@ahuyazar.97
|
Bölüm şarkısı : The weeknd - Heartless GEÇMİŞİN ÖTESİNDE Her şeyin başladığı zaman... 03.10.2007 "Eğer Özgür Olmak İstiyorsan,Hiç Kimseye İnanma. Çünkü Kırmızı Elma Yeşile Boyandı. En Beklemediğin Kişi, Elinde Fırça İle Seni Bekliyor. Unutma Ki Her İyi Sandığın Silahı Kalbine Doğrultur." Kalbi alevler içerisinde yanan bir kız çocuğu düşün... Ne kadar da aciz değil mi? Her attığı adımda geçmişin izleri silinir, gelecek günahlarını ona bahşeder. Yüzüne esir düşen maske kendi benliğini unutturdu. Yaşı küçüktü ama yarası sayılamayacak derecede fazlaydı. Dünyaya geleli beş yıl bile olmadan insanlar onu kurban etti. Annesi doğum sırasında onun yüzünden öldü, babası öyle diyordu. Belki de başından beri yanlış hikâye anlatılıyordu. İlk gözlerindeki perde kalktığında etrafı bulanık gördü. Hiç bir zaman gerçek dünyayı net göremeyecekti. Gerçek dünya ölümdü. Zaten kurban edilmişti ölüm ona yakın olmalıydı. Herkesin ilk kelimesi anne iken o baba diye çığlık çığlığa ağladı. Dizlerinin üstünde emeklemeden yürümeyi, peşinde katil varmışcasına koşmayı öğrendi. Hiç kimse elinden tutmadı.Koskaca saray da prenses olarak anıldı. Tombul yanakları, esmer ten ve ela gözlere sahipti. Bir keresinde bakıcısı Bayan Abril, dış görünüşü yüzünden onunla dalga geçmişti. İngiliz kökenli kadın ne kadar dışarıdan kıza karşı yumuşak görünse de kimse olmadığı zaman sert davranıyordu. Acaba babasının bundan haberi var mıydı? Sahi babasıyla en son ne zaman konuştu? Cevabı bilse de düşünmekten korkuyordu. Saray da hapis hayatı yaşayan Almira, doğum gününde ilk defa babasından bir dilek istedi. Çok uzaklarda bir dağın arkasındaki küçük kasabada ki insanları görmek falan değildi yada oyuncak bebek isteyip babasının başını şişirmek... Tek isteği Saray'ın yanında bulunan devasa dağın tepesine çıkıp gökyüzündeki yıldızları daha yakından görmekti. Gökyüzünde ki sayısız yıldızlardan bir tanesi annesiydi. Ölen her insan gökyüzünde yerini alıyordu. Fotoğraflarını ezbere bilen, her baktığında içi özlemle dolan kız çocuğu en büyük darbeyi babasından yedi. Dileğini söylediği an şömine de yakılan annesinin fotoğrafı kül oldu. Yüreğini yaktı. Babası en büyük zalimliği kızına yaptı. Dünya da bir günah daha işlenip geçmişe karıştı. Zaman farkına varamadan kurbanları ölüme yaklaştırdı. Yıllar geçti, geriye ağlayan kızın gözyaşları kaldı. Aylardan ekim ayı, sonbaharın insanların hasta olmasını sağladığı ama kalplerini sımsıcak bırakttığı an... Saray'ın bahçesinde az önce yağan yağmurun bıraktığı izler vardı. Küçük kız yağmurun dinmesini beklemiş, saatlerce odanın camından dışarıyı seyrediyordu. Omzuna dokunan el ile başını yana çevirdi. Gözleri Bay Leon'la buluşunca dişlerini göstererek gülümsedi. Kısa kahkaha eşliğinde kendisine eğilerek sarılan adamın boynuna kollarının doladı. Bay Leon, "Bugün benim prensesim kendini nasıl hissediyor?" diyerek kızın kısa saçlarını