@ailkesandikli
|
🌸Yeni kurguma hoş geldiniz! 🌸Başlama tarihini buraya bırakabilirsiniz! Keyifli okumalar. Anne ve babasını aynı kazada kaybettiğinde yalnızca altı yaşındaydı Ecem. Ne yazık ki o günden sonra kendisine, dedesi dışında sahip çıkan da olmamıştı. Babası kimsesizdi, annesinin ise bir yaşlı babası bir de kız kardeşi vardı hayatta. Fakat teyzesi kendi hayat meşgalesinden ne ablası ne de yeğeniyle uzun yıllardır görüşmemişti zaten. Ecem, dedesinin evine yerleştiğinde olan bitenin idrakine varabilmiş değildi. Ara sıra anne ve babasının ne zaman geleceğini sorar, karşılığında ise hüngür hüngür ağlayan bir adam bulurdu: anlam da veremezdi buna. Büyükler ağlar mıydı? Bebekler ağlardı sadece. Öyle olmasa babası ağladığı zamanlarda sen bebek değilsin ağlama der miydi hiç? Yıllar geçti, Ecem anne ve babasının yokluğunu kabullendi. Yavaş yavaş unutmaya bile başladı onları. Şanslıydı ki dedesi iyi bir adamdı. Elinden geldiğince hem annelik hem babalık yaptı torununa. İlgilendi, büyüttü, okuttu... Ecem on iki yaşına bastığında mahallenin neşeli afacanı olmuştu artık. Her gün kapı kapı dolaşır, yaşlılarla sohbet eder, gençlerle şakalaşırdı. Suratından asla eksilmeyen kocaman gülümsemesi gözlerine kadar yansırdı. Herkese yardım etmek ister, karşılığında ise yalnızca sevgi beklerdi. Herkesin kendini sevdiğine emin olmalıydı. Ailesinden gelecek sevgiden mahrum kaldığından olsa gerek; karşısındakiler tarafından onaylanmak, kabul görmek ve sevilmek onun için en önemli şeydi. Başkalarının iyiliğini, isteklerini, düşüncelerini her şeyin önünde tutar, herkesi memnun etmek için var gücüyle çabalardı. Sevilirdi de. Mahalleli onu sever, onunla ilgilenirdi. En çok da dedesi severdi. Sarıya çalan kumral saçlarını sık sık okşar, Güneş'im derdi ona hep. Ecem'in bir de sevdalı olduğu yan komşuları vardı. Çocukluğundan beri ona olan hayranlığı katlanarak artmış ve artık kalbine söz geçiremez hale gelmişken bir gün ona açılmaya karar verdi. Deli dolu bir kızdı, aklına eseni yapar sonuçlarını tartıp biçmezdi. Bir sabah camdan, O'nun bahçeye çıktığını görmüş ve koşturarak kendisi de çıkıvermişti. Genç çocuk Ecem'i gördüğünde gülümsedi. Ecem bir kez daha titredi, yakışıklılığından. Öyleydi, çok yakışıklıydı. Mahallenin en yakışıklı genciydi ona göre. Uzun atletik bir vücuda, simsiyah gür saçlara, bal rengi gözlere sahipti. Üstelik çok akıllı, çok terbiyeliydi de. Dedesi de çok severdi onu. Adeta sekerek iki bahçeyi ayıran çitlere yaklaştı ve tam önünde durdu. Çocuk da kendisiyle konuşacağını fark edince durmuştu. Ecem derin bir nefes doldurdu ciğerlerine sonra birden dökülüverdi içindekileri. " Serhan, ben sana aşığım. " Serhan önce bir şaşırmış sonra minik bir kahkaha atmıştı. Ecem buna bozulsa da hayranlıkla izledi gülüşünü. Çocuk kıza yaklaştı ve kocaman bir tebessümle konuştu. " Hissettiğin şey aşk değil ufaklık. " dedi yüzüne doğru " Hayranlık. " Ecem anında kaşlarını çattı. " Ne hissettiğimi biliyorum ben. " diye soludu sinirle. Niye böyle yapmıştı ki şimdi? Serhan başını yavaşça salladı. " Sen daha on iki yaşındasın, ilkokulu yeni bitirdin. Bense üniversiteye geçeceğim. Abinim ben senin. " dedi gerçekleri kızın kafasına sokmak ister gibi. Ecem omuz silkti huysuzca. Hayal kırıklığına uğramıştı. " Abim yok benim. " Serhan bir kez daha başını salladı, sonra elini uzatıp kızın saçlarını okşadı. " Büyüyünce anlayacaksın. " Ecem sessiz