@albayrakirem
|
Aslı önce, “Esin mahzende,” dedi. Diğerleri anlamamış göründü ancak onu ormandan alıp mahzene götüren ve Esin ile orada olduklarını bilen iki çalışan onun ne demek istediğini anlayarak mahzene gitmek üzere döndü. Hareketlenen çalışanları fark eden Halit onları durdurdu. “Nereye? Ne mahzeni bu?” İki çalışan kem küm etmeye başladılar. Esin’e ve malikaneye olan bağlılıkları onları hala sırrı devam ettirmeye mecbur bırakıyordu. Ancak Ahmet her şeyi bir bir ortaya dökmeye başladığında ve Aslı’nın orayı nasıl bulabildiğini anlattığında tüm sır çözülmüştü. Halit ve Savaş, Esin’in böyle korkunç bir plan yapmış olabildiğini bir türlü anlayamıyor, Aslı’nın boğazında izler bırakmış ellerin sahibinin o olduğunu kabul edemiyorlardı. Aslı için gelen doktor onu incelerken bacağındaki pençe izlerini fark ederek, “Bunlar da ne?” diye sormuştu. Dizinden bileğine kadar inen bu izlerden akan kanlar kurumuştu ancak kırmızılığı hala kendisini belli ediyordu. Ormanın tozu toprağı da karıştığı için yarası hayli mikrop kapmıştı. Doktorun yarayı temizlemesi ve ilaç sürmesi işlemi Aslı için hayli can yakıcı olmuştu. Hilmi elini bir an olsun bırakmamıştı. Savaş ise biraz ilerisinde çaresizce beklemişti. Doktor sorgulayan bakışlarla işine devam ederken bileğe doğru inerken derinleşen bu izlere bakarken meslek hayatında ilk kez içi cız etmişti. Elinden geldiğince nazik olmaya çalışmıştı ancak izler, nezaketi de zehirlemişti ve genç kadına acı çektirmeye yemin etmişti. Tüm işlemler bittiğinde doktor dahil herkes derin bir nefes vermişti. Bütün gözler Aslı’nın üzerine kilitlenmişti. Sabırla neler olup bittiğini öğrenmeyi bekliyorlardı. Halit’in talimatıyla Esin mahzenden bir süre daha çıkarılmayacaktı. Yani Aslı her şeyi anlatana kadar orada kalmaya mahkûm edilmişti. Selma, Aslı’nın yaşadığını duyduğunda yanına gitmek üzere aşağıya inmişti. Ancak annesinin yaptıklarını işittiğinde cesareti kırılmıştı. Kendi yaptığı aklına gelince kulaklarına kadar kızarmıştı. İçeri girdiğinde Aslı’nın onunla ilgili her şeyi anlatmasından korkmuştu. Annesi gibi suçlanmaktan, daha da beteri mahzene kapatılmaktan korkmuştu. Kendisinin de tıpkı annesine benzediğini kabul etmişti ve yalnız kalmaktansa annesiyle bir olmanın onu koruyacağını düşünmüştü. Mahzene gidip annesini oradan çıkarmaya karar verdiğinde aklında işte bunlar dönüp duruyordu. Yaralarının sarılması ve içtiği ilaç sayesinde kendisini biraz daha iyi hisseden Aslı kendi cephesinden yaşananları anlatmadan önce derin bir nefes aldı. Halit ve Savaş’ta gezdirdiği gözlerini yere doğru eğerek fayansın köşesine dikti. “Öncelikle size söylemem gereken önemli bir şey var.” Gazeteci olduğunu söyleyecekti. “O kadar da önemli bir konu değil o.” Diyerek araya girdi Savaş. “Ormana ne zaman gittiğini ve o canavarla nasıl karşılaştığını anlat bize.” Aslı ona bakarken sırrının çoktan açığa