Yeni Üyelik
6.
Bölüm

Arkadaş

@albayrakirem

Keyifli okumalar 🧚‍♀️


Koridor boyunca ilerleyip merdivenlerin başına kadar geldi. Etrafta koşuşturan insanlar dur durak bilmeden çalışıyorlardı. Oldukça organize olmuşlardı. Aslı, onların bu müziksiz dansını izlerken merdivenlerden aşağıya indi.

Elinde bembeyaz ve anlaşılan yeni ütülenmiş çarşafları tutan kadın ona başıyla selam verdi. Yanından geçip yukarı kata çıkacakken Aslı onu durdurdu.

“Pardon, ev sahipleri ve diğer yolcular nerede?” diye sordu.

“Salonda efendim. Sol taraftan devam edin.”

Aslı teşekkür edip söylenilen tarafa ilerledi. Burada da geniş bir kapı vardı ve ardına kadar açıktı. Kapıdan içeri girdiğinde girişte bulunan avizeden daha büyük ve daha görkemli bir avizeyle karşılaştı. Kafasını aşağıya indirdiğinde salonun dekorasyonuna göz gezdirdi. Duvarlarda yine tablolar vardı.

Kapıdan girişte direkt karşı duvardaki boyu yerle duvar arasında olan, kenarları işlemeli bir tablo göze çarpıyordu. Bir aile tablosuydu. İki ebeveyn kırmızı bir koltukta oturuyor, iki çocuğu da kucaklarında tutuyorlardı. Tablodaki kadın ve erkek, Esin ve Halit'in genç versiyonlarıydı. Biri kız, diğeri oğlan olan çocuklarla henüz tanışmamıştı.

Aslı, salona girdiğinde büyük bir oturma grubuna kurulmuş olan misafirlere doğru ilerledi. Esin, Aslı’ya gülümsedi.

“Buyurun, geçin,” diyerek ona bir koltuğu işaret etti. Geçip oturdu.

Aslı’nın gelişiyle kesilmiş olan sohbet çok geçmeden devam etti. Bu sayede Aslı çevreyi incelemeyi sürdürdü. Salon çok büyüktü ve mobilyalar çok zarifti. Burada da boylu boyunca uzanan pencereler vardı ve bir başka terasa açılıyordu. Perdeler kenarda toplanmış, tüller ise çekilmişti. Salonun içine dolan güneş ışıkları artık gücünü yitirmişti.

Aslı, sessizliğini koruyor ve konuşulanları dinliyordu. Gelen yolcuların hemen hepsi aileyi gayet iyi tanıyor gibiydi. Herkes son derece rahattı. Aslı bu insanlar arasında tek yabancının kendisi olduğunu anladı. İnsanlar ona soru sorar diye kimseyle göz teması kurmuyordu. Ancak, yanına gelen bir kadın, omzuna dokundu ve “Merhaba küçük hanım, sizi ilk kez görüyorum.” dedi.

Aslı içinden bir küfür savururken dışından, “Evet, ilk gelişim.” dedi ve gülümsemeye çalıştı. Çok gerilmişti. Sakin kalamamaktan ve onlara sorular sormaya başlamaktan korkuyordu. Elini gayriihtiyari kulağının arkasına getirdi ve kaşımaya başladı.

“Adaya neden gelmiştiniz?” Bu soruyu etkileyici sesiyle Halit sormuştu. Ayakta, bir vitrinin önünde duruyordu. Herkes susmuştu. Aslı sakin kalmaya çalışıyordu ancak kulağını kaşıyan elini kontrol edemiyordu.

“Gezmeye?” dedi ve sustu. Gözlerini insanların yüzlerinde dolaştırdı. “Ada hakkında çok övgü verici şeyler duydum. Bende tatilimi burada yapabilirim diye düşündüm.”

“Burası tatil için mükemmel bir seçimdir,” dedi hâlâ yanında duran kadın.

