Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. Bölüm "Kana Bulanmış"

@albayrakirem

Aslı gözlerini açtığında mahzenin buz gibi taşlarının üzerinde sırt üstü yatmaktaydı. Karanlık bastırmıştı ve mahzen duvarının tavana yakın kısmındaki dar parmaklıklardan içeri giren ay ışığı oldukça yetersizdi. Yattığı yerden doğrulması hayli zor olmuştu. Tüm bedeni ağrı içindeydi. Nerede olduğunu idrak edemiyordu elini başına koyduğunda bir bandaj fark ederek diğer eliyle de bandajı yokladı. Yüzündeki yapışkanlığın bir kısmı temizlenmişti ancak yine de hala kurumu kanlarla kaplıydı. Gözleri karanlığa alıştığında etrafındaki büyük kafesleri seçebildi. Yutkundu. Şimdi içleri boş olan ve kapıları ardına kadar açık olan bu kafeslerde olan şey ile yüzleşmiş olmak tüm bedenini sarsmıştı. Yerden kalktı ve kafeslerden birine yaklaştı. Bu, canavarın demirlerini eğerek dışarı fırladığı ve bir daha da geriye dönmediği kafesti. Aslı kapıya doğru döndü. “Kimse yok mu? Yardım edin!” diyerek sesini duyurmaya çalıştı. Henüz sesinin asla üst kata ulaşamayacağını bilmiyordu. Cebinden çıkardığı telefonun çatlayan ekranında yardım çağırmak için numara tuşlamaya çalıştı. Ancak telefon çekmediği için yardım çağıramamıştı. Ardından otomatik olarak ayarlanan ve her seferinde ertelemesi gereken e-postaya giriş yapmaya çalıştı. Ancak açmaya çalıştığı interneti hata veriyordu. Birkaç kere arama yapmaya çalıştı. Yine bir sonuç alamadı. Parmağı çatlayan ekranda dolaşırken kendi kafasına göre uygulama açmaya başlayan telefona, “şimdi olmaz hayır. Şimdi bozulamazsın,” diye haykırdı. En son açılan ses kayıt uygulamasından sonra telefon kendisini kilitledi ve bir daha da açılmadı. Ses kaydı almaya başlayan telefon, Aslı’nın kendisine söylediği güzel methiyeleri kaydetmekle işe başlamıştı. Aslı sinirlenmişti.

Telefonu köşeye fırlattı ve yardım istemeye devam etti. Kapı açılana kadar yaklaşık bir saat boyunca sesini duyurmaya çalışmıştı. Kapıdan elleri fenerli iki çalışan ve hemen arkalarından Esin girdiğinde birkaç adım gerilemişti. Esin, sinir krizinin izlerini üzerinden silip atmış, yine eski tertipli haline çevirmişti görünümünü. İçindeki fırtınaları ise dindirememişti henüz.

Esin çalışanlara fenerleri köşeye bırakıp gitmelerini işaret etti. Diğerleri de söyleneni yaptılar. Ancak akılları Aslı’da kalmıştı ve en son o mahzene giren kişinin başına geleni de bildiklerinden bu gencecik kızın da sonunun benzer şekilde olmasından endişe ediyorlardı. Ancak ellerinden de bir şey gelmiyordu. Esin’in arkasından iş çevirmek demek ölmekle eşdeğerdi ve hiçbiri bunu göze alamazdı. Ne şimdi ne de geçmişte.

“Esin Hanım? Neredeyim ben?”

Esin mahzende birkaç adım attı. Mahzen kapısı üzerine atılmış ancak kilitlenmemişti. “Sana her şeyi uzun uzun anlatacağım.” Az önce çıkan çalışanlardan biri elinde iki sandalyeyle geri döndü. Sandalyeleri bırakıp aynı hızda geri çıktı. Esin sandalyelerden birine otururken karşısındaki sandalyeye geçmesi için Aslı’ya işaret etti. Aslı geçip oturdu. Neler döndüğünü anlayamıyordu.

“Sevgili Aslı, şimdi sana anlatacaklarımın zaten aramızda kalacağını hatta buradan da dışarı çıkmayacağını biliyorum. Konuşmak istediğim asıl mevzuya geçmeden önce sana bu adayı ve ailemi anlatmak istiyorum.” Fenerlerin ışığı yüzünü aydınlatırken belki de ilk kez kendisini bu kadar açık ifade edeceğini hissettiğinden rahatlamış gözüküyordu. Yıllardır içinde tuttuğu ne varsa hepsini her şeyin başlangıcı olan bu mahzene fırlatıp kurtulmak istiyordu. “Aklında bir sürü soru olacağını biliyorum. Ama onlara geçmeden önce sana anlatmak istediklerim var. Neden sana bunları anlatacağımı da sorgulayabilirsin. Ben de bilmiyorum. Sanırım bunu hak ettin.”

