@albayrakirem
|
Girişteki dev saatin akrep ve yelkovanı on ikiyi gösterirken çanları da on iki kez sessizliği delip geçmişti. Herkes çoktan uykuya dalmıştı. Çanlar on ikinci kez çaldığında etraf yeniden sessizliğe gömülmüştü. Tahir ve Yasemin, atölyenin kapısını usulca açarak koridora çıkmıştı. Tahir elinde bir gaz lambası tutuyordu. Yavaş adımlarla koridor boyunca ilerlediler. Yasemin, Tahir’in elini tutuyor, gaz lambasının aydınlattığı yerlere dikkatle bakıyordu. Merdivenleri inmeye başladıklarında hala ikisi de tek kelime etmemişlerdi. Tahta basamaklar ayakları altında gıcırdamaya başladıklarında olduklarından daha yavaş davranmaları gerekmişti. Sonunda ilk merdivenleri indiler ve onları bodruma ulaştıracak merdivenleri aramaya koyuldular. Dün akşam arkadaşlarıyla saklambaç oynarlarken şans eseri açtıkları bir kapının ardında aşağıya inen merdivenleri keşfetmişlerdi. Kendilerince gizemli olaylar dönüyor gibi davranmayı ve birbirlerini korkutacak bir şeyler bulmayı planlıyorlardı. Gece yarısı aşağıya indiklerinde ikisinin de hikâye uydurmasına, eşyaları bir şeylere benzetip diğerini korkutmasına gerek kalmamıştı. Çünkü tahmin dahi edemeyecekleri bir şeyi görmüşlerdi. Dün gece tek bir gaz lambasının aydınlığıyla ancak küçük bir alanını gördükleri bu bodrumu şimdi daha net görebiliyorlardı. Duvarlarda asılı kandillerin hepsi yanıyordu ve her yeri aydınlatıyordu. Tam ortada üzerinde çeşitli tüpler, buruşturulmuş kağıtlar, birbirine karıştırılmış otlar bulunan uzunca bir masa vardı. Mürekkep devrilmiş ve bir kısmı yere akmıştı. Otların arasından çıkan bir böcek ağır adımlarla masanın aralık kalan tahtalarından girip kaybolmuştu. Masanın çaprazındaki şömine güçlü bir ateşle yanıyordu. Büyükçe bir kazan ateşin üzerine koyulmuştu. Tahir birkaç adımda kazanın yanına gelirken Yasemin’in elini hala bırakmamıştı. “Orada ne kaynıyor?” diye sordu Yasemin. Fokurdayan suya baktılar. Burunlarına gelen tuhaf koku yüzlerini buruşturmalarına neden olmuştu. Gözleri mahzene açılan kapıya dikildiğinde, “Sence orada biri var mı?” diye sordu Tahir. “Dikkatli olmalıyız.” Mahzene inerlerken duvarların ve taşların soğukluğu bedenlerini ürpertmişti. Burada da kandiller yanıyordu. Tahir kendi gaz lambasını kıstı ve duvar dibinde bir yere bıraktı. Burayı da şimdi daha net bir şekilde görebiliyorlardı. Büyük kafesler her yerdeydi. Yavaş adımlarla ilerlediler ve o şeyi gördükleri yere doğru yaklaştılar. Köşeyi döndüklerinde iki kişinin gölgesini fark ettiler ve hızlıca duvar dibine saklandılar. “Yetmedi bu sefer. Başka bir şeyler düşünmeliyiz,” diyordu bir ses. Tahir, sesin babasına ait olduğunu biliyordu. Sindiği duvardan hafifçe kafasını uzatıp neler yaptığına baktı. Babası içeride volta atıyordu. Ancak suratında oldukça tuhaf bir maske vardı. Aynı maskeden takan dedesi bir tabureye oturmuş elindeki bir kâğıdı inceliyordu. O sırada kafesten gelen hırıltıyla bakışları kafese kaydı ve onu apaçık şekilde gördü. Tüyleri simsiyahtı. Kocaman açtığı ağzındaki sivri dişlerini kafesin demirlerine geçirdiğinde babası bir adım geriye sıçramıştı. “Baba, bir şeyler yapmalıyız. Baksana aç kaldıkça daha da saldırganlaşıyor. Hayvan etleri onu doyurmuyor. Yeniden adadan birilerini buraya çağırmalıyız.” “Daha yeni çağırdık. İnsanlar şüphe edebilir. Hem yakında bir gemi gelmeyecek.” Yasemin yere çökmüş ve duvarın köşesinden çıkardığı kafasıyla