Yeni Üyelik
11.
Bölüm

Anneler Ve Kızları

@albayrakirem

Kaldığımız yerden devam...


Hava gri bulutlarla kaplanmıştı. Aralıklarla süren yağmur şiddetini giderek arttırıyordu. Açık pencereden içeriye dolan yağmur suyu yerde küçük bir göl oluşturmuştu.

Gök gürültüsü Aslı’nın yerinden sıçrayarak uyanmasına sebep oldu. Ne olduğunu anlamaya çalışırken bir kez daha gök gürledi. Bu ilkinden daha gür ve korkutucuydu. Sanki gökyüzünde kocaman kayalar vardı ve birbirlerine kuvvetli bir şekilde sürtüyorlardı.

Kafasını çevirip havalanan perdeyi ve yerdeki su birikintisi görünce ayağa fırladı. Perdeyi kenara çekip pencereyi kapattı. Yerdeki ıslaklığa basmamaya çalışarak uzaklaştı.

“Bunu kurutmam gerekiyor.” Etrafında yeri silecek bir şeyler aradı.

Kapısı tıklatıldığında bir havluyla yeri kurutuyordu. Yerden kalkmadan seslendi. “Buyurun, girin.”

Kapı usulca açıldı ve Selma kafasını uzattı. Aslı’yı yerde, elinde havluyla görünce gözleri kocaman açıldı.

“Aslı, sen ne yapıyorsun öyle? Lütfen yerden kalk.”

“Yağmur yağmış içeriye. Onu kurutuyorum.”

“İyi de bu senin işin değil. Hadi lütfen kalk.” Selma, onu kolundan tutup kaldırdı.

“Ne oldu şimdi? Camı açık bırakmak ve yağmurun yağdığını sonradan fark etmek benim hatamdı. Bunu telafi ediyorum.”

“Bir hizmetçi çağırabilirdin. Bu senin işin değil.”

Aslı onunla tartışmak istemedi. Elindeki havluyu yere bıraktı. Yatağın üstüne oturup gözlerini ovuşturdu. Selma da yanına gelmişti.

“Bir şey demeyecek misin Aslı?”

“Yeni kalktım ve emin ol şu an bu konu üzerine tartışmak, en son isteyeceğim şey.”

“Onu demiyorum. Baksana...”
Aslı kafasını çevirip Selma’ya baktı. Saçları salıktı. “Rüya mı görüyorum, yoksa sen saçlarını babaanne modeli yapmak yerine kendi haline mi bıraktın?”

“Bende inanamıyorum Aslı. Ama dün gece çok düşündüm söylediklerini. Birlikte koşarken o rüzgârı hissetmek, saçlarımın savrulması... Bunlar o kadar hoş şeylerdi ki... Sen haklıydın. Artık bir şeylere dur demeliyim. Çok kararsız kalmış ve çokça korkmuş olsam da bugün saçlarımın yapılmasına müsaade etmedim.”

“Peki annen?”

“Görmedi. Yani henüz. Muhtemelen yardımcım onun yanına koşmuş ve haber vermiştir. Gelmesi çok sürmez.”

Aslı bir süre düşündü. “Selma, peki annen ya bu fikri sana verdiğim için bana kızarsa? Kızması pek umurumda olmaz orası ayrı bir konu ama seni daha çok izole ederse...”

“Bir gün bunun olacağını tahmin ediyor olmalı. Senin gelişin bana cesaret verdi. Hepsi bu. Hem merak etme annem sana bir şey diyemez. Çünkü misafirlerine asla kaba davranamaz.”

Aslı odada dolaşmaya başladı. Bir yandan da durumu nasıl kurtarabileceğini düşünüyordu. Selma’nın kendi kararlarını almayı aklına koyması güzeldi ama şimdi zamanı mıydı? Ya planları altüst olursa? Yatağın köşesinde oturup saçlarını okşayan bu kıza göz ucuyla baktı. İyilik yapmak isterken hayallerine veda edebilirdi. Ama hayır, bunun olmasına izin veremezdi.

Dolabından çıkardığı kıyafetlerle banyoya girip pijamalarını çıkardı. Giyindikten sonra odaya geçti.

