Yeni Üyelik
10.
Bölüm

Görevimiz Arkadaşlık

@albayrakirem

Kaldığımız yerden devam...


Aslı'nın ada hakkında öğrendiği ilk şey burasının tahmin ettiğinden de sıra dışı olmasıydı.

Teknoloji açısından çok ilerleyememiş bu adada, diğer bölgelerle ilgili haberler adaya gelen gemilerle alınmaktaydı ki bu haberler geldikleri yerler için çoktan unutulup gitmişti. Bu nedenle halk, kendini haber bulmaya adamış ve özellikle malikane ile ilgili çeşitli söylentiler ortaya atarak ucu bucağı olmayan efsaneler türetmişti. Halkın bir nevi eğlencesi olan bu efsaneler zamanla sahiplenilmiş, kimileri tarafından yazıya bile geçirilmişti.

Halk, kendi içinde iyi anlaşmaktaydı ve yardımlaşma oldukça fazlaydı. Birlik beraberlik içerisinde uyumlu bir yaşam sürdürmekteydiler. Ancak her yerde olduğu gibi bu adada da halkın itinayla uzak durduğu, muhatap olmamak için yolunu çevirdiği kimseler vardı.

Bunlar adanın daha bozuk ve ıssız yerlerinde yaşayan insanlardı. Kendi aralarında bir örgüt haline gelen bu grup, başlarda halka korku salmaya çalışsa da malikane bunu engellemişti. Bu engelleme grup için oldukça sert ve yıkıcı olmuştu. Şimdilerde kötü bakışlar ve kimi sürtüşmelerle halkı kendileriyle kavgaya sürüklemeye çalışsalar da onlardan olabildiğince uzak durmaya çalışan halk bu konuda bilinçlenmişti. Onların ikamet ettiği bölgeye ada halkından kimse adım atmamaktaydı, ancak onlar ticaret yapmak ve ihtiyaçlarını karşılamak için meydana kadar gelip halkın arasına karışmak zorundaydı. Adanın sarp kayalıklarının arasında ağaçlar arasında saklanmış evlerini kendilerinden başka kimse görmemişti. Aslı, tüm bu bilgileri, sohbet etmek için selam verdiği esnaflardan neredeyse gasp edercesine toplamıştı.

Anlatılardan sonra etrafına daha dikkatli bakmaya başlamıştı. Bahsedilen kişilerin birbirlerine yakın, dipdibe evleri dışarıdan bile bakıldığında kasvetli ve adanın tüm güzelliğine rağmen yaşanmaz bir ortam oluşturduğunu öğrenmişti. Tahtadan yapılmış evleri diğer ada sakinlerinin aksine boyasızmış. Aslı kimsenin görmediğini iddia ettiği evler hakkında verdikleri bu detaylı anlatımlara güvenmemesi gerektiğini biliyordu.

Merkezdeki evleri daha detaylı incelemeye koyuldu. Hepsi farklı renkteydi. Bazı yerlerde sanat eseri denilebilecek resimlerin çizilip boyandığı görülmekteydi. Kimi yerlerde eski dönemlerden kalmış büstler, heykeller yer almaktaydı. Özenle korunan bu yapılarla ilgili de oldukça üst düzey senaryolar yazılmıştı. Halk, batıl inançlara oldukça inanmaktaydı.

Şehrin en ucunda, kimsenin yerini tam olarak keşfedemediği bir noktada herkesten tamamıyla kopuk bir hayat yaşayan gizemli birinin olduğu ve bu kişinin bir tür büyücü olduğuna dair inanışları da bulunmaktaydı. Bazı dönemlerde büyücü olarak ifade ettiği bu kişiyi bulmak üzere gruplar kurulmakta ve yerini tespit edenlere ödüller vaat edilmekteydi. Ancak ne buna cesaret edilebilen olmuştu ne de cesaret edenler tarafından herhangi bir sonuç elde edilmişti. Korktukları bu kişiyi kendilerinden uzak tutmak için şehrin bazı noktalarına onun için yiyecekler, kıyafetler bırakmışlar, bunu bir tür gösteriye bile çevirmişlerdi.