Tahir gibi olanları izlemişti. Bedeni buz kesmişti. Duyduklarına inanamıyor, kafesin arkasındaki o korkunç yaratıktan gözlerini alamıyordu. Kocaman kafası bir kurdu andırıyor ancak iki ayak üzerine kalkması onun ayı olduğu izlenimini veriyordu. Kırmızı gözleri şimdi daha koyuydu. “Bana sorarsan meseleyi dedemle konuşmalıyız. Hem o ne yapacağımızı bize söyleyebilir.” “Saçmalama. O zaten ölmek üzere ve tüm bunlarla uğraşmayı yıllar önce bıraktı. Onu bu işe tekrar dahil etmeye niyetim yok. Yarına kadar bir şeyler düşünürüz. Şimdilik geçen gün getirilen etleri yanına bırak. Bu onu biraz sakinleştirir. Sabaha kadar otlar iyice kaynar, getirip kafesin önüne koyarız. Biliyorsun otların kokusu onu hareketsiz hale getirir.” Dedesi tabureden doğrulurken Tahir, Yasemin ile kendisini geri çekti. Hızlı adımlarla mahzenden çıkıp bodrumdaki masanın altına girdiler. Dedesinin onları fark etmesine imkân yoktu. Hızlı adımlarla yanlarından geçip gitti. Birkaç dakika daha beklediler ve babasının ayak sesleri yanlarından geçip de kandilleri tek tek söndürmeye başladığında hapı yuttuklarını düşünmüşlerdi. Babası da oradan çıktığında ve kapının kapanma sesi duyulduğunda masanın altından çıktılar. Tahir karanlıkta zar zor ilerleyerek bıraktığı gaz lambasını alıp geri döndü. Işığını iyice açmıştı. Yasemin odanın ortasında durmuştu. Bedeni titriyordu. Tahir gaz lambasını masaya bırakıp onu kollarından tuttu. “Yasemin, gel şöyle otur,” diyerek bir sandalyeye oturttu. “Tüm bunlar ne demek oluyor?” diye sordu Yasemin. “O canavara yemesi için insan mı götürüyorlar? Bu nasıl olabilir?” Tahir onun yanına diz çökerken kafasını kaşıdı. Ne söyleyeceğini bilmiyordu. Ailesinin yaptığı bu korkunç şeyi kabullenemiyordu. Tahir de yerden kalktı. “Yasemin sakin olmalısın. Birileri duyacak” “Herkes duyacak evet. Çünkü ben şimdi gidip herkese söyleyeceğim. Tüm adayı buraya yığacağım. Suçlular idam edilecek!” “Düşünmeden hareket etmemeliyiz. Muhakkak her şeyin bir açıklaması vardır.” diyerek onu sakinleştirmeye çalıştı Tahir. Ancak bu hareketi Yasemin’i daha fazla öfkelendirmekten başka bir işe yaramamıştı. “Düşünmek mi? Neyi düşüneceğiz? Tabii senin tuzun kuru. Sen sevdiğin kimseyi o canavara yem olarak göndermemişsin ki. Biz de bilmiyorduk onların canavara yem olmak için bizden koparıldığını orası ayrı. Çiçeklerle hediyelerle geldiniz yanımıza, güzel bir hayat vadettiniz. Her aile size en sevdiklerini gönderdi. Hayatları kurtulsun, daha güzel şartlarda geri gelsin diye. Ama siz onların hayatlarını kurtarmak yerine çaldınız. Tüm umutlarımızı, hayallerimizi… Her şeyi.” Yasemin burnunu çekti. “Ben yıllardır babamın geri gelmesini bekliyorum. Yirmi senedir onu tekrardan göreceğim günün o gün olmasını umut ederek açıyorum gözlerimi. Adaya yaklaşan her gemide heyecanlanıyor, insanların arasında artık sadece fotoğraflara bakarak hatırlayabildiğim yüzünü arıyorum. Belki gelmiştir bu sefer diye. Çoktan öldüğünü ve katilleriyle aynı yerde yaşadığımı bilmiyordum.” Hıçkırıkları konuşmasını kesmesine neden oldu. Tahir kollarını ona doğru uzattığında yüzünü genç adamın omzuna yasladı. Tahir kollarıyla sardığı Yasemin’in sakinleşmesini bekledi. “Babam gittiğinde ben beş yaşında küçük bir kız çocuğuydum Tahir. Onunla o kadar az vakit geçirdim ki… onu o kadar özledim ki. Gemi giderken el salladığımı hayal meyal hatırlıyorum. İnsanlar arasında babamı