@albayrakirem
|
Uçakta uykuya dalması pek uzun sürmemişti. Ağlamak ve yaşadığı yoğun stres onu yormuştu. Üstelik uçağın kalkmasını beklerken kulağını hiç durmadan kaşıdığı için kulağı kızarmış ve tırnak izleriyle çizilmişti. Uçak yolculuğu yaklaşık beş saat sürecekti. Oradan da bir başka uçağa yetişmeye çalışacaktı. Yolculuğunun dördüncü saatinde uykusunu iyice almış vaziyette uyandı. Karnı gurulduyordu. Yiyecek bir şeyler istemek için hostese bakındı. Yanında oturan kadının kucağında bir bebek vardı ve annesinin aksine uyanıktı. Aslı’ya daha yeni çıkmış üst iki dişini göstererek gülümsedi. Neşeli bir bebekti. Annesi onu kollarının arasında sıkıca tutarken huzurlu gözüküyordu. Aslı tebessüm etti. “Merhaba küçük dostum...” diye fısıldadı ve parmağını bebeğin narin yanağında gezdirdi. Parmağını geri çekerken küçücük parmakları onu kavradı. Bebek parmağını tutarken Aslı güldü. “Benim adım Aslı, küçük dostum. Senin adını bilmiyorum ama tanıştığıma oldukça memnun oldum.” Dedi ve bebek parmağını tutarken tokalaşır gibi yukarı aşağı hareket ettirdi. Hostesi çağırdığında bebeğin annesi de uyanmıştı. Yemek sipariş ederken bebeğin adının Özgür olduğunu öğrendi. Yolculuğun kalan saatini yanındaki bu küçük misafir ve annesiyle konuşarak geçirdi. “Sarılmak istiyor...” dedi bebeğin annesi. Aslı ne yapacağını bilemez halde bebeğe doğru uzandı ve onu kucağına aldı. Küçücük bedenini kucaklarken mis kokusunu içine çekti. Onlardan ayrılıp diğer uçağa doğru giderken kendini bir bebek kadar yenilenmiş ve bebeğin adı gibi özgür hissediyordu. Kulaklığını takıp müzik açtı. Keyfi yerine gelmişti. Valizini peşinde sürüklerken şarkının ritmiyle etrafına aldırmadan birkaç dans figürü bile yapmıştı. İkinci uçak yolcuğu birincisine nazaran biraz daha sakin ve sıkıcıydı. Daha az yolcu vardı ve on iki saatlik uçuş bir türlü bitmek bilmiyordu. İlk uçağa bindiğinde saat on bir olmuş ve saat gece dörtte uçaktan inmişti. İkinci uçağa ise sabaha karşı altıda binmişti. İndiğinde ise yediye gelmek üzereydi. On iki saatlik yolculuğun uzun bir kısmını yine uyuyarak geçirmişti ve bedeni uyuşmuştu. Uçaktan inerken ağrıyan bedeni hızlı hareket etmesine engel oluyordu. Yeniden valizlerini aldı ve bu sefer çıkışa doğru ilerledi. Kendisini rıhtıma götürecek bir taksi çevirdi. Başını camdan uzatarak dışarıyı seyretti. Ancak rüzgâr kaküllerini bozunca camı kapatarak kaküllerini düzeltti ve camın ardından etrafa bakmayı sürdürdü. Hava güneşliydi. İnsanlar sahilde bisiklet sürüyor, piknik yapıyor, gezmeye gidiyor veya geliyordu. Ama herkes hareket halindeydi. Aslı etrafı seyrederken taksicinin onu şehir turuna çıkarmasını umursamadı. Taksimetredeki sayı yükseldikçe taksicinin yüzündeki gülümseme genişliyordu. Trafiğe yakalandıklarında ise keyfine diyecek bir şey kalmamıştı. Sonunda rıhtıma geldiklerinde güneş batmak üzereydi. Aslı taksiden inip rıhtıma doğru valizini peşinde sürükledi. Oradaki birkaç kişiye gideceği adayı söyledi ve binmesi gereken gemiyi öğrendi. Geminin bir iki dakikaya kalkacağını öğrendiğinde hızlı hareketlerle gemiye yanaştı. İskeleden