Aslı, karşılaştığı insanlardan elde ettiği bu bilgileri ölçüp biçmeye çalışıyordu. Defterini yanına almadığı için pişmandı. Ama sonra eğer söylediklerinin not edildiğini görselerdi kimsenin konuşmaya yanaşmayacağını hatırladı.

Onlar gazeteci olduğunu bilmiyordu ve asla öğrenmemeliydi. Hem Aslı, anlatılanların bir miktar abartma tozuyla kendisine servis edildiğini biliyordu.

Halkın ciddi anlamda farklı uğraşlar edinmesi gerektiğini düşünüyordu. Kendisine anlatılan her şeyi bir yere kadar kabul etmişti de en son büyücü ile ilgili söyledikleri şeyler... Aslı bunları o kadar saçma bulmuştu ki dinlerken göz devirmemek için büyük bir çaba harcamıştı.

“Büyücü mü? Ne alaka? Bu insanlar cidden tuhaf!” diye düşündü.

Yürüye yürüye rıhtıma kadar gelmişti. Gemiden yük indirilişini izledi bir süre. Mürettebatın canı çıkmış gibiydi. Yüzleri ve bedenleri terden sırılsıklam olmuş, yüklerin ağırlığından kollarında ve açıkta kalan omuzlarında izler oluşmuştu.

Önünde sallanan eli fark edip gözlerini kırpıştırana kadar onları izlemeye dalıp gittiğini anlayamamıştı. Elin sahibine doğru baktı.

“Kimleri görüyorum, küçük kaptan? Demek geldin. N'aber?”

“İyidir ya. Asıl seni sormalı? Nereye dalıp gittin öyle? Yoksa mürettebattan birini gözüne mi kestirdin?”

“Seni şakacı.” Aslı göz devirdi. “Vaktin varsa şöyle oturalım mı?” diye sorarak bir ağacın altını gösterdi. Mert ile birlikte yürüyüp ağacın altına kadar geldiler ve oturdular.

“Sevdin mi buraları? Biraz daha duracak mısın?”

“Güzel bir yer. Yani sanırım. Tam olarak bir duygu geliştiremedim. Ve evet biraz daha buradayım. Sen? Hemen dönecek misin?”

Mert denize doğru bakarken konuştu. “Biraz buradayız.”

“Bu iyi.”

Aslı’ya döndü. “İyi mi? Ciddi misin?”

“Elbette hayır.” Aslı güldü.

“Seni ilk tanıdığımdan daha farklısın. Asıl iyi olan bu.”

“O ne demek?”

“Daha güleryüzlüsün yani. Biraz rahatlamış gibisin.”

Aslı bir şey demedi.

“Yemek yiyelim mi? Hadi sana bir kaptan olarak yemek ısmarlayayım.” Ayağa kalktı ve Aslı’ya baktı.

“Bir küçük kaptan olan sen, ne ısmarlayacaksın bana?”
Aslı da ayaklanmıştı.

“Çok özel. O yüzden gidene kadar sabret.”

Bir balıkçının önüne geldiklerinde Mert sırıtıyordu. “Bir kaptanın ısmarlayacağı en özel yemek.”

Balıkçıya girip oturdular. Küçük ve temiz bir mekandı. Duvarlar küçük karelerden oluşan taşlarla döşenmişti mavinin her tonu vardı. Yerlerdeki taşlar da mavinin en açık tonundaydı. Tam anlamıyla mavi tutulması yaşanıyordu içeride. Yemekleri geldiğinde ilk başta sessizlikle yemeklerini yediler.

Bu sırada Aslı hep düşünüyordu. Eve dönünce öğrendiklerini not edecekti. Sonra Selma'ya bakardı. Selma... Aslı aklına bir şey gelmiş gibi yarısını yediği balıkla bakışmaya başladı.

“O artık ölü. Onunla duygusal bir bağ kurmak için çok geç, yarısını yedin çünkü.” Mert bunu gülerek söylemişti.

