@albayrakirem
|
Arama çalışmaları canavar avına doğru hızlı bir geçiş yaptığında tüm ada halkı ve malikane olan biteni öğrenmişlerdi. Esin malikanede dört dönüyor, sağa sola emirler yağdırıyordu. Malikanenin terasını doldurmaya başlayan ve onlardan hesap sormaya hazırlanan ada halkının sesleri evin içinde yankılanıyordu. Giriş kapısı çoktan kapatılmıştı ve korumalar hazırda beklemeye koyulmuşlardı. Selma dışarıdaki sesleri duyduğunda saçlarını tarıyordu. Yerinden kalkıp pencereye doğru yürüdü. Kulağına gelen sözcükler pek hoş şeyler değildi. Odasından çıkıp neler olduğunu sormak üzere diğerlerini bulmaya gitti. Salona indiğinde babasını sıkıntıyla oturmuş kafasını elleri arasında almış yere bakıyor halde buldu. Annesi ise ayaktaydı ve öfkeden eli ayağı titriyordu. “Bu nasıl olabilir?” diye soruyordu belki yüzüncü kez. “Onlar nasıl kurtulmuş olabilirler? Kendilerini çözmeleri imkânsız. Üstelik ağızları da kapalıydı. Yani birbirlerinin iplerini dişleyemezlerdi.” Halit saatlerdir cevaplandırması beklenen sorulara bilmiyorum cevabını vermekten usanmıştı. Bu sebeple cevapsız kalmayı tercih ederken bunalarak kravatını gevşetmek için kafasını kaldırdı. Selma kapının hemen önündeydi. “Kimden bahsediyorsun anne?” Esin, sesin geldiği yöne bakıp kızını gördüğünde, “Odana git Selma! Ve üzerine vazife olmayan konularda soru sorma! Ben söyleyene kadar da odandan dışarı adımını dahi atma!” diye çıkıştı. “Ama neden?” Esin’in gözleri öfkeyle parlarken yumruklarını sıktı. “SELMA! Senin yüzünden ailemizin başı belada! Kuralları yıkmamıza sebep olmasaydın huzur ve güven içinde yaşayacaktık. Her şey senin yüzünden!” Selma babasına baktı. “Ben ne yaptım?” “Sen ailemizin geleneklerine saygısızlık ettin. O yüzden ailemiz lanetlendi. Felaketler evimizi çepeçevre kuşattı. Şimdi defol git gözümün önünden!” Selma bir şey söylemek için ağzını açtığından Esin tehditkâr bir şekilde parmağını salladı. “Eğer ağzından tek bir kelime dahi çıkarsa seni kapının önündeki o kalabalığın içine atarım. Benim yerime seni boğmaları için.” Selma donup kaldı. Annesinin yeni yeni gün yüzüne çıkarttığı sevecen halinden eser yoktu. Üstelik eskisinden daha da korkutucuydu şimdi. Yeniden babasına baktığında Halit ona gitmesini işaret etti. Selma salondan çıkıp koşarak odasına girerken ağlıyordu. Yüzüstü yatağına uzanıp ağlamasını sürdürdü. Halit ayağa kalkmıştı şimdi. Esin’e hiçbir lafın etki etmeyeceğini bilmesine rağmen yaklaşıp omuzlarına ellerini koydu. “Esin biraz sakin olmalısın. Bu işi çözmemiz için birlikte düşünüp plan yapmalıyız. Etrafa olmadık laflar püskürterek hiçbir şeyi düzeltemezsin.” Esin’in onu duyduğu yoktu. “Aslı!” dedi bir anda. “Ne Aslı’sı?” “Kesin her şey onun başının altından çıkıyor.” Selma’nın onu uçurumdan aşağıya attığını o an için unutmuştu. Bunu tekrar hatırladığında lafı çevirmeye çalışarak, “Yani o buraya geldi ve tüm düzenimizi yerle bir etti. Her şey onun yüzünden.” Halit bıkkınlıkla nefes verdi. “Suç ne Aslı’da ne Selma’da ne de başka birinde. Suç yıllardır senin ailende. Deden bu korkunç olaya sebep olmasaydı ve biz de onun bu felaketini sürdürmeye devam etmeseydik bunlar olmazdı.” Esin omuzlarını silkerek kocasının ellerinden kurtuldu. “Seni ailem hakkında atıp tutmaktan menederim. Bir daha sakın!” Halit karısının bu tavırlarından giderek daha fazla rahatsızlık duymaya başlamıştı. “Ailem de ailem! Yeter Esin! Yeter!” diyerek patladı. “Senin ailem dediğin o insanlar yüzünden geldiğimiz konumu görmüyor musun? Her şey bitmek üzere. Ailenin suçunu kabul edip şu anki aileni korumaya çalışacağına etrafa öfke saçıyorsun!” “Sen benim ailemi suçlayamazsın! Onlar her şeyi düşünüp planladılar. Bize de onların kurallarına uymak düştü. Siz kuralları bir bir yıkmaya başlamadan önceye kadar her şey