@albayrakirem
|
O korkunç olayın üzerinden neredeyse iki hafta geçmişti. Parçaları zar zor bir araya getirilen cesetler mecburen aynı yere defnedilmişlerdi. Kimin eli nerede hangi bacak kime ait çözemeyince böyle bir karara varmışlardı. Canavar geri dönüp Yasemin’in cesedini de götürdüğünden tek parça olan hiçbir ceset kalmamıştı. Törenler yalnızca malikane ile sınırlı kalmıştı ve ada halkının öğrenmemesi için titizlikle davranılmıştı. Adaya gelen gemiye birkaç yalan uydurulup gönderilmişti. Elçin Hanım annesiyle oturmuş çaylarını yudumluyordu. Onlara ikramda bulunan hizmetçi çekilmek yerine elinde tepsiyle tepelerinde dikilince Elçin Hanım sorgulayan bakışlarını ona çevirdi. “Elçin Hanım, sizin haberiniz var mıdır emin olmadık ama..” diyerek lafı ağzında gevelemeye başlayan hizmetçi tepsiyi elleri arasında daha çok sıktı. “Ne oldu?” “Efendim Tahir Bey’e yiyecek bir şeyler götürürken masasında ona ait çizimler ve yazılara rastladım.” Elçin anlamamış gibi ona bakınca hizmetçi sesini alçaltıp kafasını hafice öne eğerek iki kadının arasında konuştu. “Canavara ait çizimlerden bahsediyorum efendim. Beyefendi uzun zamandır atölyesine içimizden kimseyi kabul etmiyor, yemekleri kapıdan kendisi alıyordu. Ancak bu sabah kahvaltısını götürürken kendisi banyodaydı. Bu sebeple tepsiyi masaya koymak üzere atölyesine girmiş bulundum. Ve size bahsettiğim çizimlerle karşılaştım.” Elçin, annesiyle bakıştı. “Bu ne anlama geliyor anne?” diye sordu. Annesi fincanını sehpaya koyarken hizmetçiyi eliyle kovdu. “Hiçbir anlama gelmiyor bana sorarsan.” “Ama nasıl? Tahir onu hiç görmedi ki. Tamam o gün ormandaydı ancak onunla karşılaşma ihtimali yoktu ki.” “Çizimler basit hayvan çizimleri olabilir pekâlâ. Şu hizmetçilerin kıt akıllarıyla nasıl hikâyeler uydurduklarını bilmez misin sanki? Endişelenmene gerek yok.” “Neden atölyeden çıkmıyor? Neden yüzümüze bakmıyor? Bana sorarsan da olmaması gereken şeyler oluyor.” Annesi omuz silkti. “Gidip kontrol et o halde. Bu yaşımda senin zırvalıklarını dinleyemem.” Elçin, annesine cevap vermedi. Usulca yerinden kalktı. Annesinin inceleyen bakışlarını üzerinde hissediyordu. Arkasını döndüğünde, “Saçın topuzundan çıkmış. Onları hemen düzelt yoksa ne yapacağımı biliyorsun,” diyen sesi işitti. Bedeni ürperdi ve kafa sallayarak oradan uzaklaştı. Kendisini odasına attığında aynanın karşısına geçti ve topuzundan fırlamış yalnızca iki tel için saçını bozup yeniden yaptı. Bu ona dakikalara mal oldu. İşi bittiğinde oğlunun yanına, atölyeye gitmek üzere üst kata çıktı. Kapısında dedesinin adı yazan tabelanın önünde duraksadı ve oğluna dedesinin adını vermekle iyi mi yoksa kötü mü yapmış olduğunu düşündü. Kapıyı tıklatıp kapının koluna uzandı. Kolu aşağıya bastırıp kapıyı araladığında atölyenin boş olduğunu fark etti. İçeriye girip ortadaki büyük masanın yanında durdu. Masa darmadağınıktı. Çeşitli tüplerden taşan sıvılar masaya ve yere doğru akmıştı. Etraf çöplerle doluydu. Mürekkep