@albayrakirem
|
Malikaneye gelen misafirler adadan ayrılmadan önce bir kez daha ormanda yürüyüşe çıkmak üzere erken kalkıp hazırlanmışlardı. Hizmetçiler tarafından büyük bir özenle hazırlanan sofrada son çaylarını yudumlayıp ziyaretlerinin kritiğini yaparlarken iksir, konuşmalarının ana temasını oluşturuyordu. Daha fazla oyalanmadan yemek salonundan ayrılmak üzere ayaklandılar. Saat epey erkendi ve Tahir’in babası ve teyzelerinin de içinde yer aldığı grup yola çıktığında yaprakların üstündeki çiy taneleri parıldıyordu. Terasta kısa süre bekleyip malikanenin ürettiği ve canavara karşı koruma ve görünmezlik sağlayan şişeyi üzerlerine boşalttılar sırasıyla. Sonunda yola çıktıklarında bir kayanın dibinde oturan Yasemin de peşlerine takıldı. Daha evdeyken kazandan aldığı sıvıyı üzerine boca etmişti ve güneşin doğuşundan iki saat öncesinden beri oturmuş diğerlerinin ortaya çıkmasını beklemeye koyulmuştu. Beklemekten tüm kemikleri üşümüş, eklem yerleri ağrımıştı. Ancak dert etmedi. Dün yaktığı eli şimdi kabarcıklarla kaplanmıştı. Eline bakmamak için kafasını çevirdi. Diğerlerinin fark etmeyeceği bir mesafede takibe başladı. Gruptakilerin gülüşmeleri onu sinirlendiriyor ancak biraz sonra başlarına gelecek şeyi düşünüp öfkesini yatıştırmaya çalışıyordu. Yaklaşık iki buçuk saattir yürüyorlardı. Canavara dair herhangi bir iz yoktu. Dünden sonra üzerlerine sürdükleri kokuya güvenip tabanca dahi almamışlardı. “Neredeyse inine gireceğiz. Hala ortalarda yok,” diye konuştu gruptakilerden biri. Derken o bilindik hırıltı duyuldu. Heyecanla hırıltının geldiği yöne doğru hareketlenirlerken Yasemin kendisini daha fazla tutamayarak hızlı adımlarla yanlarından geçip karşılarına dikildi. Herkes şaşırmış ona bakıyordu. “Bu kızın burada ne işi var?” diye sordu bir kadın. Diğerleri de soruyu aralarında aynalayarak birbirlerine fısıldadı. Tahir’in babası hızlıca etrafı kolaçan etti. Yasemin ona doğru döndü. “Merak etmeyin amcacığım. Oğlunuz burada değil. Böyle korkunç bir olaya şahit olmasını istemedim. Zira size rağmen ben onun iyi şeylerle karşı karşıya kalmasını isterim.” “Neyden bahsediyorsun?” Kafası karışmıştı adamın. Ancak kendisini toparlamasını bildi. “Burada olmaman gerekiyordu genç hanım. Senin için çok tehlikeli.” “Benim için değil, sizin için.” Yasemin çarpık bir gülümsemeyle onlara bakarken içinde bir şeyleri kaybettiğinin farkında değildi. “Birazdan ölürse sorumluluk kabul etmem,” dedi Tahir’in teyzelerinden biri. “Bende sorumluluk kabul etmiyorum hanımefendi. Ayrıca hiçbirinizin ölümünden üzüntü de duymuyorum.” Gruptakiler şaşkınlıkla birbirlerine bakarken Yasemin açıklama yapmak üzere bir taşın üzerine çıktı. Amacı her şeyi dramatikleştirmek ve onlar canavara yem olurken oturup eğlenmekti. “Evet, şimdi neden burada olduğumu size en başından başlayarak anlatayım. Sizin ne kadar iğrenç insanlar olduğunuzu biliyorum. O canavara yem olması için bir sürü masum insanı kandırdınız. Onları ailelerinden sevdiklerinden ayırdınız. Sırf biraz fazla kazanmak uğruna nice hayatları mahvettiniz. Ama şimdi bunun bedelini ödeyeceksiniz.” Parmağını onlara doğru salladı. “Her biriniz parçalara ayrılacaksınız. Tıpkı yem ettiğiniz diğerleri gibi. Şimdi yem olma sırası sizde.” “Yanılıyorsun Yasemin,” diyerek araya girdi Tahir’in babası. “Tamam her şeyi nasıl öğrendin anladık ama tehlikede olan bizler değil sensin. O canavara karşı hiçbir savunman yok. Oysa bizim-” “Sizin ise sihirli parfümünüz var, öyle değil mi?” diyerek adamın sözünü kesen Yasemin