Selma odada değildi ve bir çalışan yerleri siliyordu. Bir başka çalışan yatağını düzeltiyordu. Aslı bir süre ne yapacağını bilemez halde onlara baktı.

“Selma nereye gitti?”

Yatağını düzelten kadın kafasını kaldırmadan cevap verdi. “Esin Hanım çağırdı.”

“Teşekkür ederim ve kolay gelsin.”

Aslı odadan çıkıp Selma ve annesinin nerede olabileceğini düşünmeye çalıştı. İşler kontrolden çıkabilirdi ve bu en çok Aslı’nın zararına olurdu. Etrafta dolaşmaya başladı. Misafirler salondaydı ve gürültülü bir şekilde sohbet ediyorlardı. Kafasını içeri uzatıp aradığı kişilerin orada olup olmadığını kontrol etti. Mutfağa baktı, orada da yoktular.

Koridorda dolanırken Halit ile karşılaştı.

“Merhaba. Aslı'ydı değil mi?”

“Evet. Merhaba. Nasılsınız?” Aslı, adamın etkileyici sesi karşısında bir kez daha şaşırmıştı ve artık şaşırmaması gerektiğini biliyordu.

“İyiyim teşekkür ederim. Siz nasılsınız?”

“Bende iyiyim.”

“Selma'yı mı arıyorsun Savaş'ı mı?”

“Şey... Ben...”

“Selma şu an annesiyle konuşuyor. Yanına gelmesi biraz sürebilir.”

Aslı hiçbir şey bilmiyor gibi sordu. “Bir sorun mu var? Yani şey... Özel bir durumsa...”

“Bilirsin anneler ve kızlar... Bazen tartışır. Esin'e kızın üstüne çok gittiğini söylemiştim. Ama beni dinlemedi. Olanlar ortada şimdi. Genç bir kızı ne kadar sınırlayabilirsin ki?”

“Olayı tam olarak bilmiyorum ama haklısınız. Çocuklar bir yerden sonra özgür olmak ister.” Aslı profesyonel bir yalancı olduğunu biliyordu. Olayı ilk kez duyuyor gibi davranması işe yaramıştı.

“Olay şu; Esin, Selma üzerinde çok baskı oluşturdu. Bu zamana kadar da her şey onun istediği gibi oldu. Kızım ağzını açıp tek bir itirazda bulunmadı. Ama bugün... Bugün kendisine dayatılan bir kuralı yıktı.”

“Kural?” Aslı, Halit’in bir kez konuşmaya başlayınca her şeyi ortaya dökebileceğini düşünüyordu.

“Sende fark etmişsindir karım ve kızım aynı tip giyiniyor ve saçlarını da aynı şekilde yapıyor. Hatta gördüğün üzere bende hep takım giyiyor ve saçlarımı aynı tarz yapıyorum.” Elini ceketinin üzerinde gezdirdi. “Kızım artık saçlarını sıkıca bağlamak istemediğini söyledi. Ki bence haklı. O genç bir kız ve saçlarını nasıl toplayacağına kendisi karar vermeli. Mesela senin saçların ne kadar güzel. Belki Selma da saçlarını böyle yapmak isterdi.”

Aslı istemsizce kakülünü düzeltti.

“Bir gün aralarında bir tartışma olacağını biliyordum ve o gün geldi. Selma büyüyor, kendi kararlarını almak istiyor. Şimdi ilk kavgalarını yapıyorlar işte.”

“Sizce sonuç ne olacak?”

“Esin kabullenmek istemeyecek ve kızımıza baskı kurmayı sürdürecek. Ama Selma direnirse bazı şeyleri değiştirme yetkisini elde edebilir.”

“Siz ne olsun isterdiniz?”

“Selma’nın galip gelmesini.” Adamın gözlerinden kara bir bulut geçip gitmişti. Bir şeyi hatırlamış gibi dalıp gitti.

“Halit Bey, üstüme vazife değil biliyorum ama...”

“Estağfurullah, söyleyin.”

“Kızınızın bu kadar kurala maruz kalması ve soyutlanmasına neden izin verdiniz?”

Halit hiçbir şey söyleyemedi ve yanından ayrıldı. Odasına girip kapıyı kapattı ve masasının yanına kadar gelip oturdu.

