@albayrakirem
|
Gözlerini açtığında eşini yanı başında bulmuştu. Aslı hakkında duyduklarını ona anlatmak için çırpınırken yeniden fenalaşmıştı. Aslı’nın babası, onu yeniden hemşirelerin eline bırakırken neler olduğunu bir türlü çözemiyordu. Telefonu çalmış ve hastaneye çağrılmıştı. Karısı için endişelenmiş ve koşarak hastaneye varmıştı. Onun kendisine heyecanlı heyecanlı anlatmaya çalıştığı şeyin tek kelimesini bile anlayamamıştı. Sakinleştirici iğne yapılan kadın, Barış’tan öğrendiklerini bir süre daha içinde tutmak zorunda kalacaktı. Onların hastanede olduğu haberini alan Selim hızlıca yanlarına gelmişti. Yolda Pelin’e de haber vermişti. Hastaneye vardığında Aslı’nın annesi biraz daha iyi olmuştu. Tansiyonu normale dönerken eve dönebilecekleri haberini almışlardı. Gitmek üzere hareketlendiklerinde Selim yanlarına varabilmişti. “Rasim amca ne oldu? İyi misin Gül teyze?” Rasim şaşırmıştı. “Senin burada ne işin var? Ailenden birine mi bir şey oldu? “Hayır. Ben sizin için geldim. Burada bir arkadaşım çalışıyor ve sizin buraya geldiğinizi bana haber verdi. Her neyse bırakalım şimdi bunu. Siz niye buradasınız?” “Gül fenalaşmış yolda. Hastaneye getirmişler sağ olsunlar. Şu anda iyi. Sen de zahmet etmişsin sağ ol.” “Hiç öyle şey olur mu Rasim amca, ben sonra Aslı’ya ne cevap veririm hem? Geldiğinde başımın etini yemez mi?” “Geri gelecek mi?” diye sordu Gül. İki adam birbirlerine baktı. Selim onun elinden tutup yürümesine yardım ederken, “O da nereden çıktı Gül teyze? Elbette gelecek,” dedi. Gül cevap vermedi. Onu arabaya bindirdikten sonra Selim, “Rasim amca Aslı ile ilgili bilmediğimiz bir durum mu var?” diye sormadan edemedi. “Bilmiyorum. Bir şeyler anlatmaya çalıştı ama anlamadım. Eve gidince anlarız neyin ne olduğunu.” Selim kendi arabasıyla onları takip etti. Pelin’i arayarak gelmesine gerek olmadığını haber verdi. “Nesi varmış?” diye sordu Pelin. “Tansiyonu düşmüş sanırım. Ben de tam anlayamadım. Şu an iyi ama. Eve dönüyor.” “Sesin biraz tuhaf geliyor. Başka bir şey yok değil mi?” Selim cevap vermedi. Aslı’nın evine gelmişlerdi. Rasim arabadan inmişti ve karısına yardım ediyordu. Selim, “Ben seni arayacağım Pelin. Şimdi kapatmam lazım,” dedi ve telefonu kapatıp arabadan indi. Birlikte asansöre binip dairenin olduğu kata çıktılar. Gül’ün rengi solmuştu. Eve girdiklerinde onu salona götürdüler. Bir koltuğa oturtturup arkasına yastık yerleştirdiler. Rasim karısının karşısındaki koltuğa geçip otururken Selim ayakta kaldı. “Neden fenalaştın Gül teyze? Neler oldu? Anlatır mısın?” Gül kafasını belli belirsiz salladı. “Pazara gitmiştim. Eve dönüyordum. Yolda genç bir çocuk durdurdu beni. Belki kızımla aynı yaşlarda belki birkaç yaş büyük bir çocuk. Aslı’nın annesi olup olmadığımı sordu. Evet dedim. Yakın arkadaş olduklarını ve onu merak ettiğini söyledi.” “Yakın arkadaşı mı?” Selim’in kafası karışmıştı. “Kimdi bu çocuk?” “Adını bilmiyorum ki.” “Ee sonra?” diye araya girdi Rasim. “Neden Aslı’yı oraya tek gönderdiklerini sordum.” Selim Aslı’nın ailesine bir şey anlatmadığını bildiğinden sessiz kalmıştı. “Neden göndermişler?” diye sordu Rasim. “Meselede bu ya. Kimse göndermemiş ki.” Rasim kafasını kaşıdı. “Nasıl kimse göndermemiş? E kız gitti