güçlükle koşmaya çalışmasına şahit olan gemideki iki kişi yanına kadar gelip yüklerini onun için taşıdılar. Gemiye binerken Aslı’ya yardım ettiler. Aslı onlara teşekkür ederken diğer yolcuların arasına karıştı. Gemiye binmesinden sadece saniyeler sonra gemi demir aldı ve denizde yol almaya başladı. Aslı kendisine gösterilen kamaraya eşyalarını bırakırken içinde bulunduğu gemiyi inceledi. Gemi tahtadandı. Aslı daha önce hiç tahtadan gemi görmemişti, tabi filmler hariç. Tahtadan gemilerin gerçekten var olduklarını bilmiyordu yani şimdiki zamanda. Kamara küçücüktü ve valiz neredeyse tamamını kaplıyordu. Tek eşya küçük ve oldukça rahatsız bir yataktı. Yuvarlak bir pencere vardı. Aslı kamarayı havalandırmak için pencereyi açmaya çalıştı. Ancak bir türlü açamıyordu. “Açılsana...” diye söylenirken hala pencerenin sapını indirmeye çalışıyordu. O sırada arkasından gelen sesle yerinden sıçradı. “Kibarca açılmaktan anlamaz o pencere. Biraz güç uygulaman gerekir.” Kapının hemen dışında duran bu çocuk, Aslı’nın yerinden sıçradığını görünce güldü. “Affedersin, kapın açıktı ve sesler duydum. Sen pencere ile mi konuşuyorsun?” Aslı biraz utandı ama hemen sonra cevabını verdi. “Saçmalama ve çok biliyorsan gel de pencereyi aç.” Geri çekildi. Çocuk yatağın üstünden pencereye ulaşırken çizmelerini yatağa değdirmemeye çalıştı. Aslı valizinin yanında sıkışıp kalmıştı. Çocuk bir iki zorlamada pencereyi açtı. “Bak açıldı.” dedi. “Sağ ol.” Aslı kollarını göğsünde birleştirdi. Çocuk dizlerinin üstünde geri dönüp kapıya doğru ilerledi. “Bir şey değil. Bu benim işim. Başka bir ihtiyacın olursa söyleyebilirsin.” Boş bir yer bulup oturdu. Rüzgâr şiddetli bir şekilde esiyor, denizin dalgaları gemiyi beşik gibi sallıyordu. Kafasını geriye doğru yatırıp yelkenlere baktı. Kocamanlardı. Paslanmış direklerden başlayarak en yukarıdaki kuleye kadar gözleriyle etrafı taradı. Kulenin bu kadar yüksek olması onu meraklanırdı. “Acaba yukarıdan manzara nasıldır?” diye sordu kendi kendine. Bunu yanından geçen kadın duydu. Demin alt kattan çıkan kadındı. “Manzara büyüleyicidir. Ancak yolcular için tehlikeli olabileceği için çıkmaları yasaktır.” dedi. “Siz de mi mürettebattansınız?” “Evet. Yıllardır denizciyim. Yolcu ve yük gemilerinde çalışıyorum. Ailemle birlikte.” “A öyle mi? Ne güzel. Şey...Biraz vaktiniz varsa sizinle konuşmak isterim.” “Neden olmasın? Yemek vaktine kadar konuşabiliriz,” diyen kadın, Aslı’nın yanına oturdu. Aslı kafasını toplamaya ve soracağı soruları sıraya koymaya çalıştı. “Yıllardır denizci olduğunuzu söylediniz. Yani o zaman bu suların her bir santimini avucunuzun içi gibi bilirsiniz...” “Elbette. Uçan kuşun rotasını bile tahmin edebilirim.” Derken gözleri parlıyordu. Aslı, bu kadına daha dikkatli bakmaya başladı. Dizlerine kadar gelen çizmesinde bir arma yer alıyordu. Pantolonunu tutturduğu geniş tokalı kemeri ve onu tamamlayan siyah gömleğiyle şık bile denilebilirdi. Saçları lüle lüleydi ve belinden aşağıya kadar sarkıyordu. Bir bandanayla alnındaki saçlarını geriye yatırmıştı. Parmaklarında yüzükler ve bileklerinde