Aslı bir şey söylemeden kadına baktı.

“Bundan uzun bir zaman önce dedelerimden bir tanesi, ki kendisi çıldırmış bir dâhiydi. Daha önce yapılmamış olanı yapmayı kafasına koymuş. Bilim uğruna yapılabilecek tüm şeyleri bitirdikten sonra bu yeni hedefini gerçekleştirmek için yıllarca çalışmış. Ve çalışmaları sonucu Selma ile ormanda duyduğunuz seslerin sahibi olan o canavarı üretmeyi başarmış. Bu, o dönem için en büyük buluşmuş. Hatta şu an için bile öyle. İçinde bulunduğumuz bu yer, onun ilk kez doğduğu ve uzun bir süre saklandığı yer.” Elini etrafı göstermek için kaldırdı. Karşıdaki kafesi işaret ederek, “Oradan kaçtı,” dedi. Aslı omzunun üzerinden kafes doğru baktı.

“Onu oradan kaçıran kişi, buluşun sahibi kişiyle aynı isme sahipti. Tahir Çimen. İkisinin de hem adı hem de soyadı aynı. Ne tuhaf değil mi? Bir tanesi onu üretti, diğeri onun ürettiğini yok etmek için didindi. Üstelik bu ikincisi bu uğurda hayatını mahvedip ailesine savaş açarken kendi ailesini bile kuramadan ölüp gitti. Tam da burada. Bu mahzende.”

“Bu şey… yani canavar, aileniz için bu kadar önemli miydi?”

Esin kafasını salladı. “Bu malikane ve bu ada… tüm bunların var olması o buluş sayesindeydi. O olmasaydı ne bu malikane olurdu ne de bu ada. Ailemiz o buluş sayesinde yükselişe geçti ve hakimiyetini kuvvetlendirdi. Biz şu anki konumumuza gelene kadar çok acılar çektik. Her zaman dikkatli, titiz ve kurallara bağlı olmamız gerekti. Biz de buna uygun şekilde yaşadık. Yaşamak zorundaydık. Sen buraya gelene ve ailem bir bir kuralları yıkmaya başlayana kadar her şey bir düzen içinde sürüp gidiyordu. Canavar, bizim sermayemizdi. Buraya gelen tüm o misafirlerin görmek istedikleri tek şey oydu. Adamızı kalkındıran yegâne şeydi o.”

Aslı yutkundu.

Esin derin bir nefes verdi. “Biliyor musun Aslı, bu zamana kadar tek bir fire bile vermemiştik. O canavara sunduğumuz her bir kurban adadan seçilenlerdendi. İsmi okunup da ilk önce gelmeyi kabul eden ancak sonra gelmekten vazgeçen olmamıştı.” Aslı’nın yüzünü inceleyen bir bakış attı. “Bunda senin payın olabilir mi?” cevap beklemiyordu. Zaten Aslı’da cevap vermeye yeltenmemişti. “Kurbanların canavarın ağzından kaçıp kurtulması ise inan beni hayli şaşırttı. Aslında biraz da endişelendirdi.”

“Neden?”

“Çünkü kaçmak istedikleri son, onları bırakmayacak. Üstelik yanlarında diğerlerini de getireceklerinden haberleri yok. O şey, bir kez yüzünü gördüğünde seni asla bırakmaz. Bu sebeple çalışanlar diğerlerini ona götürürken maske takarlar. Ama diğerleri bunu bilmedikleri için yüzlerini apaçık gören o şeyden kurtulduklarını düşünüyorlar. Adanın içine inip diğerlerinin de yüzlerini gördüğünde büyük bir vahşet olacak.”

Esin, kuşaklar boyu süren bu kanlı sırrı saklamayı sürdürmüş ve eline bulaşan kanlara tazelerini eklemekten geri durmamıştı. Bu onun için yapılması gereken bir şeydi ve sürdürülmeliydi. Büyük bir titizlikle temizlettirdiği evine ise bu kanların bulaşmaması için çırpınıp durmuştu. Oysa şimdi, Aslı her yeri çoktan kanla dolup taşmış gördüğü bu evin, içindekileri de kana bulamış olduğunu fark ediyordu.

