Yeni Üyelik
16.
Bölüm

YENİ ORTAMLAR YENİ BAŞLANGIÇLAR

@ahsenkubos

Zerda hayatımda tanıdığım en ilginç insandı. Alışveriş dediği şeyin arka tarafta oturup mankenlerin üzerlerinde kıyafetle dolaşmasıydı. Birkaç farklı kıyafeti beğenmiş onları hazırlatıp eve göndermişti. Tabi bu anlattığım kadar kolay olmadı. Çünkü çıktığımız da içeride 2 saatten fazla kaldığımızı fark ettim. Sonra farklı bir kafeye gittik. Deniz kenarındaydı en azından günler sonra da olsa denizi yakından görebilmiştim. Sonra Zerda bir arkadaşının butiğine götürdü oradan da bir şeyler aldı. Bu arada beni bir şeyler almam için zorlasa da hiç alışveriş havamda değildim sadece birkaç yer görmek adına çıkmıştım. İşe de yaramıştı Zerda asla durmadan farklı yerlere gitmeyi teklif etmişti. Yorulmakta bilmemişti. En azından evde tıkılı kalmadan geze ve görebileceğim birkaç yer görmüştüm. Tabi arkamızda devamlı dolanan iki korumayı saymazsak. Adamlar bizimle her yere yürüyorlardı. Zerda alıştığı için tuhaf gelmiyordu ama benim için fazlasıyla rahatsız bir durumdu.

Eve geldiğimde hava çoktan kararmıştı. Zerda ile gezmek biraz fazla uzun süren bir eylemdi. Çünkü kadın yorulmayı bilmiyordu. Yukarı çıkıp kendimi yatağa bıraktım çok yorulmuştum zaten tam iyileşmemiştim bu kadar yürümekte üzerine ağrılarımı tetiklemişti. Banyo yapmak istiyordum ama hiç halim yoktu. Kötü durumda olduğumu da biliyordum. Tüm gün terlemiş, farklı kokular birbirine girmişti. Özellikle sigara kokusu fazlasıyla rahatsız ediciydi. Başta küvete girmek istesem de sonra uzun uzun banyo yapmak istemiyordum. Hızla bir duşa girdim. Elime geçen ilk şortlu takımı giyip yatağa uzandım. Yemek yiyesim yoktu sadece uyumak istiyordum sonra yemek istersem kalkardım.

Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama odanın kapısı açıldı kapandı. Hiç hareket etmeden yatmaya devam ettim. Sabaha kadar da uyumuşum zaten o yatışla. Sabah uyandığımda saat sekizdi. Yataktan kalkıp aşağı indim. Sonra içeriden sesler geldiğini fark ettiğim için yukarı çıkıp üzerimi değiştirip tekrar indim. Semih Bey kahvaltıyı yeni hazırlıyordu. Biraz erkendi ama ilaç içsem de hiç fena olmayacaktı. Bacaklarımın ağrısı geçmemişti. Sandalyeme otururken Semih Bey bitki çayından gına geldiğini fark etmiş olacak ki siyah çay getirmişti. Biraz atıştırıp ağrı kesici içtim. Dün aldığım kitabı elime alarak okumaya başladım. Başta sarmasa da ilerleyen sayfalarda dikkatimi çekmeyi başarmıştı. Saat on bire gelirken Feyyaz indi. Önce bana baktı “Günaydın.” Kitabı kaldırırken “günaydın” dedim. Önce masaya baktı boş olduğunu görünce bir şey dememişti ama dikkatini çektiği kesindi. “Erkencisin.”

“Erken uyuduğum için erken uyandım.”

“Fark ettim onu.”

“Kahvaltı bahçede.” Bende acıkmıştım tekrar yiyebilirdim. Ayaklanıp bahçeye çıktım. Sandalyeye otururken bir şey demedi. Semih Bey çayları doldurduktan sonra içeri girmişti.

Feyyaz içindeki merakı susturamamıştı anlaşılan ki “Dün ne yaptınız?” diye sordu. Adım kadar emindim ne yaptığımı bildiğinden. Arkamızdaki o iki adam öylesine dolanmamıştı herhalde. Yine de üstelemedim. “Birkaç mağazaya girdik arada da kafede oturduk.” Dünün özeti öyleydi aslında. “Sen pek bir şey almamışsın anlaşılan.” Adamın bana alışveriş yaptırma çabasını da takdir etmek istiyorum ne zaman dışarı çıksam alışveriş yapmamışsın diyordu. Bir sonrakine sırf bundan kaçınmak için bile alacaktım.

