@albayrakirem
|
2023 YAZ Güneş bir kez daha yerini dolunaya bırakmıştı. Anneler tüm gün koşturup duran ve ancak birkaç lokma yedirebildikleri çocuklarını eve sokmak için acele ediyordu. Evin içinde de koşmaya devam eden çocuklar, banyoya sokulduklarında suları etrafa sıçratıp neşeyle gülüyorlardı. Anneler bir yandan kızıyor bir yandan da onların neşeleriyle mutlu olmaktan kendilerini alamıyorlardı. Pazarda son satışını yapan bir esnaf mallarını düzenleyip tezgahını toplamaya başlamıştı. Teker teker yanmaya başlayan sokak lambaları, evlerin açık pencerelerinden dışarı yansıyan ışıklarla buluşuyordu. Her şey olağan akışına uygun şekilde ilerliyordu. Ancak her zamankinin aksine dolunayın ışığı parlak değildi bu kez. Denize yansıması buğuluydu. Geminin güvertesine çıkmış bir mürettebat gözlerini kaldırıp dolunaya bakarken, dolunayın üzerindeki lekeleri fark edecek kadar uzun süre öylece kalmıştı. Omzuna dokunan bir el onu dalıp gittiği dolunaydan uzaklaştırmıştı. “Nereye bakıyorsun öyle Doruk?” diye sordu Serkan. Doruk tekrar gözlerini dolunaya dikerken konuştu. “Dolunaya. Baksana sanki dolunayda bir tuhaflık var. Işığı soluk, parlaklığını kaybetmiş gibi.” Parmağını yukarı doğru kaldırıp dolunayı işaret etti. “Şu kısımları fark ettin mi? Daha önce yoktu.” Serkan arkadaşının söylemesi üzerine kafasını kaldırıp baktı. Ancak kısa sürede ay ile bakışmaktan sıkılarak, “Dümdüz dolunay işte. Gizem oluşturmaya gerek yok. Her neyse ben kahveye gidiyorum. Geliyor musun?” diye sordu. Doruk kafasını iki yana salladı. Serkan omuz silkti ve iskeleye inmek üzere geminin merdivenlerinden atladı. Doruk bir süre daha dolunaya bakmayı sürdürdü. “Mert gene nereye kayboldu?” diye söylenene söylene kaptan köşkünden çıkan kaptanın karısı, Doruk’un yanına yaklaştı. “Doruk nerede bizimki?” “Buraya getirdiğimiz bir yolcunun yanına gidecekti.” “Kimin?” “Sadece bir kız olduğunu biliyorum. Adını da söylemişti ama hatırlamıyorum şu an. Teyze şimdi oğlunu boş ver de söyle bana şu dolunayda bir değişiklik yok mu bugün?” Kadın duraksadı ve Doruk’un bir an olsun gözlerini ayırmadığı gökyüzüne kaldırdı başını. “Dolunayın böyle olması hiç iyi değil. Kesin kötü bir şeyler olacak. Ya fırtına çıkarsa?” diye mırıldandı telaşla. Doruk onun ne söylediğini anlayamamıştı. Kadın ona, “Git ve Mert’i buraya getir.” Diyerek acele etmesi için elini hızlıca sallayarak gitmesini işaret etti. Doruk gemiden inmek için döndüğünde kadın, dinlenmek için odasına çekilen kocasının yanına gitti. Kaptan son derece sakin bir şekilde yatağında uzanmış sessizliğin tadını çıkarıyordu ancak karısının pat diye odaya girmesiyle yerinden sıçramıştı. Kadın birkaç adımda yatağın yanına ulaştı. “Kötü bir şeyler olacak. Bir an önce bu limandan uzaklaşıp başka bir limana gitmeliyiz.” Kaptan yatağında doğrulurken az önce korktuğu ve rahatı bozulduğu için asabileşmişti. Karısı onun bir şey söylemesini bekleyemeyecek kadar endişeliydi. Parmağıyla küçük pencereden ancak küçük bir