Halit, taşrada çiftçilik yapan bir ailenin üçüncü çocuğuydu. Çocukluğu her zaman çalışarak, çoğunlukla ezilerek geçmişti. Gözlüklü olduğu için okul hayatı boyunca zorbalığa uğramıştı ama bunu sorun etmemişti. Çünkü zaten her zaman ezilen taraf kendisi olduğu için buna alışmıştı.

Üniversiteyi kazanıp taşradan ayrılırken geriye dönmek için elinde hiçbir şey kalmamıştı. Ebeveynleri göçmüş, kardeşlerinin her biri farklı yerlere dağılmıştı.

Eşiyle tanıştığında onun ne kadar cesur ve gözü kara olduğunu fark edince büyülenmişti. Onun da kendisine aşık olduğunu öğrenmesi, zorbalıkla geçen yıllarının ardından yıldızının parlamasının ilk işaretiydi. Nüfuzunu öğrendiğinde artık ezilen değil ezen taraf olabileceğini anlamıştı.

Artık rahatına bakıyor, eşinin isteklerini yerine getiriyordu. İlk çocukları doğana kadar her şey oldukça normaldi. Birbirleriyle sürekli sohbet ediyor, geziyor, eğleniyorlardı.

Savaş doğduğunda eşi her gün daha da artan bir gerginlikle etrafta dolaşmaya başlamıştı. O zamana kadar rahatça yönettikleri malikanede işler daha stresli bir hale dönüşmüştü. Eşinin babaannesinin ölümü ise her şeye tuz biber olmuştu. Artık söz hakkı tamamen kendilerindeydi ve bu durum başta keyif verici olsa da gün geçtikçe daha da sıkıntılı bir süreci beraberinde getirmişti.

Esin, oğlunu bakıcılara büyük bir özenle baktırıyor, bir yandan da evin her bir köşesinin mükemmel olması için denetim yapıyordu. Halit'ten uzaklaşmıştı. Tek derdi oğlu ve malikane olmuştu. Aradan üç yıl geçip de kızları doğduğunda karı koca arasındaki son bağ da kopmuştu.

Esin, iki çocuğu üzerinde mutlak bir hakimiyet elde etmek istiyor, bir an olsun onların kendi başlarına hareket etmelerine müsaade etmiyordu.
Halit karısına müdahale etmeye çalışıyor ancak başarılı olamıyordu. Sonunda da mücadeleyi bırakmış, karısının kurallar defterini ezberlemişti.

Esin'e ilk darbe oğlundan gelmişti. Lise ve üniversite için adadan ayrıldığında karısı delirecek gibi olmuştu. Bu sebeple Selma'nın adadan ayrılma düşüncesini bile aklına sokmamaya uğraşmıştı. Savaş'ın yokluğunda Selma ile oyalanmış, onu oyuncak bir bebek gibi vitrine kaldırıp herkesten saklamıştı.

Halit, kızının bahçede koşup oynadığını hiç hatırlamıyordu. Kızı büyüdükçe daha da içine kapanmıştı.

Onun için yeterince çaba harcamadığı için kendine kızan Halit, şimdi kızının başkaldırışını içten içe destekliyordu.

Masasının başında yapbozunun kalan parçasını parmakları arasında çevirirken kafasında binlerce düşünceyle karısı ve kızının yeni başlayan savaşının sonucunu merak ediyordu.

“Kızınızın bu kadar kurala maruz kalması ve soyutlanmasına neden izin verdiniz?” Aslı’nın sorusu beyninin içinde dolaşıyordu. Hatalı olan biraz da kendisi miydi? Kızını, karısının elinden alamaz mıydı?

Gerçek anlamda bunu denemediğini kendine itiraf etmek zorunda kalmıştı. O sadece karısını kaybetmek istememişti. Çocuklarıyla birlikte güzel bir aile olmak istemişti.

Bir gün her şeyin yoluna gireceğine yine karısıyla eskiden olduğu hallerine döneceğine inanmıştı.

Kendine yalan söylediğini biliyordu. Ne o zaman ne şimdi ne de sonraki hiçbir vakit istediği aileyi elde edemeyecekti.

