben pek istemiyorum.”

“Ya sen ona bakma artık dışarıya o kadar dolgu parası vermekten bıkıp kendi salonunu açtı ama kısa sürede batar büyük ihtimalle. İlk de olmaz. Bu aralar insanlar özellikle kadınlar başka iş kolu kalmamış gibi güzellik salonu açıyorlar da çok azı açık kalabiliyor.”

“Ne de olsa doktorluk bilgisi isteyen bir konu her önüne gelen yaparsa estetik cerrahlar ve dermatologlar ne yapacak ki?”

“öyle ee sen bir yere gidelim dedin ama o kalabalıkta anlamadım tam olarak.”

“Mayo ya da bikini almam gerekiyor ama daha önce hiç almadığım için yardımcı olur musun demiştim.”

“Tabi ki. Bildiğim ve benim de alışveriş yaptığım bir yer var oraya gidebiliriz.”

“Olur.”

“Yüzmeyi kim öğretecek?”

“Feyyaz’a göre kendisi ama açık söylemek gerekirse çok emin değilim Yasemin’in yakında ona hoca ayarlaması gerekecek gibi.”

“Feyyaz abim mi?”

“Evet ben de duyunca şaşırdım hiç sorma.”

“Yani nasıl ikna oldu onu merak ettim.”

“Kendisi attı fikri ortaya.”

“Waov büyük gelişme”

“Yorum yok.”

“Neyse alalım da pes ederse hoca bulunur.”

“Pes etmesine gerek kalmayacak gibi. Nerede bulacağım nerede öğretecek gece on ikiden sonra mı?”

“Neyse dediğine göre bir bildiği vardır.”

“O mevzu bir şekilde hallolur da sana bir şey soracaktım arkadaşın gibi değil de daha güvenilir salon biliyor musun diye?”

“Hmm kendi kullandığım ve bildiğim bir yer var. Ne için?”

“Özellikle saçım ve genel olarak.”

“Randevu ile çalışıyor istersen sana da alabilirim denersin beğenirsen devam edersin.”

“Olur.”

Zerda iki katlı bir butiğin önünde durmuştu. Telaffuz edemediğim bir ismi vardı. Fransız olduğunu düşünüyordum ama. İçeri girdiğimizde bir kadın hemen yanımıza gelip hoş geldiniz Zerda Hanım faslı geçti. Küçük bir tanışmadan sonra üst kata çıktık. Yaz sezonu daha kapanmadığı için üst kat plaj giyimdi tüm. Birçok çeşit model vardı. Zerda’nın eli hep seksi olanlara gidiyordu. Zaten çoğunluk da o yöndeydi. Birkaç tane beğendim ama bir sorun vardı ben bunları deneyemezdim. Zaten açıkta duruyorlardı bir de başkasının deneme ihtimali de vardı. Kadın kimse denemedi dese de hiç inandırıcı değildi. Ben deneyebilirsem birçok kişi deneyebilirdi.

“Deneme mevzusunu nasıl çözeceğiz?”

“Önceden nasıl hallediyorsan öyle.”

“Yani bir tam bedenim bir de büyüğü ama şimdi bir küçüğü galiba alıyorduk yıkandıktan sonra deniyordum olmayan artık başka birine gidiyordu.”

“Mantıklı. Öyle yapabiliriz.” Zerda kadına dönüp beğendiğimiz tüm modellerin hem 38 hem de 36 bedenlerini istedi. Sonra aklına bir şey gelmiş gibi bana döndü.

“Sen gelinlikleri falan nasıl denedin?”

“Onların hepsi denenmedik ve poşetlerinden ya da kılıflarından yeni çıkmıştı.”

“İyiymiş. Şanslısın o zaman.”

“Yani deneme problemini sadece yemek günü yaşamıştım zaten.”

“Nişandan sonraki mi?”

“Evet.”

“Niye?”

“O gün Feyyaz kıyafet alası tutmuş ve bir şeyler denemiştim zaten ertesi günden itibaren bir hafta hastaydım.”