bir kahkaha patlattı. “Üzerinize boca ettiğiniz şey sihirli iksiriniz değil benim özel karışımım. Yani beş para etmez. Sizi korumaz. Oysa benim üzerimde sizin o meşhur iksiriniz var. Dün geceden beri üzerimde ve hepsini üzerime boca ettim.” Gülme sırası teyzelerin en büyüğüne geçmişti. Yasemin ona şaşkınlıkla bakarken delirmiş olduğunu düşündü. Kadın, “O parfümün bunca saat etkisini kaybetmeyeceğini de nereden çıkardın? Çoktan uçup gitmiştir,” dedi. Yasemin’in yüzündeki kan çekildi. O sırada bir hırıltı daha duyuldu. Korunmasız kaldıklarını anlayan misafirler kaçmak üzere hareketlendiler. Çamurda ayağı kayan bir kadın yanındaki iki kişiyi de panikle peşinde sürüklediğinde ortalık karışmıştı. Yasemin de kaçmak üzere dönmüştü ki tam karşısına dikilen canavarın pençesi boynundan aşağı derisini yırtarak indi ve kız taşın üstünden geriye doğru düştü. Canavar diğerlerinin üzerine atladığında çığlık sesleri ormanda yankılandı. Yardıma gelen kimse yoktu ve kendilerini korumak için de hiçbir aletleri yoktu. Canavarın saldırısından hiçbiri kaçamadı. Kanları toprağı sularken kopan uzuvlar etrafa saçılmıştı. Canavar birini peşinde sürükleyip uzaklaştı. Yasemin boynundan akan kanları elleriyle durdurmaya çalışıyordu. Can çekişiyordu. Gözyaşlarına boğulurken korkunç birisi olarak öleceğini anlamıştı. Ölmekten korkuyordu, hep korkmuştu. Ancak şimdi ölümün pençesine düşmüştü ve sivri tırnaklarını onun bedenine saplamış olan ölüm, bu işi hemen bitirmemeye kararlıydı. Genç kız acı içinde kıvranırken gözlerini yumdu. Acının geçip gitmesini, ruhunun bedeninden ayrılmasını çaresizlik içinde bekledi. 🕯 “Lütfen bunu yapmamış ol Yasemin.” Tahir tüm gücüyle ormanda koşuyordu. Ne tarafa gittiğini bilmeden delicesine koşuyor, geç kalmamış olmayı diliyordu. Rüzgâr ciğerlerine doluyor, onu nefessiz bırakıyordu. Boşluk yerine saplanan ağrıya ve bacaklarındaki sızıya aldırış etmeden dik yokuşları geride bıraktı. Peşinden gelen ayak sesleri giderek geride kalıyordu. Elleri silahlı bir grup da yola koyulmuştu. Tahir’in yarım yamalak anlatımından bir şey anlamamış olsalar da kendilerinden istenildiği üzere tabancalarını doldurup ormana doğru yola koyulmuşlardı. Giderek gözden kaybolan bu genç çocuğun ardından adımlarını yavaşlatan grup kendilerini neyin beklediğinden elbette ki habersizdiler. Tahir koştu, koştu, koştu. Nefessiz kaldığında durmak zorunda kaldı. Kafasını kaldırıp etrafa bakındı. “YASEMİN! BABA! TEYZE!” bağırmaya çalıştı ancak boğazı kupkuruydu. Bu yüzden sesini kendisi bile zor işitmişti. Gözü otların arasındaki bir şeye takıldığında yaklaşmakta tereddüt etti. Cesaretini toparladığında yaklaşıp eğildi. Bir eldi bu. Parmağındaki yüzükten tanıdığı üzere teyzesine ait olması gereken bir eldi. Tahir’in dudaklarından dökülen feryat ormanda yankılanırken kendi titreyen elini teyzesinin eline uzatmaya cesaret edemedi. Gözü, eli bulduğu yerin biraz ilerisine kaydığında her şey için geç kaldığını anlamıştı. İnsan parçaları her yerdeydi. Aralarından geçerken hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Dizleri üstüne çöktü. Önünde kopmuş bir kafa vardı ve gözleri yerinden fırlayacak gibi kocaman açılmıştı. Teyzelerinden birine ait olan bu kafaya uzun süre bakamadı. Kafasını başka tarafa çevirdiğinde parçalanmamış bir cesedin varlığını fark etti. Yerinden kalkıp ona doğru hızlı adımlarla geldiğinde Yasemin’in dehşetle açılmış gözleri ve korkunç şekilde değişmiş suretiyle karşılaştı. Hem ürktü hem de şaşırdı buna genç adam. Genç kızın yanına