@ailkesandikli
|
🌸Devamı için oy vermeyi unutmayın! Genç kız, çocukluk arkadaşıyla birlikte hemen her gece yaptıkları gibi bu gece de, onların balkonunda oturmuş çekirdek çitlerken bir yandan da hoşbeş etmekteydi. Şanslıydı çünkü en yakın arkadaşı hemen karşı komşusu olan Tülay Hanımın kızıydı. Bir de oğlu vardı ama Ecem ondan pek haz etmezdi. Her ne kadar kendisine bir zararı dokunmasa da, Çiçek'e kötü davrandığı için tavırlıydı Melih'e. Çiçek önüne düşen perçemi kulağının arkasına iterken hevesle konuştu. " Ay Serhan Abi dönmüş ülkeye! " diye şakıdı bir çırpıda. Ecem başını hafifçe sallarken ellerini önlerindeki masa örtüsüne çırptı. " Gördüm sabah. " Çiçek yeni edindiği bu bilgiyle ışıl ışıl parıldayan gözleriyle döndü arkadaşına. " Yaa... hala çok yakışıklı mı? " diye sordu içten bir hayranlıkla. Ecem ise omuz silkti karşılık olarak. " Bilmem. " Çiçek, kızın bu cevabı karşısında tüm hevesinin kursağında kaldığını hissederken yeniden daldırdı elini çekirdek paketine. " Ne demek bilmem ya Ecem? " Ecem oturduğu sandalyede geriye yaslanıp kahvelerini sokağa çevirirken dudak büktü. " Evli barklı adam hakkında ileri geri konuşacak halim yok Çiçek. " dedi net bir dille. Çiçek bu cevapla kulaklarını kabartmış, tüm dikkatini arkadaşına yönlendirmişti. " Oha evlenmiş mi? " Omuz silkti genç kız bir kez daha. " Evlenmiştir herhalde, kaç sene oldu nişanlanalı. " Çiçek düşünceli bir şekilde mırıldandı. " Duymadık ama hiç. " Genç kız sessiz kaldı. Evet duymamışlardı böyle bir şeyi ama makul olan buydu. Hem evli değilse bile nişanlıydı. Yakışık almazdı hakkında atıp tutmak. " Nasıl bir kız acaba, inşallah çok güzeldir yoksa yazık olur adamın ganimete. " dedi gülerek Çiçek. Ecem bu tarz konuşmalardan hoşlanmazdı, arkadaşının aksine. Çiçek'le pek benzemezlerdi de zaten. Tamamen ailesinin istediği gibi ilkokuldan sonra okumamış, ergenliğe adım atar atmaz henüz on altı yaşındayken de sözlenmişti. İşte bu sebepten öfkeliydi Ecem Melih'e. Çünkü buna önayak olan kendisiydi. Neymiş, yerini yurdunu bilsinmiş. Neyse ki evlenmesi için erken davranmadılar da kızcağız hiç değilse reşit olana kadar beklediler. Şimdi on dokuz yaşındaydı Çiçek. Nişanlısı, yani İbrahim askerden dönünce de evleneceklerdi. Ellerini kotunun dizlerine sürüp doğruldu sandalyesinden. " Neyse ben kalkayım artık. Sabah erkenden shiftim var. " Çiçek tüm gün sıkıntıdan patlayarak ev işlerini yaparken bu saatlerin gelmesini iple çekmişti fakat Ecem bu defa erken kalkıyordu. Yüzü asılırken elindeki paketi bıraktı masaya. " Biraz daha oturamaz mısın ya? " diye sordu sıkkın bir sesle. " Maalesef, sabah altıda çıkmam gerek evden. Biliyorsun karşıya geçiyorum. " Çiçek hüzünle iç çekerken ayaklanıp arkadaşına sarıldı. Ecem, kimsesi olmadığından -her ne kadar mahalleli kendisine yardım eli uzatsa da- okuldan fırsat buldukça çalışıyor, para kazanıyordu. Yaklaşık bir senedir de okuldan bir arkadaşının vasıtasıyla karşı yakada bir kafede garsonluk yapmaya başlamıştı. Daha önce pek çok iş