lekeleri her yerdeydi. Elçin Hanım, “Ah Tahir, şurayı temizlemelerine izin vermedin. Ne hale gelmiş,” diyerek etrafı incelemeyi sürdürdü. Karşı duvardaki panoya yaklaştığında kendisine doğru bakan kıpkırmızı gözleri bir an gerçek sanıp ürkmüştü. Ardından bunun bir çizim olduğunu fark etti. Bu onun daha fazla ürpermesine neden oldu. Tahir’in her şeyi öğrenmiş olduğunu işte o andan sonra farkına varacaktı. Atölyeye giren Tahir, annesini yazı masasının başında oturur vaziyette bulunca bir an ne yapacağını bilemedi. Annesi onu gördüğünde, “Neyin peşindesin?” diye sordu. Tahir masaya yaklaştığında canavarın çizimlerini gördü. “Ben değil, siz neyin peşindesiniz?” diye çıkıştı. Annesi şaşkınlığını gizleyememişti. “Benimle böyle konuşma cesaretini de nereden buluyorsun? Tüm bunlar da nesi?” eline aldığı kağıtları ona doğru salladı. Tahir annesinin elinden çekip aldı kağıtları. “Sizin kötülüğünüzü temizlemeye çalışıyorum.” “NE?” “Duydunuz beni. Şimdi lütfen atölyeden çıkın.” “Tahir, bu işi çabucak bitiriyorsun. Anladın mı beni? Bu senin üzerine vazife değil. Kimseye vazife değil. Her şey ailemiz ve ada için. Bu böyle geldi böyle de devam edecek. Seni oğlum olarak değil de ailemizi yok etmeye karar vermiş birisi olarak algılarsam işler tatsızlaşır.” Yerinden kalkmıştı. Tahir ona bakarken ilk kez içinde hiçbir duygu belirmemişti. Gözleri giderek karanlık hale dönüşen bu kadının artık annesi olmadığını fark ediyordu. O artık güç için kendisini kaybetmiş, bütün duyularını, insafını yitirmiş kalpsiz birisiydi. Diğerleri tartışmayı duyarak atölyenin kapısına ulaşmıştı bile. Ninesi elindeki bastonuyla kapıda dikilirken yüzü kıpkırmızı olmuştu. “Tahir!” diye bağırdı ancak Tahir ona dönüp bakmadı bile. Annesinden gözlerini çekmeden konuştu. “Bu saçmalığı bitiriyorum, evet. Yıllardır süren o korkunç döngüyü kırıyorum çok yakında. O canavar yok edilmeli ve edilecek de. Bunu yapmama ne sen ne de bir başkası engel olabilir.” “Neler saçmalıyor bu çocuk?” nine çıldırmış gibiydi. Amcaları ve dedesi de atölyeye girdiğinde neler olduğunu anlamak için ona baktılar. “Gelin görün şu çocuğun neler yaptığını. Bizi bitirmeye, yok etmeye yemin etmiş.” “Bu doğru mu?” diye sordu dedesi. “Bunu aklına kim soktu? Babam mı? İsminiz gibi zikriniz de mi bir sizin? Bunu başaramayacağını, buna izin vermeyeceğimizi bilmen gerekir.” “Baba, Tahir henüz çok genç, öğrendikleri kafasını karıştırmış olabilir. Ancak bunlar hep tecrübesizliğinden,” diyerek gerilmiş ortamı dağıtmaya çalışan Elçin her ne kadar öfkeli olsa da oğlunun cezalandırılmasını istemiyordu. “Tahir dedemin bitiremediği şeyi ben bitireceğim. O başlattı ben son bulduracağım. Kimse buna engel olamayacak. Her şey yoluna girecek.” “Aklını kaçırmış,” diye konuştu amcalarından birisi. “O canavara en ufak bir zarar gelirse tüm itibarımız sona erer. Onurumuz lekelenir.” “Elleriniz masumların kanlarıyla yıkanırken hala onurunuzun temiz kaldığını mı düşünüyorsunuz?” Tahir’in