ya!” “Tamam gitmesine gitti de kendi kafasına çıkmış yola. Müdürleri falan göndermemiş.” “Aslı bize yalan mı söyledi? İyi de neden? ve haber falan yoksa neden hala dönmedi.” “O arkadaşı dedi ki haber bulmadan gelirse gelmesine gerek yokmuş. İşten ayrılmış Aslı. Kovmuşlar onu.” “NE?” Rasim çabucak telefonuna sarındı. Aslı’yı arıyordu. “Neden yaptı böyle bir şeyi? Kim bilir nerede şimdi?” “Gül teyze seninle konuşan çocuğu bana tarif eder misin?” Selim aklına gelen fikirle cebinden telefonunu çıkardı ve sosyal medyada bir sayfaya girerek bir fotoğrafı açtı. “Buradakilerden biri miydi?” Gül eline aldığı telefondaki fotoğrafı bir süre inceledi. İncelemesinin sonucunda Barış’ı bulup gösterdi. Selim, işin içinde Barış’ın olduğunu öğrendiğinde çok öfkelenmişti. “Yedim seni Barış,” diye mırıldandı dişlerinin arasından. “Gül teyze, Rasim amca bu çocuk Aslı’nın yakın arkadaşı falan değil. Hatta arkadaşı bile değil. Sizi telaşa düşürmek için bir şeyler uydurmuş.” Hala Aslı’yı aramaya çalışan Rasim üçüncü kez geri aramaya basarken Selim’e baktı. “Sen tanıyor musun bu çocuğu?” “Evet. Ve kendisi Aslı’nın başarısını kıskanan birisi. Sizi üzmek için ipe sapa gelmez şeyler söylemiş işte. Lütfen içiniz rahat olsun.” Rasim telefonu kulağından indirdi. Zaten açan olmamıştı. Gül, “İçimde kötü bir his var benim. Ya Aslı’ya bir şey olduysa? Kaç zamandır ne mesaj atıyor ne de arıyor. Kim bilir ne halde? Yakında bir yerde de değil ki gidip görelim.” “Oraya gitmesinin ve belki de bize yalan söylemesinin sebebi biziz,” diyerek suçunu itiraf eder gibi kafasını önüne eğdi Rasim. “Her şey yolunda. Lütfen kuruntu yapmayın.” Rasim kafasını iki yana salladı. “Hayır hayır. Biz suçluyuz.” Karısına doğru baktı. “Neden izin verdik ki gitmesine? Neden ona her zaman kaldırabileceğinden fazla sorumluluk yükledik? Sürekli bize kendini kanıtlamaya çalıştı durdu. Biz ise ne yaptık? Sadece onun yaptıklarını, başardıklarını küçümsedik. Hangi başarısını kutladık? Yıllarca durmadan didindi durdu. Başarılı olmak zorundaydı ama takdir edilmek için değil, öyle mi? Ah ne aptalım ah!” Rasim ayağa kalktı. Kafasını ellerinin arasına almıştı. “Sırf kendi istediği mesleği seçti diye bile ne eziyet ettik kıza. İki üç katı daha fazla çalışması gerekti. Hiçbirini görmedik. Görmemezliğe geldik. Tüm o çalışmalarının arasında bizi bir an olsun üzmedi. Kim bilir kaç bin kere üzüldü. Ah Aslı ah!” Gül’ün gözleri dolmuştu. Burnunu çekti. “Neler yaptık ona? Ah düşündükçe yerine bir yenisi ekleniyor. Kim bilir ne kadar yıprandı? Ama nereden bilecektik ki? Bize hiçbir şey anlatmazdı ki…” “Soruyor muyduk ki anlatsın.” Selim giderek daha karamsar ruh haline bürünen bu iki insanı nasıl rahatlatabileceğini düşündü ancak aklına hiçbir şey gelmedi. “Ya ona oralarda bir şey olduysa?” Rasim salonda huzursuzca dolanmaya başladı. “Ona bir şey olduysa….” Devamını getiremedi. “Ne yapardım?” diye düşündü. “Ya onu bir daha göremezsem? Ya eve dönemezse?” düşüncesi bile ağır gelmişti ona. Sendeledi. Selim çabucak kolundan kavradı onu. Rasim dengesini yeniden sağlayarak yavaşça koltuğa geçti. “Gül teyze, Rasim amca böyle konuşmayın. Hem Aslı’yı bilmiyor musunuz sanki? O tuttuğunu koparan, cesur ve yürekli bir kız. Onun