kaldı. Öfkelenmiş dahası kırılmıştı. Hiç beklememişti böyle bir tepkiyi. Alt tarafı yedi yaş vardı aralarında. Hem dedesiyle, anneannesinin arasında da sekiz yaş varmış. Ne olacaktı ki? Yıllar geçti, Ecem aşkını kalbine gömmek zorunda kaldı. Çünkü Serhan lisans eğitimi için Amerika'ya yerleşmişti. Üstelik onun yurtdışına gitmesinden bir buçuk sene kadar sonra annesine lenfoma teşhisi konulduğundan annesi ve babası da mahalleden ayrılıp, oğullarının yanına yerleşmişti. Yani artık mahalleye de uğramıyordu. Ecem sessizce ondan gelen haberleri dinledi sağdan soldan... Birkaç yıl sonra mezun olup, çok ünlü bir yerde işe girdiğini öğrendi. Sonra nişanlandığını. Kalbi acıdı bu haberle. Fakat sesini çıkartmadı. Olmayacaklarını net bir dille söylemişti zaten yıllar evvel. Ama Allah var. Evleneceğini duyana kadar beklemişti onu, sessizce. Umudunu yitirmemeye çalışmıştı. Ancak o haberden sonra hepten koptu bu hayalinden. Başka seçeneği kalmamıştı zaten. Lisedeydi o aralar. Dedesine böbrek yetmezliği teşhisi konulmuştu ve belirli aralıklarla diyalize girmesi gerekiyordu. Ecem bu gerçekle sarsılsa da, dedesine karşı bunu belli etmemeye çalışmıştı. Adam ise farkındaydı her şeyin. Gencecik kızın yalnız kalma korkusunu somut bir şeymiş gibi görebiliyordu gözlerinde. İki yıl daha geçti aradan. Uygun donörün bulunamadığı iki koca yıl. Doktorlar artık durumun kötüye gittiğini gizlemiyorlardı yaşlı adamdan. Vadesi kısaydı. Bir mucize olmazsa sonuç belliydi. Yaşlı adam bu çaresizlikle kavrulup durdu. Kime emanet edecekti biricik torununu? Bir umut küçük kızına haber verdi fakat dönüş alamadı. Ecem yeni on dokuzuna girmişti o zamanlar. Dedesinin durumunun kötüye gittiğini bilecek kadar aklı başındaydı fakat ölümünün bu kadar yaklaştığından habersizdi. Yahya dedesi mahalleliden birkaç kişiyle görüşmüş, yokluğunda kızcağıza göz kulak olmalarını istemişti. Okulunu bırakmamasını tembihlemişti bir de. Kimseye muhtaç olmasın diye. Az biraz birikmişi vardı zaten, onu da tamamen Ecem'e bırakmıştı. Ecem Psikoloji 1. sınıf öğrencisiydi. Dedesinin de desteğiyle çalışmış ve orta halli bir devlet üniversitesine girmeyi başarmıştı. Tam da yıl sonu gelip çattığında vefat etti dedesi. Genç kız bu kadar çabuk beklemiyordu bunu, sarsılmıştı. Müthiş bir korku kaplamıştı her bir yanını. Kimsesiz kalmıştı yeniden. Sevdiği herkesi kaybetmişti tek tek. Ağır bir depresyona girdi ardından. Bir daha da eski Ecem olamadı bir türlü. Mahalleli her zaman yanında durdu, yalan yok. Her akşam sırayla bir komşusu yemeğe çağırır; kız gelmek istemezse de evine götürürdü. Haftada bir dedesinden kalan evi temizlemeye gelirlerdi. Ancak her gece yatağa kafasını koyduğunda bir başına olduğunu bilirdi Ecem. Herkes ailesiyle uykuya dalarken o yapayalnız bir şekilde tavanı izlerdi. Dedesinin ölümünden sonra ev de ürkütmeye başlamıştı onu. Karanlık, soğuk, kasvetli... Yuva olmaktan çok uzak. Kız yirmi olduğunda, mahalledekiler onun güç bela gittiği okuldan aldığı düşük notlarla bir yere varamayacağına kanaat getirmişti. Üstelik genç kız bu duruma alışmak yerine daha da sessizleşiyordu. İçlerinden biri evlendirme fikrini ortaya attı sonra. Alt sokaktaki Necla'nın oğlu yirmi beşine yeni girmişti, işi gücü de vardı. İyi de çocuktu. İkisini everseler, kızın başında da bir erkek durmuş olurdu. Böyle tek başına nereye kadar gidecekti bu vaziyet? Dedesinden kalan üç kuruş da suyunu çekeli epey