“Gülsem mi ağlasam mı bilemedim ayda yılda kibarlık yapmaya çalıştı onu da eline yüzüne bulaştırdı desene.” Ya ne kibarlık ne kibarlık. Travma yaratmıştı o gün bende.

“Sen en iyisi boş ver.”

Bu arada kadın tüm bedenleri hazırlamıştı. Üst katta küçük minimalist takılar dikkatimi çekmişti ben bir şeyler seçerken Zerda’da geri kalmamış ve seçmişti. Ödeme yapıp çıktığımızda saat çoktan altıya geliyordu. Şansımı daha fazla zorlamadan eve gitsem iyi olacaktı. Zerda da benim gibi düşünüp eve bırakmıştı. Tabi eve gelişimiz bir saat sürmüştü o da trafiğe girmediğimiz halde. İstanbul’un bu uzun yolları çok yorucuydu. En azından hava kararmadan gelmiştim. Paketler de zaten bizimle değil arkadaki arabada gelmişti sebebini sormak içimden geçmedi değil neyse. Bari o kadar getirmişlerdi bir de kuru temizlemeye götürüp öyle getirselerdi. Cüneyt duygularıma tercüman olmak adına “Eve mi gidecekler yoksa kuru temizlemeye mi önce?” diye sormuştu. Eve girseler bile kuru temizlemeye gideceklerdi her türlü en iyisi en başta gidip gelebilirlerdi. Takıların olduğu küçük paketi isteyip geri kalanı kuru temizlemeye göndermiştim. Hiç ihtimallerle hareket edip riske girmek istemiyordum. Enfeksiyon falan kapardım sonra uğraş dur.

Eve girdiğimde tam da beklediğim gibi kanepede oturmuş beni bekliyordu. Ben daha konuşmaya başlamadan o konuştu. “Oo erken geldin biz sizi daha geç bekliyorduk.” Laf mı çarpmıştı şimdi o bana. Evet bende senin erken dönmeni beklemiştim ama iki hafta gelmemiştin. “Yani erken bitti işim erken döndüm.” Hiç altta kalamazdım bu sefer haklıydım gayet de.

“Bitmese gelmeyi düşünmüyordun yani.”

“Tabi ki. Yarın ders var o yüzden evde olmam gerekiyor.”

“Ertesi gün halledemez miydin? Ayrıca halledecek ne işin vardı?” daha ben mağazaya girmeden haber vermişlerdi sana ne diye soruyordun ki.

“Zerda her gün boş olmuyor ben boş olsam bile.”

“Tabi kesin öyledir.” Dedi. Hiç tribini çekemezdim gayet makul bir saatte gelmiştim. Bir şey söylemeden yukarı çıktım. Elimdekini bıraktım sonra elimi yüzümü yıkadım geri aşağı indim. Acıkmıştım. Yemek yeni hazırlanıyordu. Hiç masanın tamamlanmasının beklemeden oturdum. Hiç Feyyaz’ın beni niye evde tek bırakıp gittin tribini çekmek hiç makul gelmiyordu özellikle açken. O da masaya oturduğun da laf sokmaları bitmemişti.

“Aç gelmezsin diye düşünmüştüm.” Gayet de biliyordu yemek yemediğimi ama ayrıca çok uzatmıştı.

“Niye?”

“Yemek molası vermişsindir diye.”

“Gayet de yemek yemeden geldiğimi biliyorsun.” Tek kaşını kaldırdı bana baktı. “Tüm gün korumalar kime haber veriyor acaba daha içeri girmeden ya arıyorlar ya da mesaj atıyorlar o yüzden bilmiyormuşsun gibi davranmaz mısın komik oluyor.” Aslında sinir bozucu oluyordu. Her seferinde aynı muhabbeti yapıyordu. Hadi diğer günler konuşma konusu olsun diye soruyordu da trip atmak için sorması da can sıkıcıydı.

“Onlar bana değil Cüneyt’e gidiyor.” Sanki Cüneyt kendine saklıyordu o bilgileri.

“Neyse.” Önümdeki yemeğe odaklandım. Hiç konuşasım yoktu. Yorulmuştum bir de sorguya çekilmek istemiyordum. Yine durdu duramadı tekrar konuştu. Bu da iyice yaşlı nineler gibi davranıyordu durmadan söyleniyordu.