Misafirler adayla ilgili düşüncelerini ve önceki deneyimlerini anlatmaya başladıklarında Aslı rahatlamıştı. Çünkü ilgi ondan kayıp başka yerlere doğru akmıştı. Kulağını kaşımaya bıraktığında kızarmış olduğunu biliyordu. Saçını düzeltip kulağını örttü ve adayla ilgili söylenenleri dinlemeye koyuldu.

Salondaki en genç kişi Aslı'ydı. Sohbetler onu sıkmaya başladığında yemek saatini haber veren bir çalışanın içeri girmesiyle rahatladı. Fena halde acıkmıştı ve bir an önce yer değiştirmek istiyordu. Misafirlerle birlikte yemek salonuna doğru gitmek için oturduğu yerden kalktı. Esin, Aslı'ya baktı.

“Biraz bekler misiniz?” diye sordu. Aslı kafasını olur anlamında salladı. Ancak içinde müthiş bir korku belirdi. Neden onu durdurmuştu ki?

Biraz sonra salona iki kişi girdi. “Seni oğlum ve kızımla tanıştırmak istiyorum. Yaşıtlarınla vakit geçirmek istersin diye,” dedi. Aslı tuttuğu nefesini bıraktı. Bu ince davranış hoşuna gitmişti.

Kız birkaç adımda yanlarına kadar geldi. Çelimsiz denilebilecek kadar zayıftı. Babası gibi gözlük takıyordu, ancak tıpkı annesi gibi kahverengi gözleri vardı. Üzerinde annesinin giydiğine benzer bir takım vardı ve saçları da onunki gibi sıkı bir topuz halinde sabitlenmişti. Aslı'nın karşısına geçip elini uzattığında ince bir çizgi gibi duran dudakları aralandı.

Konuşmaya başlamadan hemen önce dilini damağına vurup şaklattı. “Merhaba, benim adım Selma.” Dedi.
Annesi çatık kaşlarla ona baktı. “Sana kaç kez şu hareketi yapma demedim mi?”

Selma omuz silkti. Aslı, anne ve kız arasındaki bu gerilime şahit olmak istemiyordu. “Merhaba, benim adım da Aslı. Memnun oldum,” dedi ve uzatılan eli sıktı.

“Uzun zamandır yaşıtım biriyle karşılaşmamıştım. Hoş geldin.”
Esin, kızına öfkeyle bakmayı bırakıp Aslı'ya döndü. “İstersen onlarla yemeğini ye. Hem sohbet edersiniz.” Dedi. Aslı kafasını salladı ve Esin kapıdan çıkarken arkasından baktı.

Hâlâ kapının yanında duran Savaş, ilk kez görüyor gibi etrafına bakınıyordu.
“Bak Aslı, bu ağabeyim. Savaş.”
Selma, Aslı’nın kolundan tutup ağabeyinin yanına doğru çekiştirdi. Savaş, Aslı'yla göz göze geldiğinde kafasıyla hafifçe selam verdi.

“Memnun oldum.” Dedi ama elini uzatmadı. Kollarını göğsünde birleştirmişti. Belirgin çene kemikleri, ince uzun bir burnu, zeytin yeşili gözleri vardı. Saçları kahverengi ve kıvırcıktı. Kafasını yan çevirdiğinde boynunda, kulağının hemen altında yer alan doğum lekesi çabucak fark ediliyordu. Geniş omuzluydu ve kız kardeşi kadar çelimsiz gözükmese de zayıftı. Aslı'nın karşılaştığı diğer aile bireylerine nazaran resmi kıyafet giymiyor, düz bir tişört ve pantolon giyiyordu.

“Bende memnun oldum,” diyerek gülümsedi Aslı. Birlikte yemek salonundan ayrı bir odada hazırlanmış olan sofraya giderlerken Selma boyuna soru sorup durmuştu. Bu sorular Aslı’ya da soru sorma hakkı tanıyordu. Selma'nın 20, Savaş'ın 23 yaşında olduğunu, uzun yıllardır burada yaşadıklarını öğrenmişti.