denemişti fakat garsonluk deneyimi olmamıştı. Arada arkadaşı olmasa kabul etmezlerdi onu. Fakat genç kız azimli ve çalışkan olduğunu ilk haftadan göstermiş, işi çabucak kavramıştı. Çok geçmeden de sevdirmişti kendini. Bu en iyi bildiği şeydi ne de olsa... Kafe büyükçe bir yerdi. Kendisiyle birlikte sekiz garson çalışıyorlardı. Fakat shift usulü çalıştıklarından sabahları dördü, akşamları ise kalan dördü çalışıyordu ve shiftler de ihtiyaç ve çalışanların müsaitlik durumuna göre ayarlanıyordu. Ertesi sabah erkenden kalkıp saçlarını tepede bir at kuyruğu haline getirmiş, üstüne beyaz lakosunu, altına ise siyah kotunu çekmiş, hafif de bir makyaj yapmıştı. Bu onun çalışma kombiniydi. Beyaz lakosunun sağ göğüs kısmında kafenin amblemi yer alıyordu. Rastgele bir beyaz tişört giymelerine müsaade edilmiyordu. Son kez aynada üstüne başına bakıp çekidüzen verdikten hemen sonra trençkotunu da üstüne geçirip çantasını eline almış ve evden çıkmıştı. Mart'ın sonlarıydı. Hava dengesizdi, özellikle son birkaç gündür ansızın bastıran yağmur herkesi mağdur ediyordu. Bu yüzden kapının hemen dibinde duran minik şemsiyeyi almayı da ihmal etmedi. Bahçeden çıkıp kimsenin olmadığı sokakta uzun adımlarla ilerlerken bir yandan da telefonuna bakıyordu. Gökçe ve Mert'ten mesaj gelmişti. İkisi de okuldan arkadaşıydı. Mert, şu an gitmekte olduğu kafeyi ayarlayan çocuktu aynı zamanda. Kafe amcasının kafesiydi ve rica minnet sokmuştu Ecem'i oraya. Hızlıca mesajları yanıtlarken sokaktan çıkmıştı bile. Çok geçmeden durakta bekleyen dolmuşlara yöneldi ve mavi tabelalı olana bindi. Her gün gittiği bu güzergah ve kullandığı vasıtalar onun için nefes alıp vermek kadar sıradanlaşmıştı. Dolmuşun kalkmasına üç dakika vardı. Arkada boş bir yer bulup yerleştikten sonra kulaklıklarını kulağına geçirdi ve başını cama yasladı... Ecem, oldukça yoğun bir shifti ardında bıraktığında saat ikiye geliyordu. Hava birden aşırı ısınmış ve at kuyruğundan fırlayan saç telleri kıvrılarak yüzüne yapışmıştı. Sol eliyle yüzündeki saçları geriye tararken trençkotunu diğer koluna asmış ve herkesle vedalaşarak kafeden çıkmıştı. Aslında sabah shiftleri, akşamlara göre daha hafif geçerdi fakat bugün nedense kafenin açıldığı saatten bu yana ortalık hiç durulmamıştı. Kafenin sokağında ağır ve yorgun adımlarla ilerlerken arkasından gelen ıslık sesiyle olduğu yerde durdu ve dönüp baktı. Mert daima parıl parıl parlayan elalarını kızın yüzüne dikmiş kocaman sırıtırken Ecem de gülümsedi. Sonra durup, arkadaşının kendisine doğru gelmesini bekledi. Mert, kızın yanına varır varmaz kolundaki trençkot ve çantayı ondan alıp diğer elini de omzuna atmıştı. " Sabah shiftin olduğunu söyleyince uğrayayım dedim. Dondurma yer miyiz? " Ecem başını salladı yalnızca. Gerçekten de bu sıcakta çok iyi giderdi. Aslında inanılmaz yorgun hissediyordu ve bir an evvel eve dönmek istiyordu fakat yine de onu geri çevirmedi. Mert'in ailesiyle birlikte yaşadığı ev bu semtteydi bu yüzden sık sık, arkadaşını ziyarete gelir