diz çöktü. “Neden bunu yaptın Yasemin? Değdi mi her şeye? Kimi kurtardın bunu yaparak? Cevap versene!” genç kızın katılaşmaya başlayan bedenini omuzlarından tutup salladı. “Neden Yasemin neden? bunu bize yapmaya ne hakkın vardı senin? Cevap ver bana. Cevap!” cesedi daha şiddetli sallamaya başlamıştı. Peşinden gelen grup gördükleri manzaranın şokunu yaşarken içlerinden biri, ki bu deneyimli bir çalışandı, yaklaşıp Tahir’i cesetten uzaklaştırdı. Tahir kontrolünü kaybetmişti. Ağzından çıkanı kulağı duymuyor gibiydi. Zaten söylediği şeyler de anlamsız kelime ve seslerden ibaretti. Onu malikaneye geri götürmeleri kolay olmadı. Eve döndüğünde ise acı haberi çoktan almış olan ev halkının feryatlarıyla karşı karşıya kaldı. Elçin Hanım yarı delirmiş bir halde oğlunun yakasına yapıştı. “Nasıl oldu bu? Kim yaptı? Neden yaptı böyle bir şeyi?” Tahir ağlamaktan kızarmış gözleriyle annesine bakmakla yetindi. “Söylesene Tahir, bana bir şeyler söyle!” diyerek oğlunun yakasını daha çok sıkan kadın yaşlarla kaplı yüzünü oğlunun göğsüne bastırdı. Tahir kollarıyla annesini sararken yeniden ağlamaya başlamıştı. İkisi dizleri üstüne çöktüğünde içlerinde oluşan bu ani boşluğu doldurmak ister gibi daha çok sarıldılar. Tahir evin içine girdiğinde üst kata çıkan merdivenlere doğru güçlükle ilerledi. Yanından gelip geçen çalışanların fısıldaşmalarını işitmemesi olanaksızdı. Cesetlerin durumundan konuşuyorlardı. Parçalarının asla bir araya nasıl getirileceğini, törenlerin ne şekilde yapılacağını, misafirlerin yakınlarına ne söyleneceğini sorup duruyorlardı birbirlerine. Adaya gelen gemiyle dönecek tek bir kişi bile kalmamıştı geriye. Tahir atölyesine vardığında kapıyı kapatıp yaslandı. Kafasının arkasını kapıya vurdu bir kez. Kapının diğer tarafındaki tabelanın sallandığını işitti. Bir kez daha vurdu kafasını. Bir kez daha sallandı tabela. Durmadan vurmaya başladı kafasını. O kadar ki kafasının arkasından kanlar akmaya başladı. Olduğu yere çöktü. Kafasından akan kanlar kapıda iz oluşturarak aşağıya indi. Kapının üstündeki tabela bir kez daha sallandı. Masanın altına kaçmış, buruşturulmuş bir kâğıt parçasına gözlerini dikip öylece kaldı. Bu kâğıt, Yasemin’in onun için yazdığı mektuptu. Tahir mektubu sabahleyin kapının önünde bulmuştu. Mektupta yazanları ve olanları düşününce güçlükle yutkundu genç adam. Her şey mahvolmuştu. “Tahir, biliyorum bana çok kızacaksın. Ama beni anlamalısın. Bunca zamandır hiçbir şey yapmadan beklemek canımı o kadar acıtıyor ki. Yapacağım şeyin korkunçluğu onların yaptıklarının yanında ufak bir mesele olarak kalır, öyle değil mi? Ya da kendimi mi kandırıyorum? Off bilmiyorum. Sadece… eğer bunu şimdi yapmazsam bir daha asla yapamayacağımı biliyorum. Başka çarem yok. Bekleyemem öylece. Üstelik intikam almak için elime geçen bu önemli fırsatı kaçıramam. İksiri çaldım. Evet bunu yaptım. Yerine su ve toz karışımı bir şey bıraktım. Kimse onun değiştiğini anlamayacak, yani umarım anlamaz. Parfümlerini sıkıp canavarı görmeye gittiklerinde hiç tahmin etmeyecekleri bir şeyle karşılaşacaklar. Evet bunu yapacağım. Şu an bu satırları çatık kaşlarla okuduğunu biliyorum. Gözümün bu kadar kararması beni de korkutmuyor değil, ancak yine de onların yok oluşunu izlemek için orada olacağım. Elbette ki gerçek iksire bulanarak. Her şey olup bittiğinde karşına nasıl çıkarım ya da çıkabilir miyim bilmiyorum. Belki beni görmek istemezsin. Ancak bunu tüm masum canların bedeli olarak kabul etmeni bekliyor, benden nefret etmemeni temenni ediyorum.