“İstediğim bir şey yoktu.” İçime sinen bir şeyler olsaydı alırdım ama yoktu. Ben konuşmaya pek hevesli değildim sürekli benim anlatıyor oluşum artık sorguda gibi hissettiriyordu. Tek tek soruyor bende uslu bir mahkûm gibi hepsine cevap veriyordum. Oysa o hiçbir şey anlatmıyordu. Ben kimin aradığını bile söylerken o bir yere gideceği zaman sebep ve gün belirtmeden gidip geliyordu. Uslu mahkumluk sıkıcı bir hal alıyordu bir gün patlayacaktım, bunun pek de uzak bir zaman diliminde olacağını zannetmiyordum.

Feyyaz konuşma şevkini kaybetmeden devam etti. “İtalyanca için bir hoca ayarladı Yasemin. Bugün seni arar günü kararlaştırırsınız.” Evet büyük mesele olan İtalyanca. Millet ilk önce İngilizce öğrenir ben direkt İtalyancadan başlıyordum. Bu kadar kısa sürede nasıl öğrenecektim de konuşmaya başlayacaktım. Pasaport, vize, hoca ne varsa zaten Yasemin hallediyordu. Yasemin herhalde ahtapot gibi her yere yetiyordu. Cevap vermek yerine olur anlamında başımı sallayıp geçtim. Nasıl olsa verdiğim cevabın bir önemi yoktu. Ben öğrenmek istemiyorum desem ne değişecekti ki? Hepsi bir ağızdan beni ikna etmeye çalışacaktı. Duyan olmadıktan sonra konuşmanın da anlamı yoktu.

Kahvaltıyı bitirince salona geri döndüm, kitaba devam ettim. O da yukarı çıktı. İndiğinde önce yanıma geldi. Elindeki kartı sehpanın üzerine bıraktı. Siyah kartın üzerinde adım yazıyordu. Dün Zerda’da gördüğüm karttandı. Kart başvurusu ne zaman yapılmış ne zaman çıkmıştı acaba? Saçımı bir öpücük bırakırken “Bunu kullanmaya başlayabilirsin.” dedi. Zaten bu gidişle tek yakın arkadaşım o olacaktı. Ben tamam derken o da salondan çıktı.

Bir süre kartla bakıştım. Hancı olmanın verdiği tek ayrıcalık buydu galiba. Para. En azından benim için. Bu evlilik bana siyah bir karttan başka bir şey kazandırmamıştı. Ne bir koca ne de bir aile. Elimde saray gibi koca bir ev ve üzerinde adımın yazdığı bir kart. Bazı insanlar için büyük bir şeydi bu saydıklarım. Özellikle tüm hayatı boyunca bunu elde etmek isteyen bir insan için. Benim içinse hiçbir anlamı yoktu. Baba evinde de bunlara sahiptim ben. Üzerimde adımın yazdığı bir kart ve kocaman bir konak. En azından o konağın içi doluydu. O kartı harcayabileceğim insanlar vardı. Kitaba geri döndüm. Bir ara okurken uyuyakalmışım. Yine akşam olmuştu. Akşam üzeri Yasemin aramış gün mevzusunu sormuştu. Sorun buydu zaten her günüm boştu. Hafta da üç gün ikişer saat olacaktı. Hocaya göre ayarlanmışlardı. Tek isteğim öğleden sonra olmasıydı. Hoca günleri ayarlayıp geri dönüş yapmıştı. Yarın başlıyordu. Kitabı falan o halledecekti. Oysa elimde ne kâğıt ne de kalem vardı. İki yıl olmuştu bırakalı.

Dersler başlayalı bir haftayı geçmişti ama ben çoktan pes etmek üzereydim. Nazan hoca iyi bir öğretmendi ama benim eğitim aşkım ölmüştü galiba. Çünkü her biri ayrı bir yük gibi geliyordu. Ödevler, alıştırmalar, notlar derken kendimi birden tekrar lisede bulmuştum bildiğimiz. Uykusuzluk ise bunu kesinlikle kolaylaştırmıyordu. Feyyaz, sözde Rusya’ya gideli 3 gün olmuştu ve ben evde tek başıma uyuyamıyordum. Sabaha kadar televizyon karşısında oturuyordum ya gün doğarken biraz içim geçiyordu ya da gündüz uyuyordum. Şu anda ise bir saatlik uykuyla Zerda’nın arkadaşlarıyla tanışmaya gidiyordum. Nasıl insanlar olduğunu az ya da çok tahmin edebiliyordum ve kesinlikle anlaşamayacağımızı da biliyordum ama kendimi eve kapatmak da çözüm değildi en azından farklı insanlar tanıyabilirdim.