“Yani alışverişten bir küçük çanta ile döndün o kadar uzun süre ne yaptınız içeride.” Ya bu adam bana gelince geri zekalılaşıyordu galiba az önce bilmiyorum demişti şimdi ne diyordu.

“Hani o bilgiler Cüneyt’e gidiyordu alışverişe gittiğimizi söylemedim ben.” Yakalandığını fark edince pes etti. İnsan önce düşünür ne diyeceğini bari yalan söylüyorsun devam ettir.

“Elinde poşetle geldin.”

“Onu açılışta vermiş olabilirler.”

“Güzellik salonu açılışında mı?”

“Yuh artık ya bari yalan söylüyorsan devamını getir.” İçimde tutamamıştım artık. Ya insan tutarlı olur.

“Ne?”

“Ben sana hiç güzellik salonu açılışına gidiyorum demedim ki çünkü gidene kadar bende bilmiyordum.”

“Tamam veriyorlar ama güncel olarak konumuzu bilmek adına.”

“Sebebini sormadım zaten. Yorumda yapmadım ama sen de tutarlı yalan söyle bir gün dışarı çıktım diye ne kadar surat astın.”

“Başka zaman çıksan olmuyor muydu? Ben vakit geçirmek için evde kalmıştım sen de dışarı çıktın.” Tabi vakit geçirme kavramı ya yatak ya da televizyon karşısıydı.

“Ee ben senin evde olduğunu bilmiyordum ayrıca daha saat erken.”

“İptal edebilirdin.”

“Ya alt tarafı bir gün dışarı çıktım burnumdan getirdin bildiğimiz ben sen iki hafta ortada olmadığında yorum bile yapmamıştım.” Yani artık abartmıştı. Yemeği de boğazıma dizmişti. Kaşığı bırakıp yukarı çıktım. Üzerimi değiştirip balkona çıktım. Kulaklığımı taktım ders çalışmaya başladım. En azından yarın daha az zorlanırdım. Müziğin sesini kökleyip elimdeki kelimelere odaklandım. Bir an önce bunları ezberlesem de diğer konulara geçseydik. Telaffuz zaten sorundu bari yazabileyim.

Aradan bir saat falan geçince yanıma gelip yan tarafa oturdu. Kulaklıklarımı da çıkarmadım hiç daha fazla söylenme çekmek istemiyordum. Annemle abim bu kadar takılmazdı ya. Öğlene kadar evdeydim zaten. Öğlene kadar yatıp uyuyan kendisiydi. Ayrıca dün söyleseydi evde olacağını ben yarın dışarı çıkacağım demiştim o da çıkma deseydi. Ben kulaklıkları çıkartmamakta ısrar edince kendisi çıkarttı bir tanesini.

“Tamam abarttım özür dilerim.” En azından abarttığını biliyordu. Ben cevap vermeyince kafamı kendine doğru çevirdi “küs müyüz?” dedi. Bu sefer değiliz demeyi düşünmüyordum. Belki de en kötü özelliğim inat edip küsmemdi ve öyle kolay da barışmazdım. Annem sürekli babası kılıklı diye kızardı küstüğümde. Böyle söylediğinde tekrar küserdim ve bazen günler sürerdi. Evleneli iki ayı geçmişti ve ben fazlasıyla tolerans göstermiştim. Elindeki kulaklığı alıp tekrar taktım. Kafamı tekrar kitaba gömdüm. Sonra yanımdan kalktı. Ne kadar sürdü bilmiyorum ama tekrar döndü. Bu sefer kitabın üzerine bir buket çiçek bırakmıştı. Papatya. Bu aralarda fazla klasikleşmişti. Ayrıca papatya severdim ama favori çiçeğim sayılmazdı. Kulaklığımı çıkarttı. “Özür dilerim barışabilir miyiz lütfen bir daha yapmayacağım.” Dedi. Acaba bu saatte kimi göndermiş ve hangi çiçekçiyi açtırmıştı. Kendinin gitmediğini bilecek kadar tanıyordum asla bu işlerle kendisi uğraşmazdı. Yine de aklına gelmesine de şaşırmadım desem de yalan olurdu. Özellikle gül değil de papatya. “Emin misin?” yanağımdan öperken “Eminim. Barıştık mı şimdi?”

