Yeni Üyelik
5.
Bölüm

2. ESKİ BİR HATIRA

@ahududu0

 

ESKİ BİR HATIRA

 

 

"Bundan yıllar önce hayat acımasız mıydı?
Peki zamanla beraber anılarımıza ne oldu?
Onlar da geçmişe karıştı.
Tıpkı senin gibi..."

 

 

Yaz bunu bir kenara,
mürekkebin biteceğini bilsen bile...
Yaz bir duvara ilk tanıştığımız günü,
bizi doya doya anlat herkese.
O tarihi unutmayalım ki,
unutamayım senin yeşil gözlerini.

 

 

 

Bu ses...

 

Babam yıllar önce bir tablo uğruna öldü. O tablonun hala ne anlama geldiğini bilmiyorum. Tek mermi vurdu. Bir silah sesi patlayıp kalbimde yankılandı. Küçük çocuğun kucağında evden ayrılırken onun kalp atışaları eşliğinde, iki insanın acısını en derinime sapladım. Kulağımı göğsüne yaklaştırıp çığlık seslerini susturmak istedim.

 

Bay Leon ve babam.

 

Eğer unutulursa kurtulurum zannettim. Yanıldım. Karşımdaki ses bütün yanılgıları gün yüzüne çıkarıyordu. Senelerce babamın öldüğünü silah sesine bağlayıp araştırmadan anılarımdan sildim.

 

Üzgünüm baba...

 

Bay Leon'a bu zalimliği yapanları bulmak için gezmediğim sokak, görmediğim zanlı yüzü kalmadı. Sadece sevgiye muhtaç bir çocuktum.

 

Beni affet. İyi bir baba olamadın ama benimde senden kalır yanım olmadı.

 

"Saatlerce bekleyemeyiz. Cevabını hızlıca vermelisin." Yanımdaki adamın kulağıma fısıldayışı, anında hayır diye kafamı sağlamama neden oldu. "Yapamam!" Kendi aralarında konuşmaya başladılar. Şok etkisinden dolayı düşünceler beynimi ele geçiriyordu. Kaçmalıyım. Babam intikamını beni öldürmekte bulacaktır.

 

"Beni tanımadın mı?" Tanıdım. Her gece hayallerimi yıkan, anne demeye muhtaç bırakan, kızına bir kere bile sevgisini gösteremeyen seni, kendimden daha fazla tanıyorum.

 

"Baba." Diye inledim. Baba... Bu kelimeyi kullanmayalı kaç sene oldu da saymayı bıraktım?

 

Gerçeği kabul edemiyorum. Güldü. Tıpkı beş yaşında duyduğum gülme seslerininden biriydi. Yargılayıcı, küçümseyici ve alaylı bakan gözlerini üstümde hissedebiliyorum. Kafamı eğdim. Her zaman ki gibi insanı etkisi altında alabiliyor. Gözlerim kabalı olsa bile emrini anlayıp onun önünde eğildim.

 

"Bir insan hiç mı değişmez? Hayret ediyorum." Kalın sesi yüksek çıkıp yerimde küçülmemi sağlıyordu. Gözümdeki bant sertçe başımdan çekildi. Arkama yaslanıp gözlerimi sımsıkı kapalı halde açmamak için direniyordum. Korkuyorum. Yıldızları görmek için can attığım günler geri de kaldı.

 

Artık gökyüzüne bakmaktan korkan ve yalan olduğunu bildiği halde inanan küçük kız soğuktan değil, kalbi üşüdüğü için önünde iki büklüm duruyor.

 

Göz kapaklarımı açttım. İlk önce omuzlarına bakıp sonra yüzüne doğru bakışlarımı çevirdim. Titredim. Zümrüte çalan gözleri aynı nefretle bakmakta... Saçlarına kar yağmış ama yüzündeki karanlığı örtememiş, sağ gözünden dudağının kenarına kadar uzanan yara izi, ne kadar zamanın geçtiğinin haberini veriyordu. Yutkundum.

 

Babamın, kızını cesaretli görmesini istedim.

 

Başımı dik tutarak, "Anlaşmayı redddediyorum." diyerek sesimi gür bir şekilde çıkardım.

 

O an kendimi güçlü kadın gibi hissediyordum. Ta ki yanağıma yediğim sert tokat cevabını en ağır ceza olarak verdi. Yüzüm yediği darbeyle sağa döndü, gözlerimdeki yaşlar da ona uyum sağlayarak çeneme doğru hareket etti. Sol yanağım aleve değmiş gibi yanıyordu.

 

Gözlerimi yukarıya kaldırdım. Yanımda oturan adam şaşkınlıkla bana bakıyordu.Yeşil rengi gözleri tanıdıktı. Sanki ilk defa değilde, ezbere bildiğim gözler bir yıldız kadar parlaktı.

 

İlk defa mı babasından tokat yiyen kız görüyorsun? Büyük ihtimalle rol yapıyordu. Beni kaçıran ve babamla yüzleştiren o değilmiş gibi elini kalırıp acısı dinmeyen yanağıma dokundu. Kaşlarını çatarak babama baktı.

 

Derin bir soluk aldı. "Bunu konuşmadık. Davis, kızına vurman için hapisten kaçman ne kadar mantıklı?" Ne! Babam hapse mi girmiş? Eğer öyleyse neden kaçtı ki? Sırf bana vurmak için değildi. İntikam almak istiyor. Öldürmek için elinden geleni yapacaktır.

 

Yanağımda duran eli tutup ittim. Güçlü durmak zorundayım. Burnumu çektim. Tam söze başlayacaktım ki babam, "Sus! Konuşmana izin vermiyorum. Myron, sana gelince... Tabloyu aldın ve iş halloldu." diyerek kolumdan tuttu. Arabanın kapısını açttı. Myron ismi tanıdık geliyordu.

