Yeni Üyelik
33.
Bölüm

Dilek Hakkı

@albayrakirem

Üç genç malikanenin terasında buluştular. Aslı boynuna astığı fotoğraf makinesi ve kafasına taktığı hasır şapka ile turistlere benzemişti.

Ormana girdiklerinde Mert ve Selma, kendisine çeşitli kuşları göstererek ilginç olup olmadığını sormaya koyuldu. Aslı bir süre onların işaret ettiği hayvanların fotoğraflarını çeker gibi göründü. Hedefi elbette kuşlar değildi. Hilmi ile gördükleri izin olduğu yere gitmek için aceleci davranıyor, diğerlerinin geride kaldığını gördüğünde biraz keyfi kaçarak beklemeye koyuluyordu. Onları yanında getirmenin sonuçlarını kestiremiyordu. Evden çıkarken Hilmi ile karşılaşmayı ummuştu. Ancak dünden beri onunla konuşamamıştı.

Aslı, büyücünün Hilmi’yi ondan uzaklaştırdığını bilmiyordu. Büyücü, birtakım işlerin tamamlanması için Hilmi’yi çağırmış ve işleri hemencecik bitirmemesi için yaptığı şeyleri arkasından bozmuştu. Hilmi şikâyet etse de büyücüye asla kaba davranmazdı. Bu sebeple işine odaklanmış ve bir an önce işini bitirip Aslı’nın yanına gitmeyi kafasına koymuştu. Aslı’nın çoktan izleri buldukları yere ulaştığından haberi yoktu.

“Selma, şu bahsettiğin büyük büyükbaban nasıl birisiydi? Yani araştırmacı falan mıydı?” diye sordu Aslı izleri bulduğu yere ulaşmak üzereyken.

“Evet. Hayvanlarla ilgili araştırmalar yapıyormuş. Ama araştırmaları sonucunu bilmiyorum çünkü onun hakkında kimse konuşmaz.”

“Öyle bir söylüyorsun ki sanki atom bombasını icat etti de lanetlendi. Sadece meraklı bir adam olmalı. Ve herkes de onun araştırmalarına ilgi duyacak değil ya ondan bahsetmiyorlardır,” diye araya girdi Mert.

“Bilmem. Belki de. Tahir dedem hakkında pek bilgim yok anlayacağınız.”

Tahir. Aslı doğru kişinin odasını araştırmış olmanın haklı gururunu yaşarken hafifçe gülümsedi. İzleri gördüğü yere geldiğinde yere doğru eğilip baktı. İzler toz toprak ve yapraklarla silinmişti. Pes etmedi. Birkaç adım atarak etrafı incelemeye başladı. Tahir Çimen’in odasını terk etmeden önce cebine sıkıştırdığı kâğıdı çıkarıp eliyle düzeltti. Mert ve Selma’dan biraz uzaklaşmıştı. Elinde tuttuğu bu kâğıtta bir harita çiziliydi. Çarpık çizgiler ve kargacık yazılarla doluydu. Kırmızıyla işaretlenmiş iki yer bulunuyordu. Aslı malikane olduğunu düşündüğü bir noktadan başlayan bu çizimi evirip çevirdi. İşaretlenen noktaların nerede olduğunu kestirmeye çalıştı. O sırada Mert ve Selma ağaç dalları arasından koşup gözden kaybolan bir sincaba gülerek bir şeyler söylüyorlardı.

Aslı’nın olduğu yere yaklaştıklarında kâğıdı cebine geri tıkıştıran Aslı onlara gülümsedi. Yürümeye devam ettiler. Sık ormanın içindeydiler. Bazen ayakları bir sarmaşığa takılıyor bazen yapraklar ilerlemelerine engel oluyordu. Sık ağaçları arkalarında bıraktıklarında bir dağın eteklerine kadar gelmişlerdi. Taşlı yolda ilerlemeye devam ettiler.

“Ada ne kadar büyükmüş. Git git bitmiyor,” diye konuştu Mert. Biraz soluklanmak için duran Selma onu onayladı. “Evet, gerçekten de çok büyükmüş. Bunca zaman sadece malikanede kalmış olmam ne kötü. Burayı görünce kendimi daracık bir yere hapsetmiş olduğumu daha iyi anlıyorum.”

“Artık özgürsün Selma.”

“Özgürüm evet. Ama bazı şeyler için hala zaman var tabii.”

“Selma, annenle ne konuştunuz? Yani özelse elbette söylemeni istemem. Ancak benimle geldiğin için-”

“Hayır Aslı.”
Aslı onun konuşmaya devam etmesini beklediğini belli edercesine yüzüne bakmayı sürdürdü. Selma Mert’e kısa bir bakış attı. “Mert’i sordu. Yani onu öğrenmiş.” Yanakları kızarmıştı.