Yemeğe oturduklarında Aslı, Savaş’ın boynundaki kolyeyi fark etti. Ucunda şekilsiz bir taş vardı. Kolyeyle ilgili bir soru sormak istedi. Ancak kendini tuttu. Çok fazla soru sorarsa insanlar onun bu merakını hoş görmeyebilirdi. Ve ilk günden sorularının hepsinin cevaplarını alamazdı. Yemeği, Selma’nın konuşmaları dışında, sessizlik içerisinde yediler.

Yemekten sonra Selma, Aslı’nın koluna girdi. “Aslı, biraz yürüyüş yapalım mı?” diye sordu.

“Aşağıya inemezsin biliyorsun Selma. Annem bunu kabul etmiyor. Aslı’nın burada olması kuralları değiştirmez.” Savaş bunları Aslı’nın yüzüne bakarak söylemişti.

“Aşağıya inmeyeceğiz zaten. Evin etrafında olacağız. Hem söylemesen olmazdı değil mi?” Selma biraz bozulmuş gibiydi.

Aslı o zaman bir şey fark etti. Salonda ilk kez konuştuklarında Selma sürekli dilini damağında şaklatıyor, cümleye sonradan başlıyordu. Ama üçünün beraber olduğu zaman boyunca bu davranışını yapmamıştı. Selma, annesinin koyduğu kurallar tarafından kuşatılmıştı. Bir savunma mekanizması geliştirmiş, annesinin engel olmasının imkânsız olacağı bu davranışı yapmaya başlamıştı. Dilini damağında şaklatması, annesini sinirlendiriyordu. Ama bunu engelleyemiyordu. Ne kadar kızarsa kızsın Selma bunu yapmaya devam ediyordu.

“Ben yine de söylemiş olayım. İyi akşamlar.”

Aslı ve Selma baş başa kalmışlardı. “Hadi dışarı çıkalım da sana etrafı göstereyim. Hava karanlık ama dolunay var. Dolunay burada her zaman muhteşemdir. Biliyor musun bu adanın ismini de bu yüzden Luna koydular. Çünkü Luna, dolunay demek.”

Selma koluna girdiği Aslı’yla birlikte koridor boyunca ilerledi. Geniş kapıdan dışarı çıktıklarında yüzlerine tatlı bir meltem esti. Malikanenin tüm ışıkları açıktı. Teras boyunca ilerleyip evin etrafında dolaşmaya başladılar.

“Selma, neden ağabeyin öyle söyledi? Yani neden aşağıya inemiyorsun? Tehlikeli insanlar mı var? Sapıklar, hırsızlar falan...”

Durmuşlardı.
“Sapık ve hırsızlar mı? Yok hayır. Burada öyle insanlar olmaz Aslı. Burası oldukça güvenilir bir yer. Sadece... Bilirsin anneler kızlarına kurallar koymayı sever.”

Aslı bir şey söylemeden karşısında uzanan denize baktı. Terasın köşesine çıkıp oturdu. Bacaklarını aşağıya doğru sallandırdı.

“Hey ne yapıyorsun Aslı? Düşeceksin...” Selma paniklemiş, etrafına bakınıyordu. “Sana yardım etmeleri için birilerini çağıracağım,” dedi.

“Selma!” diye bağırdı Aslı. Selma eve doğru koşmak üzereydi. "Ne yapıyorsun? Ben iyiyim. Bak sadece oturuyorum. Kontrol bende yani. Bir yere sıkışmış ya da yaralanmış değilim. Sakin ol.”

Aslı oturduğu yerde dönüp ayağını yere bastı. “Neden bu kadar endişe ettin ki?”

“Tehlikeli olabilirdi. Kusura bakma ben... Bir an panikledim.”

Selma, tekrardan yanına geldi ve koluna girerek onu etrafı oldukça iyi aydınlatılmış bir salıncağa doğru götürdü. “Burada oturalım,” dedi. İkisi salıncağa oturdular ve ayaklarıyla yaptıkları küçük hamlelerle sallanmaya başladılar. Aslı kafasını geriye atıp gökyüzüne baktı.