 

Yanımdaki yavaşça adam cebinden sigarasını çıkardı. Babamın gözlerinin içine bakarak çakmakla sigaranın ucunu yaktı. Ağır hareketleri insanı rahatsız ediyordu. Babam ne oluyor dercesine karşısında ki adama bakıyor ve olayı anlamaya çalışıyordu.

 

Arabanın kapısını sertçe geri kapattı ve güldü.

 

"Baban, sana büyüklerinin yanında sigara içilmemesi gerektiğini galiba öğretmedi." Myron denilen adam, sırtını koltuğa yaslayarak sigarasını dudakları arasına yerleştirdi.

 

O kadar rahat davranıyordu ki hayret ediyordum. Üstündeki siyah gömlek ve kolundaki dövmelerin uyumu korkulacak birisi olduğunun uyarısını veriyordu. Gözleri umursamadan babamı süzdü.

 

"Genellikle babam sigaramı yakar. Eğer bahsettiğin buysa," Dedi. Ortamda ki gerginlik hiç bitmeyecekmiş gibi sürüyor, nefes sesleri sessizliği gideriyordu.

 

Babam, "Anlaşma-" diyemeden Myron sözünü kesti.

 

"Yalancı insanlardan kattiyen haz etmem. Ve sen..?" Elindeki sigarasıyla babamı işaret etti. "Öldürülmek için damarıma basıyorsun. İlk önce kızına ulaşmak için çaresiz baba rolünü üstlen sonra da anlaşmamı kabul edip kızına tokat at!"

 

Sigarasını baş parmağı ve işaret parmağı arasına alıp hafifçe öne doğru eğildi. Hala yanmakta olan sigarayı babamın diz kapağına bastırdı. Arabanın içi babamın çığlığı ile doldu. Dışarıdaki herkesin bakışları ve gülme sesleri rahatsız edici, kulak tırmalıyordu. Kapıyı hızlıca çekip kapattım. Gözlerim şaşkınlıkla Myron'un üzerindeydi. Uzanıp kolunu tuttum. "Yapma!" Başını sola doğru yatırdı.

 

"Neden?" Yutkundum.

 

Neden?Onu neden engelledim ki? Babamı seviyor muyum? Cevap çok basit, hayır... Yüreğimde hala baba sevgisini görmek isteyen küçük bir kız yatıyor. Dudaklarım yalan söylemek için açılsa da her şey çok geçti. Yanık kokusu etrafı sarmış midemi bulandırdı.

 

"Sadece..." Açıklama yapmak istemiyordum. Gözleri hala benim üzerimde bir cevap bekliyordu. Myron'un boşluğuna gelmiş olmalı ki babam sertçe sigarayı tutup yere attı. Derin nefesler vererek yanan derisine bakıyordu. Myron kolunu tutan elimi dizlerimin üzerine koydu.

 

"Sadece ne?"

 

Sustum. Devamı nasıl duymak istiyorsa kendi getirsin istedim. Babama baktım. Yanımdaki adam sessizliği ile beni korkutuyordu.

 

Babam sinirden çatılan kaşları ile olayın gerginliğini üstüme atıyordu. Parmaklarımı eteğimin üstünde gezdirerek, "Babamın canı yanmasın istiyorum." Söylediğim kelimeler bana ait değildi. İçimdeki küçük Almira, o günkü gibi pembe eteğini düzeltmiş babasının onu sevmesini bekliyordu. "Aptalsın!" Myron'un tıslarcasına kurduğu söz kalbimi acıttı.

 

Hemde çok...

 

Myron, "Eğer anlaşmayı iptal edersen yaşadığın ızdırabı tekrar yaşayacaksın. İkimizinde mutlu olmasını istiyorsan karar senin," Dedi. Neden bahsediyordu? Bilmediğim o kadar çok şey vardı ki kafam karışık onlara ayak uydurmaya çalışıyordum. Babam gözlerime baktı.

 

Yaralı kızını yine yok sayıp nefretini kustu.

 

"Eğer Almira görevi yerine getirirse kurtulacağım öyle mi?" Sadece kendini düşünüyordu.

 

Kızım demeyi bile hor gören adam...

 

Myron burnunu çekti. Arabının içinde olsakta soğuktan burnu kızarmıştı. "Elbette." Gözleriyle bana bakıp sırıttı. Ne demek istediğini o tavrıyla anladım. Baban seni düşünmüyor. Peki sen ne yapıyorsun? Onu koruyorsun, ahmak!

 

Sol tarafımda duran arabının kapınını uzanıp açtı. Üstüme eğilmesiyle yüzümü diğer tarafa çevirdim. "Anlaşma kabulse arabadan inin!" Şaşkınlıkla ona baktım. O güzel arabanda durmaya sanki çok meraklıyım! Babam eliyle Myron'un omzunu tutarak, "Almira seninle kalsın, ne de olsa bundan sonra birlikte hareket edeceksiniz." Gözlerim doldu. Hayır dediğim halde yine istediğini yapıyordu. Günün sonunda kurtulduğunda beni sevecekse görevi kabul ediyorum.

 

Peki bu sefer söyleyen kimdi? Beş yaşına daha yeni giren çocuk mu? Yoksa on iki sene sonra hala baba sevgisine muhtaç olan Almira mı? Bilmiyorum.

 

Babam arabadan inip kapıyı kapattı. Yüzüme bir kere bile bakmadan çıkıp gitmesi ile gözlerimden yaşlar süzüldü.
Dizlerimin üstünde duran elimi son defa gözyaşlarımı silmek için kaldırım. Ağlamak kolaydı, yine gözyaşların yanaklarından süzülür ama gözlerindeki buğulu görüntü hiç gitmezdi.

