Yeni Üyelik
33.
Bölüm

SEVME KİMSEYİ YAKARSIN CANINI

@ahsenkubos

Kalbimi aramaya çıktım,

bulana kadar dönmeyeceğim.

Berfu eve girerken “Asla kabul etmiyorum.” Ayağının üstüne basmamaya çalışıyordu. Feyyaz yol boyu aynı şeyi anlatmaya çalışsa da ilerleme kat edememişti. “Saçmalama istersen doktorun dediğini duydun.”

“Duydum ama anlamadım.” Ne de olsa İtalyancada o kadar ilerlememişti. Ameliyat gerekli demişti ama sebebini anlamamıştı. “Ne yani ben can sıkıntısından mı seni ameliyat ettirmek istiyorum.” Şu an her türlü komplo teorisi mantıklı geliyordu.

“Emin değilim.” Feyyaz sinirle nefes verdi. Niye böyle bir şey isteyecekti ki? Bu aralar biraz didiştikleri doğruydu ama fuzuli bir ameliyata sokacak kadar değildi. “Berfu şu an şuurunu kaybettiğini düşünüyorum.” Şuurunu hastanede kaybetmişti zaten. Nefret ediyordu hastanelerden ama nedense yolu sürekli olarak oraya düşüyordu.

“Ne, doktor yavaş iyileşiyor dedi işte ne gerek var ameliyata.” Bir iki hafta fazla alçıda kalırdı en fazla. İlla kesip biçmeler mi gerekiyordu ayağını? “Kendinde de dediğin gibi yavaş iyileşiyor dedi.”

“Hiç iyileşmiyor da diyebilirdi.” Az da olsa umut vardı ayrıca daha iki hafta olmuştu. Ne gerek vardı bu kadar acele etmeye. “Berfu saçmalama istersen yarın o hastaneye gideceğiz.”

“Hayır gitmeyeceğim. Ayak benim değil mi olmayacağım o ameliyatı.” İstemiyordu, olmayacaktı. Zaten şimdi yeterince canı yanıyordu o zaman daha kötü olacaktı. Ayrıca hayatının geri kalanında ayağının üzerinde dikiş izi istemiyordu. “Görelim bakalım nasıl olmayacaksın.”

“Tehdit mi ediyorsun beni?” Feyyaz üstüne gittikçe ters teptiğini fark etti. Ne diye zorluyordu ki? Kim gereksiz yere kendine iş çıkartırdı ki? Madem daha hızlı bir yolu vardı neden yapmıyorlardı. “Senin iyiliğin için söylüyorum.”

“Ben kendi iyiliği düşünürüm.” Berfu hışımla ama büyük bir gayretle yukarı çıktı. Feyyaz Semih Bey’le konuşuyordu. Yatak odasının kapısını açtı içeri girdi, kapıyı çarpmayı ihmal etmemişti. Sonra gözüne kapının üzerindeki anahtar takıldı. Aklına gelen fikirle kapıyı kilitledi. Anahtarı çıkartmamıştı eğer yedeği varsa arka taraftan açabilirdi. Yatağa oturdu. Aradan geçen 10 dakikanın ardından Feyyaz kapıya geldi. Önce açmaya çalıştı, zorlasa da kapı açılmıyordu. “Berfu kapıyı mı kilitledin?”

“Evet.” Sesi tereddütsüz çıkmıştı. Hastaneye gitmemek için elindeki tüm kozları kullanacaktı. “Delirdin mi? Hem üzerine basma dedikçe niye kendin yukarı çıkıyorsun?”

“Evet delirdim ama sen delirttin beni. Ayrıca basmadım da ne oldu?” Belli diye düşündü adam. Kadın haftalardır gereksiz bir sinirle üstüne oynuyordu. “Aç şu kapıyı!” Kapıya vururken söylemişti. Kapının sesiyle korksa da sesine yansıtmamaya çalıştı. “Açmam.”

“Aç şu kapıyı tekrar etmeyeceğim kırdırtma bana.” Bir an onu fikrin aklına gelmediğini fark etti. Yavaşça yataktan kalkıp kapıya yürüdü. İçinden bu oda niye bu kadar büyük diye söyleniyordu. “Kapının arkasındayım kırarsan kapının altında kalırım.” Yavaşça yere çöküp oturdu. Ayağını uzattı.

“Saçmalama kalk yerden bu bir, iki aç şu kapıyı.” Kadının kendine zoru vardı anlaşılan. Ne diye yere oturuyordu ayrıca o ayakla niye sürekli hareket ediyordu ki? “Açmayacağım yarın ameliyatta olmuyorum git kendin ol çok istiyorsan.”

“Berfu!” Feyyaz sesi sona geliyorum artık der gibiydi. Sinirden elleri titremeye başlamıştı. “Açmayacağım.” Berfu’nun inadı bir kere ortaya çıkmıştı sonuna kadar götürecekti.

“Ben de Feyyaz’sam sen yarın o hastaneye tıpış tıpış gideceksin duydun mu beni?” Gerekirse balkondan girerdi ama bugün bu odaya girecekti ve yarın o hastaneye gideceklerdi. “Hayır gitmeyeceğim.”

“Görelim kimin dediği oluyor.” Sırf korktuğu için kaçıyordu ve ikisi içinde işleri zorlaştırıyordu. “Hayır saçımdan sürükleyerek götürmeyeceksen ki önce kapıyı kırman lazım arkasında ben olduğum için kapı üzerime düşer.” Feyyaz kadının tehdidini görmezden geldi. İkisi de biliyordu kapının arkasında otururken kapıyı kırmayacağını ya da saçından sürüklemeyeceğini.

“Sen bu kapıyı açacaksın.” İnat değil miydi açmayacaktı? “Ben bu kapıyı açmayacağım istiyorsan sen aç.” Feyyaz merdivenden aşağıya bağırdı. “Yedek anahtarlar nerede?” Semih Bey kendini bir anda aile trajedisinin ortasında bulmuştu. Aylardır Berfu’yu tanıyordu ve her gün yeni bir huyu ortaya çıkıyordu. Yine de o ilk tanıştığı sessiz kızdansa bunu tercih ederdi. Yıllardır Hancı ailesi için çalışıyordu ve kesinlikle patronunun bu kadar zorlandığı bir şey olmadığını biliyordu. Genç bir kadının peşinde dolanıyordu. Eline yedek anahtarların olduğu kutuyu bulup yukarı çıktı.

Adam kutuyu hınçla çekip aldı. Üzerinde yatak odası yazan anahtarı eline aldı. Kapıyı açmaya çalışsa da açılmıyordu. “Boşuna uğraşma anahtar kapının üzerinde açamazsın.” Anahtarı çıkartacak kadar salak değildi. “Berfu beni sinirlendiriyorsun.” Şu an duyguları karşılıklıydı. Berfu da fazlasıyla sinirliydi.

“Sen de beni. Zorla ameliyat ettirmek de ne oluyor ya?” Hangi devirde yaşıyorlardı? İstemiyordu işte ayak onundu canı yanacak da kendisiydi. “Senin iyiliğin için yoksa deli miyim ben garezine ameliyat isteyim.” Kesinlikle garezi vardı. Başına sürekli bir iş açıyordu.

“Evet.” Berfu’nun bundan bir şüphesi yoktu. Ortada bir garez olduğu kesindi. “NE EVET?” Sesi yüksek çıkmıştı.

“Hem delisin hem de garezin var.” Feyyaz içinden karısına yine birkaç saatlik deli cesareti gelmiş diye düşündü yoksa bu davranışının başka bir açıklaması olamazdı. Ayrıca cidden garezi olduğunu mu düşünüyordu. “Sen iyice şaşırdın.”