Çünkü çocukluklarını yaşayamamış olan kızı ve oğlu her zaman eksik hissedecekti. Karısı ondan umudu tamamen kesmişti. Tek derdi bu malikane ve kendisinden sonra nasıl yönetileceğiydi.

Halit derin bir nefes vererek arkasına yaslandı. Yapbozun son parçası hala elindeydi. Yapboza baktı. Robert Berran’ın aile gezintisi tablosunun resmi yer alıyordu. Elindeki parça tablodaki kadının gülümseyen yüzünün bir parçasıydı. Parçayı elinde sıktı. Hiçbir zaman bu tablodaki gibi bir ailesi olmayacaktı. Masasına serili olan yapbozu bir hışımla yere fırlattı. Parçaların her biri yere saçılmış, mobilyaların altına kaçışmıştı.

Hala elinde tuttuğu yapboza baktı. Tablodaki kadının gülümsemesi, karısının gülümsemesini hatırlattı. Yıllardır kendisinden esirgediği o samimi gülümsemesini. Parçayı elinde buruşturup diğerlerinin yanına fırlattı. Başını elleri arasına alıp sakinleşene kadar bekledi.

Aslı, Halit'in cevap vermeden gidişine bir anlam verememekle birlikte üzerine çok düşünmemişti. Şu an onun için önemli olan şey anne ve kızın kavgalarının ateşleyicisinin kendisi olmadığı ve doğal bir sürecin sonucu olarak kabul edilmiş olmasıydı.

Rahatlamıştı. Selma’yı aramayı bırakıp salona indi. Boş bir yer bulup oturdu ve misafirlerin konuşmalarına kulak kabarttı. Ancak çok geçmeden bundan sıkıldı. Herkes oldukça gereksiz konularda gereksiz bir ciddiyetle görüş bildiriyor, tartışıyordu.

“Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?”

“Hı? Şey... Ben...” Aslı gafil avlanmıştı. Kendisine yöneltilen sorunun ne olduğunu bilmiyordu çünkü onları dinlemeyi bir yarım saat kadar önce bırakmıştı.

“Elbette benim gibi düşünür. Sonuçta çitalar da kedi ailesinden. Bu anlaşılmayacak bir şey değil. Öyle değil mi?” diyen adam, Aslı’yı büyük bir dertten kurtarmıştı. Kendisine sorulan soru çitaların kedilerden olup olmadığıydı. “Hadi ama cidden mi?” diye düşündü.

“Evet, öyle zaten,” Dedi.

Soruyu soran kadın bozulmuş gibi yerinde kıpırdandı. “Ah şu gençler, her şeyi bildiklerini sanırlar.”

Aslı, kadına cevap vermek için ağzını açarken ondan önce bir başkası söze girdi. “Seda Hanım, tüm dünyanın kabul ettiği bir gerçeği reddetmekle neye ulaşmaya çalışıyorsunuz?”

“Her şeyi sınıflandırabiliyorlar mı sanki?”

Aslı, bu yaşlı kadının derdini anlamaya çalışıyordu. “Kadındaki derde bak, bilimsel çalışmaları böyle kafasına göre değiştirebileceğini düşünüyor herhalde. Bu zengin ve yaşlı insanlar neye kafayı takacaklarını şaşırmışlar.” Diye düşündü.

“Evet. Her canlı belli kategorilere ayrılmış. Atalarından, onlardan aldıkları genlerden tespitler yapılarak kümelendirilmiş.” Açıklama yapmaya çalışan adam, kendini bir sonraki hamleye hazırlar gibi gerinmişti.

“O zaman onun hangi kategoride olduğunu söyleyin de bilelim. Ancak bunu yaparsanız bende bu sınıflamaların doğruluğuna inanırım.”

Salonda derin bir sessizlik oluştu. Aslı, rengi atan misafirlere bakarken kadının bahsettiği şeyin ne olduğunu merak etti. “Kim hangi kategoride? Hangisini merak ediyorsunuz?” diye sordu.

Kadın ona doğru bakarken yüzünün rengi atmıştı. “Şey... Ornitorenkler...”