“Tamam.”

“Tamam ne?”

“Barıştık.” Tekrar öptü. Yan tarafa oturdu "Ayrıca iki haftanın uzun olduğunu biliyorum ama erken gelebilsem gelirdim ya da yerime birini gönderebilsem. Bir daha bu kadar uzun gideceğim zaman beraber gideriz olur mu?” uzun süre gittiğini ben söyleyene kadar fark etmemiş olması mı yoksa bu konuşmayı yapmak için benim küsmem gerekmesi mi daha onur kırıcıydı emin olamadım. Cevap vermedim. Sabah güzel başlamıştı ya bir yerde bozulması gerekiyordu.

“Barıştığımıza göre hediyeni verebilirim.” diyerek elimdeki kitabı ve çiçeği sehpaya bırakıp elimden tutup kaldırdı. Ne hediyesinden bahsediyordu? Yatağın üzerindeki orta büyüklükteki kutuya baktım. Ben odaya girdiğimde burada değildi. Kapağını açtığımda şaşkınlıkla bakakaldım, uçlarından tutup yukarı kaldırdım. Yüzümü görmüyordu sırtımdan sarılmış ve konuşmaya devam ediyordu. “Kuru temizlemeden gelmesi vakit aldı. Terasta ya da bahçede oturmayı seviyorsun havalar yakında soğur üşümezsin en azından.” O konuşuyordu da kime acaba? Elimdekini yere bıraktım şaşkınlıkla ağzımı kapattım. Kürkten battaniye ya da kürk battaniye. Aman tanrım elektrikli ısıtıcı, montu falan duymuş muydu hayatında daha önce. Bu. Bu biraz fazlaydı. Kim kürkten battaniye alırdı ki? Alınıyormuş yani arkamdaki adam almış. Aklıma korkunç bir şey gelmişti. Peki kürkler gerçek miydi? Yani canlı hayvanlara mı aitti? Eğer öyleyse kaç zavallı hayvan bunun için hayatından olmuştu. Bir de tek yön de değil çift yönlüydü. Ay bu gerçek hayvanlara aitse ben bunu kullanamazdım vallahi ruhları bana musallat olurdu. Sormaya da korkuyordum. Gerçek falan derse kesin düşüp bayılabilirim. Tepki vermeme şaşırmış olmalı ki yana eğilip bana baktı. Ben hala önümde duran dev kürkle bakışıyordum. Rusya’da gelirken kürk getirmek de ayrı bir marjinallik olmuştu.

“Beğenmedin mi?” tabi çok beğendim hep hayatımda bir kürke sahip olmak istemişimdir. “İlginç kesinlikle beklenmedik bir hediye.” Ay Allah’ım bir de bununla aynı odada kalamazdım aklım çıkardı özellikle tekken. Zaten evde tek kalamıyordum bir de kürkle asla. Yani neden? Neden kürk? Rusya’nın başka bir şeyi kalmamış mıydı? Hadi Diyarbakır’dan bileklik getirmek neyse de Rusya’dan kürk getirmek çok daha farklı bir durumdu.

“Çok kolay hasta oluyorsun daha havalar soğumaya başlamadı bile.” Ne düşünceli bir davranış. İçimde gerçek ihtimali halinde ne yapacağım sorusu vardı. Elime bile alamazdım ben. Ha ceset tutuyorum ha bunu. “Bir şey soracağım.”

“Sor güzelim.” Bence sen beni tutmaya devam et bayılırken başım yere çarpmasın. “Gerçek mi yoksa sentetik mi?” açık söylemek gerekirse hiç sentetiğe benzemiyordu. Ne tarafa bayılıyorduk. Yani şu an yatak hariç her yer olurdu. Allah’ım saniyeler saatlere döndü. Beynimin içinde az önce ceset tuttun cümlesi dans ediyordu.