kısmının gözüktüğü dolunayı işaret etti. “Dolunayı gördün mü? En son böyle olduğunda başımıza türlü işler gelmişti. Şimdi de gelebilir.” Kaptan kafasını uzatıp pencereye baktı. “Hanım bunda büyütülecek bir durum yok. Ay bu, belki bir gecede milyon kez değişir. Aya bakıp kehanet uydurmaya gerek yok. Hem bahsettiğin olay üzerinden kaç zaman geçti. Ve emin ol, kardeşinin borçluları tarafından feci şekilde darp edilmesinin kendi halindeki dolunayla zerrece ilgisi yoktur.” Kadın kafasını inatla sallarken ellerini kocasına doğru uzattı. “Gidelim bu limandan. İçimde kötü bir his var. Lütfen.” Kaptan, karısına yaklaşıp ellerini elleri arasına aldı. “Tamam. En kısa zamanda yola çıkacağız. Her ne kadar kötü bir şey olacağına inanmıyor olsam da seni böyle endişe içinde günler geçirmeye zorlayamam. Hem benim yanımda korkmana gerek yok, bazen unutuyorsun bunu.” Kadının endişeli yüzü gevşedi ve dudaklarına bir tebessüm yerleşti. Başını kocasının omzuna yaslarken, “Umarım kötü bir şey olmaz,” diye mırıldandı. Kocası onu duymadı. Esin salonun önünden geçip giden çalışanlara göz ucuyla bakarken akşam yemeği saatinin birkaç dakika içinde geleceğini biliyordu. Misafirleri salonun rahat hissettikleri köşelerine kurulmuşken kendisi, kocasının satranç oynamak için kalktığı koltukta bir süredir tek başına oturuyordu. Oynanan oyunu izlemek için yerinden kalkan birkaç misafirin arkasından bakarken daha fazla oturamayacağını düşünerek yerinden kalktı. Herkes başka şeylerle meşgulken salondan çıkmak üzere hareketlendi. Koridora henüz çıkmıştı ki su bardaklarıyla dolu bir tepsiyi koşar adım yemek salonuna taşıyan bir çalışan ile burun buruna gelmişti. Çalışan, karşısına aniden çıkan ev sahibesine çarpmamak için hızlı bir manevra yaparken arkasından ona yetişen bir başka çalışanın desteğiyle tepsiyi düşürmekten kıl payı kurtulmuştu. “Özür dilerim Esin Hanım.” Diyerek gözlerini yere doğru indiren çalışan, kendini azar yemeye hazırlamıştı. Esin ağzını açtı ancak sonra içerideki misafirleri hatırlayarak elini gitmesini ister şekilde salladı. Çalışanlar hemen oradan uzaklaşırken Esin oğlunun çalışma odasına gitmek için üst kata çıktı. Kapıyı tıklattı ve oğlunun sesini işittiğinde kapı kolunu aşağıya indirdi ve içeriye girdi. Savaş masasının başında oturuyordu. Annesinin içeri girdiğini gördüğünde oturduğu sandalyeden doğruldu. “Kardeşin eve döndü mü?” diye sordu Esin cevabını zaten bilmesine rağmen. “Hayır, henüz gelmedi. Bir şey mi oldu?” Esin odanın içinde birkaç adım attı. “Bir şey olmadı sadece merak ettim. Sen neden gitmedin?” Söylediği şeyleri pek umursamıyor gibi masanın üzerindeki bir defteri eline alıp sayfalarını kurcalarken ekledi. “Aslı daha çok duracak mı acaba? Yoksa misafirlerle birlikte dönecek mi bu kez?” “İşlerimi halletmem biraz sürdü. Bu yüzden gidemedim. Aslı’nın ne zaman gideceğini ise bilmiyorum.” Savaş, annesinin defteri kapatıp masaya geri bırakışını izlerken aslında neler söylemek istediğini düşünmeden