Aslı yalan söylediğini anlamıştı ama ortamdaki sessizlik giderek daha çok sinirine dokunduğu için güldü. Onunla birlikte misafirlerde de gülenler oldu. Ama bunlar zoraki gülüşmelerdi.

“Hmm... Ornitorenkler gagalımemeligillerden.”

Kadın dahil herkes şaşırmıştı. “Bunu nereden biliyorsunuz? Çok kültürlüsünüz,” demişti bir adam.

“Bir belgeselde duymuştum.” Asla Aslı’nın ilginç bir haber bulmak için farklı hayvanların hayatını araştırdığını ve yine hüsrana uğradığını bilemeyeceklerdi. Selim kendisini uyarmıştı ancak o dinlememişti her zamanki gibi. Hatta ornitorenklerin peşine Avustralya'ya bile gidecekti. Neyse ki bu fikrin saçmalığını anlaması çok vaktini almamıştı. Aslı, hayvanları araştırırken hazırladığı dosyayı hatırlayıp gülümsedi. Hayvanların fotoğrafları, bilgileri, ilginç denilebilecek özelliklerini yazmıştı. Şimdi evindeki dolabın ücra bir köşesinde tozlanıyor olmalıydı. Aslında Pelin dosyasını ilginç bulmuş ve istemişti. Ona götürüp vermeyi her zaman ertelemiş ve sonunda da unutmuştu. Eve dönünce bunu halledecekti. Tabi yine unutmazsa.

“Duyuyor musunuz Seda Hanım, çokbilmiş olmakla suçladığınız gençler, ne kadar da bilgili.” Bunu söyleyen adamın samimiyetsizliği apaçık ortadaydı. Ancak herhangi bir pot kırılmadan konunun değiştirilmiş olması misafirleri rahatlatmıştı. Bu sebeple saçma sohbetlerine dönmeleri çok uzun sürmedi.

Herkes yine eski haline dönünce ve ortamdaki sesler artınca Aslı yerinden kalktı. Koridora çıktı ve etrafına bakındı.

Savaş’ı bir odadan çıkarken görünce ister istemez sevindi. Ona doğru yürüyerek yanına kadar geldi.

“Merhaba,” dedi.

“Merhaba Aslı, nasılsın?” Biraz keyifsiz gibiydi

“Ben iyiyim siz nasılsınız?” Durduk yere yine resmi konuştuğunu fark etti. Oysaki Savaş şu an sizli bizli konuşmuyordu. Ya da sadece buna şu an için dikkat etmiyordu.

“Bende iyiyim.” Önüne bakıyordu.

“Sizin için de uygunsa kütüphaneye gidebilir miyiz? Kitabın devamını merak ediyorum da.” Aslı için en mantıklı seçenek bu gibi durmuştu.

Savaş konuşmaya istekli değildi ama bir şekilde neler olduğunun bilgisini ondan öğrenmeliydi. Kütüphane elindeki son kozdu ve reddedilmesi halinde herhangi bir alternatif düşünmemişti. Neyse ki Savaş kafasını olur anlamında salladı. Birlikte kütüphaneye doğru yürüdüler.

Aslı, kitabını geçen gün bıraktıkları yerde buldu. Sehpanın yanındaki sandalyeye oturup Savaş’a doğru baktı. Savaş bir süre kütüphanenin önünde oyalandı. Raftan bir kitap çekip sehpanın diğer tarafındaki sandalyeye oturdu.

Aslı kaldığı sayfayı açıp okur gibi gözlerini yazılarda gezdirdi. Sıklıkla Savaş’a bakıyor ve onun da kitabı okumadığını anlıyordu.

Yaklaşık on beş dakika süren sessizlikte ikisi de tek bir sayfa bile çevirmemiş, sayfalarda kafalarının içinde dolaşan soruların cevaplarını aramışlardı. Sanki sihirli bir şekilde kelimeler hareketlenecek ve onlara her şeyin cevabını verecekti.

Sonunda daha fazla dayanamayan Aslı kitabı kapatıp sehpaya koydu.
“Bir sorun mu var? Biraz keyifsiz gibisiniz. Anlatmak isterseniz sizi dinlerim.”