bilezikler vardı. Aslı daha önce bir denizci de görmediğini fark etti. Filmler ve dizilerden gördüğü kadarıyla öfkeli ve kaba insanlar olarak aklında yer edinen bu insanların aslında hiçte öyle olmadığını anlaması uzun sürmedi. Kadının samimiyeti onu rahatlattı ve sorularını sırasına aldırmadan sormaya başladı. “Ben Luna Adası'na gidiyorum. Orası hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?” Kadının neşeli yüzünden kara bir bulut geçip gitti. Bir süre bir şey demedi. Nihayet konuştuğunda: “Neden oraya gidiyorsun?” diye sordu. Aslı tam cevap vermek için ağzını açacaktı ki telefonuna gelen bildirimle duraksadı. Ceketinin cebinden telefonunu çıkardı. Gelen mesajı işyerindeki bir kızın gönderdiğini fark etti. Mesajın üstüne bastı ve sohbet sayfası açıldı. Bir video göndermişti. Videoyu açacakken durdu. Kadının sorusuna cevap vermemişti. Ona doğru döndü ve “Kusura bakmayın. Buna bakmam lazım. Birazdan dönerim,” dedi ve kamarasına girip kulaklığını çıkardı. Videonun oynat tuşuna bastı. İş arkadaşları bir masanın etrafında oturmuş, kutlama yapıyormuş gibi keyifliydiler. Hepsi gülüp eğleniyordu. Kayıt masanın genel görüntüsünün alınmasıyla başlıyordu. Hemen sonra kamera Sinem'i çekmeye başladı. Sinem o kadar çok gülüyordu ki kendini zar zor toparlayarak şu cümleleri kurdu: “Aslıcığım, nasılsın? Umarım adaya sağ salim varabilmişsindir. Gerçi bu o kadar da umurumda değil.” “Seni aptal kız, haberini bulabildin mi bakalım? Süper çalışkan, en iyi çalışan, patronun gözdesi.... Ya da her neysen...” Bunları söyleyen Melisa'ydı. “Haber falan yok ki nasıl bulsun?” Barış kameraya doğrudan bakıyordu. “Hepsi bir oyundu. O adada hiçbir halt yoktur. Seni salak. Hemen nasıl da atladın.” Grupta kahkahaların ardı arkası kesilmiyordu. Aslı tüm bedeninin kaskatı kesildiğini hissetti. Elindeki telefonu avuçlarının arasında sıkıca tutuyordu. “Ha bu arada masan için endişelenme. Yeni bir sahibi var. Malum sen ellerin ceplerinde geleceksin. Tabi gelmeye yüzün kaldıysa...” Bunu yenilerden biri söylemişti. Kayıt gülüşmeler ve daha birçok aşağılayıcı kelimelerle sona ermişti. Telefon Aslı’nın elinden kayıp tahtanın üzerine çakıldı. Kendine gelmesi epey zamanını aldı. “Sizi adi şerefsizler! Bana bunu nasıl yapabildiler? Asıl ben nasıl hemen yola çıkabildim? Aptalım aptal... Şimdi ne yapacağım? Geri mi döneceğim. Hayır hayır asla... Ellerim boş geri dönmektense...” Başını ellerinin arasına alıp derin düşüncelere daldı. Uzun bir süre öylece yere baktı. Hava kararmıştı. Kamarasının penceresinden yansıyan dolunayın ışığı odada belli belirsiz siluetler meydana getiriyordu. Aslı hiçbir şey duymuyor gibiydi. Saatlerdir aynı pozisyonda kalmıştı. Ne yapacağını bilemiyordu. Tek bildiği bunu onlara ödetecek olduğuydu. Ellerini başından çekip kaküllerini düzeltti. El yordamıyla telefonunu aradı. Bulduğunda ekranda bir sürü bildirim gördü. Yine iş arkadaşlarından geldiğini düşünüp bakmadan silecekti ki kimden geldiğini görünce durdu. Ekranda pek çok cevapsız arama ve mesaj vardı. Pelin ve Selim'dendi hepsi. Tam Selim'i arayacakken onun