Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm "Kayıp Peri"

@albayrakirem

Malikaneye giriş yapan Savaş kucakladığı Selma’yı giriş kattaki bir odaya götürürken çalışanlara talimatlar veriyordu. Birkaç dakika içinde Selma’yı ayıltmak için yüzüne su serpilmeye ve kolonya koklatılmaya başlanmıştı. Halit ve Esin yanlarına gelen bir çalışanın haber vermesi üzerine misafirlerine bir bahane uydurarak salondan ayrıldılar ve Selma’nın yanına vardılar. Halit kızının başucuna geldi. Henüz yeni yeni gözlerini açmaya başlayan kızının elinden tuttu. “Ne oldu sana kızım?” diye sordu. Esin, kapının yanında duran oğluna baktı. “Onu nerede buldun?”

“Yolda. Eve geliyordu sanırım. Bitkin haldeydi ve bayıldı.”

Halit kızının toz toprak içindeki elbiselerine baktı. “Neredeymiş böyle? Üstüne başına bakın. Nereden geliyordu Savaş?”

Savaş cevap vermek üzereyken bir çalışan oda kapısında göründü. “Esin Hanım, iki genç malikaneye geldiler. Birisi baygın halde, diğeri yardım istiyor. Ne yapalım?”

Esin şaşkınlıkla kocasına baktı. Halit de hayli şaşırmıştı. “Neler oluyor böyle?” diye mırıldandı. Hemen arkasından, “İçeri alın ve yardım edin,” diyerek talimat verdiği çalışanı gönderdi. Savaş Aslı’yı hatırlayarak odadan çıkmak üzere bir adım attı. Ancak Esin onu kolundan tuttu. Savaş kolunu tutan ele baktı. “Nereye gidiyorsun?”

“Aslı’yı bulmalıyım anne.”

“Kardeşin perişan halde ve senin aklın o kızda mı?”

Savaş, yattığı yerde doğrulan ve uzatılan suyu yudumlayan kardeşine baktı. “Bence iyi durumda. Sadece yıkanmaya ihtiyacı var. Aslı nerede ve ne halde bilmiyorum. Gitmem gerek.” Annesinin elini, kolundan nazikçe çekti. Esin bu sefer kapının önünde durdu. “Gitmene izin vermiyorum. O kız hangi cehenneme girdiyse bırak orada kalsın. Kardeşinin sana ihtiyacı var, değil mi Selma?”

Selma adını duyunca kafasını çevirdi. Annesinin bakışları onu ürküttü ve cılız sesiyle mırıldandı. “Evet abi, lütfen yanımda kal.”

“Savaş, benimle gel,” diyerek araya giren Halit kızının başucundan uzaklaştı. “Gidip şu yardım isteyenlere bakalım beraber.” Savaş itiraz edecek gibi oldu ancak Halit babacan bir edayla omzuna dokunduğunda bundan kaçışının olmadığını kabullenmek zorunda kalmıştı. O ikisi diğerlerinin yanına giderken odada birkaç çalışan ve anne kız kalmıştı. “Herkes dışarı!” evin hanımının bu emri derhal yerine getirildi. Kapı kapatıldığında Esin yatağa yaklaştı. Selma şimdi daha iyiydi. Gözlerini annesinden kaçırıyordu. “Mert ile mi birlikteydin?” diye sordu. Selma cevap olarak kafasını öne eğdi. Annesi yatağın ucuna ilişirken elini kızının çenesine koyarak yüzünü kendisine çevirdi. “Sana onunla görüşmende herhangi bir sorun olmadığını söylememiş miydim? Çekinmene gerek yok. Şu malikaneye gelen gençlerden birisi Mert mi?”

Selma kafasını salladı.

“Neler oldu kızım? Bana anlat. Sana yardım edeceğim.”

“Aslı’ya da yardım eder misin?” Esin kızının, nefret ettiği o kızdan bahsetmesine sinirlenmiş olsa da gülümsemeye çalıştı. “Elbette. Şimdi bana her şeyi anlat.”