“Nasıl?” diye haykırdı Mert. “O kadar iyi saklandım. Nerede görmüş?”

“Görmemiş zaten. Duymuş. Ben aşağıya indikten sonra annem etrafta neler konuşuluyor diye araştırıyordu. Sonra Mert’in eve geldiğini falan öğrenmiş. Yani Aslı’nın evine. Sabahleyin o yüzden beni çağırdı.”

“Sana tam olarak ne sordu ve ne tepki verdi?” diye sordu Aslı.

“Mert ile tanışıp tanışmadığımı sordu. Yani senin evine niye geldiğini, sizin arkadaş olup olmadığınızı falan bir sürü şey sordu. Bende her şeyi anlattım.”

“Her şeyi?” Mert’in bir kaşı havaya doğru kalktı.

Selma utangaçlığını üzerinden atmak ister gibi kafasını yukarı kaldırdı. “Evet. Ona seninle arkadaş olduğumu ve çok iyi anlaştığımızı söyledim. Ne olursa olsun seninle görüşmeyi bırakmayacağımı çünkü…” yanakları alev alırken sesi titredi. Büyülü sözcüklermişçesine sesini biraz alçaltarak devam etti. “Çünkü seni sevdiğimi söyledim.”

Aslı da Mert de bir an için donup kaldılar. Selma’dan böylesine cesur bir adım beklemiyorlardı. Selma kendisine dikilen şaşkın gözleri gülümseyerek karşıladı. “Annem de sizin gibi çok şaşırdı tabii. Kızacağını düşündüm ancak öyle yapmadı. Bu beni şaşırttı çünkü onunla tartışmaya hazırdım.”

“Onay verdi diyebilir miyiz? Artık rahatça görüşebilir miyiz?”

“Sanırım evet.” İkisi gülüştüler. Ancak Aslı’nın kafası karışmış, içine bir kurt düşmüştü. Esin’i tanımış olduğu zamanı göz önünde bulundurarak hiçbir şeyi öylesine yapmayacağını öğrenmişti. Selma’ya gösterdiği bu anlayışın altında başka amaçların olma ihtimalinin yüksek olduğunu biliyor ancak amaçları konusunda bir tahminde bulunamıyordu. Yola devam ederlerken bunları düşünüyordu.

Son birkaç saati ormanın daha derinlerine girmek ile geçirmişlerdi. Sık ormanın içinde ilerlerken ağaç dallarının her yeri kapladığı bu yerde gökyüzü gözükmüyordu. Yapraklar tavan işlevi görür gibi başlarının üstünde yayılmıştı. Güneş ışıkları dalların arasındaki boşluklardan içeriye giriyor, yollarına düşüyordu. Kayalık bir alandan geçtiler. Sık orman yerini daha geniş bir ormana bıraktı.

“Aslında Aslı’ya yardım etmemeliyiz,” diye konuştu Mert uzun süren sessizliklerinden sonra.

“O niyeymiş?” diyerek ona doğru döndü Aslı.

“E projeni tamamlarsan gideceksin.”

Aslı durdu. Diğerleri de onunla durdu. “Haklısın. Ama bu senin için iyi bir haber değil mi? Benden kurtulacaksın.”

“Öyle söylemesene Aslı. Mert de ben de sana o kadar alıştık ki. Gidecek olmanı kısa süreliğine unutmuştum şimdi tekrar bunu düşünmeye başlayacağım. Keşke gitmemen için bir şeyler yapabilsek…”

“Düşünelim belki bir şeyler buluruz.”

“Komik olmayın çocuklar. Bunu bu kadar büyütmeyin. Hem Mert, sen bir kaptan olarak bunu nasıl söylersin? Herkes bir gün evine döner, öyle değil mi? Benim durumumda da durum değişmeyecek. Hem birbirinizi buldunuz ya daha ne istiyorsunuz?”

“Aynı şey değil,” dedi Mert.

“Farkı yok,” diye kestirip attı Aslı. Daha fazla bu konuda konuşmak istemiyordu. Yürümeye devam etti. Selma parlak bir fikir sunana kadar sessiz yürüyüşleri devam etti. Açık bir alana gelmişlerdi. Selma, “Yarış yapalım mı?” diye sordu büyük bir hevesle. Mert ve Aslı onun bu coşkulu halini görünce onu kırmadılar ve yarış yapmaya istekli oldular. Bu yarışın sonucunun acı dolu olacağını tahmin bile edemezken gülüşmelerle koşmaya başladılar.