çıktığını anlamıştı. Diğerlerine bakarak hepsinin haberdar olup olmadığını kontrol etti çabucak. Anlamış gibi bakan sadece Hilmi ve Savaş’tı. “Şey…” Aslı’nın kafası karışmıştı. Ancak bu kafa karışıklığının düğümlerini çözmeyi sonraya bırakmaya karar verdi. “Selma ve Mert ile yürüyüş yapmaya gitmiştik. Ormanda çok ileri gittik ve o şeyin sesini işittik. Geriye dönmek için acele ettik. Ancak Mert’in ayağı burkulmuştu…” “Nasıl?” diye sordu Halit. “Koşu yarışı yapıyorduk. Ayağı bir taşa takıldı sanırım. Koşarak yanına vardığımızda ayağını tutuyordu.” “Sonra ne oldu?” “O canavardan uzaklaşmak için acele ettik. Bir tarafı uçurum olan bölgeden geçiyorduk…” aslı duraksadı. Savaş ve Halit’in hikâyenin bundan sonrasını öğrenmesini istemiyordu. Selma’ya kızmalarını istemiyordu. Onun korktuğu için bunu yaptığını biliyordu. “Lütfen devam et Aslı.” Halit babacan bir edayla omzuna dokundu. Aslı gözlerini ondan kaçırdı. “Uçurumdan tarafta ilerleyen bendim. Ve… ve benim ayağım kaydı. Aşağıya doğru yuvarlandım. Kendimi durduramadım.” “Seni bulmak için Selma ve diğer çocuk gelmedi mi?” “Baygındım o yüzden bilemiyorum. Ama muhakkak beni aramışlardır. Buna eminim.” Ağlayası gelmişti. Yumruklarını sıktı. Sanki yumruklarını sıkarsa gözyaşı akmayacakmış gibi. “Onlar iyi mi?” “Hiç olmadıkları kadar!” dedi Hilmi. Savaş ve Halit ona baktı. “Neden bakıyorsunuz? Aslı’yı görmediğini söyleyen Selma değil miydi?” Aslı kafasını kaldırıp Hilmi’ye bakarken, “Ne?” dedi ancak sesi bir fısıltıdan farksızdı. Hilmi Aslı’ya döndü. “Selma seni hiç görmediğini söylemekle kalmadı. Ormana sadece Mert ile gittiğini söyledi. Ve sadece bununla da kalsa iyi….” Hilmi’nin yüreği bundan sonrasını söylemeye el vermemişti. Aslı meraklanarak, “Başka ne dedi?” diye sordu. Hilmi söylemeyeceğini belli edercesine kafasını salladı. Aslı onun kolundan çekiştirerek, “Söylesene Hilmi,” dedi. “Selma senin bir adamla kaldığını söyledi. Mürettebattan birisiyle görüştüğünü… onunla… onunla konukevinde kaldığını…” diyerek onun merakını gideren Savaş oldu. Aslı yutkundu. Selma’nın böyle bir şeyi neden söylemiş olabileceğini aklı almıyordu. Onu aşağıya itmesinin sebebini korkmasına bağlamıştı ancak ona iftira atmasını bağlayabileceği bir sebep bulamamıştı. Yüreğine bir hançer saklanmış gibi ani bir ağrı saplandı. Bu ağrı nefesini kesti. Bakışlarını diğerleri üzerinde gezdirirken kaçırılan bakışlardan onların bu söylenenlere inandığını fark etmişti. Savaş’a doğru baktı. Besbelli o da inanmıştı. Yanında duran ve öfkeyle bacağını sallayan Hilmi’ye bakmasına gerek yoktu. Onun böyle bir şeye inanmayacağını biliyordu. Duyduğu şeylerin onu çileden çıkardığını da görebiliyordu. Elini uzatıp adamın elini tuttu. Hilmi gözlerini onun gözlerine çevirdi. “Uyandığımda yaralıydım ve çok fazla kan kaybetmiş olmalıyım ki, ellerim buz gibiydi. Sonra birden canavar arkamda belirdi ve beni yakalayıp