@albayrakirem
|
“Tahir, oğlum nedir bu senin durmaksızın çalışmaların?” diye sordu Elçin Hanım. Oğlunun yemeden içmeden kesilmesini ve durmaksızın ölen dedesinin atölyesinde yatıp kalkmasını anlayamıyordu. Başlarda bunu yapmasındaki sebebini kaybettiği dedesine olan özleminden kaynaklandığını düşünmüş olsa da üzerinden neredeyse dört ay geçmiş olan bu ölümün oğlunu bu kadar sarsmış olması ihtimalini aklı almıyordu. Tahir cevap vermedi hatta elindeki işe o kadar dalmıştı ki annesinin geldiğini ve bir şeyler söylediğini duymaması da muhtemeldi. Annesi onun cevap vermemesi üzerinde çok durmadı. Çünkü Tahir, o canavarı öğrendiği günden beri ailesine karşı oldukça mesafeli davranıyor, onlarla aynı ortamda bulunmaktan itinayla kaçınıyordu. Soru sorulduğunda oldukça kısa cevaplar veriyor ve hemen oradan uzaklaşıyordu. Ailesi onun giderek yabanileştiğini düşünüyordu. Sadece Yasemin’e karşı oldukça nazik ve konuşkan olan oğullarının üzerine gitmemeye karar vermişler, oğullarının bir aşk hastalığına tutulduğunu öngörmüşlerdi. İlk zamanlar bu durumun geçici olacağından emindiler ancak zaman geçtikçe hiçbir şeyin değişmemesi Elçin Hanım’ı düşündürmeye başlamıştı. Elçin Hanım, kocası Selçuk Bey’e endişelerini her seferinde dile getirmişti ancak kocası, “Tahir genç çocuk dönemsel bir şeydir. Endişelenme,” diyerek onu her seferinde geçiştirmişti. Elçin Hanım oğluna biraz daha yaklaştı. Tahir bir deftere not almak için hokkasını aradığında annesini fark etti. “Anne, bir şey mi istemiştiniz?” diye sorarak yerinden kalktı. “Evet, artık çalışmaya bir son vermeni istiyorum. Bu odaya tıktın kendini, bundan hiç hoşlanmıyorum. Hem neyi bulmaya çalışıyorsun? Felsefe taşını falan mı?” Tahir kafasını önüne eğdi. Elçin onun cevap vermeyeceğini anlayınca gözlerini devirdi. Oğlunun kollarını kıvırdığı gömleğine ve üzerine mürekkep bulaşmış pantolonu ve parmaklarına göz attı. “Tahir, kurallarımızı biliyorsun, değil mi? Unutmadın. Bu üstünün başının hali ne? Atölyede çalışıyorsan üzerinde önlüğün olacak ve asla gömleğini o şekilde katlamayacaksın. Hele o ellerin… pantolonun! Bundan hiç hoşlanmadım.” Tahir kafasını kaldırdı. “O halde hoşlanmaya başlasanız iyi edersiniz sevgili anneciğim. Çünkü ben artık o saçma kurallara bağlı yaşamayacağım.” Elçin neye uğradığını şaşırmıştı. Kan beynine sıçramış yüzü öfkeden kıpkırmızı olmuştu. “Sen ne dediğinin farkında mısın? Bir daha sakın…” parmağını ona doğru salladı. “Sakın kurallarımızı yok saymaya cüret etme!” Tahir kabul etmediğini belli edercesine sabit bakışlarla annesine bakarken annesine karşı ilk kez karşı gelmiş olmanın korkusunu bastırmaya çalışıyordu. Daha önce olsaydı kesinlikle saygısızlık yapmazdı ancak karşısındaki bu kadın, onun biricik ve merhametli annesi miydi? Onca insanın ölümüne sebep olan o canavarı diğerleri gibi saklamamış mıydı? Bu evin her bir köşesi canavar sayesinde elde ettikleri paralarla kurulmamış mıydı? Elçin Hanım, oğlunun kayıtsızlığına daha fazla tahammül edemeyerek odadan çıkmak üzere döndü. O sırada kapıdan henüz girmiş olan Yasemin ile karşı karşıya geldi. Yasemin rengi giderek mora dönüşen kadına bakarken odadan çıkması için kapının hemen bitişinde bekledi. Elçin kapıyı arkasından öyle sert çarptı ki ev sallandı. “Neler oluyor Tahir?” diye sordu Yasemin. Tahir çoktan işine geri dönmüştü. Yasemin’in sorusuna omuz silkmekle yetindi. Genç