sözleri herkesin kanına dokunmuştu. Ninesi ise çoktan kararını vermişti. “Şu çocuğu mahzene kapatın da birkaç gün kalsın. Belki yaptığı saygısızlığın farkına varır.” Kapının önüne doluşan hizmetçilere bağırdı. İki güçlü hizmetçi Tahir’i kollarından tuttu. Tahir çırpınarak onlardan kurtulmaya çalıştı. “Ne yapıyorsunuz? Bırakın beni. Çimen ailesine bakın be, ne müthiş insanlar! Ama beni durduramayacaksınız!” hizmetçiler onu atölyeden çıkarırken bağırmaya devam ediyordu. Diğerleri de onun peşinden atölyeden çıkmaya başlamıştı. Elçin de oğlunun peşinden çıkmak üzere ilerlerken annesi onu durdurdu. “Tüm bunlar senin yüzünden, biliyorsun değil mi? Doğru düzgün bir anne olsaydın çocuğun da böyle olmazdı. Sen benim için büyük bir utanç kaynağısın. Keşke…” Elçin’in boğazı düğümlendi. “Anne…” diyecek oldu. Annesinin bakışları onu susturdu. Elindeki bastonu ona doğru sallayarak, “Bundan sonra bana sakın anne deme. Zira bu kelime senin dudaklarından döküldüğünde midemi bulandırıyor. İşe yaramazın tekisin. Senin yüzünden damadım ve kızlarım öldü. Sırf sen oğlunu kontrol edemediğin için. O yasemin denen kızla görüşmesine izin vermemen gerektiğini sana defalarca söyledim. Bak şimdi onların saçmalıklarıyla uğraşıyoruz. Bundan sonra bu evde hiçbir hakkın olmayacak. Şimdi yıkıl karşımdan!” Elçin kaskatı kesildi. Annesi bastonuyla omzundan iterek hareket etmesini sağladığında ağır adımlarla atölyeden çıktı. Odasına girdiğinde dizleri üzerine çöktü ve içi çıkana kadar ağladı. Mahzene kapatılan Tahir saatlerce kapıyı yumrukladı. Bodrumdan geçip de üst kata ulaşamayacağını bile bile saatlerde haykırdı, küfretti. Öfkesi çok büyüktü. Yumruklarını peş peşe kapıya indirirken elleri kanamaya başlamıştı. Yorgun düşüp dizleri üzerine çöktüğünde güneş uzun bir süre önce batmıştı ve yere bırakılan gaz lambasını henüz yakmadığı için mahzen zifiri karanlıktı. Işığı yakmak için en ufak bir harekette bulunmadı. Zaten görmek istediği hiçbir şey yoktu. Mahzen bomboştu. Soğuk taşa oturup dizlerini karnına çekti. Kafasını dizlerine dayadı. Buradan nasıl çıkacağını bilmiyordu. Endişesi ise burada kalmak değildi. Canavara yem olması için daha nice canlara kıyılacak olmasıydı. Bunu durdurmak için kendisinden bile vazgeçmeye kararlıydı. Ancak şimdi vücudu kendisini iyice bırakırken gözleri ağırlaşıyor ve uyku onu esir altına alıyordu. Bodrumda nöbet tutan iki hizmetçi sessizliğe gömülen mahzenin kapısına yaklaştılar. Yorgunluktan bitap düştüğüne kanaat getirip üst kata çıktılar. Herkes odalarına çekilmişti. Malikanede derin bir sessizlik hakimdi. Hizmetçiler de odalarına çekildiğinde etrafta dolaşan kimse kalmamıştı. Elçin saatlerdir ağlıyordu. Odasından çıkmamıştı ve kimse onu sormak için gelmemişti. Yüreği ezildi. Tüm bunları hak edecek hiçbir şey yapmadığını söylüyordu kendine. Hiçbir şey onun suçu değildi ki. Ama karar çoktan verilmiş ve onun cezası da kesilmişti. Şimdi yapacağı hiçbir şey yoktu. Odasının