“Sentetik.” Çok düşündü kesin değil. Sentetik olsa bu kadar düşünmezdi kesinlikle. “Emin misin hiç sentetiğe benzemiyor?” hayatımda hiç gerçek kürk görmemiş olabilirim ama hayvan görmüşlüğüm var en azından ve bu hiç sentetiğe benzemiyor.

“Evet eminim gerçek olsa kafayı yerdin çünkü.” Ha iyi yani onu biliyordu. Biliyordu da niye alma zahmetinde bulunmuştu. Hiç almasaydı bununla gelmek yerine erken gelseydi daha iyi bir hediye olurdu kesin. En azından birkaç doğru düzgün uyurdum. “Eminsin son kararın yani.”

“Evet Berfu eminim.” Sesi kendinden emin çıksa da beni hiç ikna etmemişti. Adam ölmek diye bir şey yoktur dese bile sesi kendinden emin çıkardı kesin o yüzden sesine hiç güvenmiyordum.

“İyi yoksa hayaletleri musallat olursa sana yönlendiririm.” Onu nasıl yapacaktım bilmiyordum ama neyse. Dediğime gülerken “Tamam gönder.” Dedi hani sahteydi. Sahte olsa hayaletleri yok derdi.

“Hani gerçek değildi.” Niye inanmıyordum acaba? Bence sorgulamamız gereken asıl mevzu buydu. Bana inandırıcı gelmemesi. “Değil zaten.”

“Niye gönder diyorsun.”

“Gönderme mi deseydim?”

“Hayır olmazlar hayaletleri yok deseydin.”

“Berfu ya abartmadın mı biraz. Gerçek değiller o yüzden hayaletleri de yok tamam mı?” ha yani gerçek değildi. Neyse.

“Tamam ama bir daha böyle bir şey almazsan çok makbule geçer.” Gece gece kalp krizi geçiriyordum. “Tamam almam.” Geri katlayıp kutuya koydu kapağını kapattı. Yere bırakıp kenara itti.

Güne iyi başlayıp kötü bitirmiştim. Kapanışta yine de kürk olmasaydı iyiydi. Neyse bir daha böyle bir şey yapmaz umarım ya da kürkü ile meşhur başka yere gittiğinde en büyük hediye sensin diyerek çağırmak da mantıklıydı. Emin değildim şu an ama unutamayacağım bir gece yaşamıştım. Ben bu korkuyla bayağı giderdim. Bu olay yüzünden tüm hafta boyunca Feyyaz’a dalga konusu olmuştum.

Hafta sonu nasıl olduysa işe gitmeme kararı alıp bana yüzme öğretecekti. Sabah uyandıktan sonra havuzu temizletmişti. Aldıklarım da kuru temizlemeden gelmişti. Şimdi havuzu uzaktan seyretmesi iyiydi de havuzun içine girme ve yüzme fikri biraz kötü gibiydi. Korkaklık yapmanın da alemi yoktu havuza ya da denize gitsek herkes yüzerken ben onları mı bekleyecektim. Kesinlikle olmazdı. Üzerime siyah bikiniyi giydim. Açık söylemek gerekirse yüzme mi öğretecekti işi fanteziye mi vuracaktı emin değilim. Onun üstüne de siyah pareoyu aldım. Aşağı indim bahçede kimse kalmamıştı. İn cin top oynuyordu bildiğimiz. Semih Bey bile ortada gözükmüyordu. Kesin işi fanteziye dökecekti neyse en azından sonra bunu bahane edip hoca isteyebilirdim.

Kendisi çoktan suyun içine girmişti bile. Ayrıca bu havuz ne kadar derindi. Benim boyumu geçiyor muydu? Havuzun başına gelince merdivenlerin başına oturdum. Üzerimdeki pareoyu çıkarttım ama ben çoktan pişman olmuştum. Feyyazla bu işe kalkışmak çok saçma gelmişti. Hiç iyi bir öğretmen gibi değildi. Boğulma tehlikesi falan atlatmazdım değil mi? Merdivenlerin başına geldi.

“İnmeyi düşünüyor musun?” kafamı sallarken “ben vazgeçtim sonra öğrenirim.” diye yerimden kalkmaya çalıştım ama bacağımdan yakaladı. Ben biliyordum bu kesin işkenceye dönecekti.

