@albayrakirem
|
Savaş alt kata indiğinde hayli dalgındı ve üstü başı toz içindeyken çalışma odasının olduğu kata geçiş yapmıştı. Babasının çalışma odasında çalan telefon onu dalgınlığından çekip çıkardığında durup telefonu birinin açmasını bekledi. Açan olmayınca çalışma odasının kapısını aralayıp içeri girdi. Derin bir nefes alıp sesini düzeltmek için hafifçe öksürdü. Ahizeyi kaldırıp, “Buyurun Atmazer Malikanesi” dedi. Telefonun ucundaki ses, “Selam, ben Barış Kale. Atmazer ailesinin herhangi bir üyesiyle konuşabilir miyim?” “Şu an zaten konuşuyorsunuz. Ben Savaş Atmazer.” Barış’ın sesi iyice keyifli gelmeye başlamıştı. “Malikanenizde misafir ettiğiniz Aslı Bozbay hakkında sizi uyarmak istiyorum. Onun hakkında bilmediğiniz şeyler var.” “Nedir?” “Bildiklerim çok mühim şeyler. Öyle basitçe söylenip ortaya dökülmemeli.” “O zaman söylemeyin.” Savaş telefonu kapatmak üzere kulağından çekti. Barış sert kayaya çarptığını anlayınca, “Bekleyin,” diyerek bağırdı. Savaş yeniden ahizeyi kulağına götürdü. “Sizi dinliyorum.” “Biraz sabırsız çıktınız sizde! Burada bir anlaşma yapmaya çalışıyorum. Sizin hiç umurunuzda değil bayım,” diye çıkıştı Barış. “Aslı’yı gayet iyi tanıyoruz. Sizin bize vereceğiniz bilgilerin doğruluğu zaten bize güven verecek seviyede olmayacaktır. Ne diye sizin gibi ne idüğü belirsiz şahıslarla anlaşma yapalım?” “Aslı’yı iyi tanıyorsanız mesleğini ve oraya geliş amacını da pekâlâ biliyorsunuzdur o zaman. Tüh tüm büyü bozulmuş. Neyse size iyi günler.” Barış telefonun diğer ucunda sessizce bekledi. Savaş, “Ne demek istiyorsunuz?” diye seslendi. “Anlaşma diyorum bayım. Anlaşma.” Savaş bu sesin sahibine hiç güvenemese de Aslı’nın ortadan kaybolmasıyla bir ilgisi olabileceğini düşünerek anlaşma yapmaya razı oldu. Barış’ın söylediği miktarı ödemek için bilgisayarından işlemleri halletti. Para hesabına yattıktan sonra iyice keyiflenen Barış, “Savaş Bey, siz sözünüzde durdunuz. Sıra bende. Öncelikle size söyleyeceğim her bir bilginin doğruluğunu kanıtlayabileceğimi size bildirmekten büyük onur duyarım.” Savaş cevap vermedi. “Her neyse… Adımın Barış olduğunu söylemiştim. Bir gazeteciyim. Tıpkı sevgili Aslı Bozbay gibi.” Savaş ilk duyduğunda anlayamadı. “Ne?” “Doğru duydunuz beyefendi. Aslı bir gazeteci ve oraya geliş amacı da kendi haberini bulmak. Aslına bakarsan orada bir haber olduğu yalanını ortaya atan benim. Biraz eğlenmek ve onunla dalga geçmek istemiştim. Ancak uzun bir süredir geri gelmeyince orada gerçekten de bir şeyler bulduğundan şüphe etmeye başladım. Bu bir aile sırrı olabilir diye de sizlere haber vermek istedim. Aslı hala oradaysa elindeki kanıtları almanızı tavsiye ederim.” Ahize Savaş’ın elinden düştü ve masaya çarparak köşesinden aşağı sarkmaya başladı. Kablosu yukarı aşağı hareket ediyordu. Savaş donup kalmıştı. Barış telefonun diğer ucundan sesini ona duyurmaya çalışıyordu. Sonunda muhatabı kalmadığını idrak edince de “Nasıl olsa paramı aldım,” diyerek telefonu kapatmıştı. Telefonu kapattıktan sonra sallana sallana ofisten çıkış yaptı. Ağzı kulaklarındaydı ancak neden sonra durdu. “Tabii ya, niye