tarafından gelen aramayı gördü ve hızlıca açtı. “Selim?” “Aslı? Oh şükür iyisin.” Telefondan biraz uzakta “Cevap verdi mi?” diye bir ses duyuldu. Pelin’in sesi. Selim ona cevap verip tekrar Aslı'yla konuştu. “Ya kızım saatlerdir sana ulaşmaya çalışıyoruz. Aklım çıktı...” “Selim özür dilerim. Seni dinlemem gerekirdi.” “Ne özrü Aslı? Sana söyleyecek önemli şeylerim var. Adaya henüz varmadın değil mi? Adayla ilgili haber....” “Yalanmış... Oyun yapmışlar.” “Ne!?” “Az önce... Pardon birkaç saat önce bir video attılar. Her şey oyunmuş...” “Kim video attı? Anlamıyorum Aslı.” “İşyerindekiler. Haber falan yokmuş.” “Aslı sen iyi misin?” “Hiç iyi değilim. Tüm hayallerim başıma yıkıldı. Artık bir işim yok. Geri dönemem. Ne yapacağımı bilmiyorum. Nerede olduğunu bile bilmediğim bir adaya doğru bilinmez bir yolculukta tahtadan bir gemide gidiyorum. Sen haklıydın sanırım. Pelin haklı. Belki de ben böyle hep aptal gibi...” Sözlerini ağzından çıkan feryat böldü. “Ne ben haklıyım ne de Pelin. Sakin ol ve dediklerimi dinle lütfen.” “Sakinleş Aslı. Bak sorun yok. Onlar sana oyun oynamış olabilir. Seni yendiklerini düşünebilirler ama daha sen son hamleni yapmadın.” Aslı ayağa kalkıp pencereden başını uzatıp derin nefesler alırken yavaş yavaş Selim'in dediklerini anlamaya başlıyordu. Burnunu çantasından çıkardığı peçeteyle silerken “Selim ne hamlesi? Hamle mi kaldı? Şah ve mat. Oyun bitti.” “Hayır bitmedi. Henüz yeni başlıyor. Sana anlatacaklarım var. Tek misin?” “Evet.” “Orada gece mi gündüz mü?” “Gece. Bunları niye soruyorsun?” “Tamam. Sana anlatacaklarımı sakince ve sesini yükseltmeden dinlemen lazım. Bu çok önemli. Anlaştık mı?” “Tamam.” “Sana iki gün ver bana demiştim. Bir yerden haber bekliyordum ama kesinleşmeden sana bahsetmek istemedim. Umutlanıp sonradan üzülmeni istemedim.” “Buraları hızlı geçelim lütfen.” “Adadan bir haber geldi. Bahsettiklerin doğruymuş Aslı. O adada ilginç olaylar dönüyormuş. Duydun mu, yalan değil gerçekmiş!” Aslı bomboş gözlerle dolunaya bakarken söylenenleri idrak etmeye çalışıyordu. Hala burnu akıyordu ve gözyaşları yanakları boyunca iz yaparak boğazına kadar inmişti. “Aslı? Orada mısın? Hey? Sesim geliyor mu?” Aslı bir anda kendine geldi. “Hadi be oradan!” Dedi. “Kızım doğruyu söylüyorum. Kaynak sağlam.” Aslı'nın ağlamaktan kızarmış gözlerinde bir ateş parladı. Bu umudun ta kendisiydi. Dudaklarının kenarı yukarı kıvrılırken haykırmamak için eliyle ağzını kapattı. “Yani ben boş yere gitmiyorum doğru mu anladım.” “Evet. Haberin seni orada bekliyor. Yalnız söylemem gereken birkaç önemli nokta var.” “Selim şu an beni o kadar mutlu ettin ki anlatamam. Ne söylersen kabulüm. Dinliyorum.” “Dikkatli olman gerekiyor.” “Ne konuda?” “Kimliğin ve orada neden bulunduğunla ilgili. Onlara gazeteci olduğunu söyleyemezsin. Çünkü adadakiler kendilerini haber yapacak birini orada barındırmazlar." “Neden peki?” “Bunu ancak sen öğrenebilirsin. Ada bir çeşit krallıkla yönetiliyor denilebilir. Krallık dediysem öyle büyük çapta bir şey değil. Bir ailenin yönetiminde. Haber de onlarla bağlantılı olmalı. Adaya bir turist