Aynada kendime baktım biraz fazla uğraşmıştım kendim için. Zerda ne kadar beni merak ettiklerini söylese de onlar Feyyaz Hancı’nın eşini merak ediyorlardı. Bende görevimi yeterine getirirken başarılı olmak istiyordum. Vuracakları bir sürü konu bulabilirlerdi ama en azından dış görünüşüm buna dahil olmamasını sağlayabilirdim. Dünden beri ne giyebileceğimi düşünmüştüm. Dolabı tüm taramama rağmen bulamayınca daha uzun yoldan gittim. Beğendiğim kıyafetlerin markalarına bakıp hangi kreasyondan olduğunu bulmuş nasıl kombinlediklerini araştırmıştım ve evet çok uzun sürmüştü ama değmişti çünkü çok abartılı olmayan klasik ve daha rahat edebileceğim bir kombin oluşturmayı başarmıştım. Siyah diz kapağımın hemen üzerinde biten düz ve vücuda yapışan bir elbise altına yine siyah çok da topuklu olmayan sade bir ayakkabı takı olarak da inci setin küpelerini takmıştım. Saçlarımı yola sokmak için uzun bir süre harcasam da sonunda maşa yapmayı başarmış ve daha doğal durması için taramıştım sanki doğal hali dalgalı gibi gözüküyordu. Aynadaki görüntümü beğenmiştim aslında hem bana uygun hem de modern. Makyaj konusunda hala gelişme aşamasındaydım ama yine de videolarla da olsa yapabilmiştim. Bu yılın klasik makyajını yapmıştım çok koyu olmayan bir göz makyajı doğal duracak allık ve kiremit renginde bir ruj. Aşağı indiğimde bir süre Zerda’nın gelmesini beklemiştim.

Kilo vermeye devam ediyordum galiba çünkü parmağımdaki yüzük büyük gelmeye başlamıştı. Oysa daha İstanbul’a gelmeden daralttırmıştım. Dolaptaki bir çok kıyafetin eski bedenime göre daha dar olduğunu ve şu anda içlerine daha rahat girebildiğimi düşünürsek fark eden bir kilo kaybı vardı ama ben her gün aynaya baktığım için belki fark etmemiştim ya da dikkatimi çok çekmemişti. Yani arada Feyyaz söylüyordu ama pek kaale almamıştım. Galiba almalıydım çünkü kesinlikle kontrolsüz veriyordum vermeye çalışmadan veriyor olmam da daha ilginçti. Ne spor yapıyordum ve ne de hareket halinde olmam gereken şeyler... Tek yaptığım yiyip içip yatmaktı. İnsanda kilo veriyorum diye üzülür müydü ama işte derdin yoksa onu dert ediyordun.

Ben gereksiz dertlerimle uğraşırken Zerda geldi. Onun arabasında gittik. Arabayı o kullanıyordu arkamızda koruma arabası vardı. Yani ehliyetinin olmaması saçmalık olurdu herhalde. Zerda başına buyruk bir kadındı. Kolay kolay söz geçirilmiyordu. Daha tanımaya başlayalı uzun süre olmamasına rağmen ben bile çözmüşsem tam tanıyanlar neler biliyordu Allah bilir.

Deniz kenarında lüks bir restoran kafeye geldik. Çok kalabalık değildi içerisi. 4 kızın oturduğu masaya doğru ilerlerken kızlardan bir tanesi bizi fark edip diğerlerine söyledi. Dördü de birden bize bakmaya başlayan tuhaf hissetmedim desem yalan olur. Masaya geldiğimizde onlar ayaklandılar. Zerda onlara sarıldıktan sonra tanıştırmaya başladı. Uzun kahverengi saçları olan Yağmur, kısa sarı saçları olan Tuğçe, röfleli saçlı olan Aslı ve açık turuncuyu andıran saçlı olan ise Ceylin. Hepsini saçlarıyla aklımda tutmam saçmaydı galiba ama başka türlüsü de aklıma gelmedi. Masaya oturmadan daha süzmeye başlamışlardı.

Sipariş verilene kadar kimse çok fazla konuşmadı tabi bu arada Tuğçe sanki hayatımda ilk defa menü görüyormuşum gibi buranın bunu çok güzel şunu çok güzel demeye başlamıştı. Benim bugün biraz fazla enerjiye ihtiyacım vardı. Koyu bir kahve ve tatlı söyledim. Filtre kahve ve medovik ama gidişata bakılırsa bunlar beni kesmeyecek gibiydi. Zaten uykusuzdum bir de beni göz hapsine almış dört kadın karşıma oturmuş beni izleyip her an yorum yapmaya meyillilerdi.

Başta herkes sakin sakin konuşmaya başladı. Tabi bununla kalmadılar işler ee Berfu sen olayına döndü. “Sen ne yapıyorsun Berfucuğum?” Boş işler müdürlüğü. Ayrıca ne ara Berfucuğu olmuştum acaba? “Yani bu aralar özel olarak uğraştığım bir şey yok.” Yalan değildi evde tek başıma oturmaktan başka bir şey yapmamıştım şimdiye kadar.