kız da daha fazla kurcalamadı. Tahir’in yanına oturdu ve o bir şeyleri not ederken sessizce onu izledi. Saatler böyle geçip gitti. “O canavarı nerede tuttuklarını öğreneceğim. Bu sayede formülü bulduğumda vakit kaybetmeden onu yok edeceğim,” dedi uzun zamandır sessiz kaldığı için çatallaşan sesiyle. Öksürerek sesini düzeltmeye çalıştı. “Bende seninle geliyorum. Hem harita çizmekte iyiyim, biliyorsun.” Yasemin yarım bir gülüşle ona baktı. “Yasemin, onun nerede olduğunu bilmiyorum ve ben onu bulmadan o beni fark edebilir. Zarar görmeni istemiyorum. Bu işi kendim halletmeliyim.” “Olmaz. Kesinlikle olmaz. Bende geliyorum.” Ayağa kalktı. “Ve sen beni yanında götürmezsen ben kendi başıma peşine düşerim. Öyle ya da böyle beni geride bırakmana izin veremem.” “Yüzümüzü gördü Yasemin. Çocukça inat etme. En azından biriniz güvende kalalım. Sen kal.” “Sen tek gittiğinde ben güvende kalır mıyım sanıyorsun? Sana bir şey olduğunda ben iyi olabilir miyim? Beni asla vazgeçiremeyeceksin.” Tahir kafasını geriye yatırıp tutulan boynunu ovuşturdu. “İyi tamam. İki gün sonra gideriz o halde. Hem şu üzerinde çalıştığım şeyi de denemiş olurum.” Yasemin zafer kazanmışçasına gülümsedi ve yerine oturdu. Tahir kafasını iki yana sallayıp işine geri dönerken yarın sabah erkenden yola düşmeyi kafasına koymuştu. Yasemin’i tehlikeye atmamaya kararlıydı. ..... Gün doğmaya yakın bir vakitte malikanenin ahşap kapısından gelen gıcırtıların arasından genç adamın önce kafası ardından bütün bedeni göründü. Serin hava açık kollarını üşütmüştü ancak yakında doğacak olan güneşle birlikte ısınacağını biliyordu. Gerçi ailesiyle ilgili öğrendiği korkunç gerçeklerden sonra yüreği hiç çözülmeyecek gibi buz tutmuştu. Kollarının üşüyor olması asla mesele değildi onun için. Boynuna astığı heybesiyle ağaçların arasında kaybolmak üzere döndü. Ancak yaklaşan ayak sesleri onu olduğu yere mıhlamıştı. Kafasında hasır bir şapka, üzerinde yazlık bir elbise olan Yasemin kolların göğsünde kavuşturmuş çatık kaşlarla ona doğru bakıyordu. “Yalan söylediğini anlamıştım. Bir daha bana sakın yalan söyleme.” “Yasemin, benim amacım sana zarar gelmesini engellemek. Git buradan.” “Asla.” Yasemin kollarını çözdü ve genç adamın yanından geçip ormana doğru ilerledi. Tahir derin bir nefes verdi. Uzaklaşmaya başlayan Yasemin’i yakalamak için acele etti. Kolundan yakalayıp onu durdurduğunda, “Lütfen git.” Diye mırıldandı. “Sana zarar gelmesini istemiyorum.” “Senin gibi benim de isteklerim var ve kabul edelim sen de benim isteklerime karşı geliyorsun. O yüzden buna takılmayalım ve işimize bakalım. Madem bu kadar erken yola çıktık bir şeyler bulmadan dönmeyelim.” “Bana bir söz vermeni istiyorum o halde. Eğer işler ters giderse koşarak uzaklaşacaksın, tamam mı?” Yasemin kafasını iki yana salladı. “Seni asla bırakmam.” Genç adamın eline uzandı ve yola devam etmeleri için birkaç adım attı. Tahir oldukça gergindi ve daha fazlasıyla endişeliydi. Etrafta canavara dair izleri aramaya başladıklarında dahi genç kızın elini sımsıkı tutmayı sürdürmüştü. Sanki kızın elini bir an bıraksa zarar görecekti. Heybesindeki parşömen ve kalemin yanında neden bir bıçak da getirmediğini sorguluyor bunun için kendisine kızıyordu. Yasemin ise her ne kadar rahat gözükmeye çalışsa da dün geceden beri içini kemiren düşüncelerle ve yüreğinin tam ortasına oturan bir taşı kaldırmakla