bu aklıma gelmedi?” diye kendine kızarak alına vurdu ve bilet bulmak için çabucak internete girdi. Aslında her şey Barış’ın yolda Aslı’nın annesiyle karşılaşması ile başlamıştı. Ona Aslı’nın çok yakın arkadaşı olduğunu ve onu merak ettiğini söylemişti. Aslı’nın annesi ise onun hala dönmediğini, yakında haberini tamamlayıp geri döneceğini söylemişti. Çok az kaldığını söylemeyi de ihmal etmeyerek kızıyla gurur duyduğundan uzun uzun bahsetmişti. Barış Aslı’nın övülmesini büyük bir kıskançlıkla dinledikten sonra oradan koşar adım uzaklaşmıştı. Ancak Aslı’nın annesi ona, “Neden diğerleri de onunla gitmedi?” diye sorması onu durdurmuştu. “Nasıl?” “Yani haber varmış ya. Müdür neden bizim kızı öyle tek başına göndermiş? Birkaç kişi gitseniz daha iyi olmaz mıydı? Her zaman böyle görev mi veriliyor?” “Görev?” Barış şaşırmıştı. “Aslı size öyle mi söyledi? Aslı’ya kimse görev vermedi ki. O kendi haberin peşine yola çıktı. Orada haber olup olmadığı bile belli değil. Ve eğer haber yoksa kovulacak.” Aslı’nın annesi kalakaldı. Elindeki alışveriş poşetleri kayıp yere düştü. Soğanlar etrafa dağılırken Barış arkasını dönüp yoluna devam etti. “Aptal Aslı, demek herkese yalan söyledin. Ben sana yapacağımı biliyorum.” işte o zaman Atmazerlere haber vermeye karar vermişti. Şimdi de yola çıkıp Aslı’nın bulduğu haberi ondan çalmayı kafasına koymuştu. “Ulan keşke her şeyi söylemeseydim Savaş denen herife,” diye kendine kızdı. “Neyse, belgeleri bir bulayım da kimde olursa olsun almasını bilirim.” Bir ıslık tutturdu ve salına salına yoluna devam etti. Savaş, çalışma odasına annesi girene kadar orada öylece dikilmişti. Annesi onu, üstü başı toz içinde görünce şaşırmıştı. “Bu halin ne Savaş? Nereye gittin ve bunca tozu nereden buldun?” ahizeyi sarktığı yerden aldı. “Bu ahize niye yerinde değil? Sana soruyorum Savaş?” oğlunu kolundan tutup sarstı. Savaş onu ilk kez görüyor gibi yüzüne baktı. “Anne?” “Neler oluyor?” “Yok bir şey.” Masanın kenarından geçti. Esin peşinden giderek, “Ne oldu Savaş? Biri mi aradı? Kötü bir şey mi oldu?” diyerek sorgusunu sürdürmek istedi. Savaş adımlarını hızlandırırken “Bir şey yok anne,” diye konuştu. Kendisini odaya attığında odada bir aşağı bir yukarı hızlı voltalar atmaya başladı. Öğrendiği şeyler karşısında ne yapacağını şaşırmıştı. Aslı’nın bir gazeteci olduğunu ve oraya onların sırrını ortaya dökmek üzere geldiğine inanmak ona hayli zor geliyordu. Annesinin bu gerçeği öğrendiği an Aslı’ya bir zarar vermesinden korkuyordu. Bu sebeple Aslı’yı bulup onunla konuşana kadar öğrendiklerini kimseyle paylaşmamaya karar verdi. Üzerindeki tozdan kurtulmak üzere hızlıca banyoya girdi. Çıktığında çabucak hazırlanıp Hilmi’yi bulmak için dışarı çıktı. Onu koridorda yakalayan annesini hızlıca geçiştirirken hayli zorlanmıştı. Savaş aşağıya indiğinde pazarda dolaşarak Hilmi’yi aramaya başlamıştı. Ancak her yere bakmasına rağmen onu hiçbir yerde bulamamıştı. Tam aramayı bırakacağı sırada Hilmi’nin arkadaşlarından birisi olan Serdar’ı fark etti. Elinde alışveriş poşetleri vardı. Yanına yaklaştı. “Merhaba,” dedi çekine çekine. Serdar