 

Yolun sonunda gözyaşlarını silen sen olursun, başını okşayanda..

 

"Ağlama, bunların hepsinden sen sorumlusun." Yaralı sözler kanatırdı ruhumu, kafamı sallayıp haklı bulurdum. "Haklısın." Sırtımı koltuğa yasladım. Benim suçum sevgi beklemekti. Arabanın şoför koltuğuna oturan adam kafasını hafifçe sağa çevirdi.

 

"Nereye?"

 

Gözlerim dikiz aynasından adamın gözleriyle kesişti. Boğazını temizleyerek önüne döndü. Myron, "En yakın Havalimanı..." Dedi. Arabanın çalışmasıyla yanımdaki adama göz ucuyla baktım. Öylece kafasını cama yaslamış dışarıya bakıyordu. Derin bir nefes aldım.

 

Önümde upuzun bir yol ve İki seçenek vardı.

 

"İlk seçenek, Harbe Dosya'sının ortadan kaybolmasını ve üstünün sonsuza dek karalanmasını sağlamak. İkinci seçenek ise Myron Liderliğende ona öncülük etmen... Her ikisinde de eğer yakalanırsan hapse girmek yerine sonun ölüm olacaktır." Beynimin içinde yankılanan sesler susmak bilmiyordu. Gözlerimi sıkıca yumdum.

 

Küçük kız merakla etrafına bakar. Babası şöminenin önünde durmuş duvarda asılı tabloya bakıyordu. Ellerini önünde birleştirip sesinin üzgün çıkması için dudaklarını büzerek konuştu. "Baba, neden beni çağırdın?" Babası ilk defa onu yanına çağırmıştı. Kalbi ne kadar heyecanla atsa da kırık kalbi mutluluğunu gizliyordu.

 

"Nerede?"

 

Anlamayacak öylece babasına bakan kız çocuğu, "Ne, Nerede babacığım?" Dedi.

 

"Küstah sözlerini kendine sakla! Fotoğraf nerede?" Yerinde sıçrayan kız elleriyle oyalamaya başladı. "Sana diyorum!" Yutkunup şömine de yanan ateşe baktı. Gözleri şimdiden dolmuş sesi titriyordu. "Yanımda. Bak annemin fotoğrafı, çok güzel çıkmış değil mi o çiçekli elbisesiyle..."

 

Ellerinde tuttuğu fotoğrafı sertçe çeken adam, ateşe fırlattı.

 

Gözlerinde yansıyan alevler ve babasının silüeti gittikçe büyüyordu. "Almira!" Babasının bağırmasıyla gözlerinden düşen küçük damlacıklar yanaklarından süzüldü.

 

"Almira."

 

Kolumdan tutulup sarsılmamla gözlerimi araladım. Kalbim çok hızlı atıyordu. Rüyamda gördüğüm olay, yeni yaşanmış gibiydi. Üstelik seneler geçmesine rağmen hâlâ zihnimde canlanıyordu. "Efendim?" Elimi kalbimin üstüne koydum. Yüzümün ıslandığını fark edince elimi kaldıracaktımki kendime verdiğim sözü hatırladım.

 

Asla gözyaşlarını silme! Duyguların zihnini ele geçirse bile ağlamaktan utanmayacaksın.

 

Gözlerime endişeyle bakan Myron elini yüzüme yaklaştırdı. "Ne oldu? Rüyanda sayıklıyordun." Gözümün altında gezinen baş parmağı gözyaşlarımı siliyordu. Yapma, kendime söz verdim. Sende diğerleri gibi bana acıyorsun.

 

"Sorun yok."

 

Kafamı iki yana salladım. Geri çekilip arabanın kapısını açtı. Başıyla dışarıyı gösterdi. "Geldik." Dışarıya adım atmasıyla öksürmesi bir oldu. Aralık ayındayız ve havalar gittikçe soğuyordu. Dışarı çıkmamla yüzüme rüzgar vurdu. Saçlarım gözlerimin önünde uçuşuyor, ellerimle onları kulaklarımın arkasına yerleştirmeye çalışıyordu.

 

Karanlık dünyamızı ay ışığı aydınlatıyordu.

 

Soğuktan bacaklarım buz tutmuş ve üstümde bana ait olmadığını belirten koskoca montla evsiz gibi duruyorum. Aslında hiç bir zaman evim olmadı. İnsanın kendini ait hissettiği etrafı duvarla kaplı evlerden bahsetmiyorum. Sıcacık bir yuvadan, seni sımsıkı saracak kollardan bahsediyorum. Bazen bir insan senin sevin olabilir.

 

Sadece siz ikiniz etrafınızı saran duvarlar olmadan...

 

Gözlerim önümde bana bakan adamla kesişti. Koyu yeşil renkte ki gözleri ifadesizce bakıyordu. Arkasında bulunan Havalimanı'na umutsuzca baktım. İlk sessizliği bozan ben oldum. "Nereye gideceğiz?" Meraklı gözler ile ona baktım.

 

"Fransa."

 

Fransa? Eyfel Kulesi olan Fransa öyle mi?

 

Sırıttım. "Dalga geçmenin sırası değil." Anlamayarak kaşlarını çattı. "Birazdan görürsün." Arkasını dönerek Havalimanı'na ilerledi. Hızlı adımlarla peşinden gittim. Dış Hatlar yazısını görünce şaşkınlıkla kolunu tutum.

 

"Eyfel Kulesi'ni de görecek miyiz?" Sesim farkında olmadan heyecanlı çıkmıştı. Bana doğru dönerek koluna baktı. "Pardon." Elimi yavaşça çekerek montun cebine koydum. Fazla ileri gidiyordum. Tanımadığım insana karşı yakın davranıyorum. İçimde tuhaf bir his vardı. Sanki yıllar önce onunla karşılaştım. Gözleri, tavırları geçmişte kalan hatırayı canlandırıyordu.