“Kadınların yaşı sorulmaz ama kendi aramızdayız kaç yaşındasın?” Zerda yaşımı söylememiş miydi yoksa gıcıklığına mı soruyorlardı anlamadım. Ayrıca bu sahte samimi konuşması sadece beni mi etkiliyordu benden başka kimse umursamıyor muydu yoksa umurlarında mı değildi emin değilim. “20 oldum şubatta”

“Daha çok küçükmüşsün. Ben 20 yaşında evlenemezdim ya.” Sana da evlen diyen de yok zaten istersen hiç evlenme bana ne. Aslı bana gıcık olmuştu galiba. Yoksa bu tavırlarının başka bir açıklaması olamazdı. “Ama sizin oralarda erken evlenmek normal değil mi?” Zerda kendini müdahale etmek zorunda gibi hissetse de artık ben çoktan konuşmaya başlamıştım.

“Bizim oralarda?” bizim oralardan kastı neydi? İlla Doğu’da mı erken evlilik yapıyordun sanki Türkiye’nin geri kalanında herkes 30 yaşında evleniyordu ama sadece Doğu’da erken evleniyordun. “Doğu da yani.”

“Erken evlenmek bölgeye değil tercihe bağlı değil mi? Kimse zorla evlendirmiyor ne de olsa.” Yok bu kız kesin aranıyordu ve benim uzun süredir biriktirdiğim bir sinirim vardı İnşallah bugün bunlara patlamazdım. “Yani öyle diyorlar ama televizyonda da görüyoruz zorla evlendirme ve kuma olayını.” Şaka gibiydi. Galiba izlediği dizilerden başka bir şey bilmiyordu.

“Dizilerden bahsediyorsun herhalde ama onlar hayal ürünü oluyorlar.” Benim tepkime Yağmur gülmüştü ama Aslı bozulmuştu. Gerçek hayatı dizilerden öğreniyorlardı galiba. “Yani gündüz kuşağı programlarında da varlar.”

“Ben çok izlemiyorum ama sen takip ediyorsun galiba orada en son gördüğümde de büyük şehir vakaları da fazlasıyla var. Bunlar yere bağlı değil genel olarak insanlarla alakalı olaylar. Ona bakacak olursak çok zengin ailelerde görüyoruz özellikle son dönemlerdeki diziler zengin aile yapılarındaki yozlaşmaları anlatıyordu ama sadece dizileri izleyip herkes böyle diye düşünmek biraz yani...” salakça diyecektim ama vazgeçtim. Hızımı alamamıştım son anda kendimi zor frenledim. Şimdi ortam gergindi kavga çıkartmaya da gerek yoktu ayrıca Zerda’yı da mahcup etmek istemiyordum. “İlginç.”

Zerda saçma konudan uzaklaşmak için “Bence de bende yakından gördüm ama bu tarz yapılar artık yok.” Ama Aslı’nın pek durası yoktu anlaşılan ama Tuğçe’de arkadaşını korumak için karşı atağa geçmişti. “Aynen ama genel olarak doğululara da benzemiyorsun.”

“Nasıl yani?” Yok bu kızlar bugün buraya beni kavga çıkartmaya ve aşağılamaya çağırmıştı ama evde sesim çok çıkmıyor oluşu dışarıya da çıkmayacağı anlamına gelmiyordu. “Yani beyaz ten yeşil göz fazla yaygın olan bir şey değil genele vurduğumuzda.” Yani cahillik akıyordu bunlardan. Bir de beni cahil olarak düşünüyorlardı. Yeşil göz zaten tüm batılılarda vardı bir tek doğuda yoktu. “Yeşil göz zaten çok fazla görülen bir renk değil ayrıca beyaz tenli olmak için de yaşadığın bölge değil de genetik önemli değil mi?” Yağmur arkadaşlarının bu cahil tavırlarından sıkılmış olacak ki artık farklı bir konu açtı.

“Ee bu sene İtalya’ya kim gidiyor?” Bu İtalya mevzusu neden herkesin dilindeydi acaba? Ben cevap vermeden Zerda girdi araya. “Feyyaz abimle Berfu.” Evet aferin bize bu sene şanslı piyango bana vurmuştu.

“Sen gitmeyecek misin?” Evet sen gitsene ben seneye giderim, olmaz mı? “Giderim ama uzun kalmam büyük ihtimalle Burak burada olacak ne de olsa.”

“Balayına gitmiş miydiniz Berfu?” Adım kadar emindim ki gitmediğimizi biliyordu ve sırf gıcıklık olsun diye sormuştu Tuğçe. “Hayır.”

“İtalya da yaparsınız artık.” Hiç zannetmiyordum. Adım kadar emindim ki uzun zamandır burada değildim diyerek ilk günden işe koşacaktı. Erken gelirse yemek yiyebilecektik gelmezse o da yoktu. Orada da tek başıma kalacaktım. En azından konuşmamı biraz ilerletirsem dışarı çıkarken problem yaşamazdım. Koca ülkede aylarca ev bekleyemezdim. Gülümseyerek geçtim ama can sıkıcı gerçeklerle sürekli baş başa kalmak bunaltıcı oluyordu özellikle şu an karşımda sevgilileri ile yaptıkları tatilleri, birbirlerine aldıkları hediyeleri ve birlikte nerelerde fotoğraf çekinip neler yaptıklarını anlatan bir grup varken. Hepsi benden sadece birkaç yaş büyüktü ama benden daha çok hayat enerjisine sahip olduklarını görmemek için salak olmak lazımdı. Birçok şey olabilirdim ama salak değildim. Asla karşımdaki kızların yaşadığı hayatı yaşayamayacağımı biliyordum.