okşadı. Kim demiş prenseslerin saçları uzun olur. Bay Leon ona her şefkatle baktığında küçük kızın kalbi sıkışıyordu. Babasının vermediği sevgiyi başkasından almak onu üzüyordu. Mutlu olmak onunda hakkıydı. Babasının prensesi olmak ve onun öyle seslenmesini isterdi. Belki büyüdüğü zaman babası onu severdi. Küçük yaşta ölmekten delicesine korkuyordu. Hayat işte tam olarak böyleydi. Sevgiyi yanlış insanlarda aramak kendimize yaptığımız en büyük hatalardan biri oldu. Bir çocuğun parkta oynaması gereken çağlarda hep aynı yaşta kalmaktan korkması hayatın acımasızlığını gösteriyordu. Kısa sarılmanın ardından oturduğu koltuktan ayağa kalktı. Doğum günü için giydiği pembe renkte olan tüllü elbisenin kırışan eteklerini düzeltti. Etrafında dönüp elbisesini Bay Leon'a gösterdi. Yeni çıkan dişi yüzünden ne kadar konuşmakta zorlansa da mutluluğunu onunla paylaştı. "Bugün büyük gün," dedi. Bay Leon evet derecesini kafasını hareket ettirdi. "Doğum günün güzel kızım, nice mutlu yıllar diliyorum. Gözümde hâlâ bir bebeksin,"diyerek kızın tombul yanaklarını parmakları arasında sıkıştırdı. "Ne ara bu kadar büyüdün hâlâ inanamıyorum." Mavi renkte ki gözleri ağlamanın etkisiyle parıldadı. Küçük kızı, kendi çocuğu gibi seviyor, mutlu olması için elinden geleni yapıyordu.Almira, Bay Leon'un vefât eden kızına benziyordu. Gülüşü, bakışı, gözleri... Üç yaşında ölen kızına karşı duyduğu özlemi Almira sayesinde gidermeye çalışıyordu. Aynı sevgiyi tabiki de veremezdi. Yine de mezarı bile olmayan kızının özlemini böyle gideriyordu. "Bugün annemin öldüğü gün..." Diye fıısıldadı. Her yıl tarih bu günü gösterince doğum ve ölüm arasındaydı. Bu yaşına kadar doğum günü kutlamayan kız çocuğu, tek bir dileği annesini görmekti. Mutlu olmasının nedeni buydu. Bıkmadan usanmadan tekrardan dileğini babasına söylemişti. Bay Leon umutlu gözlerle ona bakan kıza iç geçirdi. Kızın omzunu tutarak yere eğildi. Aynı boya gelmek için dizleri üzerine çöktü. Bir gözünden düşen yaşla dileğinin gerçek olamayacağını anlatmak istedi. Onun bu gerçekle yüzleşmesinden korkan adamın kalbi sıkıştı. Bay Leon, "Yıldızların hepsini nasıl görebilirsin biliyor musun?" dedi. Yapacak başka bir şey yoktu. Yalan kızı mutlu edicekse gerçeği söylemekten kaçındı. Johnson Davis'in, yani babasının söylediği yalanı gerçekleştirecek, kızı son defa görme pahasına olsa da yapacaktı. Biliyordu ki Johnson Davis karısından nefret edittiği için böyle bir yalanın üzerine adamı hayatta bırakmazdı. Nasıl yeni doğmuş bebeği o adamın ellerinde öldüren adam karısı Carolina Davis'e yapmadığı işkence kalmamıştı. Almira kafasını iki yana salladı. Gerçekten çok merak ediyordu. Odasının penceresinden baktığında az sayıda yıldız görünüyordu. Gökyüzündeki en büyük yıldız annesiydi. İnanıyordu ki. Büyük bir dikkatle ona bakıyordu. Hadi anlat dercesine yerinde zıpladı. Heyecandan bir ileri ilerliyor, tekrardan geri bir