O an ilk kez gökyüzüne baktığını düşündü. Yıldızlar... Ne kadar da güzellerdi. Gökyüzünün rengi lacivertti, yıldızlar altın sarısı rengindeydi. Parlıyorlardı. Aslı elini gökyüzüne doğru uzattı. Bir yıldız tutabilseydim keşke diye geçirdi içinden.

“Şey... Az önceki davranışım seni rahatsız etti mi?” Diye sordu Selma.

“Hayır. Sadece biraz şaşırdım.”

“Her zaman dikkatli olmam lazım. Biraz fazla kontrolcü olabiliyorum.”

“Burada arkadaşın var mı?”

Aslı bu soruyu sorduğu an pişman olmuştu. Çünkü Selma’nın omuzları daha da çökmüş, gözlerini hüzünlü bir hal almıştı.

“Maalesef yok.”

“Neler yapıyorsun? Neler yapmayı seversin?”

“Mandala boyamayı ve çiçeklerle ilgilenmeyi severim. Sabahleyin sana küçük bahçemi gösterebilirim. Eğer istersen?” Selma biraz canlanmış gibiydi. Gözleri yine az önceki gibi parlıyordu.

“Çok isterim.” Dedi Aslı. Bu kızı sevmişti. Yapayalnızdı. Bir arkadaşı yoktu ve en önemlisi de annesinin kurallarıyla kuşatılmıştı. Belki diğer insanlarla tanışsa, ada halkından birileriyle arkadaşlık kurabilirdi.

Henüz 20 yaşındaydı ve sevdiği şeyler insanların emekli olup da boş vakitlerinde oyalanmak için yaptıkları basit şeylerdi. Bir genç kız için fazla pasif kalan bu aktiviteler Aslı’yı bir hayli düşündürdü. Selma ile arkadaşlık kurmaya karar verdi. Belki cevaplar ondadır. Ya da cevaplara ulaşabileceği yolu biliyordur. Elbette gazeteci olduğunu ona söylemeyecekti. Ama ona yakın olacaktı.

“Ağabeyin de senin gibi mi? Yani ona da mı yasak ada halkıyla görüşmek falan?”

“Hem evet hem hayır. Ağabeyim bazı kuralları dinlemiyor...”

“Sen hiç ağabeyine diğer insanlarla tanışmak, konuşmak istediğini söylemedin mi peki, ya da babana? Yoksa hepsi aynı fikirde mi?”

“Söylemedim. Yani sanki hiç oraya gitmek istemiyorum gibi davrandım. Çünkü biliyorum söylesem de bir şey değişmeyecek. Bende zaten istemiyor gibi yapıyorum. Böyle daha az can acıtıcı oluyor.”

“Kabullendin yani? Neden karşı çıkmadın?”

“Çünkü onların sevgisinden mahrum kalmaktan korktum. Onlarla kavga edemezdim. Onlar benim ailem. Onlara, özellikle anneme karşı çıkarsam...”

“Selma, bu soruyu sormak haddimi aşar mı bilmiyorum ama yine de soracağım, yaşamak istediğin hayat bu mu?”
Aslı sinirlenmişti. Selma’nın bu kabullenişi, ailesinin onu bu kadar sindirmiş olması kabul edilemez bir şeydi ona göre.

“Hayır Aslı... Dünyayı dolaşmak istiyorum biliyor musun? Hayatımı delicesine yaşamak istiyorum. Bağırıp çağırmak, dans etmek, sevmek, sevilmek istiyorum. Yaşıtlarım gibi.”

“...”

“Üzerimdeki kıyafete bak, buna bile annem karar veriyor. Kendimi elli yaşında hissediyorum. Her gün böyle giyinmek zorundayım. Geceliğimi görmek istemezsin. Babaanne geceliği. Yatarken bile belli bir kurala göre yatmam gerekiyor. Saçlarım... Hiç senin kadar kısa kestiremedim. Hele kakül...”

Selma Aslı'nın saçına dokundu. Aslı elini kakülüne götürüp düzeltti.