Zerda lavaboya kalktığında Tuğçe ve Aslı yalnız buldukları misafir çocuğunu sıkıştırır gibi üzerime çullandılar. “Ee okumayı düşünmüyor musun?”

“Aynen üniversiteye devam edecek misin?” öncellikle hiç üniversiteye başlamamıştım yani devam edemezdim ancak başlayabilirdim ve bu konu hakkında ne düşünmüş ne de konuşmuştuk. Netice tek başıma alabileceğim bir karar değildi ne de olsa artık evliydim ve sevgili kocamın genel izni gerekiyordu. “Emin değilim karar vermedim.”

“Neyse canım herkes üniversite okumak zorunda değil ne de olsa.” Yok ya siz okudunuz da ne oldu acaba? Hala cahil cahil konuşuyorsunuz. Cahil cahil diye diye de aklıma İlber Hoca geldi ama neyse. “Aynen sen de dil öğrenebilirsin mesela.”

“Öğreniyorum zaten.” Bu ikisini toplasan normal insan zekasına ulaşamazdın bence. “Bak ne güzel artık yurtdışına çıktığında problem yaşamazsın.” Yurt dışı anlayışı galiba bunlar için sadece Batı’ydı çünkü doğuya ya da güneye inersek kesinlikle konuşabilirdim.

“Yaşamam, merak etmeye gerek yok bunu zaten.” Ayrıca sana ne ki dil öğrenip öğrenmememden? Ben halimden memnumum. Bu daha Türkçeyi düzgün konuşamazken ben çift dil ile büyüyordum. “Ailen ne düşünüyor?”

“Ne konuda?” Sıkılmıştım bir an önce kalksak fena olmazdı. “İstanbul’a falan geldin ya o konuda.”

“Zaten biliyorlardı en başında İstanbul’a geleceğimizi ve İtalya’ya da gideceğimizi de. Düşünmelerine gerek yok anlayacağın.”

“Hmm iyiymiş.” Derdi neydi acaba? Neden bana kafayı takmıştı anlamadım. Kim yeni tanıdığı birine kafayı takardı ki? Her an üzerime atlamaya hazır bir sansar gibi bekliyordu.

Konuşma devam ederken fark ettim ki galiba yerimde gözü vardı. Babası, Feyyaz’la iş yapıyordu birkaç kere iş yemeğinde görüşmüşlerdi. Benim yerime onunla evlenmesi daha mantıklı gelmişti ona anlaşılan. Şaka gibiydi. Bunun ortaya çıkma ihtimali bile komikti. Ağzından kaçırsa bunu yıllar boyu dalga konusu olurdu. Kim kendi kendine bu tür bir düşünceye varırdı ki? İçimden bir ses nereden biliyorsun ki kendi başına böyle bir karara vardığını belki de bu şekilde düşünmesine sebep olacak şeyler yaşadı ve gördü, dedi. Bu tür anlardan nefret ediyordum çünkü bir cevap veremiyordum. Bunu konuşabileceğim birisi bile yoktu. Gidip sorsam ki şu an onu yapamazdım kendisi ülke dışıydı -kapsam dışı gibi oldu ama neyse- ama burada olsa bile tam bir cevap vereceğini düşünmüyordum. Salaklık bendeydi aslında bırak niye düşünüyorsun ki bunları. Olsa bile geçmişte kalmıştı.

Birkaç saat süren ama bana bitmek bilmeyen görüşmenin sonuna geldiğimizde Zerda beni eve bıraktı. Çocuk gibi arkadaşlarından yakınmak istemiyordum, o da eve kapanıp kalmamam için yapıyordu zaten. Yıllardır arkadaş olduğu insanlarla benim yüzümden tartışmasını istemezdim. Çünkü aynısı benim başıma gelse çok zor bir durumda kalırdım. Belki de zamanla anlaşabilirdik. Daha yeni tanışmıştık ve zamanla düşünceleri değişebilirdi. Olmasa bile kendime arkadaş bulana kadar görüşebilirdim sonrasında ise mecbur kalmadıkça aynı ortama girmezdim mevzu da bu şekilde kapanırdı.