“Ne zaman öğrenmeyi planlıyorsun peki?” derken iki basamak yukarı çıktı.

“Daha iyi hissettiğim ya da senin öğretmediğin günlerde.”

“Niyeymiş?”

“Hiç güven vermiyorsun şu an her an korkutabilirmişsin gibi geliyor.”

“Korkutmayacağım anlaştık mı şimdi kalk hadi.” Hiç inandırıcı değildi. Kürk olayını hala unutmamıştım. Korkacağımı bile bile geç söylemişti sentetik olduğunu.

“Ama korkutursan bir daha seninle öğrenmeyi geç aynı suya bile girmem hatta su içeren hiçbir şey yapmam banyo dahil.”

“Kabul hadi kalk şimdi akşama kadar bekleyemem.” Ayağım ilk basamaktaydı ayağa kalktım bir tane daha indim. Feyyaz baktı ben hala tereddütteyim kucakladı ve aşağı indirdi.

“Hani korkutmayacaktın.”

“Korkutmadım baktım inemiyorsun indireyim dedim.”

“Ne kadar iyi niyetlisin ya bırak gitmek istiyorum.”

“Bırakırsam büyük ihtimalle batacaksın hala istiyor musun bırakmamı?” ama bu kesinlikle kalleşçeydi.

“Tamam”

“Tamam ne? Bırakayım mı?” derken elleri gevşedi yavaşça suyun içine gidiyor gibiydim.

“Hayır yani tamam öğret, yavaş yavaş öğreteceksin ama.”

“Tamam dedim ya.”

Tabi o dediğini yapsa da ben biraz korkmuştum. Suyun üstüne kalamıyordum hep batıyordum. Su onun boyunun geçmediği için ayakları yere değiyordu da benim ayağım yere değerse tamamen suyun içinde kalıyordum. Artık o da sıkılmıştı ve ben yorulmuştum. Tam duvara geldik yukarı çıkmama izin vermeden öpmeye başladı. Ben de diyorum bir eksiklik var. Meğer sona saklıyormuş. Anlamıştım etrafta kimsenin olmamasından zaten.

“Ne yapıyorsun bir gören olacak?”

“Kimse göremez.” Görmez de değil ha göremez. Ciddi ciddi havuzun içinde beni sıkıştırıyordu bildiğimiz. Eli bikinin alt kısmına gittiğinde geri çekildim.

“Hayır.”

“Evet.”

“Hayır.”

“Evet” derken aşağı indirmişti. Beni şoka uğratmayı çok seviyordu bu aralar.

“Ya ama oyunbozanlık yapıyorsun.”

“Hayır yapmıyorum ders bitene kadar bir şey yapmadım.”

“Ya ama.” derken bacağımdan kayan bikini altına baktım havuzun dibine inmişti.

“İstiyorsan suyun içine gir al” giremeyeceğimi bildiği için oyun oynuyordu benimle.

“Dalga geçiyorsun şu an benimle.”

“Geçmiyorum” derken tekrar öpmeye başladı.

“Bir daha bikini değil mayo giyeceğim.”

“Merak etme ben onu da çıkartmanın bir yolunu bulurum.” Yine zihnimi bulandırmaya çalışıyordu, ki birkaç denemenin sonunda başarmış ve teslim olmuştum. Suyun içinden çıktığımızda her tarafım ağrıyordu. Su beni fazla yoruyordu. Havuzun kenarında ayaklarım suyun içinde oturuyordum. Feyyaz da sanki kırk yıldır bu havuz burada değilmiş de bugün gelmiş gibi sudan çıkası yoktu.

“Haftalardır girmedin girmedin bugünü mü bekledin?” Yanıma doğru yüzmüş bacaklarımın önünde duruyordu. Bacağımdan öpüp “Fazla enerji atıyorum karıcım. Yoksa senin üzerinde mi atmamı isterdin?” illa her şeyi bana bir çevirecekti.