adımlarla yerinde sallanıyordu. Tam o anda dışarıdan gelen patlama sesinin ardından, Bay Leon yüz üstü kızın üzerine düştü. Almira çığlık bile atamadan üzerine düşen adamla öylece soğuk tahta zeminde boylu boyunca uzandı. Vücuduna yüklenen ağırlık yüzünden canı acısa da kafasını sağa çevirdi. Bay Leon'u kafasından vurulmuş, gözleri açık bir vaziyette gördü. Anlından oluk oluk akan kanlar kızın yanağına işliyordu. Dakikalar önce okşanan yanağına... Ela gözleri, artık parıldamayan mavi gözler ile karşılaştı. İlk kurşun küçük kızın doğum gününde sıkıldı. Hıçkırarak ağlamaya başladı. "Yardım edin!" Diyerek sesini duyurmaya çalıştı. Kapının önünde bir çocuk ve iki tane takım elbiseli adam duruyordu. Oğlanın, yaşlı adamın elini bırakarak kendisine geldiğini gördü. Bay Leon'un omzundan iterek kızın üstündeki bedeni kenara çekti. Almira'nın ağlaması şiddetlendi. Bay Leon hep ona küçük kız derdi. Artık küçük değildi. Almira'ydı. Büyümeye yeminli, ölmekten korkmayan... Oğlan, yerde yatan kızın bir anda ağlaması durduğunda şaşkınlıkla ona baktı. Az önce boğazı yırtmak istercesine ağlayan küçük kız, artık durgun bir hâlde duvara bakıyordu. Soluna doğru kafasını çevirdi. Bay Leon'un gözleri yine gözlerine bakıyordu. Korkmadı. Dudakları iki yana kıvırıldı. Son kez Bay Leon'a gülümsedi. Gerçek baba sevgisini hissettiği adama içinden yaşaması için dualar etti. Ölse bile gökyüzünde annesinin yanında büyük bir yıldız olarak parlayacaktı. Oğlan kendinden sekiz yaş küçük olan kızı kucağına aldı. Almira sırtının soğuk zeminden ayrıldığını hisseti. Gözleri hala cesetin üzerindeydi. Vücuduna sarılan kolların sıcacık olduğunu fark edip Başını oğlanın göğsüne yasladı. Kız çocuğu, oğlanın kulağına doğru "Bana gökyüzünde ki en büyük iki yıldızı gösterebilir misin?" diye fısıldadı.
Oğlan cevap veremeden küçük kız kollarında bayıldı. Oğlanın babası, Almira nın odasını karıştırmaya başladı. "Buralarda bir yer de olması gerekiyor." Hızlıca çekmeceleri, dolapları hatta halının altına bile baktı. "Lanet olsun!" Odanın içinde bağırarak kızın yanına gitti. Almira'nın kafası oğlanın göğsüne yaslanmış gözleri yaşadığı şokun etkisiyle hala kaplıydı. Kızın çenesinden tutarak kendinesine bakmasını sağladı. Almira gözlerini sımsıkı kapatmış açmamakta direndi. Neredeyse boynu kıralacaktı. Oğlan bir iki adım geriye gitti. Babasının zalim bir insan olduğunu elbette biliyordu. Örgüt lideri William Brown, evi basmasının bir nedeni vardı. Yine de kıza zarar verecek kadar kalbinin karardığına inanamadı. Oğlan, "O daha çocuk. Aradığın her neyse ona odaklan!" diye babasına baş gösterdi. Zaten kız şokun etkisiyle bayılmış, kendinde bile değildi. Oğlanda yaşanan olay da kızın durumunu düşünüp empati kuruyordu. Yetişkinler zalimliğini göstermiş, küçük çocukların kabuslarına giriyordu. Çocuklar aynı yaşta olduğu insanı yaramak istemez, kalbini kırdığında hemen vicdan azabı çeker, özür