Feyyaz gideli tam iki hafta olmuştu. Yarın geleceğini söylemişti ama hiç de emin değildim. Birkaç gün öncesinde de aynı şeyi söylemiş ama başka işim çıktı diyerek gelmemişti. Başta uyum sağlamak ya da sevmek için çaba harcamıştım ama galiba artık çabalamayı bırakmıştım ve içimden gelmiyordu. Eve gelmesini istememin tek sebebi gece uyuyamamamdı yoksa gelmese bile olurdu. Zaten gelse bile evde çok görmüyordum ki yani ha varlığı ha yokluğuydu. Aradığında açmak bile pek istemiyordum geçen gün arkadan bir kadın sesi gelmişti ama Rusça konuştuğu için ne dediğini bile anlamamıştım. Aklıma gelen kötü düşüncelerden kurtulmanın tek bir yararı vardı o da konuşmamak. Ben de her aradığında açmıyordum. Neden açmadığımı sorduğunda ise bahanelerle geçiştiriyordum. Uyuyordum, ders çalışıyordum, şarjım yoktu, duymamışım... Dün hep benim aramamı bekliyorsun galiba bir şey yapmak için demişti ama cevap vermemiştim.

Sessiz ve çok konuşkan bir insan olmayabilirdim ya da her konuştukları konuyu anlamıyordum kabul ediyorum ama o da aradaki farkı kapatmak için hiç çaba harcamıyordu sanki. Yani duyan herkes o kadar uzun ne işi varmış diyordu ve benim bir açıklamam dahi yoktu. İlla kendisi gitmesi mi gerekiyordu başkası gitseydi. Burak abi gidebilirdi hem Zerda’nın Rusya vizesi de vardı. Ama bunu onun takmadığı kesindi nasıl olsa evde beklemekten başka çarem yoktu. O gidecek bir yerlere kalmak istediği kadar kalacak sonra da geri dönecek ve ben evde gelmesini bekleyecek, geldiğinde ise hiç bir şey olmamış gibi davranacaktım. Açık söylemek gerekirse aşırı sabırlı bir insan değildim ve bunu ne kadar daha kaldırırdım emin değildim. Peşinde şehir şehir ülke ülke gezmek de sürekli cazip değildi o yüzden kendime başka bir yol çizmem gerekiyordu. Yoksa birkaç seneye toptan akıl hastanesine kapatılacak seviyeye gelirdim.

Dil derslerini evde alıyordum kursa gitsem belki orada farklı kişilerle tanışabilirdim ama o ihtimali eliyorduk. Zerda’nın arkadaşları ile tanışmıştım hem de hepsiyle bu sürede. Aralarında bir iki kişiyle biraz da olsa anlaşabilmiştim ama diğerleriyle kesinlikle birbirimizden nefret etmiştik. Yani oradan da bir şey çıkmamıştı. Ayrıca birkaç aya birde gitme mevzusu vardı. Yani Allahtan ben de gidiyordum burada da kalabilirdim tek başıma aylarca. Televizyon karşısında sabaha kadar bir şeyler düşünmüş sonra da yorgunluktan uyuyakalmışım anlaşılan çünkü sabah seslere uyandım.

...

Sabah trafiğine takılmamak için erken inmiştik ama yine de trafiğe denk gelmiştim eve gelmem dokuzu bulmuştu. İçeri girerken aklımdaki tek şey yatmaktı gece boyu uyumamıştım. Kapıdan içeri girdiğimde masayı hazırlayan Semih Bey’i gördüm. Beni görmeyi beklemiyor olacak ki şaşırmıştı.

“Günaydın Feyyaz Bey.” Pek gün aymadı bana ama anlaşılan ona da aymamıştı daha. “Günaydın.” Tam yukarı çıkacakken gözüm kanepeye takıldı. Berfu kanepede yatıyordu daha doğrusu uyumaya çalışıyordu ki sırtını kanepeye yaslayarak uzanmıştı. Kafası yana düşmüş uyuyordu. Semih Bey’in sabah sabah neden sesinin içene kaçtığı belli olmuştu.

“Ne zaman kalktı da tekrar uyudu?”

“Büyük ihtimalle yeni uyudu geldiğimde televizyon açıktı. Böyle günlerdir burada yatıyor birazdan uyanır.” Koca oda dururken kanepede niye yatıyordu ki? Hem de bu kadar rahatsız bir şekilde insanın boynu tutulurdu. Elimdeki telefonu sehpaya bıraktım. En azından yukarı da beraber uyuyabilirdik. Üstünü açtım kaldıracağım sırada uyandı.

Kafasını kaldırırken “Geldin mi?” diye sordu. Sonra dışarı baktığında sabah olmasını beklemiyordu anlaşılan ki şaşırdı. “Evet. Şimdi geldim.”

Uyanmaya çalışırken “erken gelmeni beklemiyordum.”

“Dün söylediğimi hatırlıyorum.” Beni dinlemiyordu galiba.