oluyordu zaten. Mahalleli de artık elini cebine atmaktan usanmış vaziyetteydi. Nihayet hep birlikte konsensusa vardılar ve önce Necla'ya sonra da Ecem'e durumu açtılar. Necla oğlunu evlendirme fikrine sıcak bakmıştı. Hem kız çöpsüz üzümdü, e bildiği kızdı da. Tertemiz, namuslu, aklı başında... Daha ne isterdi? Belki onlara taşınırdı da birlikte yaşarlardı üstelik. Ev işlerinde kendisine yardımcı olurdu, çocuklarına bakardı sonra onların. Bu düşünceler içini sımsıcak ettiğinde oğluna durumu açmış ve ağzından girip burnundan çıkarak onu da ikna etmeyi başarmıştı. Ecem ise tepkisizdi. Sevmiyordu Hakan'ı. Ama bir kötülüğünü de görmüş değildi. Karşı komşusu Tülay Teyzesinin söylediğine göre de Hakan gayet iyi bir adaydı. Zaten evlilikler mantıkla yapılmalıydı. Evlensinler sonra severlerdi birbirlerini alıştıkça. Genç kız kimsesizliğinin bir parça da olsa gidecek olması umuduna tutundu, mahalledekilere fazlasıyla yük olmasının da mahcubiyetiyle fazla diretmeden kabul etti. Hemen söz kestiler kendi aralarında. Hakan haftada bir Ecem'i de alıp bir yerlere götürüyor, onu daha iyi tanımak için çabalıyordu. Fakat genç kız kendini açmak konusunda pek istekli değildi. Sekiz ay kadar sürdü bu sözlülük. Bir akşam, Hakan'ı mahalleden diğer çocuklarla konuşurken duymuş sonrasında ise görüşmeyi bitirmişti. Hakan kendisinden bahsediyordu onlara, iyi kız hoş kız da; kafası biraz kırık demişti açık açık. Nereye kadar devam eder böyle bilmiyorum diye de eklemişti. Ecem ise o akşam şahit olduğu şeyi dile getirmemiş fakat ertesi gün derhal son vermişti ilişkiye. Hakan da Necla hanımlar da mahalleli de şaşkındı. Ne olmuştu birden bire? Hakan birkaç kez kapısına gidip gelmiş, barışmak, anlaşmak, sorunun ne olduğunu anlayabilmek için uğraşmıştı fakat Ecem kararlıydı. Zaten sonra okuluna ağırlık verdi yeniden. Derslerine sıkı sıkı sarıldı. Dedesinin tıpkı mahalleliye tembihlediği gibi kendisine de tembihlemiş olduğu şeyi hayat amacı haline getirdi. Okuyup, kendi ayakları üzerine dimdik duran bir kadın haline gelecekti. Kimseye de mecbur kalmayacaktı. Mahalleli kendisine yardım etmekten yorulmuştu, anlayabiliyordu onları. Kırgın falan da değildi hiç. Aksine, bu yaşına kadar yaptıkları her şey için minnettardı hepsine. Fakat artık hem okuyacak, hem çalışacaktı. Kendi kendine yetecekti bir şekilde. Genç kız yirmi iki yaşına geldiğinde, depresyonda olduğu süreç yüzünden bir dönem kaybetmişti. Dolayısıyla yaşıtlarından geç bitirecekti okulu. Fakat buna aldırış etmemeye çabalıyordu. Son bir buçuk senesi kalmıştı. Sonra kendi mesleğini yapmaya başlayacaktı. Aynı sene, kötü haber geldi Amerika'dan. Aysel Teyzesi -Serhan'ın annesi- kansere yenik düşmüştü. Onun vefatıyla babası Sinan Bey ise mahalleye geri dönme kararı almıştı. Ne yapacaktı ki karısı olmadan gavur ellerde? Tabii bu kararı Serhan'ın da ülkeye dönmesine yetmişti. Orada açmış olduğu gençlere hitap eden yeni bir kafe bar vardı. Hatta son zamanlarda ikinciyi de açmayı düşünüyorlardı ortağıyla. Fakat nasip olmamıştı. Onu tamamen ortağına devretti ve pılını pırtını toplayıp babasıyla döndü mahalleye. Böyle onu oraya bağlayacak hiçbir şey kalmamıştı çünkü nişanı atalı da epey oluyordu. Anlaşamamışlardı bir türlü. İşler ciddiye binince her şey rayından çıkmıştı. Kız çok bencildi, Serhan ise hem işiyle hem annesinin tedavisiyle ilgilendiğinden bir o kadar ilgisiz... Nihayetinde ayrıldılar tabii...