“Ormana gittik. Mert, Aslı ve ben. Her şey başta çok iyiydi ancak sonra istemediğimiz şeyler oldu.”

“Ormanda ne arıyordunuz?”

“Aslı’nın projesi için araştırma yapıyorduk. Buraya onun için gelmiş. Hayvanlarla ilgili bir araştırma…” Selma yutkundu. “Bir ara yarış yapmaya karar verdik. Fikri ortaya atan bendim ve bundan o kadar büyük pişmanlık duyuyorum ki… Mert koşarken ayağını burktu. Aslı ile uzunca bir süre onu taşıdık. Ama ormanda kaybolmuştuk resmen. Sonra o şeyin sesini duyduk…”

Esin’in tüm bedeni ürperdi. Gözleri çabucak kızının üzerini taradı. Selma bunu fark edince, “Onu görmedik sadece sesini duyduk. Ama o bile yetti korkmamıza. Anlattıklarını hatırladım. O şeyin ne kadar tehlikeli olabileceğini, bize zarar verebileceğini… Anne ben her şeyi Mert’i korumak için yaptım inan ki…” Hıçkırıklara boğulmuştu. Esin sakinleşmesi için ona su verdi. “Sonra ne oldu?”

“Sesi çok yakından geliyordu. Mert koşamazdı ve onu geride bırakamazdım. Aslı’yı aşağıya itmek zorunda kaldım. Onu öldürdüm anne!” elleriyle yüzünü kapatırken gözyaşlarına boğulmuştu. Sarsılarak ağlıyordu. Esin duydukları karşısında şoke olmuştu. Aslı’dan kurtulmuş olduğuna inanamıyordu. Kızını sakinleştirmeye çalıştı. “Selma, sakin ol. Senden başka bir de Mert mi biliyor bunu?”

Selma ağlamalarının arasında onaylayıcı birkaç kelime mırıldandı. “Bunu kimsenin öğrenmemesi lazım kızım. Beni anlıyorsun değil mi? Eğer Aslı’nın öldüğü haberi yayılırsa başımız belaya girer. O yüzden bundan kimseye bahsetmeyeceksin.”

“Ama Mert… o benden nefret bile ediyor olabilir şu an. Ve Aslı’nın başına gelenleri herkese anlatacaktır.”

“Sen merak etme. Şimdi yerinden kalk ve onun yanına git. Her şeyi bana anlattığını ve benim her şeyi halledeceğimi söyle ona. Bu onu susturacaktır. Zaten gemisi de kalkmak üzere. Kaptan haber gönderdi. Misafirler de yakında gidecek.”

Selma, annesinin bu iş bitiriciliği karşısında ağlamayı bırakmıştı. Annesi onu yataktan kaldırırken gözlerini sildi. “Şimdi doğruca oraya git. Unutma, kimse bilmeyecek.” Esin, onu Mert’i götürdükleri odaya doğru iteledi. Savaş ve Halit odadan henüz çıkıyordu. Esin bir el işaretiyle dikkatlerini çekti. “Aslı bulundu. Merak edecek bir şey kalmadı. Başka bir arkadaş edinmiş.”

Selma, duyduğu bu yalanla sersemlemiş bir halde babası ve ağabeyinin yanında geçerek odaya doğru ilerledi. Savaş şaşırmıştı. “Nasıl yeni bir arkadaş?”

“Arkadaş işte.” Elini umursamıyor gibi salladı. “Bilirsiniz onun gibi kızlar hep biraz şeydir…”

Halit kaşlarını çattı. “O ne demek Esin?”