 

Kafasını eğdi. "Tatile gitmiyoruz! Görevin ilk aşaması Fransa da gerçekleşecek." Sinirli çıkan sesi ile kaşlarımı çatarak gözlerine baktım.

 

"Abi kıyafetleri getirdim." Yanımdan gelen erkek sesi ile adama döndüm. Kaşlarım hâlâ çatılı olmalı ki gözlerini şaşkınlıkla kırparak bana ve Myron'a baktı. Yutkunarak elindeki çantayı karnıma yasladı. Çantayı tutup omzuma astım. Ellerini teslim olurcasına kaldırdı.

 

"Sakin olun! Saldıracakmış gibi duruyorsunuz." Myron eliyle yanımdaki adamın sırtını sıvazladı. "Siz sırada bekleyin, birazdan yanınıza geleceğiz." Dedi.

 

İç çekerek Myron'a baktım. Kaşlarını kaldırdı. Ne yaptığımı anlayınca gözlerimi büyüttüm. Resmen adama bakarak iç çekmiştim. Eliyle yan tarafını işaret etti. "Tuvalette üstünü değiştir. Çanta da idare edecek kadar kıyafet var." Kafamı salladım. Arkamda onu bırakarak tuvalette girdim. Ne çabuk olan olaylara alıştım, kendime hayret ediyorum. Çantanın içinden çıkan eşofman ve kazağı giyindim. Bol gelse de dediği gibi idare ederdi. Aynanın karşısına geçip kendime baktım.

 

Yüzümde dün gece hevesle yaptığım makyajın izleri duruyordu. Kollarımı sıvazlayarak suyu açtım. Yüzüme her su vuruşumda babamın bir kere bile bana sarılmadığı düşüncesi, gözyaşlarımın su damlalarına karışmasını sağlıyordu. Sağ elimle ağzımın üzerini sıkıca kapattım. Hıçkırdım. Sesimin hiç kimsenin duymasını istemiyordum. Kapının açılmasıyla arkamı döndüm.

 

"İşin bitti mi?"

 

Bu ses ormanda beni tutmaya çalışan kıza aitti. El yıkama yerinin yanında olan peçeteyi alıp yüzümü sildim. "Evet." Çantayı omzuma takarak kızın yanına ilerledim. O gözlerime bakmayı sürdürse de yerden gözlerimi ayırmadım. Elini önüme uzattı.

 

"Gaye." Kafamı kaldırdım. Gülümsedim. Elini tuttum. "Almira." Dedim. O an nerden bilebilirdim, karşımdaki kişinin dostum olacağını... Myron sırtını duvara yaslamış bizi bekliyordu. Yüzümdeki gülümsemeyle yanına gelince gözleri dudaklarımda takıldı.

 

İlk defa birisi benimle tanışmak istedi. Küçük çocuk gibi parmaklarımı inceledim. Kafamı kaldırdım. Myron neden gülüyorsun dercesine baktı. "Hiç." Gaye kolumdan tutarak önümüzdeki topluluğun yanına götürdü. Myron, arkamızdan ensesini kaşıyarak geliyordu.

 

Karşımdaki insanların hepsi simsiyah kıyafetler giyili hâlde dururken ben ise üstümdeki beyaz kazağımla dikkat çekiyordum. Her birinin yüzünde olan tiksinti ifadesiyle bana bakmaları moralimi bozuyordu. Kafamı eğdim. En azından Gaye benimle arkadaş olmak istedi. Umarım kafamda kurmuyorum.

 

Myron'la uçak bileti almak için sıraya girdik. Diğerleri ben üstümü değiştirirken bilet aldıkları için arkada bekliyorlardı. Myron sıranın bize gelmesiyle kolumdan tuttu. Sağ kolumu tutan eline baktım.

 

"Kimlik kartınızı alabilir miyim?" Çalışan kadının konuşmasıyla şok içinde yanımdaki adama baktım. Ne yapacaktı? Kimlik kartımı hiç yanımda taşımazdım. Dün beni kaçırdıklarında bile evden çıkarken yanıma sadece nakit para almıştım. Sakin davranarak cebinden iki tane kimlik kartı çıkardı.

 

"Sana inanamıyorum. Beni kaçırdığın yetmiyor bir de evime mi girdin?" Hayret içinde çıkan sesimle kadın bana baktı. Kaşlarını çatarak, "Pardon ne dediniz?" dedi. Güldüm. Kendimi tebrik ediyorum, ilk günden başıma bela aldım. Myron kadına bakarak gülümsedi.

 

"Sorun yok hanımefendi." Yavaşça kadının kulağına doğru eğildi. "Arkadaşım sürekli saçma sapan şakalar yapar. Doktor kendi hâline bırakın dedi." Ne? Her kelimesinde kadının gülümsemesi büyüyordu. Dirseğimle karnına vurdum. "Canım arkadaşım, uçak gidecek espiri yapmanın sırası mı?" Kafasını bana çevirdi.

 

Yutkundum. Fazla ileri gittim. Sinirle güldü. Kadının elinden biletleri almasıyla başıyla arkamı işaret etti. "Kimlik kartımı ver! Sende kalması saçma-" Lafımı yarıda kesti. Sinirle soludum.

 

"Neden? Zaten babanın piyonusun bana da itat etsen ne olacak ki..."

 

Gerçekten babamın piyonu muyum?

O kadar mı belli ediyorum?