“Asıl sen şaşırdın.” Kendisi şaşırmıştı. Kadını sanki kendi malı gibi oradan oraya sürükleyen kendisiydi. Ayrıca istemediği şeylere de zorluyordu. “Şimdi gidiyorum geldiğimde bu kapı açılmış olacak.”

“Olmayacak.” Feyyaz arkasını dönüp çalışma odasına girdi. Aradan geçen saatlerin sonunda Feyyaz odanın kapısına geldi. Saat çoktan dokuzu geçmişti. Yaklaşık 7 saattir ortada yoktu. Yine kapıyı elini attı. Berfu dediğini yapmış kapıyı açmamıştı. Sinirle geri aşağı indi. Semih bey çıkmak üzereydi. “Yemek hazırlayım mı Feyyaz Bey?”

“Hayır da Berfu odadan çıktı mı?” En azından yemek için çıkmış olması lazımdı. Hayatta bu kadar saat aç kalamazdı. “Hayır efendim siz gittiğinizden beri odada.”

“Yemek?” Yemek yemeyi ihmal etmek pek onluk bir davranış değildi ama inat ettiğinde gözü onu bile görmüyordu yani. “Yemedi.” Aç mı oturuyordu odada?

“Delirtecek bu kadın beni.” Sınırlarında gezmekten zevk alıyordu bu aralar ayrıca kendini tutmakta zorlanıyordu bazen. “Eğer isterseniz giyinme odasına açılan kapıyı açabilirim.” Karşısında konuşan adama baktı.

“Odaya giren başka kapı mı var?” Varsa niye önce söylemiyordu? Saatlerdir kapıda kalmıştı. Ayrıca kadında aç kalmıştı odada. “Evet Seda Hanım giyinme odasını dahil ederken kapıyı iptal etmişti.” Saatlerdir içeri giremiyordu niye şimdi söylüyordu.

“Niye daha önce söylemiyorsunuz?” Bu evde kesinlikle ayarlar şaşmıştı. Önceden hiçbiri ondan habersiz adım atamazdı şimdi bir şeyler saklıyorlardı. “Berfu hanım duysaydı giyinme odasına açılan kapıyı kitlerdi.” Feyyaz cevap vermedi. Yapabilirdi. Semih bey anahtarı getirip eline verdi. Yukarı çıktılar. Yan odaya girdiler. Kapıyı açarken sessiz olmaya dikkat etti. Semih Bey kapı açılınca geri döndü. Eğer kavga edecek olurlarsa aralarında kalmak istediğini zannetmiyordu.

Feyyaz odaya girdiğinde kapıya yaslanmış bir şekilde uyurken buldu genç kadını. Başı yana düşmüştü. Ayağının altına yastık koymuştu bir de. Önce yatağı açtı sonra da kapıya yaslanmış kadını yerden kaldırdı. Başta uyanacak gibi olsa da geri uykusuna geri döndü. Kafası yastıkla buluşunca kıpırdandı. Gözlerini açmadı ama adam, uyandığını anladı. Ayağının altına yastığı yerleştirip giyinme odasına geçti. Üzerini değiştirip odaya döndü.

Yatağa uzandığında sırtından sarıldı. Berfu uyku numarasının sonuna gelmiş bulundu. “Sarılma.” Kollarını itti. “Abartma güzelim istersen gerekli olmasa yapmazlardı.” Hala gerekli diyordu. Gerekli olduğu için değil para içinde yapıyor olabilirlerdi.

“Bence değil.” Ayrıca ameliyat o kadar gerekliyse niye iki hafta önce söylememişlerdi. Ne tuhafsa bugün fark etmişlerdi ameliyatın gerekli olduğunu. “Nasıl değil ne zamana kadar yatacaksın?” Problem yatması mıydı? Ayrıca onlar demişti ayağa kalkma diye.

“Her ayağını kıran yatıyor mu?” Evin içinde ağır ağır kendi halinde hareket edebilirdi. “Halay da çekmiyor hani.” Aklına ilk halay gelmişti kesinlikle Berfu’nun sosyal medyasını izlemek ona çok da yaramıyordu anlaşılan. “Ben de halay çekmeyeceğim.”

“Uzatmasan mı?” Daha ne kadar uzatacaktı bu konuyu? Hiç ilerleme kat edemiyorlardı. İkna etmek için illa sağlık bakanın falan mı konuşması lazımdı. “Sonuna kadar götüreceğim.”

“Kaç ay daha bu şekilde yatacaksın. Sen yürüyemiyorsun diye evden çıkamıyoruz.” Sorun o muydu? Kendisi evde kal dememişti. Eğer kalmak istemiyorsa kalmayabilirdi. Evde yardımcıları vardı zaten yardıma ihtiyacı olursa o yardım ederdi. “Sanki öncesinde çok çıkıyordum şimdi çıkamıyorum ayrıca sana evde kal diyen mi var git ne işin varsa ben kalırım evde.”

Feyyaz zıddına gitmemeye çalışıyordu. “Zerda gidince sözde Marsala’ya gidecektik.” Araya Zerda’nın gelmesi girince gidememişlerdi. “Yoo ben öyle bir şey söylemedim.” Berfu bu konu gündeme geldiğinde sonra diye başından savmıştı gitmek istemediği için. İstese zaten planını iptal edebilirdi.

“Nasıl söylemedin ayrıca şu an gidemiyoruz zaten.” Feyyaz itiraz etmeye çalışsa da gereksiz bir çıkış olduğu kesindi. Şu an ayağı kırıktı ayrıca ameliyat olunca hiç gidemezlerdi. “İyi işte sen de işlerinle ilgilenebilirsin beni de rahat bırakabilirsin.”

“Berfu yeter artık bence.” Niye sürekli aynı mevzuya dönüyorlardı ki? Dikkatini dağıtmaya çalışsa da işe yaramıyordu. “Bence yeterli değil.”

“İstediğini söyle yarın sabah o hastaneye gidilecek.” Sesi emir verir gibi çıkmıştı. Bir şeylere zorlamak istemiyor olsa da kendisi tatlı canı yüzünden doğru kararlar alamıyordu. “Çok istiyorsan kendin git.”

“Ben son sözümü söyledim.” Berfu cevap vermezken onu saran kollardan kurtuldu ve gözlerini kapattı.

Ertesi sabah Berfu kalkmış ama bu sefer kendini kilitleyecek bir yer bulamamıştı. Kapının üzerine takılı tüm anahtarlar toplanmıştı. “Kahvaltıya inmeyecek misin?” yatağın üzerinde oturuyordu pijamalarıyla. “Hayır.”

“Saçmalama abarttın iyice.” Dün sabah yaptığı kahvaltıyla duruyordu hala bir şey yemek istemiyor muydu? “Abartmadım asıl sen abarttın istemiyorum dedikçe.”

“İyi aç aç girersin.” Berfu cevap vermedi. Hatta üstünü bile değiştirmeden arabaya binmişti daha doğrusu bindirilmişti. Hastaneye geldiklerinde yukarı çıktılar. Yatağa yattığında “Eğer işe yaramazsa bir ömür konuşmama seninle.”

“Tamam.” İşe yaramama ihtimali olsa kendisi de bu işe kalkışmazdı herhalde.

Ameliyattan sonra Berfu’yu odaya getirmişlerdi. Aradan saatler geçmesine rağmen kendine gelmediğini fark etti. Odaya geleli üç saat olmuştu ama hala uyanmamıştı. Çalan telefonla dikkati dağıldı. Telefonu açarken “Efendim Burak.”