gayet iyiydi. Her şeyi mahvettiniz.” “Her şeyi biz mi mahvettik?” “Evet. Ailen ailemin elde ettiği mevkiye hakaretler etti. Siz…” Sinirden tüm bedeni titriyordu. “Siz, ailemin başına gelmiş en büyük felaketsiniz!” Halit duydukları karşısında şoka uğramıştı. Esin’in onları ailesinden dışarıda tutması canını yakmıştı. Yutkundu. “Demek öyle. Demek benim ailem senin ailene zarar verdi. Peki o halde ben de ailemi alır giderim. Sen de burada o müthiş ailenin kanlı planlarını yaşatma ve o kahrolası kurallarını uygulamaya devam edersin!” daha fazlasını söylemek isterdi ancak buna ne yüreği ne de akmaya hazır bekleyen gözyaşları müsaade ederdi. Salondan hızla çıktı. Çalışma odasına girip kapıyı sertçe arkasından kapattı. Kapıya yaslanarak derin nefesler almaya çalıştı. Gözyaşları delirmişçesine peşi sıra yanaklarından aşağıya dökülürken yere doğru çöktü ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Esin duyduğu kelimeler karşısında donup kalmıştı. Kocası, onun başka bir şey söylemesine fırsat vermeden öylece çekip gitmişti. Sözleri hem kafasının içinde hem de salonda yankılanıyordu. Öfkeyle konsola ilerledi. Porselen takımları bir hışımla yere fırlatırken sinir krizi geçirmeye başlamıştı. Sesleri duyan çalışanlar ne olup bittiğine bakmaya korkuyorlardı. Esin, salondaki kırılabilecek olan her şeyi paramparça ettiğinde bile krizi geçmemişti. Nefes nefese kalmıştı ve üstü başı dağılmıştı. Makyajı akmış, topuzu bozulmuştu. Bu onu daha fazla öfkelendirirken sağlam kalan bir vazoyu da nefretle duvardaki büyük aynaya doğru fırlatmıştı. Kırılan aynanın parçaları arasında kendisinin birden fazla yansımasına bakarken, yüzünden her şeyini kaybetmenin acısı ve öfkesi okunuyordu. Savaş ve Hilmi malikanenin önüne gelip de öfkeli halkla karşılaştıklarında eve girmenin bir yolunu aramaya koyuldular. Savaş diğerlerini kalabalığı sakinleştirmeleri için ikna ederken Gökhan itiraz etti. Hilmi’den yediği tokadın sızısı hala yanağındaydı ancak o yine de malikaneden herhangi birine daha fazla yardım etmemeye kararlıydı. Serdar onun önüne geçerek olası bir kavgayı önledi ve Hilmi’ye, “Gidip Aslı’yı bulun siz. Biz de neler yapabiliriz bir bakalım,” dedi. Savaş ve Hilmi diğerlerine gözükmemeye çalışarak malikanenin arkasından dolaşmaya karar vermişlerdi. Serdar terasın köşesine çıkarak diğerlerine doğru seslendi. Hala kapıyı yumruklayan kalabalık kafasını ona doğru çevirdi. Serdar onları yakınına çağırırken, diğer ikisi rahatça hareket edebilmişti. Bahçeden eve girmeyi başardıklarında çalışanları mutfakta toplaşmış halde buldular. Hepsinin rengi atmıştı. Kimisi yere çökmüş kimisi tezgâha dayanmıştı. Yaşananlar, yıllardır karşılaşmadıkları şeylerdi ve ne yapacaklarını kestiremiyorlardı. “Neler oluyor?” diye sordu Savaş. Mutfaktaki kafalar kapıya doğru dönüp evin oğlunu gördüğünde toparlanmak için acele ettiler. Bir tanesi gönüllü olana kadar kimse açıklama yapmaya yeltenmedi. “Savaş Bey, anne ve babanız…” diyerek söze başladı bir tanesi. Bu yıllardır kendileriyle çalışan deneyimli bir aşçıydı. “Tartıştılar.” “Basit bir tartışma olmadı sanırım?” Hilmi kapının pervazına yaslanmıştı. “Neredeler şu an?” “Babanız çalışma odasında, anneniz ise odasında.” Savaş üst kata çıkmak üzere ilerlerken salonun kapısına dek gelmiş olan bir vazo parçasını fark ederek duraksadı. Kafasını salona çevirdiğinde gördüğü manzara karşısında donup kaldı. Hilmi de onun yanından salonu incelerken, “Ortalık fena karışmış,” diye mırıldandı. “Neler olmuş böyle?” “Onu bilmem ama sen kiminle konuşacaksan konuş da Aslı’yı bulalım.” Savaş kafasını belli belirsiz salladı. Üst kata çıkmak üzere döndü. Merdivenin ilk basamağına adımını attığında Hilmi bekledi. Savaş geriye dönüp ona baktı. “Gelmiyor musun?” “Aile mevzusuna karışmam doğru