“Aklımdan çıkmış o zaman.” Ayağa kalktı kenardaki telefonuna baktı. İnsan hoş geldin falan derdi ama tam buzdolabı gibiydi. Yani iki haftadır görüşmüyorduk insan hiç mi özlemezdi? Özleyen tek bendim galiba. Adam akıllı telefonlara bile bakmamıştı zaten ya da geçiştirip kapatmıştı. Görmek için daha erken gelmiştim ama anlaşılan hevesim kursağımda kalacaktı.

“Ben yatıyorum.” diyerek telefonu elime alıp yukarı çıktım. Cevap bile vermemişti.

Yukarı çıktığımda hemen banyoya girdim. Biraz uyuduktan sonra düşünmek istiyordum. Banyodan çıkınca üzerimi giyinip yatağa girdim ki kapı açıldı. İçeri girdi. Giyinme odasına girdi sonra üzerini değiştirmiş olarak dışarı çıktı. Dışarı mı çıkıyordu? “Nereye?” diye sormaktan kendimi alamamıştım. Daha yeni gelmiştim hemen dışarı mı çıkacaktı yani. Zaten günlerdir görüşmüyorduk ve o da dün dışarıdaydı daha bugün evde olabilirdi en azından. “Dersim var aşağı iniyorum.” En azından dışarı çıkmıyordu. Saçını tarayıp masadan kitapları alarak odadan çıktı.

Gitmeden önce eriyen buzlar tekrar yenilenmişti anlaşılan. Uzun süre gittiğimin bende farkındaydım ama işleri en hızlı şekilde halletmeye çalışmıştım maalesef bu kadar hızlı bitmişti. Vize işlemleri erken hallolmuş olsaydı benimle gelebilirdi ama o da erken bitmemişti. Varlığına o kadar alışmıştım ki yokluğu fazlasıyla zor gelmişti bir de bu şekilde davranması daha kötü hissettiriyordu.

Uyandığımda saat biri geçiyordu. Aşağı indiğimde ortada kimse yoktu. Mutfağa baktığımda masada Semih Bey oturuyordu. “Bir şey mi istemiştiniz Feyyaz Bey?” Mümkünse karımı.

“Berfu nerede?”

“Ön bahçede efendim.”

Tam mutfaktan çıkarken “Bir şeyler hazırlamamı ister misiniz yemek için?”

“Olur.”

“Tamam ben hazırlayıp ön bahçeye çıkartırım.”

Bahçeye çıktığımda arkası dönük masada oturuyordu. Masaya yaklaştıkça kulaklıktan gelen müzik sesini duyuyordun. Bu kadar yüksek sesle dinleyip hala duyuyor olması mucizeydi büyük ihtimalle. Kulaklığın dışına bu kadar çok geliyorsa kulaklıktan ne kadar duyuluyordu kim bilir. Arkasından yaklaştığımı bile fark etmemişti. Sırtından sarılırken boynuna bir öpücük bıraktım. Korkmuştu. Kafasını çevirip beni görünce kulaklığın birini çıkarttı.

“Ne zaman uyandın?” Sonunda evdeki varlığımı hatırlamıştı yani. “Yeni.” Önündeki kitaba geri döndü. Ders mi çalışıyordu hem de bu havada.

“Dersin ne zaman bitti?” Kafasını kaldırmadan “1 saat oluyor.” Konuşmadan önündeki kitaba döndü. Fazlasıyla dikkatli çalışıyordu. Şuraya uçak düşse pek umurunda olmayacaktı galiba. Semih Bey elindeki tepsi ile geldi. Berfu masanın üzerindeki eşyaları kenara çekti. Tepsideki soğuk kahveyi alırken önündeki kitabı kapattı.

Ben yemek yerken o kahve içti. Şu sessiz anlardan kesinlikle nefret ediyordum. Asla ilgisi bana dönük olmuyor etrafta ne varsa onunla ilgileniyordu. Şu anda olduğu gibi. Elindeki bardakla ilgileniyor ama bana bakmıyordu bile. Ne için sustuğunu ya da konuşmadığını anlasam daha kolay olacaktı ama onu da anlamıyordum. Burada tek kaldığı için mi küsmüştü yoksa başka bir şey mi olmuştu ben yokken? Bir konuşup anlatsa pek çok problemi çözecektik. Bir kere kesildi mi tekrar konuşmaya başlamak fazlasıyla zor oluyordu. Elindeki kahveyi bitirince kitabı tekrar açıp onunla ilgilenmeye başladı. Bu arada Semih Bey tepsiyi götürdü. Sessizlik ağır gelmeye başladığında “Ne çalışıyorsun?” diye sordum. Yoksa o sabaha kadar susardı. “İsimler.”

“Kolay mı?” Anlaşılan dikkatini çekmeyi başarmıştım ki kitaptan kafasını kaldırmıştı. “Çok sayılmaz Arapça bundan daha kolay.”

“Sana öyle geliyordur. Birisi ana dilin diğerini yeni öğreniyorsun.”