dilerdi. Çocuk kalbi diye bir şey vardı. Çocuklar birbirlerinin yaralarını sarar, yetişkinler birbirlerini kanatırlardı. Ebeveynleri tarafından zor bir ailede yaşayan çocukların durumu farklıydı. Bazen yetişkinlerin yolu çocuklara çıkar, sinirini onlardan çıkartırdı. Olan çocuklara olur, elinde olmadan başkalarının da canı yanmasını isterdi. Yetişkinler günah işler. Günahlar çocuklara yazılırdı. Dünya'da sistem böyle ilerliyordu. Öteki Dünya'da yazılan sevap ve günahlar kişinin kendisinden sorumlu tutulacaktı. İçeri giren koruma William'ın yanına gitti. Önünü ilikleyerak durumu anlattı. "Efendim, bütün hizmetçiler etkisiz hale getirildi. Kameralar devre dışı ve evin dışında ki korumların silahları alındı. Mutfak kapısının dış kapı ile bağlantısı var ve oradan kaçan bir adam bulduk. Eliyle bahsettiği adamın gelmesini işaret etti. Ağzı bantlanmış, kolları iplerle sarılmış bir adam arkasından tekmelenerek yere düştü. O adam Almira'nın babasıydı. William, "Gerçekten kaçmaya mı çalıştın? Bir de örgüt lideri olacaksın. Sen bu kafayla çöpçü bile olamazsın. Millettin bokunu temizlemekten başka bir işin mi var?" dedi. Sonra gözleri korkudan bayılan küçük kıza takıldı. "Kızını bırakıp kaçmak adamlığa sığar mı? Doğru sen adam bile değilsin." Cümlesin sonunda Johnson'ın suratına art arda yumruklar indirdi. Adamın bantlı ağzını açtı. "Söyle nerede tablo? Nereye sakladın?" Diye adamın yüzüne bağırdı. Boğazını sıkarak elindeki silahı alnına yasladı. "Kafanı parçalamam tek mermiye bakar!" Johnson aciz bir adam rolüne bürünerek karşısında ki adamın ayaklarına kapandı. "Yalvarırım lütfen bırak gideyim. Nerede olduğunu bilmiyorum." Johnson sahte maskesini yüzünde bulundurmaktan keyifliydi. William eğer sergilediği performasına inanırsa kurtulmayı başarıcaktı. Tam kafasını kaldıracakken William sağ ayağının topuğuyla baskı uyguladı. Sertçe burnunu çekerek ceketinin cebinden bir dal sigara çıkardı, dudaklarının arasına yerleştirdi. "Myron, oğlum sigaramı yakar mısın?" Belini bükerek oğlanla aynı boya geldi. Biçimli kaşları, dalgalı siyah saçı ve sol gözünden boynuna kadar uzanan yara iziyle örgüt lideri olmayı hak ediyor gibi gözüküyordu. Tıpatıp ona benzeyen oğlu sadece kucağındaki kıza odaklıydı. "Oğlum!" Yerinden sıçrayan oğlan kafasını iki yana salladı. Almira göğsünde hıçkırarak ağlıyor, omzunu küçük elleriyle sıkıyordu. Kızın gözyaşlarına içi giderek bakan oğlan, babasını arkasında bırakarak odadan ayrıldı. Ardından silah patlama sesi evde yankılandı. 