edemedi. Esin bir şey söylemeden kapıya doğru ilerledi. Kapıyı açtığında kafasını çevirip, “Gidip Selma’yı eve getirebilir misin? Çalışanlardan birini gönderemem şu an. Herkes işinin başında ve hiçbir şeyin aksamaması lazım.” Dedi. “Olur anne.” Diye cevap verdi Savaş. Annesi çıktığında kendisi de odadan çıkmak için acele etti. Ne de olsa Selma’yı almak için gideceği yerde Aslı da vardı ve Savaş zaten tüm günü onu göremeden geçirmişti. İşlerini bir süredir aksatıyordu ve bu aksaklık belli başlı karışıklıklara sebep olmaya başladığı için tüm gün oturup onları bitirmek için çalışmıştı. Annesi odasına geldiğinde işini henüz bitirmiş ve dinlenmek için arkasına yaslanmıştı. Masasının etrafından geçip odadan çıktığında üzerinde yorgunluktan eser kalmamıştı. Merdivenleri hızlıca indi ve girişten geçip dış kapıya ulaştı. Terasa çıktığında merdivenlere doğru koşar adım ilerledi. Aslı’nın evine yaklaştığında nefesini düzenlemek için birkaç dakika bekledi. Gömleğini düzeltip derin bir nefes verdi ve kapıya doğru ilerledi. Evde yanan ışık görmeyince şaşırdı. Kapıya vurup bekledi. Hiçbir hareketlilik olmamıştı. Tekrar vurdu. Kulağını kapıya yaklaştırdı. “Başkasının evini dinlemenin ayıp olduğunu sana öğretmediler mi?” diye bir ses işitince arkasına döndü. Hilmi sokak lambasının altında durmuş ona bakıyordu. “Kapıyı çaldım ancak kimse bakmadı.” Dedi. Hilmi kapının önüne geldi. Savaş’ın yanında durup kapıya vurdu. Yine hiçbir şey olmadı. Savaş kollarını göğsünde kavuşturdu. “Bu neydi şimdi?” “Belki sana açmıyordur kapıyı diye test ettim. Belki uyuyordur.” Kapı kolunu döndürüp açtı. “Ne yani öylece eve mi gireceksin?” “Sen kapıda kalabilirsin kıvırcık.” Hilmi salonun ışığını yaktı. Yastık ve yorgan hala koltuğun üzerindeydi. Hilmi içerideki odaya bakarken Savaş da içeri girmişti. İkisi evi kolaçan edip salonda yeniden buluştuğunda, biraz endişeliydiler. “Malikanede olmadığına emin misin? Belki kardeşinle beraberdir.” Diye soran Hilmi ilk kez bu kadar ciddi bir ruh haline bürünmüştü. “Selma ile bu doğru. Ama Selma da evde değildi ki. Sen de burada olduğuna göre senin yanında da olamazlar.” Hilmi normal zamanda olsa Savaş’ın bu söylediğine vereceği esprili yanıtları aklının ucuna bile getirmeden hızlıca evden çıktı. Savaş da arkasından yetişti. “Nereye?” “Etrafa bir bakınacağım. Belki sahildelerdir ya da ne bileyim bir yerlerde oturuyorlardır.” “Ben de arayacağım.” “Tamam. Sen sağdan git bende şuradan gidiyorum. Bir şey bulursan veya bulursam ıslık çal. Hiçbir şey bulamazsak da burada buluşalım.” Savaş kafa salladı. İkisi ayrılıp etrafta iki genç kadına dair iz aradılar. Savaş geminin güvertesine bile çıkıp etrafa bakındı. Hilmi de yolda rastladığı herkese Aslı’yı sordu. Gören olmamıştı. Hiçbir şey bulamayıp birbirlerini bulduklarında ikisi de hayli gergindi. Doruk onların yanına yaklaştığında ikisi de heyecanla ona baktılar. “Beyler bizim kaptanın oğlunu göreniniz var mı? Adı Mert. Yanık tenli, benim gibi bir çocuk.” “Ne