elinden kim kaçabilmiş ki kurtulsun.” Aklına gelen fikrin yanlış olduğunu biliyordu ancak o an için en doğrusu bu gibi gelmişti. “Hem… ya bak sürprizi bozduracaksınız ama bana.” Diğer ikisinin gözlerinde bir ışık parladı. “Ne sürprizi?” dediler aynı anda. “Aslı ile konuşmuştum. Yola çıkacağını söylemişti. Ama bunu size söylemememi tembihlemişti. Beni buna mecbur bıraktınız.” Beni buna cidden mecbur bıraktınız, diye geçirdi içinden. “Sahi mi söylüyorsun Selim?” “Sahi ya Rasim amca. Tabii yol çok uzun o yüzden hemen gelemez. Ama gelecek. Sürprizi bozduğum için bana çok kızacak.” "Umarım karşıma çıkar ve bana çok kızarsın Aslı." Selim her ne kadar yalan söylediği için kötü hissetse de diğer ikisinin morallerinin düzelmesinden memnundu. Aslı’ya söz verdiği gibi ailesine iyi bakmalıydı. Onun da içinde kötü hisler belirmişti bir süredir. Kimseye anlatmadığı kötü düşünceler dolaşıyordu kafasının içinde. Bir süredir kendisi de ondan haber alamamıştı. Onu deli gibi merak ediyordu. İyi olduğunu ummaktan başka elinden hiçbir şey gelmiyordu. Rasim karısına sarılırken, “Aslı geri geldiğinde geçmişteki hatalarımızı tekrarlamayacağız. Ona değer verdiğimizi belli edecek. Başarılarını kutlayacağız,” diye mırıldandı. “Başarısızlığın da olabileceğini anlatacağız ona. Önemli olanın mutlu olmak olduğunu…” Selim ikisini yalnız bırakıp evden çıktı. Pelin onu arıyordu. “Efendim," diyerek telefonu açtı. “Seni dinliyorum. Ne oldu?” “Barış biraz ortalığı karıştırmış hepsi bu. Ama şu an her şey yolunda.” “Ne yapmış? Gül teyzeyi nerede bulmuş?” “Akşam buluşur konuşuruz, olur mu?” “Akşama kadar meraktan çatla diyorsun yani?” “Sevgilim, benim de kafam kazan oldu zaten. Biraz durulayım, her şeyi sakin kafayla anlatacağım sana. Şimdi kapatmam lazım. Seni seviyorum.” “Ben de seni seviyorum.” Selim telefonunu cebine koyacağı sırada gelen bir epostaya gözü takıldı. Eposta sahibinin ismine baktı: Aslı Bozbay. Başlıkta ‘ACİL DURUM!” yazıyordu. Selim arabasına geçerken epostanın üzerine tıkladı. Şoför mahalline oturup epostayı okumaya başladığında eli ayağı birbirine girmişti. Sakinleşene kadar bekledi ve yazılanları dikkatle okumaya başladı. “Merhaba Selim, Bu e-posta bir acil durum olduğunu sana bildirmek için yazılmıştır. Acil durumlar için hazırda bulundurduğum ve her gün gönderimini ertelediğim bir mesaj bu. Yani ne zamanki bu epostayı erteleyemez ve sana göndermiş olursam anla ki işler sarpa sardı. Senden yapmanı beklediğim şeyler çok basit. Gel ve beni bul. Eğer hala hayattaysam işleri ne kadar batırdığımı görmemi sağla. Ama yok eğer ölmüşsem-” Selim okumayı bıraktı ve “Aptal kız ne biçim laflar ediyorsun?” diye bağırdı telefona karşı. “…eğer ölmüşsem bunu okurken bana aptal dediğini işitmişim gibi davranacak ve hortlayıp senin karşına çıkacağım. Eğer ölmüşsem cesedimi bu yaban ellerde bırakmamanı rica ediyorum.” “Seni bırakır mıyım hiç?” diye mırıldandı genç adam. Hemen ardından bu kötü fikri kafasından kovmak ister gibi kafasını salladı. “…adada işler giderek çığırından çıkmaya başladı. Haberim hakkında önemli bir ipucu yakaladım. Her olağanüstü olayda bu epostaya eklemelerde bulunacağım. Bu sayede sana ulaştığında her şeyden haberdar olmuş olacaksın. Kıymetimi