Seni seven Yasemin.” Tahir yazılan her bir satırı hatırlıyordu. Her bir kelime hafızasından bir daha silinemeyecek şekilde kazınmıştı beynine. Yumruklarını öfkeyle sıkarken neye öfkelendiğini çözemiyordu. Ailesinin bir kısmını ve misafirleri kaybettiği için Yasemin’e mi öfkeliydi yoksa o canavarı ortaya çıkardığı ve tüm bunlara sebep olduğu için dedesine mi öfkeliydi bilmiyordu. Sadece öfkeden başka bir his yoktu içinde. Yaşanan tüm o korkunç şeyler yüreğine öyle ağır geliyordu ki iki büklüm uzandığı yerde kollarıyla bacaklarını sardı. Gözyaşları akıp tahtaları sularken boşluklarda gezen birkaç karınca karşılaştıkları bu su birikintisini aşmak için ortak hareket etmişlerdi. Saatler birbiri ardına akıp geçerken yattığı yerde ağlamaktan bitap düşmüştü. Güneş batmış, akşamın serin havası açık pencereden içeriye doğru süzülmüştü ay ışığıyla birlikte. Kapı eşiğinde yatmakta olan gencin tüm bedeni kaskatı olmuştu. Evdekiler cesetlerin derdine düşmüşken onu unutmuşlardı. Gözlerini gecenin bir yarısı açan Tahir bir an için nerede olduğunu kavrayamadı. Sadece birkaç saniyelik bir unutmanın ardından zihni, ona her şeyi hatırlatmak için aceleci davranmıştı. Tahir oturur pozisyona geçti ve sadece ay ışığının aydınlattığı atölyeye baktı. Gözlerinin feri gitmişti. Dünden bugüne uzayan sakalıyla ve çöken omuzlarıyla sanki bir gecede yaşlanmış gibiydi. Hiç kurumayan kirpiklerini kırpıştırdığı her defasında yanaklarından çenesine akan ve gömleğine damlayan gözyaşı nehrine yenileri katılıyordu. Uykuya dalmadan önceki ağlamasının iki katı denilebilecek bir gözyaşı akıtırken yüreğindeki acıyla dudaklarından çıkan iniltiler onu çaresiz kalmış gibi hissettiriyordu. Her şeyini kaybetmişti. Akrabalarını, babasını ve de Yasemin’i… Tahir usulca yerden kalktı. Gözyaşlarını elinin tersiyle silerken gaz lambasını yakmak için kibrit aradı etrafta. “Ben sevdiklerimi kaybetmiş olabilirim. Ancak bu mesele burada son bulmalı. Diğer insanların da aynı acıları yaşamaması için bu işi bitirmeliyim.” Diye konuştu kendi kendine. Masasının başına geçti ve bedeninin yorgunluğu ve yerde yatmış olmanın verdiği ağrılara rağmen notlarını incelemeye koyuldu. Yasemin’in iksir yerine koyduğu su ve toz karışımını döküp kaldırırken aklında milyonlarca düşünce beliriyordu. Ve o düşünceler arasında aklında sürekli dönüp duran şuydu: Kimsenin kötülüğü yanına kalmazdı. Er ya da geç bedelini öderlerdi. İntikam en tehlikelisiydi. Çünkü bazen kötüden bir farkı kalmazdı intikam alanın. Daha vahşi daha korkutucu olabilirdi intikam peşinde koşan. Masumluğunu yitirebilirdi farkına varamadan. İçini rahatlattığını zannederken vicdan yüküyle yerin dibine geçebilirdi. Temiz havayı içine çekmeyi düşünürken bataklıkta boğulabilirdi. En kötüsü de bir daha asla aynı kişi olamazdı. Yasemin’in intikam uğruna onca insanla beraber kendisini de katletmesinde olduğu gibi. Ya da ailesinin kendi silahlarıyla ölmesi gibi. Kötülük denen şey öyle vahşiydi ki ona hizmet edeni de yok etmekte bir an olsun tereddüt göstermiyordu. |
0% |