görebilmek için amcamın omuzlarına çıkmıştım. Ama onu görememiştim. Şimdi anlıyorum nedenini. O hiçbir zaman o gemiye binmedi.” “Öyle üzgünüm ki Yasemin ne yapacağımı ne diyeceğimi bilmiyorum.” Yasemin ondan uzaklaşıp yüzüne baktı. Gaz lambasının ışığı azalmaya başlamıştı ancak karşısındaki adamın gözlerine dikti gözlerini. İki damla yaş peş peşe yanaklarından aşağıya kayarken elinin tersiyle sildi onları. “Yapılacak şey basit. Herkese her şeyi anlatacağız.” Tahir ürperdi. Bir an ada halkının tüm bunları öğrendiğinde malikaneye doluştuğunu ve her bir aile üyesini yaka paça sürükleyerek dar ağacına götürdüğünü düşündü. Yutkundu. Kimse dinlemezdi ve bir anda tüm ailesi yok edilebilirdi. Her şeye rağmen ailesini koruması gerektiğini düşünüyordu. Yasemin’in hareketlenmesi onu düşüncelerinden sıyırdı. Yasemin mahzene inerken peşine takıldı. Onu durdurmaya çalışsa da Yasemin onun ellerinden sıyrıldı. Canavarın olduğu kafesin önüne gelip durdu. Gaz lambasını yere fırlatır gibi bırakırken gözlerini kafesin ardındaki şeye dikti. Ağzı kan içindeydi. Önündeki etlerin kanı kafesin dışına kadar yayılmıştı. İki genci gördüğünde yemeğinin başından kalktı ve saldırmak için hareketlendi. “Sen nesin öyle?” Canavar hırlamaya başlamıştı. Tahir, kafese yakın durmaması için Yasemin’i geri çekerken konuştu. “Sence neden maske takıyorlardı?” “Ya da bu canavarın, kimsenin yüzünü doğrudan görmemesi gerekiyordur.” Tahir onun düşündüğü şeyi kelimelere dökerken bir an bile gözlerini kırpmamıştı. Canavar kafasını kafesin demirlerine vurmaya başlamıştı. Gözleri kocaman açılmıştı. Parmaklıkların arasından çıkardığı pençesini havaya savurduğunda iki genç panikle birkaç adım geriledi. Canavar delicesine kafasını demirlere vurmaya devam ediyordu. Demiri eğmeyi başardığında Yasemin bir çığlık attı. “Kafesi kıracak.” “Gidelim hemen.” Tahir Yasemin’in elini tuttu ve mahzenin merdivenlerini tırmanmaya başladılar. Bu arada canavar eğmeyi başardığı demire tüm gücüyle saldırmaya devam ediyordu. Kapının kilidi kırılmıştı ve kendisini kafesten dışarı attığında Tahir mahzenin kapısını henüz kapatmıştı. Hırlama sesleri arttığında durmaksızın koştular ve bodrum merdivenlerine ulaştılar. Gaz lambasını geride bırakmışlardı ve önlerine görmeden koştukları için bir şeyleri deviriyorlardı. Merdivenlerde dengesini kaybeden Yasemin geriye düştüğünde canavar mahzen kapısını kırmıştı. Onları fark ettiğinde daha da hızlandı. Ortadaki masayı tek bir darbede hala yanan şömineye fırlattı. Ateşin üstündeki kazan ters döndü ve içindekiler odaya döküldü. Haşlanan canavar bir feryat koparırken Tahir, Yasemin’i belinden tutup kaldırdı ve merdivenleri çıkarttı. Bodrumdan çıktıklarında dışarıya doğru yöneldiler. Kapıdan çıktıklarında bodrum kapısının kırılma sesini duymuşlardı. Gürültülere uyanan ev halkı hiç de hoş olmayan bir manzarayla karşılaşacaklardı. Zemin katta kalan ve seslere uyanan çalışanlardan bazılarına saldıran canavar, onları yemeye koyulmuştu. Malikane sahipleri kafesinden kaçan canavarı etkisiz hale getirmenin bir yolunu bulmaya çalışırlarken bazı misafirler çoktan tüfeklerine sarılmıştı bile. Giriş katında korkunç bir manzara vardı. Canavar tarafından ciddi şekilde yaralanan çalışanlar için artık çok geçti. Kanları girişi kaplamış, pençe darbelerinin indiği bedenlerinden fışkıran kanlar duvarlarda lekeler oluşturmuştu. Ölenlerin yakınları