Günümüz
Genç adam kulağında kulaklıklarıyla mahallede yürürken bir yandan da, çoktan kapanmış olan bakkalın yerine açılan marketi arıyordu. Mahalleye döneli üç gün olmuştu. Annesini kaybedeli ise beş ay... Babası her ne kadar dile getirmese de hiç iyi durumda değildi. Kaç yıllık yarenini kaybetmiş olmanın acısı ilk günkü kadar tazeydi yüreğinde. Serhan için de durum aynıydı. Fakat babası için dik durmaya kararlıydı. Başını telefonundan kaldırıp ilerideki marketin tabelasını gördüğünde kulaklıkları kulağından çıkarttı ve yolun karşısına geçti. Bir yandan kulaklıkları cebine atarken diğer yandan da cüzdanını çıkartıyordu. Tam marketin önünde karşılaştılar Ecem ile. Genç kız elinde tuttuğu ekmek poşetini bileğine geçirmekle meşgulken karşısına çıkmış, çarpışmaktan son anda kurtulmuşlardı. Adam kızın değişmeyen simasını tanıdığında şaşkınlıkla soludu. " Ecem? " kaşları yukarıya kalkmış ,gözleri irileşmişti. Ecem kendisine seslenildiğini duyunca durdu ve ilk kez adamın yüzüne baktı. O da şaşırmıştı. " Serhan Abi... " dedi mırıltıyla. Serhan üzerinden atamadığı şaşkınlığıyla konuşmaya devam etti. " Kocaman olmuşsun, tanıyamayacaktım neredeyse! " Genç kız tebessüm etti hafifçe. " Ben de seni zor tanıdım. " diye itiraf etti sonra. Sonra ansızın aklına gelen şeyle yüzü asıldı ve çatallı sesiyle konuştu. " Başınız sağ olsun. Çok üzüldüm. " Bunun üzerine Serhan'ın da suratı düşmüştü. Hafifçe baş salladı. " Dostlar sağ olsun. " Kızın dedesinin öldüğünden bihaberdi o esnada. Haberi olsa demez miydi, senin de başın sağ olsun diye? Genç kız yavaşça yutkundu ve elindeki poşeti hafifçe kaldırıp gösterdi. " Eve geçeyim artık. " Serhan kızın durgun yüzünü dikkatlice incelerken başını salladı belli belirsiz. Kıza ne olmuştu böyle? Eski neşeli, kıpır kıpır yerinde duramayan Ecem gitmiş; yerine duvardan farksız bir genç kız gelivermişti. İç çekti derince, on sene tabii dile kolay diye mırıldandı. Yıllar kimin neşesini almamış, kimin gözünün ferine kast etmemişti ki? Genç kız yanından usulca ayrılırken yüzüne düşen yagmur damlasıyla şaşırmış ve gökyüzüne bakmıştı. Hava bugün açık gibiydi oysa... Yağmur yavaşça hızlandığında başını çevirip kızın uzaklaşan bedenine baktı ve derin bir iç geçirdi. Mahalleye döndüğünde her şeyi eskisi gibi bulacağını düşünmüş, yanılmıştı. Ve henüz bundan haberi bile yoktu. Nasıl buldunuz? |
0% |