içinde aşağı yukarı gezinirken tek endişesi aileden dışlanacak olması ve cezasının ömür boyu sürmesiydi. Oğlunu düşünmek bile istemiyor, onu her şeyin sorumlusu olarak kazıdı zihninde her geçen an ondan daha fazla nefret ediyordu. Yaşananların aksine o gece gözüne uyku girmeyen sadece Elçin ve Tahir olmuştu. Elçin kendi konumunun karşı karşıya kaldığı tehdidin endişesini yaşamaktan, Tahir ise canavarı durduramama ihtimalinin getirdiği gerginlikten bir türlü uykuya dalamamıştı. Zaten soğuk taşın üzerine oturmak onu şimdiden hasta etmişti. Güneş doğup da herkes birer birer rüyalarına veda edip gözlerini yeni güne açarken ikisi hala aynı yerlerindeydiler. Elçin’in anne ve babası aldıkları ortak karar neticesinde Tahir’i mahzende tutmayı sürdürme konusunda uzlaşmaya varmışlardı. Elçin’e verilen ceza konusunda uzlaşı sağlayamasalar da annesinin kararı değiştirilemedi ve kabul edilmekten başka çare bırakılmadı kimseye. Her şey her zamanki seyrinde devam etmeye kararlıydı. Çocuklar yine etrafta koşturuyor, esnaf dükkanlarını açıyor, arkadaşlar buluşup içeceklerini yudumluyor, hizmetçiler rutin görevlerini yerine getiriyordu. Malikane sahipleri de kahvaltıdan sonra her zamanki işlerini görmek üzere kendi köşelerine çekilmişlerdi. Elçin kahvaltıya inmemişti. İnmeye yüzü yoktu. Daha kötü cezalandırılmaktan korkuyordu. Oğlu ise aklının ucuna bile gelmiyordu. Tahir uyuşmuş bedenini yerden güçlükle kaldırıp mahzenin içinde gelişigüzel adımlar attı. Bedeni yorgundu ancak beyni hiç olmadığı kadar hızlı çalışıyordu. Mahzenin kapısı açıldığında kapıya doğru atıldı. Ancak güçlü eller onu geriye püskürttü. Birkaç hizmetçi ellerindekileri mahzene bıraktı. Bir yatak ve yiyecek bir şeylerdi hepsi. “Bana destek olmanız gerekirken şu yaptığınıza bakın," dedi Tahir. Kollarından tutan hizmetçilere öfkeyle bakıyordu. Onlar ise yüzlerini yere eğmişlerdi. “Canavar kaçtığında sizden birilerini de peşinde götürdü. Ya siz onların parçalarını koridordan temizlediğiniz zamanı nasıl unutabiliyorsunuz? Onların gözünde ufacık bile olsa kıymetiniz yok. Görmüyor musunuz? Ben tüm bunları durduracaktım. Ancak şimdi bana engel oluyorlar. Sizde onlara yardım ediyorsunuz.” Yemek tepkisini köşeye bırakan bir hizmetçi daha fazla sessizliğini koruyamadı. “Bizim de elimiz kolumuz bağlı beyefendi. Siz nasıl ki bu mahzende tıkalısınız biz de bu evde tıkalıyız. Ailemizi korumak adına onlar ne derse onu yapmak zorundayız.” “Bırak şu lafları…” diyerek onu geçiştiren Tahir yanındaki hizmetçilere baktı. “Atölyeme kimsenin girmemesini söylemişken içinizden biri girdi ve sonra her şeyi anneme yetiştirdi. Bunu anlamamak için saf olmak gerekir. Birileri bir şey söylememiş olsa annem asla atölyeye gelmezdi. Üstelik de ben orada değilken eşyalarımı kurcalamazdı. Siz de en az ailem kadar kötüsünüz.” Hizmetçiler sessizliklerini korudular. İşi bitenler birer birer mahzenden çıkarken en sona kalan iki kişi Tahir’i tutanlardı. Kollarını silkerek