“Şu Mert yok mu, hani Selma ile arkadaşlık eden. Şu an içeride uzanan çocuk. Onun bir arkadaşıyla görüşüyormuş Aslı. Araları da baya iyiymiş. Şu konukevlerinden birinde kalıyormuş onunla. Ondan ortalarda gözükmüyormuş. Dün de o çocukla gitmiş. Bu yüzden kızımız ve kaptanın oğlu beraber ormanda yürüyüşe çıkmışlar ve yolu karıştırıp kaybolmuşlar.” Esin sırıtmamak için dudaklarını kemiriyordu. Keyfi yerindeydi çünkü baş belasından kurtulmuştu. Ve şimdi ortaya attığı bu yalanla oğlunu yas tutmaktan koruyacaktı. Savaş inanmaz bir halde ona bakarken içindeki kahkahaları susturmaya çalıştı. “Aslı öyle bir kız değil anne. Selma mutlaka yanlış anlamıştır.”

“Bunda yanlış anlaşılacak bir durum yok ki Savaş? Aslı genç ve bekar bir kız. Burada ailesinden uzakta tutkulu bir aşkın kucağına kendisini bırakması, tam da onun gibi kızlardan beklenebilecek bir davranış.”

Savaş duydukları karşısında neye uğradığını şaşırmıştı. Gerçek olduğuna inanmıyordu ve eğer Aslı’nın hayatında bir adam olacaksa bunun Hilmi olacağını biliyordu. Bu gerçek her ne kadar canını yakıyor olsa da her şey ortadaydı. Selma’nın annesine bahsettiği kişinin kim olduğunu bilmiyordu, öyle birinin olup olmadığını bile bilmiyordu. Tek bildiği Aslı’nın dün gece kardeşini yanında evine götürürken herhangi birisiyle buluşmayı düşünen bir tavır içinde olmamasıydı. Eğer öyle olsaydı ne diye kardeşini yanında götürmüş olsun ki? “Yanılıyorsun anne,” diye çıkıştı. “Selma da yanılıyor. Bu söylenenler tam bir saçmalık! Aslı da onlarla ormanda olmalı!”

“Ah benim masum çocuğum, sen onun gibi kızların hilelerini bilmez misin hiç? Kardeşin bana her şeyi anlattı. Bilirsin ki Selma bir bebek kadar masumdur ve yalan söyleyemez. Üstelik Aslı’yı ne kadar sevdiğini biliyorsunuz. Ne diye ona iftira atsın?” Esin’in bu sözleri diğerlerini düşündürdü ve her ne kadar Aslı’ya toz konduramasalar da olanları kabul etmek zorunda kaldılar. Esin derin bir nefes verirken hafifçe gülümsedi. “Eminim sevgilisiyle dönecektir. Biz de kendi sıcak ailemizle baş başa kalacağız. Ne güzel!” Etrafa şaşkınca bakan kocasının koluna girdi. “Hadi misafirleri daha fazla yalnız bırakmayalım ki şüphelenmesinler.” Karı koca oradan uzaklaştılar. Savaş ise bir süre daha öylece kalakaldı. Arkasındaki odadan çıkan Doruk, omzuna dokunana kadar da kendine gelemedi.

“Birader, bizim elemanın bileği fena incinmiş. Onu aşağıya indirmemde bana yardımcı olur musun?”

Savaş ilk önce Doruk’u aydınlıkta görmenin şaşkınlığını yaşadı. Ardından söylediklerini anlamlandırmaya çalıştı. Doruk kendisine aval aval bakan bu adama kendisini tanıtmadığını hatırlayarak, “Adım Doruk, gemiciyim. Mert de kaptanın oğlu,” dedi.

“Aslı’yı tanıyor musun?” diye soran Savaş öfkeli bakışlarla ona baktı. Doruk bir adım geriye gitti. “Hayır. Tanımıyorum. En başından söylediğim gibi Mert’in arkadaşı olduğunu biliyorum sadece.”

“Sadece onun arkadaşı mı?” Savaş bunu sorarken o kadar rahatsız olmuştu ki. Doruk bir kaşını havaya kaldırdı. “Ne demek istediğini anlamadım.”

Savaş konuşmadan önce nefes verdi. “Yani… yakın arkadaşı var mıydı?”

“Kimin? Aslı denen kızın mı? Ne bileyim ben. Görsem tanımam ki onu.”