🎭🥂 31.12.2023 Gökyüzü şiddetli yıldırımlarla âdeta kükrüyordu. Sağanak yağmurun sesi ve toprak kokusu insana huzur veriyordu. Orman, asırlardır katillerin yuvasıydı. Küçük su damlaları hızlandı ve kanlı izler çamura karıştı. Görünmez... Bu kelime en çok onlara hitap ediyor. Ağaçların arasında ki patika da yürüyen katil, korkusuzca arkasına bakmadan yürüyordu. Şiddetli rüzgarla uzun pelerinin şapkası geriye savruldu. Kusursuz saçları rüzgara ayak uydurdu. Alnından aşağı elmacık kemiklerine doğru akıp giden su damlaları, onu kusursuz gösteriyordu. Yüzüne sıçrayan kan lekeleri silinmeye başladı. Yeni birini avlamanın mutluluğu ile dudakları kıvrıldı. Adımlarını hızlandırdı. Önündeki harabeye dönmüş kulübe,ağaçların arasında ürkütücü görünüyordu. Eskiden huzur bulduğu evi artık yıkılmak üzereydi. Şimdi ise duvarlarla kaplı hiç bir eve, gözlerinde ki özlemle bakamıyordu. Ruhsuz, acı hissetmeyen,en iyi tabiri ile duygusuz biri olmuştu. Ev kelimesi kullanılmayan sözlüğün sayfaları arasında kaybolmuştu. Anlamını unutmuş,hatırlamak istemiyordu. Ev değilde,kulübe diyordu. Harabe olmuş,anıların eskittiği küçük bir kulübe. Korkunç görünsede onu hiç korkutmayan kulübenin önüne yaklaştı. Gözlerinin önüne hayali perdenin inmesi ile önünde koşturan küçük çocuğu gördü. Geçmişte kalmış ve yaşanmış bir hayaldi. Küçük çoçuk elindeki uçurtma ile gökyüzüne bakarak koşuyordu. Büyük bir uçurtma aklını o kadar dış dünyadan soyutlamıştı ki önünde olan küçücük çakıl taşını fark etmeyip yere kapaklandı. Küçük çocuğun gözleri doldu. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. İçeriden babasının bağırma seslerini duyunca elleriyle dudaklarını hapsetti. Eğer babası ağladığını duyarsa ona kızardı. Annesi yeterince gözyaşı dökmüştü. 'Ağlamak annemi üzer.' diye fısıldadı. 'Ağlamamlıyım.' Bir yakarıştan farksızdı sesi. 'Ağlamak babamı sinirlendirir.' Her konuştuğunda sesi yükseliyordu. Farkında bile değildi. İleri geri sallanmaya başladı. 'Ağlamamalıyım.' Kendini kaybedeli uzun zaman oldu. 'Babam kızmaz ise annem üzülmez.' Tek tesellisi buydu. Duygusuz olursa annesi onu sevmediğini düşünür ve ağlamaz. Ondan dolayı babası bağırmaz ve annesinin boncuk gözleri dolmazdı. Daha fazla dayanamadı. Ağlamasını durdurmak onun için en zoruydu. Bir çocuk için katlanılmazdı. Yavaşça aktı küçük şu damlaları yanağından yere ağrı düştü. Parmakları gözyaşlarını gizledi. Sessiz akıp giden gözyaşlarından hiç kimsenin haberi yoktu. Gözlerinden düşen yaşın sebebi elinden kayıp giden uçurtma ve annesinin kalbinin kırılmasıydı. Kafasını iki yana salladı. Aklına gelen anıları tekrar geçmişe gönderdi. Elindeki bıçağı kabzasına yerleştirdi. Kulübenin önünde az sayıda olan merdivenleri çıktı. Kapının tokmağını çevirerek bir iki deneme sonra açmayı başardı. Açılan kapı ile yükselen sesler içerdekilerin habercisiydi. Yerlerde ona yolunu göstermek adına mumlar dizilmişti. Gereksiz yol gösterici mumlar. Işık niyetinde kullanılsada bunlar kaybolanların haritası... Mumları takip etmesine gerek yoktu. Yıllar önce terk ettiği evini ezbere biliyordu. Hafızası güçlü değil, aksine unutulmaz bir geçmişe sahipti. Salon denilen yere geldiğinde, masada oturan insanlar onu daha fark etmemişti. Yuvarlak masadaki kişileri inceledi teker teker. Ağır bir konuşmanın içerisindelerdi. Hepsinin