mücadele ediyordu. Ormanın derinliklerinde ilerlerken canavara dair bir iz buldular. Tahir yere çöküp izleri incelerken Yasemin’in elini bırakmadığı için genç kız da dizleri üzerine çökmüştü. Tahir tek eliyle çıkardığı parşömeni önüne açıp dün gece kabataslak haliyle çizdiği ada haritasında bir noktayı işaretledi. İzleri takip edip de bir mağara bulduklarında canavarın içinde olması ihtimaline karşı bir süre sessizce durup etraftaki sesleri dinlediler. Tahir mağaraya doğru bir adım atarken Yasemin’i arkasına doğru aldı. Mağaranın içinden yükselen koku ikisinin de midesini bulandırmıştı. Güneşin ulaşamadığı karanlık noktalara gözlerini diktiler ve canavarı aramaya koyuldular. Sonunda onun mağarada olmadığını anladıklarında etrafı incelemeye koyuldular. Yasemin üzerine bastığı bir şeyden çıkan sesle tiksinerek geri adım attı. “O da ne? Ne iğrenç bir şey!” Tahir yere doğru eğildi ve yerde bulduğu bir dal parçasını yerdeki şeye doğru tuttu. Onu ışığa doğru dal yardımıyla ittirdiğinde parçalanmış bir göz ortaya çıkmıştı. Yasemin bir çığlık koparırken Tahir donup kalmıştı. “Yoksa insanları buraya mı-” daha fazlasını söyleyemedi. Yasemin onun elini bırakıp elbisesinin küçük cebinden bir kutu çıkardı. Kapağını açıp içinden bir kibrit çıkardı. Kutusuna sürttü ve yanan kibriti yere doğru tuttu. Tahir donup kaldığı yerden ancak kafasını çevirebildi. İşte o zaman mağaranın her yerine saçılmış insan kalıntılarını net bir şekilde gördüler. Yasemin duvardaki kan lekelerine bakmak üzere bir adım atmıştı ki midesi kokuya daha fazla dayanamayarak içindeki her şeyi olduğu yere çıkardı. Tahir onu kollarından tutup dışarı çıkardı ve temiz hava alması için açık bir alana götürdü. Yasemin kafasını havaya kaldırırken içine derin nefesler çekmeye çalıştı ancak nefesleri hıçkırıklarıyla kesiliyor, yüreğine bir bıçak saplanıyor gibi onu acı içinde bırakıyordu. Gözyaşları oluk oluk yanaklarından aşağıya boşanırken Tahir onu teselli edecek bir şeyler düşünüyordu ancak zihni darmadumandı. “Şimdi de insanları buraya mı sürüklüyorlar? Niye ya niye? Nasıl bunları yapabiliyorlar? Ne korkunç insanlar bunlar. Canavar için bir yemek salonu yapmışlar adeta!” Yasemin’in ağlamalarının arasında kurduğu bu cümleleri Tahir anlamakta güçlük çekmişti. Tek yapabildiği onu kollarıyla sarıp sakinleşene kadar saçlarını okşamaktı. Sarılışı genç kadının daha fazla ağlamasına neden olduysa da bu durum kısa sürede sona ermişti. Tahir eğilip onun kulağına doğru fısıldadı. “Biliyorum Yasemin tüm bunlar korkunç şeyler. Ama merak etme çok yakında buna bir son vereceğim. Bir daha kimse o canavara yem olmayacak. Kimse ailesinden ayrılmayacak.” Mağaranın ötesinde bir yerlerde bir hırıltı işittiklerinde ürpererek birbirlerine daha çok sokuldular. Tahir gözlerini etrafta gezdirip canavarın yakında olup olmadığını kontrol ederken Yasemin ağlamayı kesmişti. Kafası Tahir’in göğsüne yaslıydı. Hırıltı bir kez daha, bu kez daha yakından duyuldu. Tahir, genç kızın elinden tuttu ve yavaş adımlarla ağaçların arasına saklanmak üzere hareketlendiler. İyi bir yer bulduklarında canavarı mağaranın girişinde gördüler. Nefeslerini tutup ne yaptığını izlemeye koyuldular. Çıt çıkarmıyor nefes bile almıyorlardı. Canavar mağaranın içine girip gözden kayboldu. Bir iki dakika sonra tekrar gün ışığına çıktığında gençler saklandıkları noktadan onun kıpkırmızı gözlerine