“Ben öyle bir şey... Hey... Benimle alay etmeyi bırak.”

Aslı kızmış gibi kaşlarını çattı. Hemen sonrasında aklında beliren düşünceyi hayata geçirmek üzere davrandı.

“Mert, seni biriyle tanıştırsam ne dersin?”

Mert, başta hiçbir şey anlamamıştı.
“Kiminle? Ne tanışması?”

“Burada yaşayan bir arkadaşım. Biraz yalnız. Düşündüm de sen adaya gelip giderken arada ona uğrasan, onunla arkadaşlık etsen, olmaz mıydı? Hem ben evime döndüğümde onun burada yapayalnız kalacağını düşünmek istemiyorum. Ne dersin?”

Mert bir süre düşündü.
Aslı, bunu şimdi düşünmüş ve karar vermişti. Mert iyi bir çocuktu. Selma ile da yaşıttı. Arada bir de olsa adaya gelip Selma’yı görmesi, ikisine de iyi gelebilirdi. Özellikle de Selma’ya. Tüm bunları düşünürken annesini hesaba katmamıştı tabi. Orası planın risk barındıran kısmıydı ve şimdi düşünmek istemiyordu.

“Ee ne diyorsun Mert?”

“Bilmiyorum ki. Benimle arkadaş olur mu ki bahsettiğin kişi?”

“Neden olmasın ki?”

“Tamam o zaman bir görüşelim. Ama söz veremem. Belki kafam uyuşmaz falan.”

“Kabul edeceğini biliyordum.”

“Karar değiştirmeden önce çağır o zaman. Tanışalım.”

“Şimdi o kısımda biraz pürüz çıkabilir. Yakında oturmuyor ve şey...”

“Ağzında gevelemene gerek yok. Pürüz dediğin ne? Yoksa ayakları falan mı ters? Bu adada böyle efsaneler var.”

“Of saçmalama, öyle bir şey değil.”
Mert kollarını göğsünde kavuşturdu. Açıklama bekliyordu.

“Bahsettiğim kişinin adı Selma,” dedi ve masanın üzerine doğru eğildi.

“Malikanede yaşıyor.”
Mert de masaya eğilmiş ve aynı onun gibi ses tonunu düşürmüştü. “Peki neden böyle gizli bir şey söylüyor gibisin?”

“Çünkü gizli.”

“Kız kimin kızı?”

“Malikane sahiplerinden. Onların kızı.”

“NE?” Mert’in gözleri faltaşı gibi açılmıştı. Aslı el kol işaretiyle onu susturmaya çalışırken etrafındaki masalardan kalkan başların önlerine dönmesini bekledi.

“Bağırma be çocuk, sanki kızı kaçır demişim gibi. Sadece onunla arkadaş olacaksın bu kadar.”

“Aslıcık sen söyleyene kadar orada bir kızın varlığından bile habersizdim. Şaşırmam normal değil mi?”

“İçinden şaşır o zaman. Mesele de burada başlıyor zaten. Pek kimseyle görüşemiyor ve adanın içinde dolaşamıyor bile.”

Mert kafasını kaşıdı. “O zaman onunla nasıl görüşebilirim? Köşede ateş yakıp dumanla haber mi göndereceğiz.”

“Mert!”

“Of tamam kızma kızma. Anlat plan ne?”

Aslı etrafına bakındı. Herkes önüne dönmüştü ama yine de güvenemedi.

“Buradan çıkalım.”

“Önce yemeği bitirelim. Balık çöpe gitmektense midemize gitmeyi daha çok isterdi.”

“Ne demezsin.”

Aslı yemekleri bitirene kadar oturmaya razı oldu. Yemekleri bittiğinde Mert'in hesabı ödemesini dışarıda bekledi. Birlikte kayalıklara gidip bir kayanın üzerine oturdular.

“Evet. Seni dinliyorum.”

“Öncelikle ben Selma ile konuşacağım. Seni onunla gizli görüştürmem gerekecektir.”

“Tehlikeli bir iş olacağa benziyor. Hayati tehlikem olmayacak değil mi?”