olarak gir. Onlara kimliğini açıklama sakın. Yoksa haberini alamazsın. Araştırmanı gizlice sürdür.” “Selim bu insanlar tehlikeli mi?” Aslı bunu fısıldayarak söylemişti. “Keşke bilsem Aslı. Ama bilmiyorum. Tek bildiğim senin ne kadar hırslı ve çalışkan olduğun. Sana başta inanmadığım için üzgünüm. Amacım seni korumaktı. Senin ne kadar güçlü olduğunu bazen unutuyorum.” “Yaşlılık işte.” Aslı güldü. “Hey daha yirmi beş buçuk yaşındayım.” “Keşke bende seninle gelmiş olsaydım...” “Bana bu haberi vermen yanımda gelmen kadar önemliydi. Hem bu haberi kendi başıma bulmalıyım.” “Aslı beni merakta bırakma sak...” Sabah kamarasının penceresinden giren güneş ışığı Aslı’yı uyandırdı. Yatağında doğrularak dün gece yaşadıklarının kısa bir muhasebesini yaptı. Buna göre şu andan itibaren kimseye gazeteci olduğunu söylemeyecek, belli etmeyecekti. Kamarasından çıkıp elini yüzünü yıkayabileceği bir yer aradı. Dün karşılaştığı çocuğu gördü. “Selam,” dedi çocuğun yanına yaklaşırken. Şimdi daha net inceleme fırsatı yakalamıştı. Yanık tenli, koyu renk gözlü biraz sıska bir çocuktu. Sohbet ettiği kadın gibi üzerinde aynı armadan bulunan çizmeler giyiyordu. Üzerindeki tişört ıslanmış ve kirli gözüküyordu. Kafasında şapka vardı. “Selam, nasıl yardımcı olabilirim?” diye sordu gülümseyerek. Dişleri inci gibi sıralanmıştı. “Elimi yüzümü nerede yıkayabilirim?” “Ortak banyo var. Şanslısın sıra daha yeni bitti ve yine şanslısın yeni temizlendi. Şurada.” Diyerek parmağını ilerideki bir kapıya doğru uzattı. Aslı teşekkür ederek banyoya girdi. Burası da kamara gibi küçücüktü. Bir tuvalet, duvara sabitlenmiş bir duş başlığı, bir lavabo ve çatlamış bir aynadan ibaretti. Duşun olduğu mermer yeni temizleneceğinden olsa gerek parlıyordu. Her ne kadar temizlenmiş olsa da Aslı bunca insanın girdiği duşu kullanmamayı tercih etti. Elini yüzünü yıkayıp oradan çıktı. Diğer yolcuların olduğu kısma geldi. Kahvaltı yapılıyordu. Aslı dünden beri bir şey yememişti bu yüzden kurt gibi açtı. Yemeğini alıp oturdu ve iştahla yemeye koyuldu. Bu sırada yanına dün akşam konuştuğu kadın geldi. “Oturabilir miyim?” diye sordu. Aslı güldü. “Hanımefendi bu sizin geminiz, istediğiniz yere oturabilirsiniz öyle değil mi?” Kadın da güldü. “Sadece kibar olmak istedim. Dün akşamdan bu yana nasılsın?” “İyiyim teşekkür ederim.” Aslı sandviçinden bir ısırık alırken dikkatli konuşması gerektiğini kendine hatırlatıp duruyordu. “Nereye yolculuk ediyordun?” Kadın, Aslı’nın yüzünü inceliyordu. “Luna Adası'na.” “Peki neden? Ne olarak gidiyorsun?” “Turist.” Kadın bu cevapla biraz rahatlamış olmalı ki arkaya doğru yaslandı ve daha içten gülümsedi. “Peki ben bir şey sorabilir miyim? Neden oraya Luna Adası deniliyor?” “Luna, dolunay demek. O adada dolunay manzarası hep büyüleyicidir. Bu adla anılmasının sebebi de dolunayın büyüsüne bir tür övgüdür.” Aslı, kadının iyice rahatladığını görünce gazeteci olduğunu bilse ne yapacağını merak etmeden edemedi. Yemeğini bitirmek üzereydi. Kadın ise hala yanında oturuyor ve etrafa göz gezdiriyordu. “Yolculuk daha ne kadar sürecek?” “İki gün