sese doğru kafasını kaldırdığında Savaş’ı göreceğini hiç düşünmediğinden şaşırmıştı. Etrafına bakınarak kiminle konuştuğunu çözmeye çalıştı. “Serhat mıydı?” diye sordu Savaş. “Serdar,” diyerek onu düzeltti. “Hilmi nerede?” “Ne yapacaksın? Onu neden arıyorsun?” “Onunla konuşmam lazım. Çok önemli. Beni ona götürür müsün?” “Gazeteci kızla mı ilgili?” Savaş ağzı beş karış açık ona baktı. Serdar, “Aslı yani. Ondan bahsediyorum,” diyerek açıklama yaptı. “Sen onun mesleğini nereden biliyorsun?” “Benim neyi nereden bildiğim önemli değil. Senin ne bildiğin ve ne kadarını bize söyleyeceğin önemli.” “Tamam. Beni ona götürecek misin?” “Götüreyim ama şu an baygın yatıyor. Onu ormanda bulduk. Perişan haldeydi ve büyücü iyileşmesi için bir şeyler verdi ona. Hala uyanmadı.” Savaş kafa salladı ve onun peşine takıldı. Serdar’ın belinde parıldayan bıçağın ucu onu düşündürdü. Kendisinden hayli nefret ettiği çok açıktı ve onu bir köşede öldürebilirdi. Bu sebeple onu durdurdu ve yanına şerifi de alarak tekrardan geldi. Serdar onun ne için bunu yaptığını anlamıştı. “Korkmana gerek yoktu. Seni öldürmek isteseydim pazarın ortasında da bunu yapardım. Ama madem bu ihtiyar adamı peşinde götürdün. Öyle olsun.” Şerif, Savaş kendisini çağırdığında sebebini sormaya fırsatı olmamıştı. Serdar’ı gördüğünde, “Bu serseri mi tutuklanacak?” diye sorarak belindeki kelepçeye uzanmıştı. “Hayır şerif bey, sizden benimle onların evine gelmenizi istiyorum. Yolda da size danışmak istediğim bir mesele hakkında konuşmak istiyorum.” Serdar önde diğer ikisi arkada yola çıktılar. Şerif için hayli uzun bir yol olacağa benziyordu. Yıllardır evi ve polis merkezi arasındaki birkaç adımlık mesafeden başka pek nadiren adım atardı. Şimdi Hilmilerin evine doğru yola çıkmışlarken yolu nasıl bitireceğinin derdine düşmüştü. Savaş’a gelemiyorum diyemezdi çünkü malikane ile ters düşmek istemezdi. Onlara ayak uydurmaya çalışarak biraz önüne geçmiş olan Savaş’a yetişti. “Savaş Bey, benimle konuşmak istediğiniz şey nedir?” Savaş bir süre cevap vermedi. Aslı’nın başına ne geldiğini bilmiyordu. Ve eğer bir şey gelmişse ki bunu düşünmek bile istemiyordu- o zaman bunun kendi ailesiyle alakalı olup olmayacağından endişe duyuyordu. Çatı katına çıkanın Aslı olduğuna kesin olarak karar vermişti. Orada ormandaki canavar hakkında bir şeyler bulmuş olma ihtimali hayli yüksekti. Öğrendiklerini kendi gözleriyle görmek üzere ormana gitmiş olabilirdi. Ancak burada Selma’nın ifadesi kafasını karıştırıyordu. Mert ile yürüyüşe çıktıklarını söylerken Aslı’nın yanlarında olmadığı konusunda kesin konuşmuştu. Aslı onlara haber vermeden başka bir yoldan ormana gitmiş olabilir miydi? Şerife bir cevap vermesi gerektiğini hatırladığında, “Şerif Bey, Aslı hakkında endişe ediyorum. Onun tehlikede olabileceğini düşünüyorum,” dedi. “Nasıl bir tehlikeden bahsediyorsunuz? Kim tarafından gelecek bir tehlike?” Savaş annesinden bahsetmek istemiyordu. Annesinin Aslı’nın buraya ormandaki canavar için geldiğini bilmemesi gerekiyordu ve eğer bir ihtimal öğrenirse de Aslı’ya zarar vermeden uzaklaştırılması gerektiğini