 

"Kimsenin oyuncağı değilim." Elinden kimliğimi çektiğim gibi çantanın içine attım. Salak herif! Kollarını bileştirdi. Kaşlarını kaldırarak sırıttı. "Peki, neden anlaşmayı kabul ettin? Zorunda olmadığın hâlde-" Güldüm. Kollarımı onun gibi birleştirerek lafını kestim. "Anlaşmayı falan kabul etmedim." Araba da konuşurken aklı neredeydi? Gayet konuya dahil duruyordu ya da kendini öyle göstermek istedi.

 

İki adım atarak aramızdaki mesafeyi azalttı. Gözleri yemyeşil parlıyordu. Babama benziyordu. Koyu yeşil renkte ki gözlerinde kendi yansımamı görüyordum. Gözlerinde ne kadar küçük göründüğümü fark edince sadece mecazi anlama kafa yormak istedim.

 

"Gözler Almira... Gözler asla yalan söylemez." Söylemez mi? Myron, belki de kandırılmak en iyisidir. Kendi bildiğim gerçekte boğulmak yerine gözlerindeki yalanda nefes alırım. Sustum. Kafamda gezen binlerce düşünceyi asıl zamanı geldiğinde söyleyecektim. Myron, ecelin bile bir insanın nefesini keseceği zamanı vardır. Sadece o ana kadar bekler ve insanın yaşadığı müddetçe hayattan alacağı zevki izler.

 

Yıllar önce babamın söylediği kelimeler aklıma geldi. "Annen olacak kadın beni terk etti. İster sevgisini dağlara göklere haykırsın isterse adıma şiirler yazsın... Onun gözlerine baktığımda yalan söylediğini, o buğulu gözlerinin arkasındaki gerçeği hissettim."

 

Elimi anlıma koyarak masaj yapmaya başladım. Geçmişi hatırlmak istemiyorum. "İyi misin?"

 

Sesi hafif ve vurdumduymaz çıkıyordu. "Seni ne ilgilendirir?" Myron omzunu silkerek ardına baktı. Uçağın kalkış zamanı gelmişti, anons veriliyordu. Gaye koluma girdi ve güvenliklerin yanından geçip uçağın yanına vardık. Gülümseyerek yanındaki sarışın adama göz kırptı. "Arthur kaç yıldır bu anı bekliyorduk. Vakti geldi!" Arthur denilen adam sevinçle ellerini çırptı.

 

"Evet aşkım, balayını Paris'te yapacağız." Birbirlerine parıltılı gözlerle baktılar. Uçağın içine girdiğimde öylece etrafa bakıyordum. Myron eliyle cam kenarındaki koltuğu işaret etti. Başımı sallayarak dediği yere oturdum. Kendisi de yanıma oturarak cebinden telefonunu çıkardı. Aklıma gelen şeyle hızlıca ona döndüm. Elini kaldırarak işaret parmağıyla dudağıma baskı uyguladı.

 

"Sonra vereceğim." Nasıl demek istediğimi hemen anladı? Daha ağzımı bile açmadım. Sağ tarafıma dönüp camdan dışarıya baktım. İlk defa uçağa biniyorum. Babam öldü diye bildikten sonra yetimhanede yaşadım. On sekiz yaşıma kadar tanımadığım ve yabancılarla dolu o evde hiç bir zaman mutlu olamadım. Okulda gitmekten fazla zamanımı genç yaşta işe gitmekle geçirdim. Çoğu iş yeri on sekiz yaş altı eleman almasa da kafelerde başkalarının yardımı vasıtasıyla çalıştım.

 

Farkına varmadan uzaklara gitmemle uçağın kalkışını son anda fark ettim. Kalbim hızlı atıyor ve koltuğun kenarlarını sıkıca tutuyordum. Derin bir nefes aldım.

 

"İlk defa mı uçağa biliyorsun?"

 

Kulağıma nefesini üfleyerek konuşması ile başımı uzak tuttum. Kolunu önüme uzattı. "İstersen klişe sahnelerden birisini gerçekleştirebiliriz?" Elimle kolunu tutup indirdim. Gülerek, "Yok, yine de sağ ol sorduğun için..." Uçağın titremesiyle içimden besleme çektim. Normal değildi. Uçak çok şiddetli sallanıyordu.

 

İlk defa bindiğim için tuhaf geliyordu. Gözlerimi sıkıca yumdum. Zamanla geçerdi. O an ne ara uykuya daldığımı bile hatırlamıyorum. Gözlerimi açtığımda ilk gördüğüm şey ellerimin Myron'un elleri arasında olduğu...

 

"Neler oluyor?" Sesim uykudan dolayı kısık ve kelimeler ağzımda yuvarlanıyordu. Başımı sağa çevirdim. Camdan baktığım an gökyüzü turuncu renklerle şahane gözüküyordu. Yepyeni bir güne gözlerimi açtım. İnsanoğlu, Güneş'in ne zamana kadar dünyamızı aydınlatacağını bilmeden, yarının olup olmadığını düşünmeden umutla yaşıyoruz.

 

Güneş'in gökyüzüne yükseldiği an kuş cıvıltıları artardı. Yıldızlar kendilerini göstermezdi Dünya'daki aciz insanlara...

 

Bay Leon'un ölmeden önceki sabah, başucama bıraktığı notlardan birini hatırladım. Keşke yanımda olsan, o zaman tutunacağım bir dalım olurdu. Elimin sıkılmasıyla gözlerim yanağıma değen siyah saçlarına erişti. Kafasını omzuma yaslamış, dalgalı kısa saç tutamları yanağımı okşuyordu.

 

Karnımın üzerinde duran elimi kendisi tutmuş, bilmem kaçıncı rüyasını huzurla görüyordu. Paşama bak sen! Yakınlığı her ne kadar tuhaf hissettirse de tanımadığım birine yakın davranmamalı, mesafemi korumalıyım. Sol omzumu yukarı aşağı hareket ettirerek uyanmasını sağladım. Homurdanarak kafasını omzuma bastırdı.