ve aynı zamanda kendileri de malikanede çalışan olanlar gözyaşlarına boğulmuştu. Bir yandan kendilerine verilen talimatları yerine getirmeye çalışırlarken diğer yandan tanınmaz hale gelmiş cesetleri gözyaşlarıyla suluyorlardı. Durup üzülmelerine, yas tutmalarına kesinlikle izin yoktu. Üstelik canavar dışarıda öylece dolanırken ve her şey altüst olmak üzereyken malikane sahipleri daha öfkeli ve cezalandırıcıydı. Gruplara ayrılıp canavarın peşine düştüler. Halkın arasına karışmamış olmasını umuyorlardı. Çünkü biliyorlardı ki halkın canavarla karşılaşması demek malikanenin ve de ailelerinin sonu demekti. Tüm bunlar olurken iki genç malikanenin hemen yakınında duvarın dibine sinmiş olanı biteni korku dolu bakışlarla izlemekteydi. Malikaneden çıkan elleri silahlı grupları gördüklerinde kafalarını çevirip birbirlerine bakmışlardı. Hareketlilik biraz da olsa dindiğinde, “Ne yapacağız? Ya o canavar aşağıya inerse? Gidip onları uyarmalıyız.” diyen Yasemin gitmek üzere hareketlendi ancak Tahir onu kolundan tuttu. “Bekle Yasemin. Diğerlerinden önce kendimizi güvenceye almalıyız. O şey bizi gördükten sonra çıldırmadı mı? Bizim peşimizde olabilir.” “Ben sırf kendimi korumak için diğerlerinin hayatlarından vazgeçemem. Gidiyorum. O şeyden onları korumak için gerekirse kendimden bile vazgeçerim.” “Ben senden vazgeçemem. Gitmene izin veremem.” “Tahir…” Yasemin derin bir nefes verdi. “Onları öylece bırakamam.” “Bırakmayacaksın zaten. Bırakmayacağız. Ancak öylece canavarın peşine düşersek kahraman değil aptal oluruz. Hem az önce kaç kişinin silahlarla evden çıktığını gördün. Onlar muhakkak canavarı bulacaktır. Şimdi bizim yapmamız gereken sorularımızın cevaplarını bulmak.” Tahir elinden tuttuğu Yasemin’i eve doğru hareketlendirirken yaşadığı şoku ve korkuyu üzerinden atmak ister gibi genç kızın elini biraz daha sıktı. Girişe geldiklerinde vahşetin izlerinin çabucak temizlendiğini gördüler. Bir çalışan merdivenlerden inerken onları gördü. Beti benzi atan çalışan gençlerin hala biraz kan lekesi kalmış olan duvarı fark etmemesi için duvarın önüne geçti. “Tahir Bey, siz odanızda değil miydiniz? Ve arkadaşınız ne zaman geldi?” “Şey…” Tahir söyleyecek iyi bir yalanının olup olmadığını öğrenmek için Yasemin’e doğru baktı. Yasemin omuz silkti. “Herkese neden uyanık? Bir şey mi oldu?” diye sordu. “Hayır hayır. Hiçbir şey olmadı.” Çalışan paniklemişti. “Sadece rutin temizlik bu. Sabaha yetişmesi için bazen gece de çalışıyoruz.” “Öyle mi? Ne zamandan beri?” Yasemin kollarını göğsünde kavuşturdu. Gözlerini doğrudan çalışanın gözlerine dikmişti. Çalışan alnındaki boncuk boncuk terleri cebinden çıkardığı bir mendille silerken gözlerini ikisinden kaçırdı. “Yasemin, hadi gidelim.” Tahir onu kolundan tutup merdivenlere doğru çevirdi. Üst kata çıktıklarında Yasemin kolunu genç adamın elinden kurtardı. “Neden beni oradan uzaklaştırdın ki? Köşeye sıkışmıştı bile. Karşısında çocuk var sanıyor, bizi geçiştirmeye çalışıyordu.” “O hiçbir şey anlatmazdı. Hiçbir çalışan anlatmaz. O yüzden orada vakit kaybedemezdik. Şimdi gidip büyükbabamı görelim.” Tahir adımlarını hızlandırdı, genç kızda ona ayak uydurmaya çalıştı. Dedesinin kaldığı odanın önüne geldiler ve kapıyı tıklatma nezaketini bile göstermeden doğruca odaya girdiler. Dedesi kat kat yorganların altında yatıyor ancak gecenin oldukça geç bir saati olmasına rağmen uyumuyordu. Tıkırtılara