sürüklemeye başladı. Bacağımdaki pençe izleri o zaman oldu.” Doktor merakını tatmin edebilmişti şimdi. Ancak bu bahsedilen canavarın nasıl bir şey olduğunu tahmin edememişti. Aslı konuşmaya devam etti. “Beni diğerlerinin olduğu mağaraya bırakmıştı. Gözlerimi açtığımda diğerlerini gördüm. Çabucak onları çözdüm.” “Peki malikanenin yolunu nasıl bulabildin? Onları senin getirdiğini söylediler.” Dedi kapının eşiğinde olanları izleyen ve bunca zamandır varlığını hissettirmemiş olan Serdar. Arkasında diğerleri de vardı. Aslı’yı gördükleri için her birinin içi rahatlamıştı. Aslı cebinden çıkardığı buruşmuş kâğıdı ortaya doğru uzattı. Savaş uzanıp kâğıdı düzeltti. Bu, Tahir Çimen’in haritasıydı. Halit haritaya doğru bakarken, “Bu haritayı kim çizmiş?” diye sordu. Kimse bir şey söylemedi. “Devam et Aslı.” Dedi Savaş. “Malikaneye yaklaştığımızı söylediğimde diğerleri heyecanla ileri atıldılar. Ben onlara yetişemedim ve başım döndüğü için durmak zorunda kaldım. Dengemi kaybedip düştüm. Gözlerimi mahzende açtım. Sonrası hepinizin bildiği şeyler…” Boğazındaki izleri işaret etti. “Seni neredeyse öldürüyormuş. Nasıl kurtuldun? Yoksa sen mi onu-” Gökhan üzerine toplanan bakışlarla susmak zorunda kaldı. “Şimdi ne olacak?” diye sordu Serdar. “O canavarı avlamak için gidenlere yenilerini eklediniz ancak tüfek onu öldürmek için yeterli olacak mı?” Halit ona dönerek, “Bilmiyorum evlat. Bilmiyorum.” Dedi. “Bilemezsin. Çünkü onu ortadan kaldırmak için hiçbir çabanız olmamış ki bu zamana kadar. Milleti canavarın akşam yemeği yapıyordunuz, sonrası umurunuzda değil!” Ali’nin ani çıkışı diğerlerini derin bir sessizliğe gömerken ortamın gerginliğini arttırmıştı. Aslı yavaşça oturduğu yerden kalktı. “Tahir Çimen yıllarca o canavarı yok etmenin yollarını aramış. Mutlaka belgeleri arasında bir şeyler vardır. Eğer Serdar’ın söylediği gibi kurşun bir işe yaramıyorsa bu o insanların tehlikede olduğunu gösterir.” Halit, Aslı’nın bunları nereden bildiğini sorgulamadı. Diğerleri de öyle. Şu anda tek önemli şey tehlikeden bir an önce kurtulmaktı. “İyi de Aslı Tahir onu yok etmenin yolunu bulmuş olsaydı bunu yapmış olmaz mıydı?” diye yorumda bulundu Halit. “Yani bulamamış mıdır?” “Hayır. Bulmuştu.” Bunu söyleyen yaşlıca bir çalışandı. Tahir’in yazdığı son sayfaları saklayan ve şimdi onları ortaya çıkarmış olan kadındı. Sayfaları Aslı’ya uzatırken eli titremişti. “Bunlar merhumun son satırları. Onu mahzene kapattıklarında…” “Mahzene mi kapatmışlar onu?” diye sordu Ali. “Canavarı ortadan kaldırmaya kararlıydı ve o zamanki ev sahipleri bunun olmasını istemiyordu. Ölümüne kadar mahzende kalmak zorunda kaldı.” “Siz de sırf onlar istiyor diye gencecik adamı mahzene tıktınız öyle mi?” diye çıkıştı Aslı. Gözlerini kanlanmış sayfalarda gezdirirken, “Nasıl ölmüş?” diye sordu. “Kafasını demirlere vurmuş defalarca.” Yaşlı kadın utancından kıpkırmızı