 

"Pilot yavaş sür!"

 

Kurduğu anlamsız cümle ile güldüm. Elimi kaldırıp yüzüme yaklaştırdım. Eli hareketimle beraber havalandı. Dişlerimi avını gören avcı misali sinirle eline batırdım. "Ah! Ne oluyor lan?" Kafasını hızlıca kaldırıp etrafına anlamsız bakışlar attı. Önümüzde ki insanlar onun bu haline bakıp gülmemek için kendini tutuyorlardı. Gözleri dişlerimin arasında olan elinde gezdirdi. Sonra da olayı anlamış gibi elimi saran parmaklarına baktı.

 

Boğazını temizleyerek elini çekti. Yerine oturup kızaran eliyle anlını sıvazladı. Hiç bir şey olmamış gibi gözlerimi bulutlara çevirdim. "Pardon, kusura bakma bilerek yapmadım." O da benim gibi bulutlara baktı.

 

"Galiba klişe sahneleri pek seviyorsun." Dudaklarım kıvrıldı.

 

Bir kaç sözcük mırıldandı ama uçak anonsuyla duyamadım. Ellerimi güneşe dokunmak istercesine cama yasladım. İç çektim. Keşke uyumasaydım. Gece vakti yıldızlar kendini açığa çıkarırken aileme en yakın olduğum zamanı kaçırdım. Yıldızları daha yakından görme şansım olduğu halde korkudan gözlerimi kapattım.

 

Üzgünüm anne.

 

Affet beni Leon... Cümlenin sonuna ne getirebilirim? Yüreğim baba diye haykırırken gerçeğinin daha acı olması canımı yakıyordu.

 

Omzuma dokunulmasıyla yüzümü oraya çevirdim. Gözlerim Myron'un yeşil gözleriyle kesişti. Fazlasıyla yakınımdaydı. Burunlarımızın değmesine az bir mesafe var ve nefesini yüzümde hissediyorum. İşaret parmağımla alnından onu geri ittim. Hislerini hiç bir zaman belli etme...
Herkes teker teker uçaktan iniyordu.

 

Onu umursamayarak Gaye'in peşine takıldım. Omzumda çantayla diğerlerinin valizini almasını bekledim. Sürüye uyan kuzu gibi öylece onları gözledim. Myron'un arkamdan geldiğini bilsemde bakmadım. Bileğimden tutulmamla arkama döndüm. Onun soğuk parmaklarından tanıdım. Bir kaç saat geçmesine rağmen seneler geçmiş hissiyle yanıp tutuşuyorum.

 

"İlk defa bir kız tarafından bu tür muameleyi görüyorum." Şaşırdı. Dudaklarını büzerek düşünmeye başladı. Muhtemelen tanıdığı kadınlar tarafından fazla şımartıldı.

 

"Hep aynı kızlarla karşılaştığın için olabilir mi?" Sakin bir tavırla soru sordum. Adımlarımız konuşmamıza ayak uydurarak çıkışa yöneldi. Yüzüme yaklaşarak, "Yani, ben farklıyım mı diyorsun?" dedi.

 

Dudaklarımı araladım ama cevabı bulamadım. Diğerlerinden farkım tanıştığı kadınların benden güzel olmasıdır. Bana neler oluyor? Garip davranıyorum. "Tanımadan bilemezsin..." Diye mırıldandım. Dışarı çıkmamızla saçlarım geriye savruldu. Gözleri uzun süre saçlarımda takılı kaldı.

 

"Abi!" Arkamızdan gelen adam Myron'a elinde tuttuğu telefonu uzattı. "Reşat Bey telefonda sizinle konuşmak istiyor." Dedi. Hâlâ bana bakan yeşil gözler ile olduğum yerde durdum. Gözlerimle telefonu işaret ettim. Kendine gelerek başını salladı. Üç dört adım uzaklaşıp telefonu kulağına yasladı.

 

Myron'un gözleri saçlarımda takılı kalırken telefondaki adamı dinlemekte zorlanıyordu. Abi diye seslenen adam onun bu haline gülümsedi. "Abimi daha önce hiç böyle görmedim." Omzuyla beni dürttü. "Bakışlarını görüyor musun? Sanki saçlarına ayrı bir zaafı varmış gibi bakıyor. Oysa ki tablo-"Ne dediğinin farkına varmasıyla elleriyle ağzını kapattı. Kaşlarımı çattım. "Ne?" Cümlenin devamında ne diyecekti?

 

Anlamayarak elini tuttum. "Söylesene! Ne tablosu?" Kafasını iki yana salladı. Bir takım şeyler söyledi ama ağzını kapattığı için boğuk çıkıyordu. Elini tutarak geri çektim. "Abim beni sağ bırakmaz." Son anda hızlıca kurduğu sözleri duydum.

 

"Tamam, söylerim sağa bırakır. Lütfen ne tablosu söyler misin?" Yüzünü buruşturdu. Miğdesi bulanır gibi karnını tuttu. "İyiliğimiz için bir daha şaka yapma!" Omzuna vurdum. İşaret parmağımı yüzüne salladım. "Konuyu değiştirme!" Gözleri arkamda bir yere sabitlendi.

 

Hızlıca, "Bana müsade," diyerek arkama uzanıp eline aldığı telefonla arkadaşlarının yanına gitti.

 

"Bakılyorumda baya samimi oldunuz." Kaşları çatılı, elleri cebinde önümde durmasıyla ona bakmak için kafamı kaldırdım. Az önce giden adamın ismi sordum. Kaşları daha fazla çatıldı. Anlamak istercesine, "Bana telefonu veren adamdan mı bahsediyorsun?" diye sordu. Sesi sinirli çıktı. Kafamı evet dercesine salladım.