biliyordu. Annesinin bu sır konusunda ne kadar katı olduğunu hatırladı. Selma’nın bile haberi olmamıştı. Savaş bazen kendisinin de bu korkunç sırdan habersiz olmasını istiyordu. Yabancı birinin bu sırrı öğrenmesi üstelik de bunu haber yapacak olması ailesini çok zor duruma sokacaktı. Annesi bunun olmaması için her şeyi yapacaktı. Bu sebeple annesi her şeyi henüz öğrenmemişken Aslı’yı bulmalı ve onunla konuşmalıydı. “Herhangi biri değil Şerif.” Annesinin adını veremezdi. “Ben sadece dünden beri Aslı’ya ulaşamadım. Onun nerede olduğunu bilmiyorum. Hilmi ile bütün bir gün onu aradık ve bir zarara uğradığından endişe ediyoruz. Şimdi Hilmi’nin evine gitme sebebimiz de bu. Aslı hakkında yaptığımız araştırmayı genişletmek ve onu en kısa sürede bulmak.” “Adada olmama ihtimali yok mu? Birkaç genç kayıkla denize açılmıştı. Onlara katılmış olamaz mı?” Savaş durup şerife baktı. “Ne zaman oldu bu?” “Zamanını pek hatırlamıyorum ama dünden önceki gece olabilir.” Bu Selma’nın Aslı ile gittiği geceyle aynı vakte denk geliyordu. Hala Selma’nın sözlerine güvenmekle güvenmemek arasında bocalarken onun doğru söylediği varsayımıyla hareket etmeye karar verdi. “Hilmi’ye de bunu söyleyelim ve bahsettiğiniz kayıkların nerede olduğuna gidip bakalım.” Şerif, “Yine de o tepeye çıkacak mıyız yani? O serseri kendi gelemez mi?” diye sızlandı. Savaş onu duymadı bile, yanından geçip hayli ilerlemiş Serdar’a yetişmeye çalıştı. Şerif de mecburen peşlerinden ayrılamadı. Serdar evin önüne geldiğinde dönüp arkasına baktı. Savaş gözlerini etrafta gezdirirken hemen arkasındaki şerif kıpkırmızı olmuş bir suratla nefes nefese yürümeye çalışıyordu. Savaş yaklaştığında, “Eve girebilir miyiz?” diye sordu. “Biraz bekleyin. Ben diğerlerine haber vereyim.” Savaş durdu ve şerifin kendilerine yetişmesini beklerken Serdar’ın eve girişini izledi. Şerif henüz yanına varmıştı ki Gökhan kapıda gözüktü. Şüpheyle onlara bakıyordu. Hemen arkasından kafasını uzatan Serdar onu kenara iterek Savaş’a el etti. Eve doğru yaklaştılar. Gökhan hala kapının eşiğinde duruyordu. Serdar onu omzundan çekiştirerek yolu açarken, “Ateşkes var,” diye kulağına fısıldadı. Şerif ve Savaş eve girmişlerdi. Diğerlerinin seslerini duydukları odaya doğru ilerlediler. İçeride hala az önce Serdar’ın getirdiği haberin üzerine dönen tartışma sürüyordu. Gıcırdayan kapıdan içeri süzülen Şerif ve Savaş gözlerini her birinin üzerinde gezdirirken onlar da tartışmayı yarıda bırakmış, gözlerini bu iki adama kenetlemişti. Gözlerini yeni yeni açmaya başlayan Hilmi yatakta kıpırdandı. Ayak ucunda oturan Ali’yi görünce, “Ne oldu?” diye homurdandı. Ali yatağın kenarından kalkarken, “Uyandı,” diyerek diğerlerine haber verdi. Yatağının etrafını dolduran kalabalık Hilmi’yi huysuzlaştırmıştı. “Ne oldu da tepeme üşüştünüz?” “Hatırlamıyor musun oğlum?” “Neyi?” Odaya giren Serdar ve Gökhan da aralarına katıldığında Ali, “Onu ormanda baygın bulduğumuzu söylemeli miyiz şimdi?” diye sordu. “Yani şimdi söylememiş mi oldun?” diye çıkıştı Gökhan. Savaş onlardan müsaade isteyerek doğrulmaya başlayan Hilmi’nin karşısına geçti. “Savaş?” “Aslı