yapacaksın onu be oğlum? Sen onu bırak da söyle bakalım Aslı’yı gördün mü?” diye sordu Hilmi. Doruk biraz düşündü. “Aslı… İsmi tanıdık geliyor. He buldum. Mert’in arkadaşı olan kızın adıydı bu. Ben Aslı falan görmedim. Ama Mert’in Aslı’nın yanına gittiğini biliyorum.” “Üçümüz de onları arıyoruz o halde. Sen en kadar zamandır Mert’ten haber alamıyorsun?” diye sordu Savaş. “Dün gece Aslı’da kaldı herhalde. Sabah da dönmedi. Dünden beri görmedim yani.” Hilmi ve Savaş bakıştılar. Hilmi Aslı’nın ormana erken gitmiş olma ihtimalini düşünürken sakallarını kaşıdı. Savaş, gidebilecekleri her yere baktıklarını düşünüyordu, orman hariç. Kısa süren sessizliklerinin ardından ikisi de aynı anda kafalarını kaldırıp ormana doğru giden yola baktılar. Doruk da nereye baktıklarını görmek için kafasını çevirdi. “Nereye bakıyorsunuz beyler?” diye sordu. Cevap çıkmadı. Merdivenleri çıkmak için hareketlenmişlerdi. Doruk bir şeyler bildiğini düşündüğü bu iki adamın peşine takıldı. Savaş ve Hilmi merdivenleri birer ikişer çıkarken onlara yetişmekte güçlük çekiyordu. Malikaneyi geçip ormana giriş yapacaklarken Doruk arkalarından seslendi. “Hey! Bu karanlıkta ormana doğru niye gidiyorsunuz? Feneriniz var mı?” bu söylediği onları durdurdu. Savaş bir fener almak üzere malikaneye doğru koşarken Doruk, Hilmi ile kaldı. Hilmi çok gergindi. Tek düşünebildiği o canavardı. Aslı ile karşılaşmamış olmasını diliyordu. Yukarı aşağı yürüyerek sabırsızlığını dizginlemeye çalıştı. O sırada ağaçların arasında bir hışırtı duyuldu. İki adam gözlerini karanlığa diktiler. Savaş da elindeki feneri açmaya çalışırken koşarak yanlarına geldi. Hilmi feneri eline alıp karanlığa dikti. İki yorgun beden gözüktü. Işık gözlerini acıttığı için elleriyle gözlerini örtmüşlerdi. “Selma?” diyerek öne çıktı Savaş. “Ağabey…” Selma’nın sesi titriyordu. Doruk, Mert’i gördüğünde derin bir nefes verdi ve yanına yaklaştı. Acı içinde kıvranan arkadaşını Selma’nın omzundan alırken, “Neler oluyor Mert?” diye sordu. “Bileğimi burktum.” “Neler oldu Selma? Bu saate kadar neden eve dönmedin? Ormanda ne yapıyordunuz?” sorularını peş peşe soran Savaş, yorgunluktan bitap düşen kardeşini kollarıyla sardı. “Aslı nerede?” diye sordu Hilmi. Elindeki feneri doğrudan Selma’nın suratına tuttu. “Selma, Aslı nerede?” Cevap olarak bayılan Selma, ağabeyinin kollarına yığıldı. Savaş onu kucaklarken Hilmi, Mert’e döndü. “Aslı nerede?” diye sordu yeniden. Yorgunluktan ve acıdan perişan olmuş Mert’ten ses çıkmayınca sinirlendi ve yakasına yapıştı. “SÖYLESENE!” diye bağırdı. Ancak Mert cevap verecek halde değildi. Doruk, Hilmi’yi ondan uzaklaştırmaya çalıştı. “Bıraksana. Görmüyor musun kendinden geçmek üzere.” Hilmi ellerini çekti. “Perim nerede? Ne yaptınız ona?” Mert’in de gözleri kapandı. Yere düşmeden önce onu yakalayan Doruk, sırtına alarak malikaneye doğru taşımaya başladı. Hilmi ormana doğru koşmaya başlamıştı. “ASLI!” diye haykırıyor, son gücüyle ona ulaşmak için delicesine koşuyordu. |
0% |