üzerlerinde olan siyah takım elbiseleri, onları bir iş adamı gibi göstermişti. Başka birisi görse öyle düşünürdü. Zaten öyle değil miydi? O insanı tanımasan dışarıdan bakıp söyleyebileceğin tek şey, iyi bir insana benziyor cümlesi olurdu. Maalesef gerçekte öyle değil. Keşke öyle olsaydı. Her gördüğümüz kişi,tahmin ettiğimiz gibi iyi birisi değil. Aksine sen onu ne kadar iyi zanneder isen o maske takmaya devam eder. Herkes yüzlerinde görülmeyen maskeler takıyordu. Maskeler. Bir çok maske... Kişiye göre değişen renkli maskeler. Şöminenin önünde duran Alex elindeki odunları ateşe atıyordu. Harlanan közler içerisini ısıtmaya pek yardımcı değildi. Diğer odalardan gelen soğuk hava durumu zorlaştırıyordu. Gözlerini masada oturanlara çevirdi. Elindeki şarap bardağı ile Arthur'un elindeki dosyalara bakan Roy'un kaşları çatıktı. Ters giden bir şeyler vardı. Sessizce Arthur'un kulağına fısıldamaya başladı. Arthur kulağına fısıldayan adamı sertçe iterek ayağa kalktı. "Olmaz! Ondan bunu saklayamayız," dedi. Sesi kısık ama sert çıkıyordu. Masada duran dosyayı alarak memnun olmayan bakışlar attı. Eğer liderden dosyalar saklanırsa kendi ölümüne sebep olacaktı. Roy bardakta kalan son damlayı da içince bakışları kapıda bekleyen adamı fark etti. Masada duran peçete ile dudaklarını sildi. Oturduğu sandalyeyi geriye doğru iterek ayağa kalktı. Karşında siyahlara bürünen adamın sert bakışlarıyla karşılaştı. Roy "Adamım, sen evinin yolunu bilir miydin?" dedi alaylı bir sesle. Adam kendisine edilen söz karşılığında ciddi bir ifade takındı. Kapıda durmayı bırakıp odanın tam ortasında duran masaya doğru adımladı. "Sence burası eve benziyor mu? Ev dediğin yıkılmak üzere olan bir harabe mi?" dedi. Üstündeki pelerini tek hamleyle çıkardı. Oda da bulunan hiç kimseden ses çıkmayınca cevabını almış oldu. Arthur ortamda oluşan sessizliği fırsat bilerek, elinde bulunan kağıt parçasını masaya fırlattı. Roy'un sinirli bakışları Arthur'u buldu. Kendi başına kararlar vermesine ayar oluyordu. Arthur, "Lider dosyadaki bilgilerde eksiklik var," dedi. Arkasından gelen odun sesleri ile kaşlarını çattı. Sertçe burnunu çekerek hâlâ odunlarla oynayan Alex'e baktı. "Hey! Sikik Herif oyun oynamayı bırakta buraya gel." Arthur'un yüksek çıkan ses tonu, Alex'i yerinde sıçrattı. 'Korkak' diye tısladı. Yağmur şiddetini artırmış cama baskı uyguluyordu. Alex yeni gelmiş adama korkarak baktı. Tahta zemine yasladığı dizlerini yerden kaldırdı. Elindeki tozları üzerine sürterek temizledi. Saçları omzuna kadar uzanıyordu. Elleri titreyerek kulaklarını örtbas etti. Önünde yıkılmaz gibi duran adama baktı. Yutkunarak yanına yavaşça ilerledi. Alex, "Hoşgeldin Lider," diye konuşurken bir yandan kulağını tutuyordu. Gözleri etraftaki tablolarda gezindi. "Ben etrafı kontrol edeceğim. Bulunduğumuz bölge güvenli değil." Yavaş adımlarla kapıya doğru ilerledi. Rory bir şeylerin ters