hakkında bir şeyler öğrendim. Yardımına ihtiyacım var.” Hilmi her şeyi yeniden hatırladığında kafasına üşüşen kalabalığı dağıtmak üzere, “Odayı boşaltın hadi. Ben birazdan gelirim,” dedi. Diğerleri bir bir odadan çıkarken Savaş’a döndü. “Ne öğrendin? Onu buldun mu yoksa? Nerede?” kafasını çevirdiğinde şerifi gördü. “Şerif? Aslı’ya bir şey mi oldu?” Savaş, Hilmi’nin yanına çöktü. “Aslı’nın gazeteci olduğunu biliyor muydun?” Hilmi cevap vermedi. “Demek meraklı olması bundandı," diye yorumda bulundu Şerif. İki adamın bakışları üzerinde toplandığında, “Neyse ben pencereden bakayım,” diyerek Hilmi’nin her zaman örtmeyi unuttuğu ancak şimdi büyücü tarafından örtülmüş olan perdeyi açtı. Gözüne güneş ışığı gelen Hilmi eliyle gözlerine siper etti. “Ailemizin bir sırrını öğrendiğini düşünüyorum. Buna dair kanıtlarım var. Bu sırrın ona zarar vermiş olmasından endişe ediyorum,” diyerek kısık sesle konuştu Savaş. Hilmi yine cevap vermedi. Aslı’nın onların sırrını öğrendiğini zaten biliyordu. Üstelik izleri bulduğunda beraberdiler. Savaş konuşmaya devam etti. “Ormana gitmiş olmasından endişe ediyorum ancak gelirken şerifin söylediği şey de beni umutlandırdı. Bir grup gencin kayıklarla açıldığını söyledi. Aslı da onlara katılmış olabilir. Bu yüzden onu adada bulamamış olabiliriz. Bir ihtimal. Hem Selma ısrarla onun ormana gelmediğinden bahsedip durdu. Ben de bu kayıkla açılma konusunu düşündüm yol boyunca. Bu olabilir mi?” Hilmi elleriyle yüzünü ovuşturdu. “Aslı buraya eğlenmeye mi geldi de kayıkla açılsın? Belki de Selma yalan söylüyor? Mert denen çocukla konuşmadın mı?” “Konuşamadım.” “E ne duruyorsun o zaman?” “Gemi çoktan gitti.” “Aferin kıvırcık salatası! İyi halt ettin şu an. Şimdi ne yapacağız? Olanları belki de en doğru şekilde anlatabilecek kişiyi elinden kaçırdın öylece.” “Selma neden yalan söylesin?” Hilmi kafasını iki yana salladı. “Belki de korktu ve gerçeği söyleyemedi.” Şerif ikisinin fısıldaşmalarını dinlememek için odanın içinde dolaşmaya başlamıştı. Bir dolabın kapağını açıp kapatıyordu. Diğerlerinin ona dikkat ettiği yoktu. Dolabın diğer kapağını açtığında kapağın iç tarafındaki bir fotoğraf dikkatini çekti ve aynı saniyede ağzını beş karış açmasına sebep oldu. Fotoğrafı yerinden çıkarırken elleri titriyordu. “Oğlum,” diye bir feryat dudaklarından döküldüğünde diğer ikisi kafalarını çevirip ona baktı. Hilmi, Şerifin elindeki fotoğrafın ailesinden kendisine kalan tek fotoğraf olduğunu görünce hızlıca yerinden kalktı ve fotoğrafı şerifin elinden kapıp aldı. “Şerif olabilirsin ama bu, evime gelip eşyalarımı karıştırma hakkını sana vermiyor,” diye çıkıştı. "Bu sana ait bir fotoğraf mı?" "Evet ve sen ona izinsiz dokundun!" Şerif yaşlı gözlerle ona bakıyordu şimdi, “bana senin yaşadığını söylemediler. Bilseydim… bilseydim sensiz günler geçirmezdim ki…” “Sen ne anlatıyorsun?” Savaş da ayağa kalkıp yanlarına gelmişti. Şerif ceketinin iç cebinden çıkardığı fotoğrafı ona doğru uzatırken, “Bunca zamandır gözümün önünde olduğunu bilmiyordum Ege,” dedi. Hilmi fotoğrafa bakarken bir adım geriledi ve bacaklarındaki güç kesilmiş