bil he. Bunca yolu çekmeden bir gazetecinin hazin sonunun haberini yapmak için elinde zengin bir haber kaynağı olacak…” Selim burnundan soluyordu. Aslı’nın şakasına bile olsa böyle şeyler konuşmasından her zaman nefret ederdi. Üstelik şimdi bir acil durum epostasında bunları okumak onu daha çok sinirlendiriyordu. “…Yeni bir güncelleme! Ada halkından malikaneye gelenler geceleyin ormana taşındı. Yakın zamanda ormana gitmeli ve neler olduğuna bakmalıyım. Ev sahibesi benden nefret ediyor, beni bir kaşık suda boğabilir. Hatta susuz bile boğabilir. Boğularak ölürsem baş şüpheli o olsun. Adı Esin Atmazer. Bu arada söylemeyi unutmuşum. Hemen söylüyorum. Karısı bir kaza sonucu görme yetisini kaybeden bir adam var. Adamın adı Nihat, kadının ise Nil. Onlar için bir doktor getirmeni istiyorum. Söz verdim. Sözümü şahsen olmasa da seninle yerine getirmek isterim. Benim için bunu yapacağını bildiğimden gönül rahatlığıyla sana bunu söylüyor ve gerçekleştirilmiş gözüyle bakıyorum.” Selim derin bir iç geçirdi. Aslı’nın her daim başkalarını düşünmesi ona her zaman saygı duymasına neden olmuştu. Onun cesareti ve koca yüreği onu etkilemişti. Selim her zaman ona ağabeylik yaptığını iddia etmişti ancak Aslı’nın her an ona yeni bir şeyler öğrettiğini ve bilge bir kişi gibi mantıklı öğütler verdiğini kabul etmek durumundaydı. Epostanın devamını okumak için kaydırdı. “Onun izlerini buldum. O kesinlikle bir hayvan değil. Malikaneye girip belgeleri karıştırdım. Onun hakkında öğrendiklerim tüylerimi diken diken etti. Elde ettiğim belgelerin resimlerini çektim ve bir başka epostayla evimdeki bilgisayara gönderdim. Olur da ben geri dönemezsem…” “Kes şunu söylemeyi Aslı!” selim yeniden telefona doğru bağırdı. “…dönemezsem haberim zayi olmasın ve sen sahiplen. Eski güzel günlerin hatırına. Sen bana haberimi yaptırıp terfi etmemi görememiş olacaksın ama en azından ben senin bu haberle yükselişe geçmeni isterim. Yapmazsan hortlarım he. Ona göre… Senden burada bana destek olan arkadaşım Hilmi’nin babasına kavuşmasını sağlamanı istiyorum. Onu bulabilirsin. Buna inanıyorum. Onunla kalan diğerlerinin de ailesi varsa lütfen onları bul. Ve eğer ailelerini bulamazsan ya da buldukları aileleri çoktan göçüp gitmişse onların rahatça yaşayabilecekleri bir hayat kurmalarını sağla. Onların her biri, vereceğin emeği sonuna kadar hak ediyorlar ve emeklerini boşa çıkarmazlar. Aslı teminatıdır bu. Ayrıca Selma için de bir şeyler yapmanı istiyorum. O, burada yapayalnız bırakılmış bir kız. Görsen öyle tatlı öyle içten ki. Bir o kadar da yaralı. Onun yeniden yalnızlığa ve de o korkunç kurallara mahkûm edilmesini istemiyorum. Senede birkaç hafta hatta birkaç gün de olsa onu görmeye gitmeni istiyorum. Pelin ve daha başka arkadaşlarınla. Bundan çok memnun olacaktır. Şu anda Mert ile arkadaş olmasını sağladım ama fazla arkadaştan zarar gelmez, değil mi? Gelirken Selma’ya en güzel elbiselerden ve taçlardan getirmeyi unutma! Halit Bey, tam bir yapboz delisi. Görsen nasıl karmaşık yapbozları tamamlıyor. İnanılmaz. Onun için de hediye getirmeyi unutma. Buraya ilk geldiğimde bana yardım eden Ahmet Bey’e de hediye getir. Ne sever bilmiyorum. Ama ona benim için teşekkür et. Savaş için her zaman