Savaş ondan sorularının cevaplarını alamayacağını anlayınca gitmek üzere döndü. “Çalışanlara benim emir verdiğimi söylersen sana yardım edeceklerdir. Ama bu gece burada kalabilirsiniz,” diyerek uzaklaştı. Doruk aldığı bu cevaptan sonra rahatlayarak yardım için birilerini bulmaya çalıştı.

Bu sırada Mert bir çalışanın ayağına müdahalesi ile rahatlamıştı. Az önceki baygınlığında duyduğu seslerin Halit ve Savaş’ın olduklarını ayırt edebilmişti. Ancak gözlerini açtığında onları odadan çıkarken görmüştü. Durumunu kontrol eden çalışan da işini bitirip çıkarken Selma kapıda görünmüştü. Mert ona olan öfkesini yeniden hatırlayarak kafasını başka tarafa çevirdi. Selma usulca kapıyı kapattı ve yatağın köşesine oturmak için ilerledi.

“Mert…”

Mert cevap vermedi. Selma’nın cesareti kırılmıştı ancak annesinin sözleri onu konuşmaya zorluyordu. “Ben… Böyle olsun istememiştim. Ama-”

“Ama yine de onu aşağıya ittin, öyle mi?” diye çıkıştı.

“Ona bir şey olmamıştır. Eminim.”

“Şaka mı yapıyorsun? Senin yüzünden ona yardım edemedim ve o hayvanla onu yalnız başına bıraktık. Gidip herkese anlatmalı ve onu bulmalıyız!”

Selma panikledi ve çabucak annesinin sözlerini mırıldandı. “Hayır, buna gerek yok. Yani… ben zaten anlattım. Annem her şeyi biliyor ve gereken her şeyi yapacak. Hatta şimdi bir grup insanı onu bulması için gönderdi bile.”

Mert sesi titreyen Selma’ya şüpheyle bakmaya başlamıştı. Selma onu inandırmak için konuşmayı sürdürdü. “Gelir gelmez anlattım her şeyi. Birazdan haber bile gelebilir. Onu sapasağlam getirecekler.” Elini Mert’in eli üzerine koydu.

Kapı açıldığında kafalarını çevirip gelene baktılar. “Uyandın mı küçük kaptan?” diyen Doruk kapıdan içeri daldı. “Seni tanımasam hanım evladı diyeceğim he. Ayağını burkmak da nereden çıktı oğlum?”

Mert elini Selma’nın elinden çekti ve doğruldu. Selma yataktan kalkmıştı şimdi. Mert ayaklarını yatağın kenarından sarkıttı. “Gidelim Doruk. Yardım et de kalkayım.” Doruk arkadaşının elinden tutarak koluna destek verdi ve kalkmasına yardım etti. “Bu gece burada kalabilirmişiz. Ama işin doğrusu annen meraktan çatlamak üzere. Yani eğer biraz daha seni göremezse deliye dönebilir.”

“O niye?”

“İçinde kötü bir his varmış. E haklı da çıktı şimdi. Ayağını sakatlamışsın. Annelerin süper güçleri var cidden.”

“Azarlanamaya hazırlanayım o zaman. Hadi gidelim. Annemin azarlaması ninni gibi gelir şimdi bana. Hem burada nefes alamıyorum.” Selma’ya baktı. “Annem haklıymış. İnsanlar çok tehlikeli olabiliyormuş. Kendisini kurtarmak için birilerini kolayca feda edebiliyormuş.” Selma’nın gözleri dolmuştu ancak Mert kafasını çevirdi ve yürümeye başladı. Doruk ile odadan çıktılar. Selma ne onu durdurabildi ne de herhangi bir şey söyleyebildi. Burnunu çeke çeke ağlamaya başladı ve az önce Mert’in kalktığı yatağa uzanıp yastığa sarıldı. Gözyaşları yastığı ıslatırken onu bulmak için odaya gelen birileri olana kadar orada öylece yattı. Bu saatler sürdü ve kız uykuya daldı.