“Ne yaptınız?” Bu aralar yaptığı tek şey hastaneye gelmekti zaten. İşlerle uğraşmıyorsa kesin hastanedeydi. “Hastanedeyiz Burak ne yapabiliriz?”

“Ne bileyim dün olmayacağım diye ayak diriyor dedin ya iptal oldu mu diye.” Berfu’nun kararlarıyla yola çıkarlarsa yolda kalırlardı. Kısa süreli şeyler için uzun sürelileri görmezden geliyordu. “Yok mecbur olacak bekledik yeterince.”

“İyi bari neyse oldu yani.” Ne dese de o masaya yatmıştı. Bir süre daha hayatı ona dar ederdi ama sonsuza kadar sürdüremezdi ne olsa. Ayrıca önlerinde hem doğum günü hem de sevgililer günü vardı o zaman aralarını düzeltirdi. “Oldu.”

“Kendine gelmedi mi daha?” Tekrar baktı. Saati mi yanlış hatırlıyorum diye düşünse de vazgeçti. Doğru hatırlıyordu ama niye bu saate kadar uyanmamıştı. “Yok.”

“Ne zaman çıktı?” Doktoru çağırsa mıydı? İyi demişlerdi ama belki de değildi bu kadar anestezinin etkinde kalması normal değildi. “Birkaç saat oluyor.”

“Niye daha uyanmadı?” Bunu o da bilmiyordu. Durumunu söylemişti ama belki de dikkate almamışlardı. Ayrıca öylece yatıyordu hiç uyanmamıştı. “Bilmiyorum.”

“Doktora sorsaydın.” Gereksiz sorulardan kurtulsaydı soracaktı ama Burak’ın illa lafın sonuna inme huyu izin vermiyordu. “Ben hiç bir şey bilmiyorum şu an için Burak çağırtırım şimdi.”

“Tamam sonra tekrar ararım.” Karşılık vermeden telefonu kapattı. Cidden ne zaman uyanacaktı? Kapıya çıkıp doktoru çağırmasını istedi.

Berfu o gün oldukça geç kendine gelmişti. Doktor bünyesinin anesteziyi kolay atlatmadığını söyleyerek beklemesini söylemişti. O gece kendine geldiğinde çok fazla sesi çıkmasa bile ağrı kesicilerin etkisi geçince tüm hastaneyi başına toplamıştı ayağım ağrıyor diye, kimseye pek huzur veresi yoktu. İlaç verseler bile bir işe yaramıyordu. Üç gün boyunca hastanede kalmışlardı ve Berfu resmi olarak savaş açmış gibiydi. Ne gece uyuyor ne de uyutuyordu. Hastaneden çıktıklarında başta hemşireler olmak üzere bir kutlama yapacaklarını düşünüyordu.

Eve geldiklerinde yukarı çıkacakken “Gerek yok ben aşağı da kalacağım.”

“Saçmalama istersen ne yapacaksın?” Ne işi vardı aşağıda? Öylece yatıyordu zaten. “Burada oturacağım sen de istediğin yere gidebilirsin.”

“Yine mi aynı mevzu?” Berfu için konu günlerdir aynıydı. Ayrıca onun yüzünden bu haldeydi. Ameliyattan önce ayağı bu kadar ağrımıyordu. “Niye farklı bir mevzu mu tercih ederdin?”

“Berfu delirtiyorsun beni!” İyi işte ikisi de delirirdi akıl hastanesine kapatırlardı. Aklı yerinde davrandığında ne oluyordu da. “Ne şimdi de başka bir tarafımı mı kestireceksin?”

“Niye hala aynı mevzudayız biz?” Feyyaz fazlasıyla ciddiydi. İnat konusunda kimse eline su dökemezdi kesinlikle. “Hiç ilerlemedik ki.” Berfu için konu sürekli değişiyor gibi gözükse de hep aynıydı. Onun ana konusu kocasıydı.

“İlerlesek olmaz mı?” Olmazdı. Olamazdı. Bu evlilik ona yük oluyorsa ona da olmalıydı. Tek başına bir şeylerin içine sıkışmaktan sıkılmıştı. “Olmaz sen git başkalarıyla yeni mevzular için konuş.”

“Evi sana dar edeceğim diyorsun yani.” Demiyordu ki birebir uyguluyordu zaten. Uygulamaya da devam edecekti. Ne zaman ona insan gibi davranmaya başlardı o zaman dururdu. “Yoo demiyorum istersen eve gelemeyebilirsin seversin zaten.” Ne de olsa iş bahanesinin ardına saklanıp gidip gelmediği oluyordu.

“O ne demek?” Gayet de anlamıştı. Ona söylemeden çıkıp bir de akşam gelmediğini hala hatırlıyordu. Ayrıca onun haricinde günlerce işim var deyip bir yerlere gidiyor dönmüyordu. Bunun da örnekleri vardı yani. “Ne anladın?”

“Hiçbir şey.” Gayet de anlamıştı yüz ifadesinden anladığı belli oluyordu ama işine gelmeyen şeyleri hatırlama alışkanlığı yoktu ne tuhafsa artık. “Emin misin?” Berfu’nun imalı sesine kulak tıkamak istese de kendini tutamayarak yüzünü buruşturdu. Bazen gerçekten yılan dilli oluyordu.

“Bulmaca gibi konuşma benimle.” Feyyaz, karısının ne zaman sıkışsa işi bahane etmesinden hoşlanmıyordu o da keyfinden uğraşmıyordu herhalde. Bir de üstüne bu aralar laf sokmaya başlamıştı bu konuda. “Niye, siz seversiniz.”

“Siz kim?” Berfu canı her sıkıldığında konuyu değiştirmeye çalışmasından ya da o çok uzatıyormuş gibi davranmasından sıkılmıştı. Ayrıca sürekli onu küçük olmakla suçlamıyor muydu. O küçükse adam da büyüktü. Ayrıca onun seçim şansı yoktu ama onun vardı küçük buluyorsa evlenmeyebilirdi. “Yaşlı insanlar.” Berfu’nun sesi hiç şaka yapıyor gibi çıkmamıştı aksine fazlasıyla ciddiydi. Feyyaz üzerine gelen şok dalgasıyla kısa bir an sarsıldı, onu yaşlı mı buluyordu? Ayrıca aralarındaki yaş farkı abartılacak kadar çok da değildi. Birçok insan normal buluyordu. Aralarındaki kuşak farkından bazı şeylerde farklı düşünüyorlardı ama o kadar.

“Cidden bir gün bana kafayı yedireceksin.” Bu pek ihtimaller dahilinde değil gibiydi. Feyyaz işine gelmeyen bir şey olduğunda ortamı terk ediyordu ama Berfu’nun bu konu da pek şansı yoktu. “Korkma sen yemezsin ama bana yedirirsin ya da tüm vücudumu parçalayıp tekrar birleştireceksin.” Bu konu düşündüğünden fazla uzayacaktı yani.

“Off Berfu cidden off.” Tüm konuşmayı kendine göre şekillendirme yeteneği vardı kesinlikle. Konu sapmaya başlayınca hemen istediği yere çekiyordu. “Asıl sana off.”

“Yukarı çıkartayım ben seni, sen uyu. Olur mu?” Konuyu değiştirme çabalarının görmezden gelinmesine rağmen tekrar denemiş oldu. “Ayağım ağrıyor benim.” Berfu kanepeye oturdu ayağını tutmaya başladı.