olmaz. Sen git öğren. Ben buradayım.” Savaş üst kata çıktı. Önce babasıyla konuşmak istiyordu. Çalışma odasının kapısına kadar geldi. Kapıyı tıklattı ve bekledi. Ses gelmeyince, “Baba?” diye seslendi. Yine cevap alamayınca kapı kolunu aşağıya indirdi ancak açamadı. “Baba, kapının arkasında ne var?” Halit kapının önünden kalktı. Savaş da kapıyı biraz daha açtı. Babasının perişan halini görmek onu sarsmıştı. “Neler oldu baba?” “Yıllar önce olması gereken.” Halit daha fazlasını söylemedi. Ağır adımlarla masasının başına geçti. Telefonu eline alarak üç tane rakamı tuşladı. Ahizeyi kulağına götürürken, “Çoktan yapmamız gereken şeydi bu,” diye mırıldandı. Telefonun ucundan gelen sesi dinledi. Ardından, “Bir ihbarda bulunmak istiyorum,” diye konuştu. Savaş telefona doğru atılmamak için kendisini zor tutarken bunun olması gereken bir şey olduğunu kabul etmek zorunda kalmıştı. Ancak Halit konuşmasına devam edemeden telefon bağlantısı kesildi. Halit yeniden rakamları tuşladı ancak ses gelmiyordu bu kez. Birkaç kez daha denedi. Savaş yanına yaklaştı. “Ne oldu?” “Telefon çekmiyor.” “Elektrikler mi gitti?” Işık düğmesine bastı. Işık yanmıştı. Onlar neler olduğunu anlayamamıştı. Çünkü henüz Selma’nın telefon hatlarını kestiğini bilmiyorlardı. Selma çalışanlar konuşurken kulak misafiri olmuştu ve konuşmada duyduğu polis lafı onu korkutmuştu. O da polise ulaşılmaması için telefon kablolarını kesmişti. Halit ve Savaş telefon hattının çekmediğini düşünerek çalışma odasından çıktılar. Savaş şu anda polisten daha önemli bir konunun olduğunu söyleyerek Aslı’yı anlattığında telefon bağlantısını kontrol etme işi ertelenmişti. “O insanların kaçmasına Aslı mı yardım etmiş? Ama nasıl? Ormanda ne işi varmış?” “Şu anda tüm bunları cevaplandırarak vakit kaybedemeyiz baba. Yaralıymış. Ve onu ormandan birileri almış.” “Kim?” “Annem olabilir mi?” Halit kafasını salladı. “Hep buradaydı. Hem insanlar kapının önüne yığılmışken birilerini de göndermiş olamaz.” “O halde nerede olabilir? Problemimiz sadece Aslı’nın kaybolmasıyla da bitmiyor. Canavar oradan kaçanların yüzlerini gördü. Onlar için gelecektir. Bu herkesin sonu demek!” “Avcılar yola çıkmadı mı?” “Çıktı ancak sayıları yetersiz. Onu öldürebilmek için çok daha fazlası gerekiyor.” Halit’in yüzü düşünceli bir hal aldı. Ne yapılacağını kendisi de bilmiyordu. Her şeyini zaten kaybetmiş sayılırdı ancak diğerlerinin de her şeylerini kaybetme riski olduğu için bir şeyler yapması gerektiğini biliyordu. “Dışarıdaki halkla konuşup yardım isteyelim. Canavar tehdidi ortadan kalktığında bize ne yapmak istiyorlarsa yapsınlar. Bizden kastım sen ve Selma değil elbette. Siz en kısa zamanda buradan gitmeli ve bir daha buraya adım atmamalısınız. Bu ailenin günahını üstlenmemelisiniz.” “Hiçbir yere gitmiyorum baba. Ailemizi geride bırakamam.” “Savaş… Artık bir ailemiz yok. Annen ve ben ayrıldık. Sadece kardeşin ve sen varsın artık benim için. Ve ikinizin güvende olmasını istemek benim en doğal hakkım. Bunu bir vasiyet olarak kabul et ve yerine getir lütfen.” Savaş itiraz etmek istedi ancak babasının bakışları onu susturdu. Halit perişan bir haldeydi. Yüzünde her şeyini kaybetmiş olmanın acısı vardı. Daha düne kadar parlayan gözlerinin üzerine bir sis bulutu örtülmüştü. Yüzündeki kırışıklıklar daha da derinleşmiş gibiydi. Tüm hayatının sona erdiğinin farkındaydı. Çocukluğunda ve gençliğinde yaşadığı zorluklardan sonra eriştiği bu konum ve rahatlık onu uzun yıllar huzur içinde yaşatmıştı. Bir yerde patlak vereceğini biliyordu. Onun hayatı acıyla başlamıştı. Acı ondan kısa süre de olsa ayrılmıştı ancak elbet bir gün yeniden yakasına yapışmak üzere fırsat kollayacaktı. Kollamıştı da. Ve şimdi sadece yakasına yapışmakla kalmayacak onu boğazından sıkarak hayatsız bırakacaktı. |
0% |