 

"Ne yapacaksın onu?" Neden bu kadar soru soruyor? Alt tarafı ismini vereceksin bende ne tablosu olduğunu anlayacağım. Seneler önce Bay Leon'u öldüren adamın bahsettiği tablo olabilir mi? Benle ne alakası olabilir ki? Saçlarımla peki? Anlam kuramıyorum, bir bağlantısını bulsam eminim gerisi gelecekti. Çıkmaz sokağa girmiş peşimdeki insanlardan kaçıyordum.

 

Yüzüme bir cevap aramak için bakıyordu. Bende Bay Leon'un öldürülme sebebini öğreneceğim umutlu bakışlarla... "Lazım." Dedim. Şaşırarak baktı.

 

"Lazım? O mu?" Bakışları saçlarımda gezindi sonra sabır dileyerek başını eğdi.

 

"Aşık mı oldun?"

 

Gözlerim yerinden çıkacakmış gibi baktım. "Yuh! Ne aşkı? İki dakikada aşk mı olur? İnsan birini seneler geçtiğinde anca tanır. Tanımadan sevilmez ki..." Dedim.

 

"Sevilmez mi?"

 

Aklından neler geçiyordu? Kalbim depar atarak koşuyor, yolunu bulmayı çabalıyordu. Dudaklarımı oynattım. "Sevilmez. Eğer seversen kendini kandırırsın." Karşımdaki adamın sadece ismini biliyorum. Kaç yaşında nelerden hoşlanır bilmiyorum.

 

Bir kişiyi tanımak için geçmişini bilmek gerekir. Myron gözlerin çok tanıdık bakıyor. Seni ilk gördüğüm anda tanıyormuş gibi hissettim. Neden böyle? Belki de geçmişte yollarımız kesişti de hatırlamıyorum.

 

Uzun süre geçti ve hala olduğumuz yerde duruyoruz. Gözleri bir milim bile oynamadan gözlerime bakıyor. "İsmi Rory, aramızda kan bağı yok ama bana abi diye hitap eder. Harbe de ki herkes takma isim kullanır. Gerçek isimlerini bir tek ben biliyorum. Hepsi bana itaat ediyor, eğer onu tanımak istersen bana sormalısın."

 

Acımaz sözleri kalbimi yaraldı. Kötü cümleler söylemiyordu ama beni incitmek istediğini anlıyordum. Neyin içine düştüğümü anlatıyordu. Özgür olmadığımı ve benimde ona itaat edeceğimi... Babam gibi göğsünü kabartarak üstünlüğünü dile getiryordu. Elimde olan tek şey gülümsemek. Babamın sevgisini kazanmak için ona da boyun eğmeliyim.

 

Gülümsedim. "Peki." Ellerimi önümde kavuşturdum. Gözlerim yeri seyrediyordu. Önümden ayrılmadan sadece ne yaptığıma baktı. Kesin yüzünde zafer ifadesiyle bakıyordu. Gaye yanıma gelerek kolunu omzuma attı.

 

"Acıktın mı? Yakınlarda restoran varmış, balığı o kadar lezzetli yapıyormuş ki parmaklarını yersin denildiğini duydum." Eliyle karnını tuttu. "Arthur canımı çektirdin, aferin sana yine kilo alıcam!" Sevgilisine kızgın gözlerle baktı. Arthur, Myron'a göz kırparak yanımıza geldi. İkisinin de boyu uzundu ama Myron'un ondan beş santim falan daha uzun olduğunu fark ettim. Öylece kendi kafamda düşünürken yanlışıkla gözlerine baktım. Yüzü asık yere bakıyordu. Ne zamandan beri?

 

Arthur, "Diyorum ki hazır sevgilimin canı çekmişken gidelim. Sana da uyar mı?" diyerek Myron'a soru yöneltti.
Gözlerini yerden kaldırıp bana dikti. Düşünceli ifadesiyle duruşu Arthur'u şaşırttı. Başıyla beni işaret etti. Bu sefer şaşıran ben oldum. Benden izin mi almaya çalışıyordu?

 

Sırıttım. Elimle yüzüme rüzgardan dolayı yapışan saçımı arkaya attım. "Patron olan sensin," Az önce dediklerinden pişmanlık mı duyuyordu?

 

Myron seninde için yanıyor mu?

 

Piyon olmak nasıl hissettiriyor?Düşüncelerim senin için ne kadar önemli? Eğer beni merak ediyorsan tahtın sarsıldı demek...

 

Sadece yutkundu. Ne yaptığını anlayınca eliyle saçını karıştırdı. "Gidelim." Arkasını dönüp cebinden sigara paketini çıkardı. Bir dal sigara alıp dudakları arasına yerleştirdi. Elini diğer cebine atıp sigarayı yapmak için çakmak aradı. İstediğini bulamayınca kaşları çatılı hâlde bana döndü.

 

Oyunda kimin piyon olduğunu bilmezsin.

 

İlk kural kendini asla küçük düşürme!

 

Az önce kısa süreliğine iplerini onun ellerine verdim. Maalesef kontrol bende, piyon olarak size verilmedim. Oyunun kuralları ben olduğum sürece işler. Senin sigaranda varlığımın göstergesi olarak yanacak.

 

Elimi cebime atıp çakmağı aldım. Ne yaptığımı anladığında sigarasının ucu şaşkınlıktan dolayı aşağıya eğildi. Çakmağı yukarı kaldırıp aramızda yaktım. Rüzgardan dolayı hemen söndü. Yanmayacağını anladığım sigarayı sol elimle hapsettim. Bir adım öne giderek yaklaştım. Bu sefer çakmağı sigaranın ucuna yaklaştırıp yaktım. Gözlerimi beni kıskacına almış yeşil gözlere bilerek çevirmeden çakmağı göğsüne yasladım. "Bende kalmasın..." Sigarayı dudakları arasından çıkardı.