hatta bazen yardımcı da olurdu. İkisi birlikte her zaman gittikleri dondurmacının masalarından birine yerleştiğinde Mert çoktan siparişi vermişti bile. " Abi bize limon, vişne, çikolata ve çikolata, kaymak, muz. " Ecem oturduğu sandalyede geriye yaslanırken derin bir nefes çekti içine. " Çok yorgun görünüyorsun. " diye tespitte bulundu Mert. Genç kız, halinden şikayet etmekten hoşlanmazdı. Sürekli şikayet edenlere de sinir olurdu. Bu yüzden yine yalnızca omuz silkmekle yetindi. " Biraz yoğundu sadece. " Mert masada öne doğru eğilirken göz kırptı ve cebinden çıkarttığı araba anahtarını ona uzattı. " Amcamdan aldım. Ben bırakırım seni, sürünme bir de yollarda. " Ecem bu haberle istemsizce aydınlanan yüzünü arkadaşına kaldırmış ve kocaman gülümsemişti. " Zahmet olacak. " dedi yine de kibarlıkla. Mert ise eliyle susması için bir işaret yaptı. Tam o esnada gelen dondurmalara cankurtaran gibi sarıldılar ve afiyetle yemeye başladılar. Dondurmacıda dondurmalarını yiyip kalkmış ve biraz Beşiktaş sokaklarında turladıktan sonra kafenin arka sokağındaki otoparka gitmişlerdi. Ahmet Bey arabasına daima buraya park ederdi. Ecem de bir iki kez arabadan bir evrak almasını rica ettiğinden biliyordu bunu. Mert sürücü koltuğuna yerleşip, rahat tavırlarla arabayı çalıştırdığında Ecem de hemen yanındaki koltukta yerini almıştı. Şanslarına, trafik henüz başlamamıştı. Yine de yol kırk beş dakika kadar sürdü. Mahalleye vardıklarında, Ecem Mert'e eve gelmesi için ısrar etmişse de Mert hem arkadaşını zor durumda bırakmak istemediğinden -çünkü buraları az çok bilirdi- hem de amcasını kızdırmak istemediğinden geri dönmüştü. Genç kız da bunun üzerine teşekkür ederek eve girdi. Önce bir duş alıp rahatladı, günün yorgunluğunu ve sıcaktan yapış yapış hale gelen uzuvlarındaki teri attı. Sonra kendine sert bir kahve yapıp çalışma masasının başına oturdu. Haftaya sınavları başlıyordu ve hiçbirini büte bırakmak istemiyordu. Ecem, küçüklüğünden beri hep hareketli bir çocuk olmuştu. Hatta hiperaktivitesi olduğunu bile düşünürdü komşuları. Fakat ergenlikten sonra durulmuş, içindeki enerjiyi doğru şeye doğru şekilde kanalize etmenin yolunu bulmuştu. Bunların en başında ise ders çalışmak gelirdi. Genç kız, dersin başına bir oturur pir otururdu. Tamamen öğrenip, anlayana kadar kalkmazdı başından. Sıkıldığını bile fark etmezdi üstelik. Gökçe onun en çok bu huyuna imrenirdi. Üniversite birinci sınıfta tanışmışlardı Gökçe'yle. Kocaeli'den gelmişti İstanbul'a. Yurtta kalıyordu o zamanlar. İkinci sınıftan sonra ise sınıftan iki kızla eve çıkmıştı. Fakat bu durum, Ecem ile olan arkadaşlığını etkilememişti. Ecem ona kendisiyle kalabileceğini, kira derdi de olmayacağını söylemişti üstelik fakat okula uzak olduğu için kabul etmemişti genç kız. Çünkü çok aktif bir üniversiteliydi. Her anlamda. Üniversitenin tüm kulüplerine katılmış, denemediği şey kalmamıştı. Her gün muhakkak birkaç saat kampüste zaman geçiriyordu. Şimdilerde ise tiyatroya merak salmıştı. Ecem'i de onunla