“O kadar güzel ki saçların. Bende senin gibi saçlarımı kısa kestirmek isterdim. Rüzgârın saçlarımda dolaşmasını, kendi seçtiğim kıyafetleri giyip adada dilediğimce dolaşmayı... Oysa şu halime bak. Saçlarımı sabitlemek için o kadar sprey sıktılar ki kaşlarımı zor oynatıyorum.”

Aslı ne diyeceğini bilemedi. Ailesinin en ufak ayrıntıya kadar her şeyi kontrol altında tutuyor olması onu bir hayli şaşırtmıştı.

“Saçını kestirmek isteseydin kabul edilmez miydi?”

Selma ayağıyla yerdeki toprağı eşeliyordu. Kafasını hayır anlamında sallamakla yetindi. Toprağı deşmeyi bıraktığında ayakkabısının ucu kirlenmişti. “Annem kızacak,” dedi ve gülümsedi. Aslı’ya baktı. “Aslı, senin annen de sana bu kadar kızıyor mu? Mesela ayakkabın böyle toprak olsa ne derdi? Ya da eteğin otururken kırışsa, gömleğinin yakasını düzeltmeyi unutsan, kızar mıydı sana?”

“Bazen kızıyor,” diye yalan söyledi Aslı. Çünkü annesi ona nadiren kızardı ve bu tam olarak kızmak da sayılmazdı. Sadece sitem şeklinde olurdu. Birbirlerini kırmadan, üzmeden sorunu çözerlerdi. Aksi bir durumun olabileceğini, farklı bir anne kız modelinin varlığını tahmin etmiyordu bu yüzden. Şehirde ilişkiler üstünkörü olmuş olsa da hiçbir zaman ailesi tarafından sıkboğaz edilmemiş, kısıtlanmamıştı.

Şimdi yanında oturan bu kıza bakarken her şeyin bir bedeli olduğunu daha iyi anlıyordu. Ailesi koca bir adanın sahibiydi, bir sürü ayrıcalıkları vardı. Güç onların elindeydi, ancak güç elde etmenin de bir bedeli vardı. Diğerlerinin durumunu bilmiyordu ancak Selma'nın ödediği bedelin çok ağır olduğunu net bir şekilde biliyordu.

İki kadın da uzunca bir süre konuşmadı. Sallanmayı bırakmışlardı.

Aslı kafasını geriye yatırmış gökyüzüne bakıyordu. Selma ise ellerini kucağına koymuş parmaklarıyla oynuyordu. Hava iyiden iyiye serinlemişti. Aslı buz gibi olan kollarını ovuşturdu.

“İçeri girelim mi?” diye sordu.

“Olur. Hem senin dinlenmen gerekir. İyice dinlen ki tatilin güzel geçsin.”
Malikaneye doğru yavaş adımlarla yürüdüler. Selma, Aslı’nın koluna girmişti. Kapıdan girerken Aslı’yı durdurdu.

“Konuştuklarımız aramızda kalsa olur mu?” diye sordu.

Aslı, kendisine gözlüklerinin altından bakan bu küçük gözlere bakıp gülümsedi. “Merak etme. Ben kilitli bir kasayım. Kimseye bir şey söylemem.”

“Sağ ol.”

“Ne demek? Ben bir şey yapmadım ki. Asıl ben teşekkür etmeliyim.”

“O niye?”

“Niye olacak, eğer sen olmasaydın elli yaş üstü sohbetin içinde kalacaktım.”
Selma güldü. Birlikte Aslı’nın odasının önüne geldiklerinde “Gerçekten teşekkür ederim,” dedi tekrar.

“Beni dinlediğin, yargılamadığın için. Yalnızlığıma bir gecelik de olsa son verdiğin için.”

“Orada dur bakalım. Bir gecelik derken? Ben henüz gitmedim ve ne zaman gideceğime de karar vermedim küçük hanım.”

“Ama yine benimle konuşmak isteyecek misin?” Gözleri dolmuştu. Aslı elini onun omzuna koydu.

“Elbette. Senden iyi arkadaş mı bulacağım burada?”

“Arkadaş mı?”