“Demin ayağı ters mi diye sordun ya aslında kafası ters. Bu sorun olur mu?”

“Hiç olmaz.”

“Biraz ciddi ol. Sen ne kadar burada
olabilirsin?”

“Sadece birkaç gün.”

“Seni nerede bulabilirim?”

“İlerde konaklama yerleri var ya orada ya da karşılaştığımız yerde falan olurum. Bu arada sormadan edemeyeceğim o elindeki pakette ne var?”

Aslı kucağındaki paketi havaya kaldırdı.

“Elbise. Görmek ister misin?”

“Elbise mi? Unut gitsin görmek istemiyorum. Süslü şeyleri sevmem.”

“Sanki al giy dedim. Hareketlere bak. Hem o kadar süslü değil ama şansını kaybettin.”

Hava kararmıştı. Birbirlerinin yüzlerini zar zor seçebiliyorlardı. Saat kulesinin çanı güçlü bir şekilde vurduğunda saat ona gelmişti.

“Eve dönmem lazım şimdi.” Aslı oturduğu kayadan kalkıp yola doğru yürürken Mert de peşinden geliyordu.

“Yarın gelir misin peki? Ona göre ortaklıkta olacağım.”

“Gelmeye çalışacağım Mert. Görüşürüz. İyi akşamlar.” Arkasını dönüp giderken durdu ve geriye baktı. Mert gitmek için diğer tarafa dönmüştü.

“Mert!” diye seslendi. Mert kafasını çevirip karanlıkta yüzünü görmeye çalıştı. “Yemek için ve ricamı kabul ettiğin için teşekkür ederim. Pişman olmayacaksın.”

“İyi olur. Yoksa sevgili Aslıcık, benimle birlikte sen de yanarsın. Arkadaşlık durumundan ekibiz.”

Aslı yoluna devam ederken “Arkadaşlık...” diye mırıldandı. “Buradan ayrılırken hepsini geride bırakacağımı düşünmeden nasıl da beni kendilerine yakın görüyorlar öyle?”

Aslı merdivenleri yavaş adımlarla çıkmaya başladı. Yer yer sokak lambası yerleştirilmişti, bu yüzden önünü ve sınırlı da olsa çevresini görebiliyordu.

“Kızım düşeceksin in oradan hemen,” bir kadın koltuğun tepesine çıkmış olan çocuğuna bağırırken Aslı'nın onları açık olan perdeden gördüğünü bilmiyordu.

Yoluna devam etti. Uzunca bir süre yürüdü. Çok yorulmuştu. Durup merdivene oturdu. Bacaklarını eliyle ovdu. “Sanırım bende burada yaşasam aşağıya inmezdim. Bu ne be git git bitmiyor...”

Etrafına bakındı. Artık evlerden bir hayli uzaktaydı. Oturduğu yerden meydanı ve ışıklandırılmış evleri görebiliyordu. Mert ve ailesinin gemisi rıhtımdaydı. Deniz oldukça sakin gözüküyordu. Dolunay o kadar parlaktı ki yapay ışıkları gölgede bırakıyordu. Aslı elini çenesine koyup manzarayı seyre daldı.

Arkasından gelen bir çıtırtı üzerine yerinden korkuyla sıçradı.

“Sakin ol, benim.” Dedi Savaş.

“Ne yapıyorsun ya ödümü kopardın. İnsan uzaktan bir seslenir.” Sinirlenmişti ve kelimeler ağzından düşüncesizce çıkmıştı.

“Ben seslendim zaten. Ama duymadınız.”

Aslı her şeyi batırmak üzereymiş gibi hissederek sakin kalması gerektiğini kendine hatırlattı. “Şey... Affedersiniz, ben bir an öyle dalmışım. Ses duyunca korktum.”

“Sorun değil. Ben üzgünüm. Dikkat etmeye çalıştım ama başarılı olamadım.”

Savaş birkaç basamak yukarıdaydı. Arkasından ışık vurduğu için Aslı onun yüzünü göremiyordu.