“Daha çıkmadan iğne yaptılar.” Hafif ağrı kesiciler de değil ağır olanlardan veriyorlardı ama Berfu tutturmuştu bir kere ağrıyor diye. “Ee yani ağrıyamaz mı?” sürekli yalan söylüyormuş muamelesi görüyordu. Gerçekten ağrımasa niye söylesin ki o kadar iğne ve ilaç onun vücuduna giriyordu.

“Sana göre ağrır.” Sırf gıcıklığına yapıyordu artık. Canlarını sıkmaya çalışıyordu ama olacak iş de değildi. “Git nereye gidiyorsan ben burada kalacağım.” Sırf işe gitmek için onu başından atmaya çalışıyordu.

“Ne yapacaksın burada?” Ne yapacaktı işte yatacaktı ya da uzanacaktı. Temizlik yapacak hali yoktu ya. “Yukarıda ne yapacaksam onu. En azından sesimi birisi duyar yukarıda kim duyacak.” Berfu kanepeye iyice oturdu ayağını da yerleştirdi.

“Ben.” Berfu'nun buruşan suratıyla günün diğer golünü yemiş oldu. Bu aralar ondan haz etmediğini çok net gösteriyordu. “Sen gideceksin.”

“Kim dedi?” Kendisi öyle bir şey dememişti ayrıca günlerdir de uykusuzdu bugün bir de trafiğe girip bir yerlere gitmek gibi bir niyeti yoktu. “Sen arabada konuşmadın mı?” niye her şeyi kendine göre yorumluyordu acaba. İmzalanacak birkaç evrak vardı sadece ve geleceğim dememişti bugün hallederim demişti.

“Bir yere gitmeyeceğim eve gelecek.” Berfu küçümseyici bir bakış attı. Sanki ikisi farklı şeylerdi. İşle ha evde uğraşmıştı ha nerede çalışıyorsa orada. O çalışma odasına bir giriyordu pir giriyordu saatlerce çıkmıyordu. “Yine işin başında olacaksın ben burada kalacağım.”

“Kal ne istiyorsan yap olur mu?” İzin verse tam olarak öyle yapacaktı. Ayağının altına bir kırlent yerleştirdi. Sonra da sırtına koydu. Kenardaki pikeyi de alıp üzerine örttü. Sonra da başında onu izleyen adam göz ucuyla bakarak “Bana bırakmıyorsun ki her şeyi sen biliyorsun çünkü.”

“Yine neye söyleniyorsun?” Şu an hayatının en büyük sorunu karşısında duruyordu neye söylenecekti ki başka. Hastanelerden çıkamadığı yetmiyor gibi şimdi de ameliyathanelerden çıkamayacaktı anlaşılan. “Sana.”

“Aferin sana bu ameliyat gündemimizden bir düşseydi.” İmkanı yok düşemezdi. Bu konu da bir ömür kapanmazdı onun için. Ayağındaki izi her gördüğünde aklına gelecek daha sonra da bunun kavgasını yapacaktı. “Benim düşmeyecek ayrıca daha bu ağrı geçmesin o zaman gör.” Feyyaz içinden şimdi de huzur vermiyorsun zaten diyecek olsa da vazgeçti.

“Korku filmi gibisin.” Kendine aynada bakmıyor muydu gece karanlıkta falan görsen aklını kaybedebilirdin. Ayrıca eve kanlı ve kirli kıyafetlerle geliyordu bir de tehditleri vardı adam resmen korku filmini kendi çekiyordu bir de ona mı diyordu korku filmi diye. “Sensin korku filmi.”

Berfu sözde taburcu olalı bir hafta olmuştu ama neredeyse hastaneden çıkmamış gibiydi. Ayağının ağrısı bir türlü geçmiyordu. İçtiği ilaçlar hiçbir işe yaramıyordu. Sanki midesine hiç ulaşmıyor gibiydi ama bir türlü kimseye anlatamıyordu bunu. İnadına yaptığını düşüyorlardı ama alakası bile yoktu. Ortada bir şey yokken gecenin bir yarısı uyanıp ayağım ağrıyor diye ağlayacak kadar kendini kaybetmemişti. Ağrı bir türlü geçiyordu bir de üstüne uykusuz kalıyordu.

Doktorlara göre iyileşiyordu ama nedense o hissedemiyordu çünkü daha üstüne basamıyordu hala. Kontrole gittiklerinde ise iyileşme sürecinin ağır ilerlediğini söylemişti doktor. Onu o da anlıyordu ağır iyileşecekse alçıda da iyileşirdi ne diye ameliyat olmuştu ki? İlaçlar bir fayda etmezken iyileşme süreci Berfu için fazlasıyla acılı geçiyordu. Feyyaz ameliyat meselesi için sinirli olduğundan yaptığını düşünüyordu. Çünkü doktorlar ilaçların işe yaramama ihtimalinin olmadığını söylüyorlardı. Gece yarısı hastaneye gidiyorlar sabah geliyorlardı. Doktorlar da şaşırmıştı çünkü deneyecek ilaç kalmamıştı.

Berfu gözünü araladığında karşısında elinde çiçekle bir Feyyaz görmeyi beklemiyordu. “Günaydın kar tanem.” Berfu suratını buruşturdu ona gün daha aymamıştı uyuyalı birkaç saat oluyordu daha. Cevap vermek yerine gözünü kapattı. Uyumaya devam etmek istiyordu şu an kocasının aşka gelmesini kaldıramazdı.

“Uyanmayı planlamıyor musun?” kesinlikle düşünmüyordu önümüzdeki birkaç saat boyunca. Hatta tüm gün boyunca bile uyuyabilirdi. Şu an ayağı ağrımıyordu ve ağrı geri gelene kadar da bu zamanı uyuyarak değerlendirecekti.

“Peki öyle olsun. Sonra doğum günüm diye söylenme ama.” Bugün doğum günü müydü? Günleri de karıştırmıştı. Ne zaman 12 Şubat olmuştu? Daha geçen hafta Roma’dan dönmüşler gibi hissediyordu. Ne güzel kutluyordu doğum gününü ama... Gece gittiği hastaneden sabah gün doğarken gelmişti.

Feyyaz uyanmayacağını fark edince elindeki çiçeği de yatağa bırakarak kalktı. Berfu birkaç saatlik uykuyla hareket edebilecek birisi değildi zaten. Uyanmasını beklemek saçmaydı. Hele de heyheyleri üstündeyken. Birkaç saat daha uyuduktan sonra uyandırsa iyi olacaktı. Zaten dikkatini çekememişti.

Berfu tekrar gözlerini araladığında içeriye dolan güneşle göz göze geldi. Hava bugün güneşliydi anlaşılan. Sırt üstü dönerken saate baktı. Öğleni geçmişti. Kafasını yatağın diğer tarafına çevirince bir büyük buket rengarenk laleleri gördü. Uykusu daha tam açılmamıştı ama güzel gözüküyordu. Sabah uyku sersemi çiçeği tam görmemişti. Laleler daha tazeydi. Biraz yakınlaşıp kokladı. Şu an ayağını oynatıp oturur pozisyona gelmek gibi bir niyeti yoktu. Şu an için hafif bir ağrı dışında pek bir şey yoktu ve delisini ortaya çıkartmak istemiyordu. Kokusunu içine çekti kabul ediyordu sabah sabah -yeni uyandığı için sabah sayılırdı onun için- içi açılmıştı.