onlardan kurtuldu. “Defolun!” diye bağırdı. Denileni yaptılar. Tahir kapanan ve ardından süngülenen kapıya öfkeyle baktı. Odaya bırakılan her şeyi duvarlara fırlatırken öfkesi azalmak şöyle dursun daha da artmıştı. Mahzendeki tüm o bağırış çağırış ve kırılma seslerine nazaran üst katta sakinlik hüküm sürüyordu. Herkes Tahir’i unutmuş gibiydi. Misafirleri ağırlamakla meşgullerdi ve herkesin işi başından aşkındı. Sadece bugün de değil, daha nice zamanlarda hiç hatırlanmayacaktı. İlk başlarda yemeğini getiren hizmetçiler de zamanla onu unutacak, diğer işlerinin arasında hizmet etmeleri gereken birisinin daha olduğu akıllarına dahi gelmeyecekti. Elçin’in cezası affedilecek, tekrardan söz sahibi olduğu için mutluluktan havalara uçacak ancak yerin altına tıktıkları biricik oğlunu hatırlamayacaktı bile. Mevsimler geçecek, yıllar bitecek ve her şey değişecekti. Tahir o mahzende günbegün delirecek kafasını demir parmaklıklara defalarca kez vuracaktı. Açlıktan bir deri bir kemik kalacak, son enerjisini harcadığı o demir parmaklıklara kafasını son vuruşunda bayılacak ve bir daha da ayılamayacaktı. Cesedi çürümeye yüz tuttuğunda malikaneyi yeniden inşa edecek çalışanların mahzene inmesi üzerine bulunacaktı. Beyazlamış saçları arasında dolaşan böcekler ve çoktandır karnını deşmiş koca bir farenin kemirdiği bedenini oradan çıkarıp toprağa gömmeleri ise hayli zahmetli olacaktır. Delirmeden önce yazdığı notları bulan hizmetçi ise onları saklayacak ve kimseye göstermeyecekti. “Kapana kısıldım kaldım. Mahzenden bahsetmiyorum. Burası geniş bir alan. Oysa benim tıkılıp kaldığım yer öyle dar ki… Ruhum sanki bedenimin sığamayacak kadar dar bir yerine hapsoldu. Nefes alamıyorum. Ne kadar zamandır burada olduğumu bilmiyorum. Tek bildiğim burada ölüme terk edildiğim. Delirmemek için yazıyorum.” “Uzun zamandır kimse yanıma uğramıyor, yemek vermek için bile. Temiz hava almayalı uzun zaman oldu. Gökyüzüne hasret kaldım. Şu an hava nasıl onu bile bilmiyorum. Bu soğuk taşlar hiç ısınmıyor, yaz gelmedi mi acaba?” “Beynim karıncalanıyor, elimin derisi kemiklerime yapışıyor. Ne korkutucu bir görüntü bu! Sakallarım uzadı ve bembeyazlar. Gözlerim giderek zayıflıyor. Burada ölüp gideceğim gerçeğini artık kabullenmeye başladım.” “Acaba canavar tarafından yaralandığında Yasemin’in canı çok acımış mıydı? Keşke ben de…” “Burası yazabileceğim tek alan. Başka sayfa yok. Mürekkebimin de sonuna geldim zaten. Dilimle ıslatarak yazmaya çalışıyorum. Bu notları bulan olursa diye söylemek istediğim bir şey var. O şey hala hayattaysa….” Sayfanın bundan sonrası okunmayacak haldeydi. Ne anlatmak istediyse kendisiyle birlikte yok olmuştu. Sayfa, kanlarıyla lekelenmişti. En son düşüşünde kağıtlara dek ulaşan kanları diğer sayfaları mahvetmişti. Kanının lanetli olduğunu düşünmüştü uzunca bir zaman. Ailesinden geçen DNA’ların zehir saçtığına inanmıştı. Hayat da onu desteklemek adına geride bıraktığı notları bile ondan çalmıştı. |
0% |