“Sana bunları neden anlatıyorum, oraya geleyim.” Esin sandalyesinde hafifçe öne doğru eğildi. “Selma seni öldürdüğünü sanıyordu. Açıkçası ben de öyle sanmıştım. Ancak seni ormanda bulduklarında ve hala yaşadığını öğrendiğimde ciddi bir hayal kırıklığı yaşadım. Senin buraya bir araştırma için geldiğini söyledi Selma. Söylesene Aslı, buraya kuşu böceği çekmek için mi geldin cidden?”

Aslı kafasını iki yana salladı. “Gazeteciyim ben. Bunca zamandır sizin az önce anlattığınız sırrınızı öğrenmek için buradaydım. Ormana gidişimin sebebi daha önce izlerini bulduğum o şeyin kendisini görebilmekti. Ancak işler çığırından çok çabuk çıktı. Kendimi canavarın ininde buldum.”

Esin şaşırmıştı. “Sen o şeyle karşılaşıp ne yapacaktın?”

“Fotoğrafını çekerek belgeleyecektim. Sonra haberimi yapacaktım.”

“Bunun için mi onca yolu geldin? İyi de neden ve kim söyledi sana bunu?”

Aslı ona kendi yolculuğunu kısaca anlattı. Esin dikkatle onu dinledikten sonra, “Birbirimize benziyoruz Aslı. Sen de ben de hedeflerimize ulaşmak için her şeyi göze alıyoruz.”

“Benim göze aldıklarım diğerlerini hayatlarından etmiyor. Yani hayır. Birbirimize benzemiyoruz.”

Esin gözlerini devirdi. “Elinde olsaydı sen de benim yaptığımı yapardın Aslı. Gözlerinden okunuyor hırsın, öfken. Ulaşmak istediğin o mevkii için yapamayacağın şey yok. Benim ellerim o canavarı hala yaşatmak ve ailemin geleneğini sürdürmekten dolayı kanlanmış olabilir. Ancak senin ellerin de bizlere söylediğin yalanlar ve sahte samimiyetlerinle bizi kandırarak kanlandı. Üstelik dilinle saçtığın fitne tohumları evime saçıldı ve zehirli sarmaşıklar çıktı her bir köşeden.”

Aslı cevap vermedi. Onunla aynı değildi. Hayır. Hem o herkesi kandırmamıştı ki. Kafasını iki yana sallayarak beyninde toplaşmaya başlayan mahkemeyi dağıtmaya çalıştı. Yaptıklarını ortaya dökerek kendi yargılamasını yapmanın sırası değildi. Ayağa kalktı. Esin onu gözleriyle takip etti. “Gerçekleri duymak hoşuna gitmedi sanırım.”

Esin de ayağa kalktı. “Sana her şeyi anlattığıma göre bu işi burada bitirelim.”

Aslı sorgulayan bakışlarını kendisine yaklaşan kadına çevirdi. “Elbette sana her şeyi anlatıp öylece gitmene izin veremem. Hem zaten ailemi dağıttın ve tüm adayı ayaklandırdın. Seni öylece bırakamam.”

“Ne demek istiyorsunuz?”

Esin iki elini genç kadının boğazına sardığında, Aslı beklemediği bu hamleyle şaşkına dönmüştü. Esin tüm gücünü kullanarak onun üzerindeki baskısını arttırdı. Aslı geri gitmeye çalışırken Esin’in çelmesiyle yere sırt üstü düştü. Esin’in elleri boğazını daha sıkı kavrarken çırpınıyordu. Kadının dizleri karnına baskı uygulamaya başlamışken giderek hareket kabiliyeti azalıyordu. Esin’in gözü dönmüştü. Bir an önce ölüp gitmesi için altındaki genç kızın boğazını daha çok sıkmak için sırtını dikleştirmişti. Aslı boğazına sarılan elleri çekmeye çalışıyordu. Rengi kırmızıdan mora doğru dönmeye başlamıştı. Yakasına yapışan ölümün pençelerinden kurtulmaya çalıştığı bir an, Selim’in ona öğrettiği bir şeyi hatırladı. Esin’in şahdamarına tüm gücüyle vurdu. Esin sersemlemişti ve Aslı’nın boğazındaki elleri gevşemişti. Aslı onu üzerinden tekmeleyerek atarken nefes almak için çırpındı. Esin sersemliği üzerinden atmaya başlarken yeniden Aslı’ya saldırmak üzere atıldı. Aslı can havliyle kadının suratına bir tokat yapıştırdı. Tokadı yiyen Esin geriye doğru düştü. Aslı ayaklarıyla kendisini geri geri iterek kapıya yaklaştı. Kapının koluna uzanmak için ayağa kalktı ve kendini bodruma atarken kapının sürgüsünü çekti. Kalbi deli gibi atıyordu.