Sonra üst üste duran kutulara baktı. Onun yanında durduğuna göre hepsi onundu. Doğum günü için miydi hepsi? Üstteki kutuyu açtı içinden zarif bir saat çıktı. Güzel gözüküyordu. Altta ki zarfı eline aldı içini açtığında suratını buruşturdu yazılar İtalyancaydı. Yavaşça okumaya başladı. Pek bir şey anlamamıştı. Sadece iki yerde isminin yazdığından emindi. Bir de sayılar vardı ama ne için yazıyordu pek emin değildi. Onu da bir kenara bıraktı. Diğer kutuyu açtı içinden bir anahtar çıktı. Nerenin anahtarıydı bu şimdi? Sonra altındaki kağıdı kaldırdı. Bunu anlamıştı işte. Tapuydu. Yazılar yine İtalyancaydı ama çevirmesi daha kolay olmuştu. Onun adına ev mi almıştı? Hem de doğum günü için? Kutunun altındaki not kağıdını aldı. “Marsala’daki evin tapusu, mehir için.” Yazıyordu. Yani doğum günü hediyesi değildi. Mehir meselesini hiç konuştuklarını hatırlamıyordu. Hoş düğün hakkında bile konuşmamışlardı adam akıllı. Hele de en son görüntüleri kaybettiğini söylediğinde iyice sinirlenmiş hiç konusunu açmamıştı. Geri kutunun içine koydu sonra da en altta kalan kutuyu açtı. İçinden hesap cüzdanı çıkmıştı eline aldı. İçinde adı yazıyordu hemen altında da yüklü bir miktarda bir sayı dizgesi vardı. Bol sıfırlıydı. Altında da bir kart vardı. Onunda üstünde adı yazıyordu. Hesaba bağlı olmalıydı. Zaten kartı yok muydu bu nereden çıkmıştı? Ayrıca nereye kaybolmuştu kocası? Saatler öncesinde odayı terk ettikten sonra geri gelmemişti. Bugün de mi gitmişti? Elindekileri bırakıp geri sırt üstü döndü.

Aradan biraz vakit geçmişti ki kapı açıldı içeriye Feyyaz girdi. Kafasını yatağa çevirdiğinde karısının uyandığını gördü. Uyanmakla kalmamış kutuları da açmıştı. “Gününüz aymış sonunda.”

“Evet.” Yatağa oturdu. Berfu’nun alnından öptü sonra aklına düğünde alnından değil de dudağından öpmeyi düşündüğü gelince dudakları kıvrıldı. Aklından tüm salonun ama öncelikle Karabeylerin kalbine indirmek vardı ama vazgeçmişti. Neden vazgeçtiğini hala arada sorgulamıyor değildi. Geriye çekilirken “Doğum günü kutlu olsun kar tanem.”

“Teşekkür ederim.” Son birkaç haftanın aksine sesi daha yumuşak çıkmıştı. Sürekli sinirli olduğundan normal ses tonunu da unutmuştu. “Beni beklememişsin bakıyorum da.” Hediyeleri işaret etmişti.

Berfu omuz silkti. Bir açıklaması yoktu. Merak etmiş ve uyku sersemi hepsinin kendinin olduğuna kanaat getirip açmıştı. Hoş hepsini anlamamıştı ama açmadan da anlayıp anlamayacağını bilemezdi. “Beğendin mi bari?” saati beğenmişti tam onun tarzıydı. Minimalist ve güzeldi. Diğerlerine gelecek olursa artık kendi de zengindi onu anlamıştı. “Evet.”

“Saati denedin mi?” başını sallarken Feyyaz saatin kapağı açık bir şekilde duran kutunun içinden saati aldı. Eflatunla lila arasında kalan hoş bir kordonu vardı. Taşlarının pahalı olduğu kesindi ama ne taşı olduğunu bilmiyordu. Kutunun altındaki belgede yazıyordu büyük ihtimalle ama şu an açıp bakmanın doğru olmadığını fark etti. Sanki fiyat biçecek gibiydi. Ayrıca pahalı olduğunu biliyordu zaten fazlasına gerek yoktu şimdilik.

“Güzelmiş teşekkür ederim.” Adam beğenmesine sevinmişti çünkü şu an için yardım alabileceği kimse olmadığı için kendisi seçmişti. Öncesinde Zerda’ya falan sorabilirdi ama şu an küslerdi ve çok da doğru bir seçenek sunabileceğini sanmıyordu. Ramiro’nun karısı da Berfu’yu pek tanımıyordu doğru bir seçenek sunmayacaktı yani iş ona kalmıştı. Yaklaşık üç saat elindeki katalogla bakıştıktan sonra seçmişti. “Beğenmene sevindim çünkü seçmesi kolay olmadı.”

Berfu böyle bir itirafı beklemiyordu çünkü sürekli ben mükemmelim diye gezen kocasının bir şeyde zorlandığını bilmek hele de ondan duymak iyi hissettirmişti. “Sen mi seçtin?” Aklına gelen fikirle ciddi bir yüz ifadesi takındı. “Evet.” Berfu yüzünü buruşturdu. “Ne oldu?”

“Hiç.” Ama yüzü hiç “hiç” gibi durmuyordu aksine sevmemiş gibiydi. “Ne hiç?”

“Yani ne bileyim senden daha iyi bir şey beklerdim.” Berfu şu an işin şakasındaydı saat oldukça güzeldi ve sevmişti ama kocasının yüzündeki bu ifadeyi görmek keyfini yerine getirmişti. “Gerçekten mi? Hani beğenmiştin?” Feyyaz az önce beğendim dediğini net bir şekilde hatırlıyordu.

“Yani çirkin değil ama daha iyisi olabilirdi pek benim tarzım değil.” İçinden kahkahalar atarken dışından atmamak kendini zor tutuyordu. “Senin tarzın değil mi?” Nasıl tarzı değildi evdeki kendi aldığı takıları buna benziyordu yoksa benzemiyor muydu? Takı uzmanı değildi ki uzaktan bakınca benziyor gibi gelmişti.

“Hmm evet ben mor renk pek sevmem.” Nasıl sevmiyordu? Renk ayırt etmiyorum dememiş miydi daha önce? “Hani her rengi seviyordun?”

“Yani severim de ilk önceliğin mor olmaz.” Nasıl mor olmazdı? Ne olurdu peki? Ayrıca moru sevdiğini düşünüyordu. “Ciddi misin?”

“Evet.” Yüzü de ciddi gibi duruyordu zaten. Yanlış bir tercih yapmayı başarmıştı yine anlaşılan. Bu ara neyi doğru yapıyordu merak ediyordu. Sırf bu yüzden iş konusunda bile kendinden şüphe etmeye başlamıştı. “Ama mor renk kıyafetlerin var.” Dolabına bakmıştı ayrıca moru gördüğünden emindi.

“Hepimizin öyle kıyafetleri yok mudur? Ayrıca nefret ediyorum demedim ki?” İçinden bir küfür savurdu giderek batıyordu galiba. Eğer heyheyleri üstünde olmasaydı soracaktı ama maalesef Berfu Hanım bu aralar ne dese onu terslediği için soramamıştı da. “Peki o zaman değiştirebilirim.” Pes etmişti çünkü bu sefer açıklaması yoktu.

“Gerek yok sen beğenmişsin.” Canı sıkılmıştı. Ne zaman bir şeyi biliyorum diye düşünse bilmediği başka bir şey ortaya çıkıyordu ve artık can sıkıcı olmaya başlamıştı bu. “Sen beğenmemişsin. Hangi rengi seviyorsun o zaman?” Berfu içinden gülerken sanki canı sıkılmış gibi davranarak “Kaç ay oldu hala öğrenemediysen ne deyim ki.” Sonra yerinde durdu dudaklarını birbirine bastırıp gülmesine mani olup devam etti. “Eflatun.”