“Neden buradasınız? Bir sorun mu var? Selma iyi mi?”

“Selma iyi. Ben sizi merak ettim. Eve dönmediniz, uzun zaman oldu. Yolu karıştırmış olabilirsiniz diye düşündüm.”

“Beni mi merak ettiniz?”

“Yani sadece ben değil. Evdekiler de.”

“Gidelim o halde.”

Aslı basamakları çıkmaya başladı. Yavaş yavaş Savaş’ın dikkat ve güvenini üzerinde topladığını anlıyordu. Üstelik sandığı kadar da zorlanmamıştı. Dün bir bugün iki. Ah şu insanlar... Ne de çabuk inanıyorlar birine. Üstelik doğru düzgün tanımadan.

“Pazara gittiniz sanırım.” Aslı’nın elindeki pakete göz ucuyla baktı.

“Evet.”

“Bu kadar saat pazarda mıydınız peki?”

Aslı duraksadı. Savaş da onunla birlikte durdu. “Sorguda mıyım?”

“Elbette değilsiniz. Ben sadece...”

Aslı güldü. “Ciddi değildim korkmayın. Sorunuza gelecek olursak, pazardaydım diyebilirim. İnsanlar çok cana yakın ve konuşkan. Saatlerin nasıl geçtiğini anlayamıyorsunuz.”

“Adadakiler iyi insanlardır.” Sadece bunu söylemiş, sonra yola devam etmişti.

Aslı aklındaki soruları sormanın doğru zamanı olup olmadığını kestiremiyordu. Biraz daha beklemeye karar vererek kendini tuttu.

Malikanenin son basamaklarına geldiklerinde Selma’yı gördüler. Omzunda bir şalla sandalyede oturuyor, dolunaya bakıyordu. Ayak seslerine kafasını çevirdiğinde gelenleri görüp ayaklandı.

Aslı’nın yanına kadar gelip sarılırken omzundan aşağıya kayan şalını düzeltmeye çalıştı.

“Nerelerdeydin seni merak ettim.”

“Biraz dolaştım. Sen iyi misin?”

“İyiyim. Kendimi daha iyi hissediyorum.”

“Belli. Dışarıda oturup beklediğine göre.” Savaş, eve doğru yürümeye başladı. Selma kaşlarını çatmıştı.

Aslı onun omzunu sıvazladı. “Selma, biraz konuşalım mı?”

“Ne hakkında?”

“Gel bir oturalım.” Geçen gün oturdukları salıncağa geçtiler. Selma omuzlarındaki şalı Aslı ile paylaşmak istedi. Ama Aslı bunu kabul etmedi.

“Ben üşümüyorum. Sen örtün.”

“İçeriden bir örtü getireyim mi?”

“Hayır. Şimdi bunu boşver.” Aslı, Selma’ya doğru hafifçe kafasını eğdi. “Sana söyleyeceğim şeyler için ani tepkiler verme sakın tamam mı?”

Selma etrafına bakınıp ona döndü. “Neyin var Aslı? Ne söyleyeceksin ki?”

“Önce dediğimi unutma. Sakın yüksek tonda konuşma.”

“Ay iyice meraklandım. Anlat hadi. Tamam sakin olacağım. Söz.”

“Benim bir arkadaşım var. Adı Mert. Adaya gelen yük gemileri sahiplerinden birinin oğlu. Buraya onun ailesinin gemisiyle geldim. İyi bir çocuk...”

“Bunları bana neden anlatıyorsun ki?”

“Düşündüm de siz... Yani Mert ve sen, arkadaş olabilirsiniz. Biliyorsun ki ben evime döneceğim. Senin burada yalnız kalmanı istemiyorum. Mert adaya geldiği vakit seninle konuşabilir, arkadaşlık yapabilir. Hem sen de kendini yapayalnız hissetmemiş olursun.”

Selma gözlerini kırpıştırdı. “Nasıl olur bilmem ki Aslı. Hem o benimle arkadaşlık kurmak ister mi ki?”