Savaş, bir uykudan uyanır gibi gözlerini kırpıştırdı. Kitabın üzerindeki gözlerini kaldırıp Aslı’ya baktı. Ne söyleyeceğini düşünüyor gibiydi. Kitabını kapatıp Aslı gibi sehpaya bıraktı.

“Aslında sorun yok. Sadece doğal bir süreç yaşıyoruz.”

“Yaşıyorsunuz? Siz ve aileniz mi?”

“Evet. Kardeşim Selma, annemle tartıştı bugün. İlk kez onu böyle konuşurken ve anneme karşı çıkarken görüyorum.”

“Babanız biraz bahsetti. Yani tartışma konusunu. Saçıyla ilgiliydi değil mi?”

“Evet. Babamın bu konuda bir başkasına açıklama yapması biraz tuhaf. Üzerinize alınmayın ama babam genelde kimseye anlatmaz, aslına bakarsan bize de pek bir şey anlatmaz ya neyse...”

“O zaman ailenizde köklü bir değişim başlıyor diyebilir miyiz?” Aslı güldü ama saniyesinde pişman oldu. Savaş düz bir ifadeyle ona bakıyordu. Gülmenin hiçte sırası olmadığını biliyordu. Ailevi bir sorunun gülünecek bir tarafı olamazdı. İçinden kendine kızıyordu.

“Diyebiliriz sanırım.” Savaş’ın bu sözü üzerine Aslı derin bir nefes verdi. Savaş kızmamıştı, sadece olanların şokunu yaşıyordu.

“Sizce bu aileniz için iyi bir değişim olacak mı?”

“Umarım. Çünkü bu durumun çabuk geçmesini ve bir an önce düzelmemizi istiyorum.”

“Selma hala anneniz ile mi?”

“Hayır, odasına gitti sanırım.”

Aslı’nın bedeni buz kesti. Ya annesi baskın gelmiş ve Selma’ya çok kızmışsa? Ya şu an Selma ağlıyor ve Aslı’ya uyduğu için ondan nefret ediyorsa? Selma’yı gözyaşları içinde, bir yandan saçları yine aynı şekilde toplanırken diğer yandan burnunu silerken canlandırınca bedenindeki soğukluk bir kat daha arttı. Eğer Selma hayal kırıklığı yaşıyor ve üzgünse bunun tek sorumlusu Aslı olurdu. Bir daha onu görmek istemeyebilir, hatta daha çok içine kapanabilirdi.

Aslı derin bir iç hesaplaşması yaşıyordu. Her ne kadar her şeyi bir plan dahilinde yapıyor olsa da bir genç kızın kalbini kırmak ve onu yaşayan bir ölü olarak bırakmak istemezdi.

“Bir şey mi oldu? Aslı?”

Savaş, sehpanın üzerinden uzanıp Aslı’nın omzuna dokundu. Aslı kafasını sallayarak korkunç düşüncelerden uzaklaşmak istedi.

“İyi misin? Su falan getirteyim mi? Yüzün niye bembeyaz oldu?”

“Ben... Selma ile görüşebilir miyim?” Güçlükle konuşmuştu.

“Elbette.”

Aslı ayağa kalkarken tökezledi. Savaş onu kolundan tutup düzeltti. “Aslı korkutuyorsun beni. Doktor çağıralım mı? İyi gözükmüyorsun. Birdenbire ne oldu ki?”

Kafasını iki yana sallayan Aslı, kolunu çekti. “Ben iyiyim. Sadece bir anda kalkınca başım döndü.” Diye bir yalan geveledi ağzında.

Selma’nın odasının önüne gelirlerken her bir adımda karşılaşabileceği manzara karşısında ayakları geri geri gidiyor, ancak sebep olduğu felaketi görmesi gerektiğini kendisine hatırlatarak yola devam ediyordu.

Odanın kapısında durdu. Kapının koluna giden eli hafifçe titredi. Daha önce hiç bu kadar derin duygular yaşamamıştı. Hissettiği duyguya yabancıydı. Bu her zaman içinde canlı olan öfke, hırs, güvensizlik gibi duygulardan değildi. Anlam veremediği bu duygunun altında eziliyor gibi hissediyordu.

Kapının kolunu yavaşça indirirken derin bir nefes aldı. Kafasını uzatıp içeriye baktı.

Loading...
0%