Feyyaz gelen gafla birlikte karşısında duran kadına baktı. Bildiğini düşünmüştü ama yanılmıştı anlaşılan. Ayrıca bağış gecesi üzerindeki elbise de mor tonlarındaydı ve beğendiği için çıkartmak istemediğinde sevdiği bir renk olduğunu düşünmüştü. Belki de beyaz tercih etmeliydi. Saati çıkartmak için hareket ederken “Eflatun” diye tekrar etti. Bu sefer aklında tutmalıydı. Ayrıca eflatun hangi renk oluyordu derken...

Berfu hala fark etmediğini anlayınca gülmemek için kendini kasmaya başladı. Şu an dalgın gözüküyordu. Birkaç saniye sonra farkına vardı ve tekrar etti “Eflatun!” Berfu anladığını fark edince gülümsemesini durdurmadı. “Dalga mı geçiyordun?”

Berfu daha fazla kendini durduramayacağını anlayınca kahkahayı bastı. Gözünden yaş geliyordu. “Çok mu komik?” genç kadın kahkahalarının ardından başını salladı. Yüz ifadesi değerdi. Sonunda sakinleştiğinde ona hala sinirle bakan kocasını gördüğünde durmaya çalıştı. “Yani komik değil mi?” kesinlikle komikti. Günlerdir canı sıkkındı ve keyfi yerine gelmişti.

“Değil ben ne düşünüyorum sen beni dalga konusu yapıyorsun.” Yani kötü hissedemeyecek kadar eğlenmişti ayrıca hak etmişti bunu. İyi olmuştu her şeyi ben bilirim tavrının an be an yıkılışını izlemek şahane gelmişti. “Ya dalga değil de şaka diyelim.”

“Şaka mı diyelim?” Kesinlikle şaka gibi hissetmiyordu sürekli bir gafla onu gafil avlıyordu bugünde aynısını yapacağını düşünmemişti ayrıca bu hediyeyi seçmek hiç kolay olmamıştı. Saati İsviçre’de özel bir tasarımcıda yaptırmıştı ve bu saatten dünyada sayılı sayıda vardı. Katalog önüne geldiğinde uzun uzun bakmak zorunda kalmıştı ayrıca. Bir de el yapımı olduğu için zamanı da kısıtlıydı ki bugüne saatin yetişmesi gerekiyordu. Kaç kişiyi aradan çıkartması gerekmişti zamanında gelebilmesi için. Berfu Hanım ise işin sadece eğlence aşamasındaydı. “Ama yüz ifaden çok komikti.”

“Sana komik gelmiş.” Kesinlikle komikti. Uzun uzun düşünmesi ve yüzündeki ifadenin yavaş yavaş sönmesi fevkaladeydi. “Yok çok komikti sen de görsen gülerdin.”

“Çok komik.” Kesinlikle komikti yani. Ne yapabilirdi ki bu konuda? Ayrıca ona kızamazdı. “Yaa sen bana kızamazsın.”

“Niyeymiş?” Feyyaz kaşlarını kaldırmış Berfu’nun ona mantıklı gelen savunmasını duymak istiyordu. “Öncelikle bugün benim doğum günüm sonra...” Berfu durdu... Sonra? Sonrası yoktu anlaşılan.

“Sonra neymiş?” Feyyaz arkasından bir şey gelmeyeceğini anlayınca devam etmişti. “Sonra... yok bugün benim doğum günüm kızamazsın.”

“Yarın kızacağım o zaman.” Berfu hemen karşı çıktı. “Olmaz bu hafta benim doğum günüm.”

“Oo tüm hafta mı bekleyeceğiz kızmak için.” Berfu yüzüne sevimli bir gülümseme yerleştirdikten sonra deva etti. “Kızma o zaman.”

“Sen niye dalga geçiyorsun ciddi ciddi düşündürüyorsun beni.” Feyyaz kendi isyanında haklıydı. Öz güvenini resmen yerle bir etmişti birkaç saniyede. Neyse ki yanılmamıştı da kendini toparlayabilmişti. “Yüzüme baksan anlardın.” Gülmemek için kendini o kadar kasmıştı ki yüzündeki kaslar ağrımaya başlamıştı.

“Gayet ciddi bakıyordun.” Berfu yüzüne sinsi bir gülümseme yerleştirip devam etti. “Öyle mi demek ki kendimi geliştiriyorum.”

“Buna mı çalışıyorsun sen evde?” Yani özel olarak çalışmıyordu ama arada kullanması gerektiği için... “Belki.”

“Berfu ya cidden ama.” Berfu uzatmaktan vazgeçti. Düşünüp almıştı ondan beklemiyordu açıkçası. Ne de olsa özel olan hiç bir şeye değer veriyor gibi değildi. “Ne neyse teşekkür ederim güzelmiş gerçekten.”

“Şimdi en sevdiğin renk mor mu değil mi onu anlamadım.” Ona açıklık getirmesi lazımdı daha sonra başına bela almak istemiyordu. “Renk ayırt etmiyorum ve moru da seviyorum ama bu mor değil eflatun.”

“Eflatun mu?” Feyyaz yine eflatun lafını duymasıyla yüzünü buruşturmadan duramadı. Ne gıcık bir ismi vardı bu rengin. “Rengin adı eflatun.”

“Hepsi tek başlıkta toplanıyor mor.” Kadın inatla kabul etmesine uğraşacak değildi. Şu an için pek açıklayası yoktu. “Evet mor Feyyaz tamam sen haklısın.”

“Neyse. Diğerlerine baktın mı?” diğer kutulara el attı. En son incelediği içinden kart çıkan kutuyu eline aldı. “Bu ne?”

“Hesap cüzdanı.” Alaycı bir gülümsemeyle “Yapma ya belli olmuyor.” diyerek göz devirdi.

“Değil mi?” Berfu göz devirince üstelemeyerek devam etti. “Kullanmadığın altınların ve düğünde takılan paraları bir hesaba aktardık.” Altınlarını mı satmışlardı? Niye kimse ona sormamıştı böyle bir şeyi istiyor mu diye? “Yine ne oldu”

“Altınlarımı mı sattınız?” Yine ona sormadan bir şeyler yapmışlardı. “Sattık demedim hesaba aktardık dedim. Takı olanlar öyle duruyor evde illa takacağım diyorsan ama yakana altın mı takıp gezecektin.”

“Takı olanlar?” Şimdi bunun altı oldukça genişti. Adamlar artık çeyrekten bile farklı takılar yapıyordu yani. “İşte takı olanlar kemerler bilezikler, bu adını bilmediğim büyük zincirler falan.” Feyyaz altın konusundaki bilgisi göz yaşartıcıydı.

“Onlar durmasına rağmen diğerleri bu kadar para mı etti?” Şaşırmıştı. Bu kadarı beklemiyordu. Bir de kemerler falan devreye girseydi ne kadar olurdu emin değildi. “Senin piyasadan bihaber olduğun fazla belli o yüzden tamam de geç.”

“Tamam.” Yani bu tarz şeyler pek ilgilenmediği doğruydu İtalya’ya geldiklerinden beri de iyice bilgisi ortadan kaybolmuştu. “İstanbul’a geçince varsa kullanmadıkların bunun üstüne ekleyebilirsin.”

“Tamam.” Yani hepsini takmıyordu ve geri kalanı da buraya geçirebilirdi. “Kullan diye değil ama.” Feyyaz bu uyarıyı eklemeyi es geçmedi karısına pek belli olmazdı yarın kartta ki bütün paraları harcamış da olabilirdi.