baktılar. Canavar havayı kokladığında rüzgârın kendilerinden taraf olmasına içten içe sevindiler. Derken karşı taraflarından gelen ayak seslerini işittiler. Seslerden bir grup insanın yaklaşmakta olduğunu anlayan gençler bakıştılar. Yasemin ne yapacağız der gibi Tahir’e baktı. Tahir de ne yapacağını bilemiyor, gelenlerin kim olduğunu merak ediyordu. Canavar seslerin geldiği yere doğru kafasını uzattı ancak şimdi iyice yaklaşan gruptaki kimseye doğru atılmıyordu. Kafası onların geldiği yere dönüktü ancak onları arıyormuş gibi oradan oraya koşturuyordu. “Bakın bakın, bizi işitiyor ancak göremiyor,” diyen bir kişi parmağını canavara doğru uzattı. Grupta bir adım öne çıkan Tahir’in babası göğsünü kabartarak onlara doğru döndü. “Ürettiğimiz koku sayesinde bizi göremeyeceğini size söylemiştim. Bu koku onunla bizim aramıza görünmez bir duvar çekiyor.” “Ama bu nasıl olabilir?” diye sordu bir başkası. “Çeşitli otlarla onu sakinleştirmenin bir yolunu bulmuştuk zaten. Bunu kullanarak görünmez olabilir miyiz diye çok uğraştık ve başardık. Daha önce bir çalışanımız üzerinde test etmek suretiyle deneyler yaptık.” Burada hafif bir kahkaha attı. “Elbette bu o kadar kolay olmadı. Bize çok fazla çalışana mal oldu. Ama bilirsiniz ki bilim uğruna yapılan her şey onurludur.” Grupta gülüşmeler duyuldu. Canavar grubun önünde dönüp duruyor ancak onları göremiyordu. Kokudan dolayı biraz sakinleşmişti. Sonunda aramayı bıraktı ve geriye dönüp uzaklaştı. Gençler saklandıkları yerden onun gittiği yöne bakıp bu bilgiyi hafızalarına kazıdılar. “E gitti ama bu.” Konuşan orta yaşlı, elinde baston tutan ancak onsuz da gayet rahat yürüyebilen bir adamdı. Bastonunu kaldırıp mağaraya doğru işaret etti. “Yemeği için bu mağaranın seçilmesi iyi olmuş. Hem malikaneden uzakta hem de yemeğini taşıması kolay. Öyle değil mi?” Yasemin, Tahir’in kulağına doğru fısıldadı. “Sanki ona bir tas çorba ve pilav pişiriyorlarmış gibi konuşuyor. İnsan canının hiç mi kıymeti yok bunların gözünde? Daha fazla dayanamıyorum…” Tahir, genç kızın omuzlarından tuttu. “Sakin olmalısın. Öylece onların karşısına dikilmen ve hesap sorman bir işe yaramaz ki. Üstelik ellerinde tabancaları da var. Bizi ailem de korumaz onlara karşı.” Yasemin oflayarak ona baktı. Ardından aklına bir şey gelmiş gibi gözlerini kısıp dudağını büzdü. Gruptakiler canavarın gittiği yönün tersine yürümeye başlamış, giderek uzaklaşıyorlardı. Yasemin saklandıkları yerden çıktı. Tahir de onu izledi. “Tahir, canavarın onları görmemiş olması çok ilginç değil mi? Kullandıkları her neyse onu öğrenmeli ve biz de kullanmalıyız.” “Bodrumda gördüğümüz kazanla ilgili olabilir. Formülleri de muhakkak oralarda bir yerdedir. Deneyebiliriz elbette. Canavara karşı görünmez olmak işimizi kolaylaştıracaktır. Ancak bunu nasıl yapabiliyorlar anlamış değilim.” “İntikamımı nasıl alacağımı buldum.” Yasemin kendi kendine konuşur gibiydi. “Söylersem Tahir izin vermeyecektir. Sonuçta onun ailesi de işin içinde,” diye düşündü. Tahir etrafı incelemeye başlamıştı. Yere çökmüş, dizinin üstüne açtığı parşömene bir şeyler çiziyordu. Yasemin sessizce onun işini bitirmesini beklerken intikam almayı kafasına koymuştu. Tahir’in ondan nefret etme ihtimali içini yiyip bitiriyor olsa da diğerlerine yapılan haksızlığın yanında ödenecek küçük bir bedel olarak görüyordu bunu. Tahir işini bitirip de eve döndüklerinde