“Belki de ama Türkçe de bu kadar zorlanmamıştım.”

“Hali hazırda kulak aşinalığın olduğu bir dili öğrenmekle hiç duymadığın bir dili öğrenmek arasında fark olması normal değil mi?”

“En azından cümle aşamasına gelmiş olsaydım fena da olmazdım hala isim ezberliyorum.”

“Pes mi edeceksin?”

“Hayır sadece zor geliyor.”

“İyi o zaman sürekli onun başını beklemek öğrenme hızını yükseltmez.”

“Ya nasıl yükselecekmiş?”

“Kafanı rahatlattıktan sonra çalışırsan daha iyi motive olursun.”

“Feyyaz Hancı’dan ders çalışma taktikleri.”

“İşe yarıyor test edildi onaylandı.”

“Kim test etti sen mi?”

“Evet.”

“Peki başka öneriniz var mı not alayım bari?”

“Şimdi kitabı kapatıp farklı şeylerle ilgilenebilirsin mesela.”

“Ne gibi?” Güzel soruydu. Ne gibi? Şimdi benimle ilgilen desem pek ilgisini çekmeyeceğini biliyordum. Arayı biraz daha yumuşatmak daha mantıklıydı.

“Havuzun önünde oturuyorsun yüzebilirsin.”

“Öncelikle yüzme bilmiyorum ve havuz benim içine girebileceğim kadar temiz değil. Günlerdir suyu bile değişmedi.”

“Öncelikle yüzmeyi ben öğretebilirim.” Yani öğretmenin fazla eğlenceli olacağından emindim. “Sonralıkla ise sabah söyleseydin hallederlerdi.” Taklidime gülmüştü. Neyse en azından güldürmeyi başarmıştım.

“Sen mi öğreteceksin?”

“Öğretemez miyim?”

“Ne zaman neredeyse hiç boş günün yok.” Güne gerek yoktu iki birkaç saat yeterliydi zaten.

"Güne gerek yok ki güzelim tüm gün havuzun içinde kalacak değilsin ya.”

“Peki öyle olsun.”

“Yarına başlayabiliriz mesela.”

“Yarın olmaz.”

“Niye?”

“Yarın dışarı çıkacağım.” Yani öncesinde evden çıkmıyordu şimdi de eve mi girmeyecekti. “Niye?” Bu soruda ağzıma takılıp kaldı galiba. Başka soru kelimesi bilmiyorum galiba.

“Zerda’ya söz vermiştim.” Ama neden söz vermiştin işte? Ne yapacaktınız ki? “Tamam müsait olunca sonra bana suç bulma da.”

“Yok bulmam.”

Kitapları toplayıp ayaklanınca “Nereye?”

“Tavsiyene uyuyorum gidip kitap okuyacağım.” Ben onu mu kast etmiştim acaba? Çıldırmamak elde değildi de neyse. O çıkarken ben de peşinden yukarı çıktım. En azından artık konuşuyordu.

Yukarı çıkınca cidden kitapları masanın üzerine bırakıp eline kitabı alıp terasa çıktı. Bilgisayarı açtım en azından küçük hanımın keyfi yetene kadar birkaç bir şeyle ilgilenebilirdim. Aradan bir on dakika geçmemişti ki bağırdı. Sandalyeden kalkarken “Ne oldu?”

“Demir çok sıcakmış elimi yaktım.” Cidden kendine kastı vardı kızın. Durmadan başına bir şeyler geliyor oluşunun mantıklı bir açıklaması yoktu.

“Sıcak demire niye dokundun o zaman?”

“bu kadar sıcak olacağını düşünmediğim için olabilir mi?”

“Çok mu yandı?” kızarmıştı. Beyaz tenli olmanın getirisiydi herhalde. “Gel soğuk suda yıkayalım bari.” Sesini çıkartmadan beni takip etti. Biraz suyun altında tutunca kızarıklığı da geçmişti.

“Bir daha da dışarısı 40 dereceyken demire dokunmazsın herhalde.”

“Yok gelecek sefer dümdüz üzerine uzanacağım çünkü canım kastım var benim.”

“Öyle mi küçük hanım? Geçen sefer de rüzgarda kaldığınız için hasta yatmıştınız hatırladınız mı?”

“Ne bileyim bu kadar etkileyeceğimi Şırnak’da bildiğim kadarıyla rüzgarlarıyla meşhur bir şehir değil.”

“Neyse ağrısı geçti mi elinin?” yoksa bu tartışma uzar giderdi.

“Biraz var hala. Birazdan geçer herhalde.”

Sonrasında sanki az önce elini terasta yakmamış gibi gitti tekrar oraya oturdu. Ne okuyor olabilirdi ki bu kadar dikkatini veriyordu. Kitabı bitirene kadar yerinden kalkmadı. Saat yediyi geçerken artık kitap bitti de dünyaya döndü.

Loading...
0%