Ağlamaya başlamıştı. Canavarın yanında bile ölüme bu derece yakın olduğunu hissetmemişti. Kendisini toparlayan Esin kapıyı yumruklamaya başlamıştı. Aslı kapıya yaslanarak yere çöktü. Deli gibi ağlıyordu. Ellerini saçlarının arasından geçirerek çekiştirdi. Bedeninde sinir krizi geçirmeye başladığının sinyalleri belirmeye başlamıştı. Nefes almaya çalıştı. Boğazı, Esin’in parmaklarının iziyle kıpkırmızı olmuştu. Hatta kadının yüzüğünün metali boğazını çizmişti. Aslı derin nefesler almaya çalıştı. Ağlamasını durduramıyordu. Kapıyı yumruklayan Esin’in sesini kulaklarından silip atamıyordu. Kaybettiği kanının bedenindeki bıraktığı soğukluk devam ediyordu. Pansumanı yapıldığı için artık kanamayan yarası ise tek tesellisiydi.

Duvarlara tutunarak ayağa kalktı ve bodrumun kapısına ulaşmak üzere yavaş adımlarla ilerledi. Çalışanlar bodrum kapısını da kilitlemişlerdi. Aslı kapıyı araladığında nefes nefese kalmıştı. “İmdat!” diye haykırdı. “Yardım edin!”

Sesini duyup ilk koşan buraya ilk geldiğinde kendisini karşılayan Ahmet oldu. Adam, her tarafı kurumuş kanlarla kaplı ve vücudu yara bere içinde kalmış bu kadını ilk gördüğünde korkuyla bir çığlık attı. Bayılmak üzere olan Aslı’nın koluna girerken Aslı’nın kaldığı yerden yardım çağırmaya devam etti. Diğer çalışanlar seslere doğru koştuklarında Ahmet gibi ilk şaşkınlıklarını yaşadıktan sonra Aslı’nın bulunduğu haberini vermek üzere dışarı koştular. Hepsinin birden kapıya doğru koşmasına şaşıran Ahmet, daha sonra diğerlerinin bunu bilinçsizce yaptığının farkına varacaktı. Kapıya ulaşanlar, ada halkı ile karşı karşıya kalmış ve onlara durumun aciliyetini anlatmaya çalışan Halit ve Savaş’ın yanına vardılar. Herkesin gözleri üzerlerine çevrilirken onlar hep bir ağızdan konuştular. Kimse onların ne söylediğini anlayamadı. Sadece Hilmi, onların sözlerinin arasından ‘Aslı’ ve ‘ev’ kelimelerini seçerek malikaneye doğru koşmaya başlamıştı. Savaş da onun hemen arkasından hareketlenmişti. Ahmet’in bir koltuğa oturtup yüzüne su serptiği Aslı gözlerini aralamıştı. Boğazı acıyordu. Ellerini boğazında gezdirdi Ahmet ona bir bardak su uzatırken diğerleri gözüktü. Aslı sudan birkaç yudum içip Ahmet’e geri uzatırken üzerine doğru koşan Hilmi’ye doğru baktı. Hilmi ona sarılırken, “Öldün sandım…” diye mırıldandı. Heyecanı her halinden belliydi. Aslı’nın kafasını okşuyor, yaşadığını gördüğü için derin bir nefes veriyordu. Ondan ayrıldığında ellerini kadının omuzlarında bırakarak onu inceledi. Boğazındaki izleri görünce kaşlarını çattı.

Savaş da içeri girmişti. Aslı’nın yanına yaklaşarak yaralarının canavar tarafından açılıp açılmadığını gözleriyle taradı. Boğazındaki izleri gördüğünde rengi attı. Elini uzatıp kadının çenesi nazikçe yukarı kaldırdı. Aslı hem Hilmi hem de Savaş tarafından kuşatılmış gibi hissetti. Soru sormaya hazırlandıklarını görebiliyordu. İlk sorularının ne olduğunu da tahmin edebiliyordu ve bu, cevaplandırması en zor soruydu.

Loading...
0%