“Arkadaş tabi. Arkadaş olduk. Bu yüzden ne zaman canın bir şeye sıkılsa bana anlatabilirsin. Hatta canının sıkılmasına da gerek yok, ne zaman konuşmak, yürüyüşe çıkmak, gökyüzüne bakmak ya da her ne yapmak istiyorsan söylemen yeterli.”

Selma artık ağlıyordu. Yanaklarından dökülen gözyaşlarını çabucak silmeye çalışırken etrafa bakıyor, belli ki birinin -özellikle de annesinin- onu böyle görmesinden endişe ediyordu.

Aslı daha fazla dayanamadı ve onu kucakladı. Selma gözyaşlarını silmeye çalışmaktan ona karşılık verememişti.

“İyi geceler. Sabah görüşmek üzere.” Diyen Aslı geriye çekildi.

“İyi geceler.” Selma odasına gitmek için geriye döndü. Koridorda birkaç adım atıp geriye döndü. Nemli gözleriyle Aslı’ya bakarken gülümsedi. Aslı gülümsedi ve el salladı. Selma gözden kaybolana dek arkasından baktı.

Odasına girmek için geriye döndüğünde olduğu yerde sıçradı. Karşısına aniden çıkan biri ödünü koparmıştı. Bir adım geriye attı.

“Ona ne söylediniz?” Diye sordu çabucak. Bir yandan da etrafına bakınıyordu.

“Kime ne söyledim?” Aslı, Savaş’ın bu resmi konuşmasına anlam veremiyor, onu aşamıyordu da.

“Kardeşime. Selma'ya. Neden ağlıyordu?”

“Neden ona sormuyorsunuz?”

Savaş birden duraksadı. Alt kattan gelen güçlü bir gonk sesi saatin tam on ikiyi vurduğunu söylüyordu. Bir odanın kapısı açıldığında Savaş, Aslı’nın yanından geçip Selma’nın gittiği tarafa doğru ilerledi. Aslı arkasından baktı sonra omuz silkerek odasına girdi.

Valizinin bıraktığı yerde olmadığını gördü ve endişelendi. Etrafta valizini aramaya koyulurken dolabın kapağını açmayı akıl edebilmesi on beş dakikasını almıştı. Eşyalarını dolaba yerleştirilmiş gördüğünde bir başka korku dalgası bütün bedenine yayıldı.

“Ya kamera ve gazeteci kartımı görmüşlerse?” diye düşündü. Çabucak gazetecilikle ilgili olan eşyalarını bulmaya çalıştı. Her geçen saniye paniklemesi artıyordu. Neyseki çok geçmeden eşyalarının olduğu küçük valizi gördü. Kimliğini saklaması gerektiğini öğrendiğinde bütün eşyalarını bu çantaya sıkıştırmış, üzerlerini kişisel bakım ürünleriyle doldurmuştu. Büyük ihtimalle bu çantanın özel eşyalar içerdiğini anlamış ve dokunmamışlardı. Aslı derin bir nefes verdi.

“Çok şükür, çok şükür. Eğer büyük valizde bırakmış olsaydım işim bitmişti.”

Valizini dolabın en kuytu köşesine sakladı ve üzerini eşyalarla kapladı. Pijamalarını giyip yatağın üzerine oturdu. Pencereden yansıyan dolunayı izleyerek Selma'yı düşündü.

Selma çok yalnız olduğu için onunla daha ilk günden bir sürü şey paylaşmış, içindekileri ortaya dökmüştü. Onun için üzülmüştü. Üzülmüştü üzülmesine ancak haberini ikinci plana da atamazdı.

Her şeyini geride bırakmıştı. Bir şeyler bulamazsa her şeyini kaybedecekti ve buna izin veremezdi. Bu yüzden Selma ile arkadaşlık kuracaktı ancak her türlü bilgiyi elde etmek için bütün fırsatları değerlendirecekti.

Yatağına uzandığında kafası yastığın içinde kayboldu. Yumuşacıktı. Bu Aslı’nın hoşuna gitti ve bir şey düşünememeye çalışarak uykuya daldı.

Bölümü nasıl buldunuz? 💌

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere...

Loading...
0%