“Ne diye peki?” Mantıklı bir soruydu. Kullanmayacaksa ne yapacaktı? “Köşe de dursun diye.” Berfu boş gözlerle bakmayı sürdürdü.

“Anlamadım.” Gerçekten anlamamıştı. Bazen tuhaf davranıyordu da bugün de ayrı bir tuhaf davranıyordu kocası. “Dursun diye yani bu kartın kullanımı açık değil şubeden ya da uygulamadan kullanabilirsin.”

“Niye?” Yani o kadar olmuşken kartı kullanıma da açabilirdi. “Elinde kartın yok mu zaten? Başkasına gerek yok.” Bu da onun değil miydi işte.

“Bu ne o zaman?” Feyyaz kendini yine sorguda gibi hissediyordu. Berfu’yla anlaşmak dilini bilmediği bir adamla anlaşmaktan zor oluyordu bu tarz durumlarda. “Bu senin adına diğerleri Hancı Grup’a bağlı.” Ee? Ne anlaması gerekiyordu. Gerçekten bazen bilmeceden hallice oluyordu.

“Peki.” Ne karşısındaki adamın açıklayası vardı ne de Berfu’nun bu açıklamayı dinleyesi o yüzden geçti. “Bu kadar mı?” Feyyaz arkasından soru gelmeyince rahatlamış hissetti hem de bir şüpheyle yaklaştı.

“Ne deyim ki teşekkür ederim.” Ne demesi lazımdı ki? Ona sormadan yapmıştı işte. Kötü bir şey değildi ayrıca niye kullanmaması gerektiğinden pek emin değildi ama yine de sesini çıkartmadı. “Bu hediye değildi kullanmadığın şeyler yer tutmasın diye yaptım.” Altınlar ne kadar yer tutuyordu ayrıca bu işe girmişti emin değildi ama sesini de çıkartmadı. “Teşekkür ederim.”

Diğer kutuyu açtı bu adının yazdığı ama içeriğinin ne olduğunu anlamadığı kağıttı. “Bu diğer hediyen.” Bu hediyeydi yani. Berfu gözlerini açmış kocasına bakıyordu. “Anlamadın değil mi?” Berfu kafasını iki yana salladı. Kesinlikle anlamamıştı.

“... Şirketin %5’lik hissesi.” Parasal bir problem mi yaşıyorlardı nereden çıkmıştı bunlar? Ya da tam tersi para çok mu gelmeye başlamıştı? “Nereden çıktı?”

“Hediye mi?”

“Hayır hediye değil de saat yeterliydi buna hiç gerek yoktu.”

“Daha önce de söyledim her şeyi gerek olduğu için yapmayız.” Kocasının en mantıklı savunması buydu ne zaman diyecek bir şey bulamasa buna sığınıyordu. Sokrates bile görse önünde eğilirdi öyle bir savunmaydı. Verecek cevabın olmuyordu. “Farkındayım ama ben ile ticaretle ya da artık ne işle uğraşıyorlarsa ben o işten anlamam ki?”

“Sen anla diye değil zaten o işlere Fatih bakar.” Fatih bakacaksa niye onun adınaydı ki o zaman? “Ne diye o zaman?”

“Senin adına olsun diye zaten alacaktık senin adına olmuş olsun dedim kötü mü olmuş?” Berfu kötü olmuş diye düşünmemişti ama gerek de olduğunu düşünmemişti. Sanki gerekenden fazla para harcamıştı doğum günü için. Saat, hisse, tapu... Neden diye düşünmüyor değildi insan. Tamam birkaç hafta önce para meselesi yüzünden kavga etmiş olabilirlerdi ama bunların hepsini onu telafi etmeye çalışırken kullanmayı planlamıyordu herhalde. “Yok kötü olmamış da yani senin adına da olabilirdi.” Yani iş meselelerine çok karışmasa bile bildiği tek şey genel olarak her şeyin kocasının üzerine olduğunu biliyordu.

“Senin adına olduğunda da bir şey değişmiyor merak etme.” Yani pek merak ettiği bir şey değildi ne de olsa aynı soyadı taşıyorlardı ayrıca gelen para aynı yere gittikten sonra bir değişiklik olmamış oluyordu. “Teşekkür ederim gerçekten.”

“Önemli değil hayatım. Bundan sonraki gelirleri de kendi hesabına aktarılacak.”

“Ama ben kullanamayacağım ama anlaşılan.”

“Yani illa kullanmak istiyorum diyorsan sen bilirsin ama kullanmayabilirsin.”

“Peki.” Eline tapuyu aldı. “Bunu anladın mı bari.”

“Evet tapu.” Berfu’nun yüzünde gururlu bir gülümseme vardı. Kolaylıkla anlamak güzel bir duyguydu. “İyi bari. Marsala’ya gidip göremedik ama artık senin.”

“Teşekkür ederim ama Mehir’in acelesi neydi?” Feyyaz kaşlarını kaldırarak karısına baktı mehir için olduğunu söylememişti. Nereden öğrenmişti? “Mehir olduğunu nereden biliyorsun?” içindeki küçük kağıdı alarak gösterdi.

“Fatih’in beceriksizliği tuttu yani.” Bir işi de tam halletse olmuyordu yani. Ne gerek vardı ki içine yazıp koymaya. “Fatih abi ne alaka?”

“Tapuyu o halletmişti de içine yazıp koymasına gerek de yoktu.” Berfu, Fatih’in İstanbul’dan Marsala’daki evin tapusunu nasıl kendi üzerine çevirdiği çok da merak etmiyordu çünkü arkasından anlamayacağı bir şey çıkacaktı. O yüzden sorgulamadı. “Olsun ben daha kolay anlamış oldum.”

“Neyse artık ayağın iyileşince gidip görürüz olur mu?” Berfu suratını astı. Ağrı yavaş yavaş başlıyordu tekrardan. Biraz soluk aldırmaya hiç niyeti yoktu. “Hiç iyileşesi yok.”

“Var daha 10 gün yeni olacak.” Yani böyle deyince de aradan çok fazla vakit geçmemiş gibi geliyordu ama Berfu’ya göre haftalar geçmiş gibiydi. “Peki hediye meselesi bittiğine göre karnını doyuralım acıkmadın mı?”

“Acıktım.” Saat ikiye geliyordu ve o en son akşam dokuzda yemişti. “Aşağıda yapar mısın, hava güzel.” Pencereye doğru havada tek bir bulut bile gözükmüyordu. “Olur.”

“Ben kıyafet getireyim üstünü değiştirelim sonra da bahçeye ineriz.” Berfu kafasıyla onaylarken Feyyaz yataktan kalkıp giyinme odasına girdi. Üzerini değiştirip aşağı indiler. Kahvaltıyı yaparken yılbaşından beri yani bir buçuk aydır evin içince hakim olan gerilimin büyük oranda ortadan kaybolduğu belliydi.

Berfu az önce yukarı da olan renk muhabbetini devam ettiriyordu. “Şimdi bir şey soracağım.” Kolay kolay kapatmayı pek de planlamıyordu. Az gülmemişti ne de olsa. “Sor.”

“Neden eflatun senin deyiminle mor?” Feyyaz bunun geldiğini pek görememişti. Kafasını yana çevirerek “Hala mı aynı mevzu?”

“Merak ettim.” Bence çok mantıklı bir şeyi merak ediyordu ona kalacak olsa dolapta onlarca kıyafet vardı ve içinde çok farklı renkler de vardı. Eğer ona soracak olsalar kocasının kesin yeşil ya da beyaz tercih edeceğini düşünmüştü. “Bağış gecesinde o tonlarda elbise giymiştin sonra da çıkartmamak için beni deli etmiştin.”