 

Beni geri mi çeviriyorsun?

 

Oysa sigaranı baban yakardı?

 

İçine hapsettiği dumanını yüzüme üfledi. Asla geri çekilmeden aramızda geçen dumanla gözlerimi yukarı kaldırdım. Benimle oynama Myron, sigaran değil sen yanarsın...

 

Gaye ortamda oluşan gerginliği anlamış olacak ki kolundan tuttu. Kulağıma fısıldadı. "Kızım ne yapıyorsun?" Bilmem dercesine dudaklarımı büzdüm. Piyonun kim olduğunu gösteriyorum. Yakında babamda şahit olacak.

 

  ***

 

Restoranda sandalyede oturmuş etrafımı inceliyordum. Yan masalarda ki insanlar şık giyinmiş ortama ayak uyduruyordu. Bizim masa ise o kadar rahat takılıyordu ki garsonun şüpheci bakışları üzerimizde geziniyordu. Elimin üzerinde hissettiğim temasla Gaye'nin kırmızı ojeli elini gördüm.

 

"Garson geldiğimizden beri sana bakıyor."

 

Yok dercesine kafamı iki yana salladım. Yuvarlak masada önümde oturan Myron telefonuyla ilgileniyordu. Gaye'nin sesini duymasıyla bakışları bahsettiği garsona takıldı. Sonra bana bakı. Benim gözlerim her zamanki gibi ona bakıyordu. Bu tavrıma şaşırdı.

 

Garson elindeki tepsiyle masaya doğru ilerledi. Tabakları yerleştirirken hiç birinin suratına bakmadı. En son tabağı benim önüme koyarken göz kırptı. Herkesin dikkatini çekmiş olabilir ki bakışları giden garsona takılıydı. Arthur mırıldandı. "Yavşağa bak! Bir de tabağın kenarına kağıt sıkıştırıyor."

 

Kız kardeşini korumaya çalışan bir abi gibi konuşması gülümsememe neden oldu. Gerçi kardeşim olmadığı için o duygunun nasıl hissettirdiğini bilmiyorum. Myron gözleriyle kağıdı işaret etti. Kağıdı elimin arasına alıp içime derin bir nefes çektim.

 

Derhal burdan uzaklaşın! William suikast kurdu.

 

Kaşlarımı çatarak kağıda baktım. Neden bahsediyor? William ismini sanki daha önce duydum. Gözlerimden yaşlar aktı. Örgüt lideri William Brown...

 

"Söyle nerede tablo? Nereye sakladın?" Diye adamın yüzüne bağırdı. Boğazını sıkarak elindeki silahı alnına yasladı. "Kafanı parçalamam tek mermiye bakar!"

 

Bay Leon'un öldüğü gün William denilen adam oradaydı. Eğer geçmişi yeteri kadar hatırlayabilirsem tablonun nerede olduğunu bulabilirim. Peki neden şimdi bu isim karşıma çıkıyor? Herşey planlı ilerliyordu.

 

Piyon gerçekten ben miyim?

 

Herkes yemeğini yerken öylece kağıda bakakaldım. Gaye, "Ne yazmış? Kesin telefon numarasını bıraktı," Dedi. "Keşke onu yazsaydı." Diyerek mırıldandım.

 

Gözlerini belerterek bana baktı. "Çüş! Yoksa ev adresini mi yazdı?" Eliyle ağzını kapattı. Göz yaşlarım yanağıma doğru ilerliyor ve dudağım titriyordu. Buğulanan gözlerimle Myron'a baktım. Kaşları çatılı hâlde ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kağıdı Myron'a uzatmak için kolumu kaldıracaktım ki restoran camının patlamasıyla kulağım çınladı.

 

Herkes yerinden kalkmış çıkışa doğru ilerliyordu. Elimle kulağımı kapattım. Arthur hızlı davranarak Gaye'nin kolundan tuttu. Ayağa kalktım. Burdan derhal gitmeliyim. Elindeki kağıdı sıkarak önümdeki kalabalığın içinden çıkışa yönelmeye çalıştım. Omzuma çarpılmasıyla yere düştüm.

 

Dizlerime batan cam kırıklarıyla ellerimi yere yasladım. Kalkmak istiyorum ama elime batan her cam kırığı canımı yakıyordu. Ölüm gerçekten ansız yaklaşır. Tahmin edemediğin aklının ermediği zaman kapını çalardı. Ölme korkusuyla göz yaşı dökmüyorum. Babamdan sevgi göremeden gözlerimi yummak istemiyorum. Senelerce içimde bunun korkusuyla yaşadım.

 

Belimden tutulmamla bedenim havalandı. Vücudumun her bir yanından akan kan ruhumu yaralıyordu. Buğulu gözlerimin ardından bana bakan Myron eliyle göz yaşlarımı usanmadan tekrar sildi.

 

"İyi olacaksın, yanındayım." Bay Leon'da öyle derdi. Ben olduğum sürece iyi olacaksın güzel kızım. Sözler tutulmak için var, kandırmak için değil.

 

Yanağımda duran elini tuttum. İstemsizce gözlerim yaşadığım acıdan dolayı kapandı. Yarına sağ kalır mıyım bilmem. Tek bildiğim geldiğim yer senin yanın olacak.

 

BÖLÜM SONU.

 

Myron?

 

 

Almira?

 

Öncelikle bölüm hakkındaki düşünceleriniz neler? Lütfen benimle paylaşmaktan çekinmeyin.

 

Kurgunun ilerleyişi zamanla kafanızda oturacaktır. Karışık bir zaman algısı var, düzeltmeye çalışacağım.

 

Kendinize iyi bakın. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere... 🤍

Loading...
0%