kafasını çevirmeden göz ucuyla baktı. “Sen mi geldin küçük Tahir? Bu saatte burada ne işiniz var?” oldukça yavaş konuşuyordu. İki genç başucuna kadar gelip durdu. Yatağın hemen yanındaki lambadan yansıyan ışıklarla yüzündeki çizgiler daha derinleşmişti. Yaz mevsimiydi ve gece de pek soğuk sayılmazdı. Ancak yaşlı adamın üşür gibi yorganların altına sığınması onları şaşırtmıştı. “Dede…” Tahir duraksadı. Söyleyeceği şeyin dedesini endişelendirme ihtimaline karşı dikkatli olmak istiyordu. Ancak Yasemin’in daha fazla bekleyecek hali kalmamıştı. Doğrudan, farklı kelime arayışına girmeden, “O canavarı sen mi yaptın?” diye soruverdi. Yaşlı adam kafasını genç kıza doğru çevirdi. “Sakın bizi kandırmaya çalışmayın. Onu gördük. Siz katilsiniz!” Yasemin yeniden öfkelenmişti. Tahir onun sıktığı yumruklarına bakarken hedef olmasın diye dedesinin önüne doğru geçti. “Dede, biz bir şey gördük. Mahzende…” “O sizi gördü mü?” “Gördü mü diyorum. Cevap ver!” diye bağırdı dedesi. Tahir kafa salladı. “Siz çocuklar nerede durmanız gerektiğini bilmiyor musunuz? Ya size bir şey olsaydı? O canavarın kimsenin yüzünü görmemesi gerekir.” Yatağında doğrulmaya çalıştı ancak bedeninde mecal kalmamıştı. Gerisingeri kendini yastıklarına bıraktı. “Ah Tahir ah! Sizi korumamız gerekiyor. Belki de o şeyi ortadan kaldırmanın vakti gelmiştir.” “Nasıl?” diye sordu Tahir. Yaşlı adam bir öksürük nöbetine tutuldu. Tahir başucundaki su dolu bardağı yaşlı adama uzatırken içmesine yardım etmek için kafasını tuttu. Öksürüğü geçtiğinde daha da çökmüş bir haldeydi. Elini boynuna götürdü ve parmaklarıyla tuttuğu bir ipi çekip çıkardı. Ucunda bir anahtar bulunan ipi boynundan söktü ve Tahir’e doğru uzattı. Tahir avucuna bırakılan anahtara baktı. “Bu nedir dede?” “Bugünün geleceğini biliyordum. Çatı katındaki çalışma odama git. Kitaplığımın arkasında gizli bir bölme var. Onu bul ve aç.” Yeniden öksürük tuttuğu için konuşmasına devam edemedi. Gözlerinden yaşlar boşanıyordu. “Bu ne için dede?” Yaşlı adamın bedeni şiddetle sarsılıyordu. Öksürüğü kanlanmaya başlamıştı. “Gidin…” diye bağırdı öksürüklerinin arasından. İki genç başta kararsız kalsalar da yaşlı adamın öfkesini bildiklerinden odadan çıkmak zorunda kaldılar. “Tahir, birilerine haber vermeli miyiz? Durumu kötü gözüküyordu.” Tahir bir şey söylemek için ağzını açmıştı ki dedesinin hizmetçi çanını defalarca çaldığını işitti. Bir iki dakika içinde bir sürü çalışan odasına doluşurdu. Tahir, genç kızı da yanına alarak oradan uzaklaştı. Çatı katına ulaşıp da dedesinin çalışma odasına girdiklerinde bir süre ikisi de konuşmadı. Dolunay, perdeleri açık olan pencereden odaya dolmuştu. Ortadaki büyük masanın bir kısmını aydınlatıyordu. Aşağı katlarda kopan kızılca kıyametten burada eser yoktu. Çatı katı derin bir sessizliğe gömülüydü. Tahir kapının hemen yanındaki gaz lambasını durduğu raftan alıp yakmak için masaya götürdü. Işık odayı aydınlattığında gözlerini karşılarında duran büyük kütüphaneye diktiler. “Şimdi ne yapacağız?” diye sordu Yasemin. Tahir kütüphaneye yaklaştı ve ellerini raflarda gezdirmeye başladı. “Dedemin bahsettiği gizli bölmeyi bulacağız. Verdiği anahtarın açtığı kilidi açacağız. Belki de o canavarı durdurmanın formülleri vardır.” Yasemin bir süre öylece ona baksa da eşlik etmeye mecbur kaldı ve ellerini raflar arasında gezdirerek gizli bölmenin gizemini çözmeye çalıştı. |
0% |