başlamaya ikna etmeye çabalamıştı fakat genç kızın programı o kadar doluydu ki, başını kaşıyacak zamanı bile kalmıyordu. Ecem çalışmayı bitirdiğinde kendine hızlıca bir sandviç yapmış ve balkona çıkmıştı. Hava yeniden serinlemişti neyse ki... Saatlerdir toplu durmaktan diplerini ağrıtan saçlarını çözdü ve ayaklarını, normalde dedesine ait olan ama uzunca bir süredir boş kalan sandalyeye doğru uzattı. Sandviçinden iştahla bir ısırık alırken bakışları sokaktan geçenlerdeydi. O esnada yan taraftan bir ses duydu ve yavaşça o tarafa çevirdi başını. Serhan, üstünde gri bir tişört ve aynı renk eşofman altıyla bahçeye çıkmış, tıpkı kendi gibi bir sandalye çekip oturmuştu. Kucağındaki Macbookun kapağını açarken kızın kendisine baktığını fark edip başını kaldırdı ve göz göze geldiler. Ecem hafif bir baş selamı verip bakışlarını kaçırsa da Serhan laf atmak istedi. " Nasıl gidiyor, görüşmeyeli? " Ecem, adamın kendisiyle konuştuğunu anladığında ağzındaki lokmayı güçlükle yuttu. Başını yeniden ona doğru çevirirken elindeki sandviçi masaya bırakmıştı. Hafifçe boğazını temizlerken ayaklarını indirdi ve oturduğu yerde dikleşti. " Okul, iş, ev. " dedi ne diyeceğini bilemeyerek. Serhan bu özensiz cevaptan bile ilgilenecek bir şeyler çıkartmış gibi büyüttü bal rengi gözlerini. " Ah, okuyor musun? " Evet, bu mahalle için bir kız çocuğunun üniversite okuması şaşırtıcıydı. Hatta mahalledeki erkeklerin bile çoğunluğu liseden sonra okumamıştı. Başını salladı genç kız hafifçe. Serhan daha büyük bir ilgiyle oturduğu yerden kalkıp Macbooku sandalyesine bıraktı ve çitlere yaklaştı. Dirseklerini iki bahçeyi ayıran ahşap çitlerin üstüne yerleştirirken bedeni hafifçe öne doğru meyletmişti. " Ne okuyorsun? " diye sordu. Genç kız, onun gerçekten ilgili olmasına şaşırmıştı. Öylesine sorulmuş bir soru gibiydi çünkü en başta. Fakat basbayağı merak ediyor gibiydi. Gayriihtiyari bir şekilde alt dudağını yaladığında bakışları kızın dolgun ama minik dudaklarına düştü adamın. Sonra hızlıca gözlerine geri kaldırdı. " Psikoloji. " Gözleri parıldadı bu cevapla. " Şahane. " dedi samimiyetle. Ecem ise hafifçe eğmişti kızaran yüzünü. Konunun burada kapanacağını ummuştu fakat Serhan sormaya devam etti. " İş dedin bir de? " Genç kız yeniden kaldırdı bakışlarını, adamın yüzüne sonra sertçe yutkundu ve üstünde dolaştırdı kahvelerini. O an, adamın parmağında yüzük olmadığını fark edip duraksadı. Fakat sonra takmak zorunda olmadığını hatırlattı kendine. " Beşiktaş'ta bir kafede çalışıyorum. Part time. " Serhan düşünceli bir ifadeyle salladı başını. " İyi yapıyorsun. Takdir ettim seni. Yahya Amca ne de güzel, nasıl aklı başında yetiştirmiş seni. " dedi sonra içtenlikle. Fakat karşılığında aldığı şey buğulanan bir çift gözden fazlası değildi. Yine de tebessüm etti Ecem. " Öyle. " diye fısıldadı güçsüz bir sesle. Adam onun bu haline anlam veremezken sordu. " O nerede? Göremedim günlerdir. " Bunun üzerine genç kız derin bir nefesi ciğerlerine doldurup, boğazına takılan yumrudan kurtulmak