daha.” “Teşekkürler.” Aslı yerinden kalkarken kadın başını çevirip ona baktı. “Bu arada çok güzel bir kokun var. Parfüm seçimin müthiş.” Dedi. Aslı gülümsedi ve teşekkür etti. Oradan ayrılıp kamarasına geri döndü ve defterine şunları not aldı. “LUNA >DOLUNAY HABERLE ALAKALI OLMA İHTİMALİ NEDİR?” Yolculuğun kalan günlerini diğer yolcularla birlikte güvertede geçirdi. Yunus balıklarının dansını izledi. Martıların denize dalıp gagalarında balıkla çıkmalarını seyretti. En büyülendiği an ise kambur balinalarla karşılaştıkları andı. Geminin yanından birbirleriyle yarışır halde ilerlerlerken ara sıra tüm bedenlerini sudan çıkarıyor ve ardından yana yatarak kendilerini geri suya bırakıyorlardı. Diğer yolcular olur da bir tanesi gemiye doğru yatar ve alabora olurlar diye endişeleniyorlardı. Aslı ise ayaklarını gemiden sarkıtmış kollarını tahtaya dayamış bu büyüleyici canlıları hayranlıkla seyre dalmıştı. En son denizden çıkıp kendini yana yatıran balina geminin oldukça yakınındaydı ve suya girmesiyle birlikte büyük bir su kütlesi güverteye doldu. Aslı ile birlikte güvertede olanlar sırılsıklam olmuşlardı. Aslı katıla katıla gülüyordu buna. Yolcular şikâyet ede ede kamaralarına çekilirken o ısrarla balinaları seyretmeyi sürdürdü. Bozulan kakülünü düzeltti. Bu sırada omzuna konulan havluyla kafasını balinalardan çevirip gelen kişiye baktı. “Gerçekten harikalar değil mi?” Yine aynı çocuktu. Bu sefer beyaz bir gömlek giyiyordu. İliklemediği birkaç düğme göğsünü açıkta bırakıyordu. “Evet. Daha önce hiç bu kadar yakından görmemiştim. Etkilendim.” “Yolculuk bitmek üzere ama daha birbirimizin adını bilmiyoruz. Benim adım Mert. Küçük kaptan da derler. Babam kaptan ya ondan.” “Aslı. Tanıştığıma memnun oldum Bay Küçük Kaptan.” “Bende. Hasta olmadan önce üstünü değiştir bence. Yoksa gittiğin yerde iyileşmeye çalışmaktan gezip eğlenemeyeceksin.” Aslı ona hak verdi ve geminin kenarından kalktı. Gitmeden önce Mert'e döndü. “Küçük kaptan, senden bir iyilik isteyebilir miyim?” Mert biraz şaşkınca baktı. “Tabi. Yapabileceğim bir şey mi?” “Bana temizlik malzemelerini verebilir misin? Banyoyu kullanmak istiyorum ama temiz olduğu konusunda endişelerim var.” “İstersen senin için temizletebilirim. Dur bir dakika istersen ne ya, aptal kafam. Ben şimdi orayı pırıl pırıl yaparım. O kadar iyi temizlerim ki olay yeri inceleme yapsa tek bir dna bulamaz.” “Sağ ol Mert. Bu iyiliğini unutmayacağım.” “Lafı bile olmaz. Sen eşyalarını al ben o zamana kadar halledeceğim. Sana hemen haber vereceğim.” Aslı kamarasına girdi ve havlusuyla giyeceği kıyafetleri yanına aldı. Mert gelip ona haber verdiğinde banyoya girdi. Banyo gerçekten çok temiz gözüküyordu ve temizlik kokuyordu. Hızlıca duşunu alan Aslı, banyoyu bulduğu gibi temizleyerek çıktı. Saçlarını kamarasında havluyla kurutmaya çalıştı. Bu duş vücuduna iyi gelmişti. Zaten omzunun biraz üzerinde olan saçları da kolayca kurumuştu. Saçlarını iyice taradı. Kaküllerini düzeltti. Günün geri kalanını kamarasında dinlenerek geçirdi. Yarın adaya varmış olacaktı. İyice dinlenmeli ve hazırlıklı olmalıydı. |
0% |