“Ama sarhoştum yanlış tercih de olabilirdi.” Berfu verdiği tepkiye güldü. Hala o geceyi hatırlamıyordu ama kocası her hatırladığında bin pişman olmuş gibi konuşuyordu. “Olabilir emin değildim zaten.”

“Nasıl emin değildin rastgele mi seçtin?” Yani biraz öyle sayılabilirdi. Yalan değildi. Ağzından hiç şu rengi seviyorum siye duymamıştı ki o da elindeki en iyi seçeneği değerlendirmişti. “O kadar da değil.”

“Ya ne?” Feyyaz yerinde kıpırdandı bunun sonu kavgayla bitmese bari diye düşünürken cevap verdi. Ne de olsa bu aralar karısının tüm kavgacılığı üstündeydi. “Sevdiğini biliyordum ama.”

“Ama ne?” Niye altını deşiyordu ki? İşte seviyordu illa uğraştıracaktı onu yoksa içi rahat etmezdi. “Ama...”

“Emin değildin değil mi?” Berfu gözlerini kısmış kaşlarını kaldırmış ona bakıyordu. Nereden çıkmıştı ki bu renk mevzusu? “Yani.”

“Aşk olsun.” Berfu aldığı cevapla önünde döndü. Kollarını önünde bağladı. “Aşk olsun güzelim de abartmasak mı doğru tercih etmişim işte.” Önemli olan aşamalar ve süreç değildi ki sonuç olarak olmuştu işte.

“Ama şans eseri ayrıca ne renk alsan ayırt etmeyecektim sen de şanslı olacaktın.” Yani o yanı da vardı ama bu onun suçu sayılmazdı ki.

“Öyle mi hanımefendi ben şanslıymışım meğer sen biliyor musun ne sevdiğimi?” Konuyu çevirmek için kullanmaya karar verdi. Küçük cadı uyandığından beri ben ne seviyorum diye onu darlıyordu aynısı başına gelince cevap verebilecek miydi. “Evet.” Feyyaz kaşlarını havaya kaldırarak yapma der gibi baktı.

“Neymiş?” Berfu'nun iki tahmini vardı. Birisi zümrüt yeşili diğeri ise açık kahverengiydi. İlk başlarda siyah zannetse de sonra siyahı mecburi kullandığını fark etmişti. “Zümrüt yeşili ve açık kahverengi.” Bir an zümrüt yeşili ve dolar yeşili diyecekti ama vazgeçmişti. Yalan değildi kocası parayı da seviyordu.

“Zümrüt yeşili ve açık kahverengi yani benim sevdiğim renkler öyle mi?” Feyyaz bilmesine biraz şaşırmıştı pek beklediği söylenemezdi. Kesinlikle siyah ya da gri gibi bir şey bekliyordu. “Evet.” Zümrüt yeşili yorumdu ama açık kahverenginden emindi çünkü ne zaman takım değil de günlük giyinse o tonlarda giyiniyordu dolabında da bu tonlar ağırlıktaydı.

“Çok eminsiniz kendinizden.” Berfu’nun emin sesinden belliydi. Şüpheye düşmemişti. “Yalan mı?” Yalan değildi. Zümrüt yeşili geçen seneye kadar pek ilgi alanına girmiyordu ama genç kadının üzerinde gördüğünden beri favori rengiydi. Açık kahverengiyi de severdi çok farkında olmadan dolabındaki eşyaları arasında her şeyin bir açık kahvesi vardı. Onun üzerine bir de kahverengi arabası vardı hatta özel kullandığı arabaların içi de açık kahveydi. Cevabı bariz bir soruydu ama yine de dikkat etmişti. “Değil.”

“Ben kazanmış oluyorum o zaman.” Berfu’nun bir yarış kazanmış edasıyla kurulmasına baktı. Bilemese şu an daha çok sevinecek gibiydi. “Neyi? Ayrıca yarış mı yapıyoruz.”

“Evet. Sen rastgele bir tahminle bulmuşsun ben biliyordum.” Yani illa bunu başına kakmadan durmayacaktı. “Aferin o zaman.”

“Tabi aferin bana sana aşk olsun.” Kendi zaferini kutlarken onu da es geçmiyordu asla. Cidden her attığı adıma dikkat etmesi gerektiğini bir daha hatırlatıyor gibiydi. “Tamam haklısın ama sen de özel olarak renk sevmiyormuşsun suç benim mi şimdi?” Eğer favorisi olsa o da bilebilirdi ama yoktu.

“Bunu bilmen lazımdı o zaman.” Bu kızın bir konuyu kısa tutup kapatma huyu neden yoktu? Neden illaki uzayacaktı ki? “Tamam artık biliyorum unutmam ayrıca çiçekte tutturmuşum o renkliydi.” O da biraz şans eseri olmuştu. Doğum günü deyince satıcı lalerinin güzel olduğunu ve renkli bir buket yapmayı teklif ettiği için kabul etmişti.

“Tamam kabul.” Feyyaz içinden hadi bakalım yine kapandı bir daha ne zaman açılacak derken iki gün sonra da Sevgililer Günü olduğunu hatırladı. “Sevgililer Günü’nde dikkat ederim oldu mu?”

“İki gün var ona unutmazsın ki?” Tabi canım kapandığını düşünmek onun hatasıydı. “Niye unutayım ki?”

“Çok yakın çünkü.” Feyyaz kısa bir an durdu. Sonra çözüm yollu ilerleyerek “Tamam o zaman evlilik yıldönümünde.” dedi.

“Tamam o olur.” Berfu bir an düşündü şimdi Sevgililer Günü’nü de kutlamaları gerekiyordu yani. Ama o hediye almamıştı. Ayrıca anca bugün olduğu gibi yatakta kutlayacaklardı ama o kadardı. Yine de hediye alması gerekiyordu galiba. Ama nasıl alacaktı? Bırak evden çıkmayı kendi başına banyoya gitmekte bile zorlanıyordu. Bu konuda düşünmesi lazımdı.

Kahvaltıdan sonra kahve içmiş sonra da odaya çıkmışlardı. Feyyaz banyo yapmasına yardım etmiş ve sonra da evden çıkmıştı işim var diye. Bu sürede Semih Bey’i çağırmıştı yanına. Ne alacağından emin değildi. Her şeyi olan bir adama ne alınırdı ki? Daha önce de hediye aldığı iki erkek vardı biri abisi diğeri de babasıydı. Babasına abisiyle birlikte aldığı için zor olmuyordu. Abisine de sevdiği parfümü alırdı mesele kapanırdı ama kocası için aynısı geçerli değildi çünkü bir değil birden çok parfümü vardı bunun yanında biri bitmeden yedeği geliyordu. Semih Bey’e sorduğunda kol düğmesi, saat ya da yaka iğnesi fikirlerini vermişti mantıklıydı çünkü üçünü de sıklıkla kullanıyordu ama nasıl alacaktı? Semih Bey’in buna da bir önerisi vardı: katalogdan bakmak. Ürün tanıtımı için eve gelen katalogların haricinde birkaç markadan katalog isteyebiliriz demişti ama şu an Sevgililer Günü için fazla yoğun oldukları için göndermeleri vakit alacaktı ama tabi onlar aldırırsa problem olmazdı. Önce eve gelen katalogları istedi sonra da internetten bakıp birkaç büyük markadan katalog getirmesi için adam gönderdi. O gidemiyorsa onlar gelebilirdi.

 

Loading...
0%