isterken güçlükle yutkunmuştu. Alt dudağını dişledi sonra, işkence edercesine. O an fark etti Serhan, bir şeylerin yolunda olmadığını. " Yoksa... " diye başladığı cümleyi tamamlayamadı. Tamamlatmadı da genç kız. Başını salladı hızlıca. Sonra sağ eliyle gözlerinin nemini siliverdi çabucak. Serhan pişman olmuştu densiz densiz konuştuğuna. Dirseklerini çitlerden çekip doğrulurken çatallı bir sesle konuştu yeniden. " Çok üzgünüm. " Ecem derin bir iç çekti yalnızca. Serhan, ne zaman ve nasıl olduğunu sormak istese de sustu. Elbet öğrenirdi çocuklardan. Kıza daha fazla bu eziyeti çektirmenin lüzumu yoktu. Oysa ne kadar keyifle sandviçini yiyordu dakikalar öncesinde. Başını eğdi huzursuzca. Keşke laf atmasaydı hiç. Yüreğine büyük bir iç sıkıntısı olarak çöküverdi bu konuşma. Kız şimdi, yapayalnız mı kalmıştı yani? Öyle ya, ailesi zaten yoktu. Talihsizlik bu ya, kardeşi de yoktu. Bakışlarını arkasında duran koca eve çevirdi sonra ve sıkıntıyla soludu. Bu evde tek başına mıydı şimdi? Ne zamandır? İkisi de kendi içinde birtakım düşüncelerin hayaletleriyle boğuşurken kızın evinin bahçe kapısı büyük bir gürültüyle açılmış ve önde Hakan arkada ise Melih olmak üzere iki delikanlı içeriye girmişti. Hakan'ın çatık kaşlarına bakılacak olursa sinirliydi ve Melih'in pişkin suratı onu körükleyenin kendisi olduğunu haykırıyor gibiydi. Ecem birden kalktı ayağa. " Ne oldu? " diye sordu merakla. " Kim o dallama? "diye sordu Hakan hiç filtre uygulamadan. Ecem'in kaşları çatıldı birden. Kimden, neyden bahsettiğini anlayamayarak baktı yüzüne. Melih açıkladı durumu. " Öğlen seni arabasıyla bırakan çocuk. " Genç kız gözlerini şaşkınlıkla Melih'e çevirdi bu kez. Demek o görmüştü de yetiştirmişti Hakan'a. Yutkundu yavaşça. Hakan'ın böyle birkaç mevzusu olmuştu öncesinde de. Kendinde nereden bulduğunu bilmediği bir hadle kıza hesap sormuştu. Ecem derin ve bıkkınlık dolu bir nefes salıverdi dudaklarından. " Arkadaşım. " dedi, tahammülü kalmamış bir tınıyla. Hakan, kıza doğru bir adım attı. " Nasıl arkadaş ya o öyle? Arabasıyla evine kadar bırakıyor. Gören eden olur diye de mi düşünmüyorsun sen? " Genç kız tam dudaklarını aralamış ona yerini bildirecekken Serhan'ın tok sesi yayıldı ortamda. " Hayrola Hakan? " Hakan başını çevirip ona gelişigüzel bir bakış attıktan sonra eliyle durdurdu onu. " Sen karışma Serhan. " Çocukluk arkadaşıydılar fakat Serhan, onları ardında bırakıp Amerika'ya yerleştiğinde bilenmişlerdi ona fazlasıyla. Geri dönmesine sevinmemeleri de bundandı belki. Burnu havada görüyorlardı onu. Serhan kısık bakışlarını hem Hakan'da hem de Melih'te gezdirirken Hakan yeniden kıza dikti gözlerini. " Kızım, Hakan'ın sözlüsünü elin adamları alıp bırakıyor dedirtmem ben kimseye! Duydun mu beni? " diye kükredi ansızın. Serhan, işittiği cümleyle kaskatı kesilirken kaşları alabildiğine havalanmış ve gözleri kızın üzerine çevrilmişti. Demek sözlenmişti Hakan'la. İki sözlünün arasına girmekti yani az önce yaptığı... Beğendiniz mi devam edeyim mi? |
0% |