“Kalsın ben yoruldum ve hava esmeye başladı ben yukarı çıkıyorum.” Pareoyu da alıp yukarı çıktım. Sıcaktan saçlarım kurumuştu neredeyse. Dipleri de zaten çok ıslak değildi. Üzerimi değiştirip yatağa uzandım. Dinlenmeden geçmezdi bu yorgunluğum. Kısa bir süre içim geçmiş olacak ki Feyyaz’ın yanıma uzanmasıyla gözümü açtım. İyice yanıma yaklaşıp bir koluyla sarıldı diğeriyle de örtüyü üzerime çekti. Zaten ben de uyumaya yer aradığım için tekrar uyuyakaldım. Uyandığımda ikindi olmuştu. Feyyaz kalkmıştı, balkon kapısı kapanmıştı. Kendime gelmeye çalışırken telefonum çaldı. Seda abla arıyordu. “Efendim Seda abla.”

“Canım müsait misin?”

“Evet öyle uzanıyordum.”

“İyi çok tutmayacağım. Cumartesi günü doğum günüm de babamlarda bir davet veriyoruz siz de katılırsınız değil mi?” uyku sersemi hiç düşünmeden “Olur” dedim. Sonra saçma olduğunu fark edip toparladım “Tabi geliriz.” Seda abla telefonu kapatırken ayıkmaya çalışıyordum. Bu şekilde kendime gelemeyeceğimi fark ederek kalkıp elimi yüzümü yıkadım. Açılmıştım en azından. Ayrıca acıkmıştım. Aşağı inerken çalışma odasının kapısına baktım içeriden sesler geliyordu. İşe gitmemişti ama işi eve getirmişti yine. Salona geçmeden mutfağa girdim. Yemek yeni yapılıyordu anlaşılan.

“Kolay gelsin.”

“Sağ olun Berfu Hanım bir şey mi istemiştiniz?”

“Evet acıktım ama yemek hazır değil galiba.”

“Evet daha bitmedi ama geçen gün yaptığım poğaçadan yaptım isterseniz ondan getirebilirim.”

“Çok iyi olur.”

“Tamam hemen getiriyorum yanına çay ya da kahve ister misiniz?”

“Çay olur.”

“Tamam hemen hallediyorum.” Bu adamı seviyordum işini düzgün yapıyordu. Ne işi var da diyenler olacaktır. Evde iki kişisiniz iki kişilik yemek yapıp onun bulaşığını makineye koymak, yatak odası ve salonu temizlemek. Çamaşır bile yıkamıyordu. Ama işini iyi yapıyordu evin hiç bir yerinde toz göremezdiniz. Her zaman topluydu ve sessiz çalışıyordu. Yukarıda birisi varsa çıkana kadar temizlemeye gelmiyordu. Ayrıca bu evde niye çamaşır makinesi yoktu? Diğer evde de yoktu. Hadi orada kim çalıştıracaktı da burada niye yoktu da kuru temizlemeyi bekliyorduk. Yani bir oda dolusu kıyafetim olmasına rağmen söyleniyor olmam biraz saçma ve şımarıkçaydı. Ben de genel olarak şımarık büyütülmüştüm bizim ailenin geneline baktığımızda. Her istediğim olurdu. En azından annemin güvenli gördükleri.

Televizyonu açarken Semih Bey elinde tepsi ile geldi. Tepsiyi bırakıp geri çıktı. Bir elimde çay bir elimde poğaça oturmuş televizyon izliyordum. Kendimi bir an eski Türk filmlerinde gibi hissettim. Benim tuhaf düşüncelerime sevgili kocam aşağı inerek son verdi. Yani bu adamın yemeğimde gözü vardı. Yanıma otururken poğaçamdan ısırmıştı. Tekrar ısıracaktı ki geri çektim.

"İstiyorsan mutfaktan alabilirsin ya da çağırırsın getirirler.”

“Ne cimrisin.”

“Ben mi cimriyim? Her yediğimde gözün var bildiğimiz.”

“Paylaşım diyoruz biz ona.”

“Yok bu paylaşım olmuyor ki sen her şeye ortak olmuyorsun toptan alıyorsun.”

“Abartma istersen bir ısırık sadece.”

“Çekmeseydim tekrar ısıracaktın ama.”