genç kız fazla konuşmadan kısaca ona veda edip evin yolunu tutmak için ondan ayrıldı. Ancak kısa sürede malikaneye geri dönerek gizlice bodruma ulaştı. Alt kata inip kaynayan kazanın önünde durdu. Bodrumda kimsenin olmadığından emin olduktan sonra bulduğu bir kovayı kazana daldırıp içindeki sıvının bir kısmını doldurdu. Her seferinde daha da zorlanarak kazanın içindeki sıvıyı çıkardı ve köşedeki lavaboya boşalttı. Kazanın dibinde kalanları almak için kazanı eğdiğinde elinin yanmasına dayanmak zorunda kalmıştı. Son damlasına kadar boşalttığı sıvının küçük bir kısmını yanında getirdiği şişeye boşaltıp kalanını diğerleri gibi lavabodan aşağıya döktü. Daha sonra musluktan doldurduğu suları kovayla taşıyarak kazanı doldurdu. Renginin berrak olmaması için de içine işe yaramaz otlar ve tozlar doldurdu. Kazanı tekrar doldurmayı başardığında terden sırılsıklam olmuştu. İşi bittiğinde bodrumdan çıkması pek kolay olmamıştı. Kapının önünden geçip gidenlerin ayak sesleri onu uzunca bir süre beklemeye mecbur etmişti. Sonunda bodrumdan çıktığında ve kendini dışarı atmak için girişi koşar adımlarla arşınladığında elinin yanığı bir hayli derine işlemiş onu acıdan kıvrandıracak hale getirmişti. İçine sakladığı şişeye dokunarak başardığını kendine hatırlattı ve acısının biraz da olsa hafiflemesini umarak evine döndü. Gece yarısı ise Tahir bodrum katına inerek birkaç saat önce Yasemin’in suyla doldurduğu kazandan numune alıp atölyesine çıktı. İçinde neler olduğunu incelemek için gece boyunca çalıştı ancak su ve tozlardan başka hiçbir şey bulamadı. “Başka bir yerde olabilir mi kullandıkları koku?” diye sordu kendi kendine. “Bu şey işe yarar veya etkili bir iksire benzemiyor. Canavar bununla nasıl sakinleşebilir ki?” Eğilip sıvıyı kokladı. “Kokusu da yok ki doğru düzgün. Şaştım kaldım ben bu işe. Yasemin’e ne diyeceğim ben şimdi? Bu sıvıya güvenip de onu canavarın yanına getiremem.” Saatlerdir çalışmaktan ağrıyan boynunu eliyle ovuşturdu. “En iyisi güneş doğmadan önce biraz dinlenmek. Ne yapacağıma karar vermek için dinlenmem gerekiyor.” Duvarın kenarında top haline getirilmiş şilteyi alıp yere serdi. Uzun bir süredir yumuşak yastıklarla dolu sıcacık yatağında yatmak yerine soğuk taşların üzerine serdiği incecik şiltede yatıyordu. Her şeyi öğrendikten sonra sahip olduğu her şey onu rahatsız etmeye başlamıştı. Yastık dahi kullanmadan uzandı ve gözlerini yumdu. Bedeni yorgunluktan bitap düşmüş olsa da zihni hiç durmadan yeni teoriler üretiyor ve onu meşgul ediyordu. Yattığı yerde dönüp duruyor, gözlerini sımsıkı yumarak beş dakikacık bile olsa uyumak istiyordu. Ancak uyku bu gece onu es geçmişti. Son birkaç aydır her gece olduğu gibi. Yattığı yerde doğruldu ve çenesini dizine dayayarak kollarıyla bacaklarını sardı. Bir süre böyle kaldı. Karanlığa iyice alışmış gözlerini atölyede gezdirdi. Dolunayın ışığı dedesinin kütüphanesini aydınlatıyordu. Genç adam derin bir iç geçirdi. Daha farklı bir hayatın özlemini çeken birinin iç geçirişiydi bu. Her köşesi masumların kanlarıyla dolup taşan bu evde yaşamaktansa bir kümeste yaşamayı tercih ederdi. Korkunç fikirlere sahip, kalpsiz yakınları yerine ise kimsesiz olmayı. Gözünden akan bir damla yaş dizine damladı. Gözlerini sımsıkı yumdu. Gözyaşları her şeye inat yanaklarından aşağıya süzülmeye devam ederken genç adam kollarını bacaklarına daha sıkı sardı. |
0% |