Selma hırslı bir şekilde koşarken Mert de onu takip ediyordu. Aslı daha düşük tempoda koşarken bir anda kalbinde bir sıkışma hissederek durdu. İçinde inanılmaz kötü bir his belirmişti. Diğerlerine yetişmek için yola devam etmeye çalıştı. Derin nefesler alarak rahatlamaya çalıştı. Tam o sırada bir feryat, tüylerini diken diken etmişti. Hemen kendisini bir kenara bırakarak sesin geldiği yöne var gücüyle koştu. “SELMA! MERT!” onları bulduğunda Mert yerde uzanmış bacağını tutmakta, Selma ise endişeli gözlerle ona doğru eğilmekteydi. Aslı, Mert’in yanına diz çöktü. “Ne oldu?”

“Ayağım taşa takıldı. Sanırım burkuldu.” Mert, Aslı ayağına dokunduğunda inledi. Aslı nazik olmaya dikkat ederek parmağıyla masaj yapmaya başladı. “Bu ne hırsı be çocuk! Niye dikkat etmezsin ki?”

“Orası çok acıyor,” diyerek Aslı’nın dokunduğu bileğine doğru elini götürdü. “Laf sokmalarına sonra cevap vereceğim. Şimdi canım çok acıyor.”

“Ne yapacağız?” Selma’nın yüzünün rengi atmıştı. “Yardım çağıralım diyeceğim de kimse burada olduğumuzu bilmiyor ki.”

“Yapacağımız şey çok basit. Onu taşıyacağız.” Aslı, Mert’in kolunu boynuna doğru atıp Selma’ya baktı. “Hadi Selma, diğer koluna sen gir. Kaldıralım.” Selma yere eğildi ve Aslı’nın yaptığı gibi Mert’i tuttu. Aslı üçten geriye saydığında beceriksizce yerden doğruldu. Mert, Aslı sıkıca tutmamış olsaydı Selma ile yere kapaklanacaktı neredeyse.

“Böyle ne kadar taşıyabilirsiniz ki beni?” diye sordu Mert. Ayağının üstüne basmamaya çalışıyor ancak basmak zorunda kalıyordu. Bu da onun inlemesine neden oluyordu.

“Yardım bulana kadar taşıyacağız. Alışmasan iyi edersin.”

“Aslıcık yanımda bana sarılan iki güzel kadın varken bana alışmamamı söyleyemezsin.”

“Sana bayıldığımdan sarılmıyorum. Koşmayı beceremediğin için mecburen bu konumdayım.”

“Aman iyi be. Ama en azından Selma bana sarıldığı için mutludur. Değil mi Selma?” Selma’nın yüzü renkten renge girerken hafifçe güldü.

Tam o sırada ormanın derinliklerinden korkutucu bir ses duyuldu. Üçü de durup sesin geldiği yöne doğru çevirdi bakışlarını. “O neydi?” diye sordu Mert. Aslı ne olduğunu biliyordu. -Yani teknik olarak.- “Ormanda kurt mu var?” diye yeni bir soru sordu Mert. Bunu sorarken kafasını Selma’ya doğru çevirdi. Selma bir şey söylemeden önüne baktı.

Aslı bir yandan sesin geldiği yöne gidip o şeyi görmek ve fotoğrafını çekmek istiyor bir yandan da yanındaki bu iki gencin güvenli bir şekilde evlerine gitmelerini istiyordu. İçindeki delicesine isteği bastırmak zorunda kalmıştı. Mert’i bu halde bırakamazdı. Selma’yı da öyle. “Bir sincabın sesine benzemiyordu, değil mi? O yüzden yolumuza devam edelim.” Aslı’nın bu fikri diğer ikisi tarafından çabucak onaylandı ve yollarına devam ettiler. Gelirken kolayca geçtikleri yollar dönüşte gözlerinde büyümüştü.

Dik bir yokuşu çıkmaları ise onları oldukça zorlamıştı. Nefes nefese kalmışlardı. Aslı, terden alnına yapışan kaküllerini eliyle geriye doğru itti. Şu an düşündüğü tek şey Selma ve Mert'in güvenli bir yere ulaşabilmesiydi. Soluklanmak için durduklarında Mert, bir ağaca yaslandı. Selma hemen onun yanında duruyordu. Aslı ise yere çökmüştü.
Aslı derin nefesler alarak sakinleşmeye çalıştı.

“Malikaneye kadar gidebilecek miyiz?” diye sordu Mert. Eliyle burkulan ayağını ovmaya çalıştı.

“Evet. Zaten fazla bir mesafe kalmadı. Şu ilerideki kayaları geçtik mi, güvendeyiz.” Aslı bu söylediğine inanmıyordu. Yolda kaç defa kafası karışmış, gittikleri yöne dikkat etmemişti. Şimdi tek umudu, doğru yöne ilerlemiş olduklarına inanmasıydı.

Loading...
0%