yeni çıkmış kitapları topla ve getir. Kitapları çok seviyor. Yanında da bir sürü renkli kalem getir. İçinden sadece tek bir rengi kullanacaktır. Ama sen yine de tüm renklerden getir. Sayfalara notlar bırakmayı seviyor. Senden çok fazla şey istemiş olabilirim ama liste kabarık ne yapayım şimdi? Bu arada hayvanlarla ilgili haber yapmak için hazırladığım ama elimde patlamış olan o dosyayı Pelin’e ulaştır! Sakın sen de unutma. Anne, babam ve kardeşime tüm sevgimi ve malvarlığımı bırakıyorum. Bunu onlara sağlayacağını biliyorum. Lütfen onlara destek ol! Seni unuttuğumu sanma bu arada. Sana ne bırakmalıyım… sana mışıl mışıl uyuyabileceğin, sürekli olarak telefon telefon üstüne aranmadığın, huzur içinde, bensiz bir hayat bırakıyorum…” Selim bir an için nefessiz kalmış gibi hissetti. Yutkunamadı bile. Epostayı aşağıya kaydırmaya çalıştı. Olur da bir yerinde ‘Şaka’ yazmasını bekledi. Ancak eposta burada bitmişti. Gözleri dolmuştu. Gözlerinin buğusundan epostaya eklenmiş bir başka ileti olduğunu fark edememişti. Onda ise şunlar yazıyordu: “Nasıl öleceğimi bilmiyorum. Belki de yukarıdaki iletide iyilikte bulunmanı istediğim kişi veya kişilerce katledileceğim. Ya da kendi hatalarımdan dolayı öleceğim. Bilemiyorum. Ama yine de ricalarımı yerine getirmeni umut ediyorum. Ben kimseye kızgın veya kırgın değilim. Hatta beni boğabileceğini söylediğim Esin’e bile kızmıyorum. O ailesini korumaya çalışan bir kadın. Bir anne. O yüzden onunla ilgili söylediklerimi ciddiye alma. İçimde öfkeye veya kine dair hiçbir his yok. Herkesi affettim. Barış da dahil. Belki benimle alay etmekti amacı ama beni tahmin bile edemeyeceğim kadar güzel bir yolculuğa sürüklemiş oldu. Sonu acı bitse de güzeldi. Her şeyi abartmaya gerek yok. Olması gerekenler oldu ve bitti. Haklı veya haksızı bulmanın peşine düşmek mantıksız. O yüzden herkesi sevdiğimi söylemek istiyorum. Aslı Bozbay… Kısa bir not daha! Olayları fazlasıyla dramatize etmiş de olabilirim. Yani sadece telefonu şarj edemediğim için açamamış ve epostayı erteleyememiş olabilirim. Ya da telefonum çekmediği için nasıl olsa gönderilmez diyerek ihmal etmiş olabilirim. (Yüzde 5’lik bir ihtimal) o yüzden bir nefeste buraya gelip de beni pazarda sebze seçerken ya da sahilde oturmuş çay içerken bulursan lütfen fazla kızma.” Selim okuduğu bu son satırlarla bir an için umutlanmıştı. “Sen yeter ki iyi ol. Ben sana asla kızmam,” diye mırıldandı. Gözlerindeki yaşı silerken epostayı yeniden okudu. Arabasını çalıştırıp Aslı’nın evinin önünden ayrıldığında bir saattir orada öylece oturduğunu fark etmişti. Yüreğinde hem korku hem de umut vardı. Umut kanat çırpmaya çalışıyor, korku ise kanatları delik deşik ediyordu. Selim’in kafası çok fazla şeyle meşguldü. Bir aralık dikkatini kaybettiğinde karşı yönde ilerleyen trafiğin içine girdiğini fark edememişti. Kendi yolunda ilerleyen ve şu anda üzerine doğru gelen kamyondan kaçmak için direksiyonu kırdı. Araba yağışlı havada kaydı. Direksiyonu bir kez daha kırarak arabayı kurtarmaya çalıştı. Frene basarak durmaya çalıştı. Ancak araç bariyerlere çarparak durabildi, kafasını direksiyona vuran genç adam ise bayıldı. Bayılmadan önceki o son anda dudaklarından, “Aslı…” kelimesi dökülmüştü. |
0% |