gittiğini anladı. Arthur'a bakarak ne oldu dercesine kaşlarını kaldırdı. Arthur'un uzattığı kağıtlara bakan katil sinirle burnundan soludu. Katil kelimesi en çok ona hitap ediyordu. İsim olmuştu, onun için öyle sesleniliyordu. Avcılar bile dahil herkes ondan korkuyordu. Örgütün üç liderinden biriydi. Aralarından en genç kişi ve diğerlerine göre daha korkusuz... Alex arkasına son kez bakıp kafasını önüne çevirdi. Tam bir adım dahi atacaktı ki bacağına sıkılan kurşun ile yere yığıldı. Acı dolu haykırışı harabe kulübede yayıldı. Dizlerinin üstünde ayağa kalkmak için elleri ile ahşap parkelere destek uyguladı. Görüşüne bir çift kahverengi bot girmesi ile sonun geleceğini anladı. Roy "Patron neler oluyor?" dedi, sesine şaşkınlık yansımıştı. Arthur, omzunu Rory'e bilerek çarparak dikkatini kendisine çekti. İşaret parmağını dudağına yaslayarak sus işareti yaptı. Yerde kanlar içerisinde yatan adamın nefes sesleri git gide azalıyordu. Saçından tutulması ile kafası geriye çekildi. Boynundan çıkan kemik sesi Katil'i gülümsetti. Arthur sessizce Roy'un kulağına fısıldadı. "Sence onu durdurmalı mıyız?"dedi. Alex ellerine bastırılan ayakkabı ile çığlık attı. Ezilen parmaklarını bırakması için yalvarmaya başladı. Rory bu duruma omuz silkmekle yetindi. Duvarda asılı duran Pamuk Prenses tablosuna baktı. Pamuk Prenses kırmızı renkte elmayı yerken ki hâli resmedilmişti. Roy, "Tablo ne kadar güzel. Bunu sen çizdin değil mi?" dedi. Katil ona sorulan soruya kafa sallamakla yetindi. Yerde yatan Alex'e eğildi. "Ben kimim?" diye fısıldadı. Ayaklarının altında ki ellere daha sert baskı uyguladı. Dayanamamış olacak ki elini Alex'in kulağına getirdi. "Eğer konuşmazsan kulağını kopartırım. Benim dediğim kelimeleri, onların dinlemesini sağlayan kulaklığı da-" Sesini yarıda kesen Arthur'un sorusu olmuştu. "Ne zaman çizdin bu tabloyu? Çocuksu bir tablo ama fırça vuruşların çok iyi. Bunu bana verebilir misin?" Odada yerde kanlar içerisinde yatan bir adam ve onu ölesiye dövmek isteyen bir katil vardı. Bu olan olaylar Arthur'un umrunda değildi. O başından beri Alex'in ajan olduğunu biliyordu. Harbe Çetesi'ne çalıştığını biliyordu. Myron'a bunu söylemek istememişti. Myron ise iki gün önce zaten kendisi fark etmişti. Alex'in bir elinin sürekli kulağında olması, kendi kendine mırıldanışları, olayın tam ortasında dışarı çıkmak istemesi... Kötü bir oyuncu. Belki de avlanmayı bekliyordu. Sadece bu kadar erken gerçekleşeceğini düşünemedi. Roy şaşkın gözlerle Arthur'a baktı. İnanamıyordu. Bu durumda bile umursamaz davranıyordu. Elleriyle alkış yaptı. Kendisinin tebrik edildiğini anlayan Arthur gülümsedi. Ellerini iki yana açarak öne doğru hafif eğildi. "Teşekkürler. Teşekkür ederim. Çok sağolun." dedi. Sanki onlarca kişi onu tebrik ediyormuş gibi etrafa bakarak konuştu. Katil sert bir şekilde ikisini uyardı. "Şovu kesin!" Sonra aklına gelenle Arthur'a döndü. "On yedi