kesilmişti. O zamanlar çok genç olduğu için sesini çıkaramamış, sonraki dönemlerde de sesini çıkarmamayı sürdürmüştü. Şimdi Aslı’nın kendi başına verdiği mücadeleyi görünce kendi suskunluğundan utanarak konuşmaya razı olmuştu. Aslı kağıtların üzerinden kadına bakarak, “Ne korkunç insanlarsınız!” diye haykırdı. “Bu kağıtlarda hiçbir şey yok. Kanları, sayfaları okunmaz hale getirmiş. Üstelik sayfa o kadar eski ki, çoğu yazı silinip gitmiş.” “Şimdi ne yapacağız?” diye sordu Hilmi. Aslı sayfaları sandalyenin üzerinde bıraktı. “Yapılacak şey basit, canavar ile yüzleşerek zayıf noktasını öğreneceğiz. Diğerleri de bu zayıf noktadan onu yok edecek.” “Bu çok riskli! Üstelik o şey sizlerin yüzünüzü görürse öldürmeden bırakmaz.” Savaş paniklemişti. “Ben burada oturduğumda da beni bulup öldürebilir bu durumda.” “Henüz iyileşmedin.” Diye itirazda bulundu Savaş. “Daha iyiyim.” “Ölebilirdin.” Sesi biraz yüksek çıkmıştı. “Ama ölmedim.” Serdar ve diğerler bir adım atarak içeri girdiler. “Madem o canavarı ortadan kaldırmayı kafana koydun. Biz hazırız. Ne gerekirse yaparız.” “Biz de sizinleyiz Aslı Hanım.” Diyerek çalışanlar adına konuştu Ahmet. Ardından arkadaşlarına doğru döndü. “Aksi düşüncede olan söylesin.” “Daha fazla bu felaketin sorumluları arasında kalmak istemiyoruz. Biz de sizinleyiz.” Diyerek onu desteklediler. Halit de bir adım öne çıktı. “Ben de sizinleyim. Ne yapılacaksa varım. Gerekirse onunla karşı karşıya kalırım. Yeter ki bu lanet sona ersin.” “Babam haklı. Hep beraber olursak bunu başarabiliriz.” Dedi Savaş. Aslı Hilmi’ye baktı. “Ee kızıl, sen ne diyorsun?” Hilmi uzun zaman sonra ilk kez gülümsedi. “Ne mi diyorum? Güzel perim çılgın bir periye dönüşüp canavarın karşısına dikilmeyi planlarken oturup denizi seyredemem.” “Tamam o halde. Hazırlıklara başlayalım.” Savaş’a döndü. “Sen bir kez daha Tahir’in odasını incelet. Gözden kaçan bir şeyler olabilir.” “Tamam.” “Ada halkıyla da konuşmalıyız.” “Biz onlarla konuştuk. Seni bulduklarını haber vermeye geldiklerinde ortak bir kararda birleşmiştik.” Dedi Halit. “İşte bu iyi bir haber. Hadi onlarla bir araya gelelim.” Diğerleri dışarıya doğru hareketlendi önce Serdar ve arkadaşları çıktı. Sonra çalışanlar ve hemen arkalarından Halit ve Savaş kapıdan geçtiler. Aslı da peşlerinden gitmek üzere ilerleyecekken Hilmi onu durdurdu. “Bana bir söz vermeni istiyorum.” “Ne sözü?” “Tehlikeye atlamayacaksın. Diğerlerini kurtarmak için kendini feda etmeyeceksin.” Aslı söz vermedi. “Aslı lütfen. Daha sana söylemem gereken çok şey var. Oturup yemek yiyecek ve bunları konuşacağız daha.” “Ne konuşacağız?” “Öğrenmek için beklemen gerekecek. Söz veriyor musun?” “Söz veremem. Ama elimden geleni yapacağım. Lütfen sen de dikkatli ol.” Hilmi bir an duraksadı. Hemen ardından Aslı’nın kafasına bir buse kondurdu. Dönüp kapıdan hızlı adımlarla çıktı. Aslı da sırıtarak peşinden çıktı. |
0% |