gibi tökezledi. Savaş onu yere kapaklanmadan sıkıca tutarken iki adamın ellerinde tuttukları aynı fotoğraflara baktı. Şerif şimdi hüngür hüngür ağlıyordu. Titreyen dudaklarından anlaşılmaz kelimeler çıkıyordu. İki adam da ilk kez ağladığını gördükleri bu adama şaşkınlıkla bakıyordu. Hilmi’nin boğazı düğümlenmişti. Karşısındaki adamın babası olduğuna inanmakta güçlük çekiyordu. “Annenin gözlerinin kopyası olan gözlerinden de tanıyamamışım seni. Ah Ege!” ellerini ileri uzattı. Hilmi otomatik olarak bir adım attı ona doğru. Savaş Hilmi’yi yavaşça bırakırken baba oğul ilk kez sarıldılar. Hilmi babasına ilk sarıldığı anda içinde eksik kalan bir parçanın tamamlandığını hissetti. Bunca zamandır dizinin dibinde yer aldığı bu adamın kendi öz babası olduğunu öğrenmek onu şaşırtmıştı. Şerif ise oğluna sarılırken eşinden geriye kalan bu güzel emaneti bir daha bırakmamayı kafasına koymuştu bile. İki adam ağlaştılar bir süre. Bu, ikisinin de uzun yıllardır yapmadığı bir şeydi. Savaş onlardan biraz uzakta durarak varlığını unutturmaya çalıştı. O da bu duruma hem şaşırmış hem de onlar adına mutlu olmuştu. Kısa bir an için her şeyi unutmuşlar ve yeni öğrendikleri bu durumun şaşkınlığını ve keyfini yaşamışlardı. Ancak yeniden Aslı’yı hatırlamaları fazla uzun sürmedi. Hilmi, şerifin ellerinden öpüp gözyaşlarını sildi. Yutkundu ve yıllardır söylemediği o kelime dudaklarından döküldü: “Baba..." Şerif gülümsedi. Onun saçlarından okşarken, “Söyle oğlum,” dedi. “Benim gerçek adım Ege miydi yani?” hala şaşkındı. Olanlara inanamıyordu. “Evet. Adını annen koymuştu.” “Bundan sonra hiç ayrılmayacağız, değil mi?” çocuksu bir heyecana kapılmıştı. “Elbette oğlum.” Hilmi Savaş’a doğru döndü. “Babama da her şeyi anlatmalıyız. Yani onu bulmak için yeterli bilgiyi ona sağlamalıyız.” Savaş’ın atan rengi yerine gelirken kafasını salladı. Şerife dönerek, “Size yolda anlattığım gibi Aslı’yı bulmamız gerekiyor. Bize yardım eder misiniz?” dedi. Şerif kafa salladı. “Hadi artık şu periyi bulalım. Nasıl olsa bundan sonra beraberiz. Ona da bu güzel haberi vermek için sabırsızlanıyorum.” Şerif gülümsedi ve oğlunun kafasından öptü. Savaş önden çıkarken ikisi de hemen arkasından çıktı. Koridorda bekleşen diğerleri ağladıkları her halinden belli olan Hilmi ve şerife sorgulayan bakışlarla baktılar. İkisi kol kolaydı. “Büyücünün verdiği ilaç yan etki mi yaptı oğlum?” diye sordu Gökhan. Hilmi kafasını iki yana sallarken gülümsüyordu. “Hayır. Babamı buldum arkadaşlar.” Bir sessizlik yaşandı ve birbirlerine kısa kaçamak bakışlar atarken Hilmi’nin ne söylediğini bilmediğini düşündüler. Hilmi kendilerini bekleyen perisini düşünerek onlara açıklamayı sonraya bıraktı. Aslı’yı aramak için herkesin yola çıkmaya hazır olduğundan emin oldular. Adanın her bir karışını yeniden ve dört bir koldan arayacaklardı. Oğlunu bulmuş olmanın mutluluğunu yaşayan şerif de en uzak noktaya varıncaya dek gidecek enerjinin vücudunda dolaştığını söyleyerek aramaya katılacağını belirtti. Böylece bir grup adam kayıp periyi aramak için gerekli örgütlenmeleri yaptılar ve hızla yola koyuldular. |
0% |