Sabahleyin odayı temizlemek için gelen bir çalışan onu bembeyaz çarşafların içinde üstü başı kir toz olmuş bir halde uyurken bulmuştu. Uyandırıp uyandırmama konusunda kararsız kalarak Esin Hanım’a haber vermeye gitmişti. Esin bir bebek gibi rahat bir uyku çekmişti ve keyfine diyecek yoktu. Yanına gelen çalışana gülümseyerek cevap vermiş ve Selma’yı kaldırıp yıkanmasına yardım ederken birkaç şarkı bile mırıldanmıştı. Selma her ne kadar üzgün olsa da annesinden gördüğü bu şefkat sayesinde kendisini biraz da olsa toparlamaya başlamıştı. Hatta annesi onun saçlarını tararken Aslı’yı tamamen unuttuğu bile söylenebilirdi.

~

Hilmi nefesi kesilene kadar koşmaya devam ediyordu. Elindeki fener koşmasının etkisiyle sallanıyor, gözleri bulanıyordu. Ayağı kayıp yere kapaklandığında toprağı yumruklamaya başlamıştı. Ne hissettiğini bilemiyordu. Öfke ve korku onu ele geçirmişti sanki. Kötü bir şeyler olduğuna artık emindi. “Aslı neredesin?” diye haykırdı bir kez daha. Ancak sesi bağırmaktan çatallaşmıştı. Yerden destek alarak ayağa kalktığında hızla inip kalkan göğsünün sakinleşmesini beklerken yeniden bağırmaya başlamak için sesini düzeltmeye çalıştı. İzleri buldukları yere kadar gelmişti. Ormanın derinlerine doğru adımlarını hızlandırırken Aslı’yı ormanda bırakmamaya kararlıydı.

Güneş doğarken yorgunluktan yere yığılmış ve ne kadar çabalarsa çabalasın geri kalkamamıştı. Onu, büyücü gelip bulmuştu. Hilmi’nin arkadaşlarından bazılarını peşine takarak onu yığılıp kaldığı yerden kaldırtmış ve eve dönmesini sağlamıştı. Aşağıya inmeden önce geriye dönüp ormanın içine bakan büyücü, “Umarım ölmemişsindir sevgili gazeteci,” diye mırıldanmıştı.

Eve döndüklerinde herkesin suratı beş karıştı. Herkes huzursuzdu ve Hilmi’nin yatağının etrafına dizilmiş, gözlerini açmasını bekliyorlardı.

Büyücü hazırladığı bir şurubu Hilmi’ye içirdi. Bu şurup onu biraz daha uyutacak ve daha iyi uyanmasını sağlayacaktı. O uyanana kadar Aslı’nın sağ salim dönmesini umut ederek kendi evine geçmişti.

Savaş annesinden öğrendiklerini yalanlayabilmek adına konukevlerini ziyaret etmişti. Bu onun için büyük bir utanç konusu olmuştu. Konukevi sahibi, Aslı’yı hiç görmediğini söylediğinde ağlamamak için kendisini zor tutmuştu. Yüreğindeki şüphe tamamen kaybolmasa da onu rahatlatan bir cevap alabilmişti. Güneş doğarken o da Hilmi gibi yorgunluktan bitap düşmüş vaziyette salınarak yeni yeni kurulmaya başlanan pazardan geçmişti.

Merdivenlere geldiğinde bir basamağa geçip oturdu. Yüzünü elleri arasına alarak düşünmeye başladı. Selma’nın sözlerine anlam veremiyordu. Aslı’yı yanlış anlaması için bile ortada bir sebep bulamıyordu. Üstelik bu bir yanlış anlaşılma da değil düpedüz bir iftiraydı. Aslı’nın nerede olabileceğini ise bir türlü bulamıyordu. Arkasından gelen ayak seslerine doğru kafasını çevirip baktığında misafirlerin gelmek üzere olduğunu fark etti. Yerinden kalkarak henüz kendisini fark etmemiş olan misafirlerin görüş açısından çıktı. Geçip gitmelerini seyretti. En arkadan giden Selma’yı kolundan tutup durdurdu. Selma şaşırdı. "Abi? Burada ne arıyorsun? Gece eve gelmedin mi?”