“Belki.”

“Bir de niye kilo veriyorsun diyorsun her yediğime ortak olduğun için”

“Suç bana kaldı yani yine.”

“Haklıyım hiç kendini savunma”

“Sonunu yemiyorum ama.”

“Çok sağ ol ya. Bu iyiliğini hiç unutmayacağım.” Tekrar ısırmaya kalkmadan büyük bir ısırık aldım. Bu ne canım. Paylaşım falan tamam da bu bildiğiniz soygunculuktu artık. Dün masada peynir bitene kadar tüm ekmeklerimi çalmıştı. Akşam ders çalışırken yaptığım kahvemi içmişti. Buna artık dur demenin zamanı gelmişti. Ben aç kalıyordum bildiğimiz. Masa da eğer tabağımı bir yakalasa ondan da çalacaktı. Biraz da olsa doymuştum en azından. Yemeği bekleyebilirdim. Televizyon izlerken arada Feyyaz’ın yüzme ve yemek şakalarını dinlemiştim. Bu adamın benimle derdi vardı. Yoksa bunu kimse açıklayamazdı. Dışarıda yapmadığı ne varsa benim üzerimde deniyordu. Özellikle dalga geçmek ve şaka yapmak. Yemeği yiyince Semih Bey çıktı. Ben de film açtım onu izlemeye başladık. Tabi film izlemek hariç her şeyi yaptı. Bir ara saçıma taktı. Önce toplu olan saçı bozdu kendince boyunu falan ölçtü geri toplamaya çalıştı ama toplayamadı. Sonra onu bıraktı elimle oynamaya başladı. Onu da bıraktı şimdi de ilgimi çekmek için boynumla ve bacağımla oynuyordu. Yani biz niye bir filmin sonunu alamıyorduk. Ya ben uyuyakalıyordum ya da o filmin ortasında izlemeyi bırakıp işi sekse çekiyordu.

“Yani demeyim demeyim diyorum ama niye izlemiyorsun?”

“İzliyorum.”

“Neyi izliyorsun acaba?”

“Seni.”

“Bu izlemek olmuyor ki toplu saçımı bozdun artık parmaklarımla oynamaktan az daha kırıyordun ve onu da bıraktın şimdi de boynumla oynuyorsun biraz daha onunla uğraşırsan kesin boynumu falan kıracaksın.”

“Sende bana dön o zaman.” Olaya bak ya. Filmden de bir şey anlamamıştım. Filmi dondurunca istediğini elde etmişti. Bu sefer ona dönmemi sağlamadan o bana döndü. Ben uzanırken o da üstüme geldi. Sonra aklıma Seda ablanın doğum günü daveti mi partisi mi artık o geldi. “bir şey diyeceğim.”

“söyle.”

“dinlemiyorsun ki” kafasını kaldırarak yüzüme baktı.

“Efendim hayatım.” Bitse de gitsek der gibi söylemişti ya.

“Seda ablanın doğum günü daveti varmış cumartesi günü.” Bu muydu der gibi bakıp geri tişörtün yakasını açmaya devam etti. “Biliyorum.” Biliyorsun da bana niye söylemiyorsun acaba? “Kim söyledi?”

“Yukarıdayken aradı.”

“Hmm Seda muhabbeti bittiyse benimle mi ilgilensen.” Bu adamın ilgi merakı beni öldürüyordu.

“Gidecek miyiz?”

“İstersen evet.”

“Tamam.” Kafasını kaldırıp yüzüme baktı sonra da öptü.

“Şimdi konumuza dönebilir miyiz?” konumuz mu? Ne zamandır bu konumuzdu? Benim niye haberim yoktu bu konudan acaba? “Ne konusu?” burnunu burnuma sürterken “burada mı devam ediyoruz yukarı da mı?” konu buraya ne zaman gelmişti acaba?

“Ben konunun buraya geldiğini hiç hatırlamıyorum ama.” derken üstümden kalktı.

“Geldi sen hatırlamıyorsun.” diyerek beni kaldırmaya çalıştı “film bitmedi.” diye direnince de kucağına alarak yukarı çıkarttı.

 

Loading...
0%