yaşındayken çizmiştim. Üzgünüm ama sana onu veremem. O tabloyu benim için değerli birisine vereceğim. Arthur duydukları karşında kaşlarını kaldırdı. Elleriyle kendisini gösterdi. Dudaklarını büzerek tabloya baktı. Sonra gülümseyerek önündeki adama döndü. Arthur, "Olsun. Ben ondan çalarım. Kızın ismi ne?" dedi. Rory, hızlıca öne atılarak elleriyle Arthur'un ağzını kapattı. Daha fazla konuşursa dayak yiyen kişi sayısı artacaktı. Alex inleyerek yerde çırpındı. Katil bu sefer ellerini boğazına sardı."Ben kimim? Cevabını hâlâ duyamadım!" Alex konuşmak istese de boğazındaki el buna engel oluyordu. Katil elleri arasında bir balık gibi çırpınan adama tiksinerek baktı. Sinirini yatıştırarak ellerini gevşetti. Alex derin nefesler alarak konuşmaya başladı. "Sen liderlerin en güçlüsü ve korkusuz olansın. Asla yıkılmazsın. Katilsin. Sana kötülük yapanları cezalandırırsın." Boğazının sıkılması ile kahverengi haralere baktı. "Ve?" Dedi katil. "Ve ismin Myron." Alex son kez sözlerini ağlayarak dile getirdi. Myron tatmin olmamış bir ifade ile elindeki silahı tek bir mermi de sıktı. Aslında başından beri Alex'i öldürmeyi düşünüyordu. Sadece avını umutlandırdı. Alex de biliyordu ki katil öğrendiği ilk an kafasına sıkardı. Tek oyun oynayan o değildi. Kafasına sıkılan mermi ile ölümü beklediği şekilde gerçekleşti. Myron, "Aferin. Öğrenmişsin ama biraz geç öğrendin. Dersini geç anlayan sınıfta kalır." dedi sert sesiyle. Tekrardan masanın üzerindeki dosyaları eline aldı. Kağıda bulaşan kanı umursamadı. Gözlerini her bir satırda gezdirdiğinde boynunda ki damarlar belirginleşti. Sorun tahmin edilenden büyüktü. Dosyada Harbe Çetesi'nin düzenlediği patlamada, ölen kişi sayısı hakkında bilgi yazıyordu. Beklenilenin üstündeydi. Gözleri ölen kişilerin fotoğraflarında gezindi. İlk yüzün Davis Holding'in sahibi Johnson Davis olması beklenmedikti. Sayfayı bir arkaya alarak ölen kişinin resmine baktı. Parmaklarını kızın yüzünde gezdirdi. Almila Davis. Johnson Davis'in öz kızı. Kağıttaki kızın yüzü adamın ellerindeki kana bulaştı. Suratı kıpkırmızı oldu ve resimdeki yüzü silindi. Myron bakışlarını Arthur'a çevirdi. Aklında bir plan vardı. Planın sonu tahmin edilen gibi olacak ya da yazılan kader planı değiştirecek. Roy'un da dediği gibi bilgilerde eksiklik vardı. Myron, "Bana bu kızı bul. İsmi Almila. Johnson Davis'in kızı."dedi. Roy kaşlarını çatarak Myron'u inceledi. Hatırladığı kadarıyla kız ölmüştü. Ne diye ölen birisini bulmak istemişti ki? Roy, "Lider bahsettiğin kız ölü. Ölen bir-" diye devam ederken kelimesini yarıda kesen şey Myron'un sesiydi. "Ölmedi,"diye mırıldandı. O an Myron kendinden çok emin bir şekilde bu sözleri getirdi. Ölmedi.
__________________
Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi merak ediyorum. Yazım hatası varsa şimdiden özür diliyorum.
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere...
Kendinize iyi bakın. 🤍
|
0% |