“Neden Aslı hakkında yalan söyledin?”

“Ne yalanı? Ben yalan falan söylemedim ki.” Selma gözlerini kaçırdı.

“Selma! Aslı o konukevinde değildi. Onu kimse görmemiş dünden beri. Ama sen gördün. Neden bize işin aslını anlatmıyorsun? O akşam Aslı ile eve gitmene izin verdim. Hatırlıyorsun değil mi? Eğer Aslı birisiyle görüşüyor olsaydı seni yanında götürmezdi. Peki sen neden onun hakkında böyle şeyler söyledin?”

“Abi ben hiçbir şey bilmiyorum. Sabah uyandığımda Aslı yoktu işte.” Selma ağlamaklı olmuştu. Savaş’ı ikna edememekten korkuyordu. Yeniden Aslı’yı düşünmeye başlamıştı. Suçluluk duygusu tüm bedenini esir altına almaya başlamıştı. Gözlerini kaçırıp önüne baktı. Misafirler basamakları bitirmek üzereydi. Mert’i yolculuğa çıkmadan önce görme şansı her an ellerinden uçup gidebilirdi. “Doğru söylüyorum abi. Aslı’yı ne kadar sevdiğimi biliyorsun.”

“İşte bende bu yüzden ona neden iftira attığını anlayamıyorum ya…”

“Şimdi gitmem lazım. Misafirler gemiye ulaşmak üzere. Hem Mert ile vedalaşmalıyım.” Selma çabucak ağabeyinden uzaklaştı. Sorular onu terletmişti. Derin bir nefes vererek Mert’i görebilmek umuduyla misafirlerin peşine takıldı. Savaş arkasından bakmakla yetindi. Bir yandan kardeşinden şüphe ediyor diğer yandan da bunu yapmasını gerektirecek hiçbir şey olmadığını düşünerek doğruyu söylediğine inanmak zorunda kalıyordu. Savaş üzerini değiştirip biraz dinlenmek üzere malikaneye döndü. Bedeni yorgundu ama zihni deli gibi çalışıyordu. Kalbinde tarif edemediği bir sızı vardı. Eve geldiğinde doğrudan odasına gitmek üzere merdivenlere yöneldi. Odasının olduğu kata çıkıp kapısının önüne geldiğinde yerde süzülen kalın tozlar onu meraklandırmıştı. Tozların çatı katına çıkan kapının önünde yoğunlaştığını gördüğünde kaşlarını hayretle yukarı kaldırdı. Kapıya yaklaşıp açtı. Karanlık merdivenlerin ışığını yaktığında üst kata çıkan ve aynı şekilde de inen ayak izlerini gördü. Şaşkınlığı büsbütün artarken merdivenleri tırmandı. Tahir Çimen’in odasının kapısını yarı açık gördü ve oraya doğru yöneldi. Odaya adımını attığında birinin odada dolaştığını belli eden izlerle karşılaştı. “Kim buraya çıkmış olabilir ki?” diye sesli düşündü. Ancak aklına kimse gelmedi. Dağılmış dosyaların olduğu tarafa yaklaştı. Birinin yere oturup dosyaları karıştırdığı çok açıktı. Tozların kalkmış olduğu kısma baktı ve gözüne bir saç teli takıldı. İlk önce onu da bir toz zannetmişti ancak uzanıp eline aldığında bunun kısa bir saç olduğunu fark etmişti. Bu kısalıkta bir saça sahip olan tek bir kişiyi tanıyordu. “Aslı… Buraya neden gelmiş olabilirsin?” yerden doğruldu ve aşağıya inen ayak izlerini görmesine rağmen tüm katı dolaşarak Aslı’yı aradı. Ancak bu arayışı sonuçsuz kaldı. Çünkü Aslı oradan hayli uzaktaydı.

Loading...
0%