Benzer şeyi Mert'ten de duyan Aslı istemsizce güldü. “Merak etme. Kabul etti o. Yani senden önce onunla konuştum ben.”

“Peki nasıl görüşeceğiz? Durumumu biliyorsun. Onu buraya davet etsem ailem kabul eder mi bilmiyorum. Bende aşağıya inemem.”

“Bunu da şimdi düşünme. Önemli olan bu fikrimi kabul etmiş olman. Ben bir şekilde sizin tanışmanızı ve görüşmenizi sağlayacağım.”

“Ya annem öğrenirse?”

“Söylemezsek nereden haberi olacak? Hem senin buradan ayrılacağını aklının ucundan bile geçirmiyordur. Kaldı ki adaya gelen bir kaptanla dostluk kurmanı asla düşünmez.”

“Aslı...” Selma, elleriyle Aslı’nın elini
kavradı. Gözleri dolmuştu. Gözlüğüne vuran ışık gözlerindeki yaşları parlatıyordu. “Aslı... Sen çok iyisin. Beni düşünüp böyle bir fikir bulman. Sırf ben yalnız kalmayayım diye plan yapman... Bunların benim için ne kadar önemli olduğunu bilemezsin. Senin sayende ben... Gerçekten...” Hıçkırarak ağlamaya başlamıştı. Aslı onu bir koluyla sardı. Selma iki koluyla ona sarıldı.

“Arkadaş olmak bunu gerektirir. Sen değerlisin Selma.” Onun sırtını sıvazladı. Üzerinde yine bir takım vardı ve saçları her zamanki gibi topluydu.

Aslı elini kızın saçlarında gezdirdi. Topuzunu yavaşça bozup saçlarını omuzlarından aşağıya salarken Selma ağlamayı bırakmıştı.

“Ama Aslı...” diye itiraz etmeye, elleriyle saçlarını toplamaya çalıştı.

Aslı onu durdurdu. “Sen yaşlı değilsin. Yaşına uygun bir model değil bu.”

“Ama...”

“Hayatını değiştirmek için bir adım işte. İlk kuralı yık.”

Selma, omuzlarından aşağıya doğru inen saçlarının arasından parmaklarını geçirdi. Yavaşça saçlarını okşadı.

“Rüzgâr saçlarımı dalgalandırmamıştı daha önce.” Ayağa kalktı. Başını geriye doğru uzatıp rüzgârın saçlarının arasında dans edişine izin verdi.

Aslı, karşısındaki bu kıza bakarken onda bir değişim ışığı yaktığını anlamıştı. O artık bir bireydi ve kendisini kabul ettirecekti. Bundan emindi. Birden olmayacaktı belki bu durum. Ama elbette olacaktı.

Haber peşinde koşarken işleri bazıları için kolaylaştırması onu da iyi hissettirirdi. Kendisi de ayağa kalktı.

“Selma, evin etrafında koşalım mı?”

Selma ayağındaki topuklu ayakkabılara ve takımına baktı. Eteği koşması için uygun değildi, ayakkabıları da öyle. Ama “Olur,” dedi. Üzerindeki ceketi çıkarıp yarısı salıncağın kenarından sarkan şalın yanına bıraktı. Topuklu ayakkabılarını da çıkardı.

“Hazırım Aslı.”

“Sandaletlerimi sana vereyim mi? Ya da yukarıdan sana ayakkabı getirebilirim.”

“Hayır. Hissetmek istiyorum. Çakıl taşlarını, toprağın sertliğini, betonun soğukluğunu... Her nereden geçiyorsak orayı hissetmek istiyorum.”

“O halde bende sana katılıyorum.” Aslı hiç düşünmeden sandaletlerini çıkardı.

“Hazır mıyız şimdi?”

“Hazırız.”

“Evin etrafında iki tur. Kazanana da ödül olarak...” Aslı düşünmek için duraksadı. “Ödül ne olsun?”

“Bir dilek hakkı.”

“Dilek mi? İlginç ama tamam. Kabul ediyorum.”

“Üçten geriye sayalım. Başlangıcımız salıncak. İkinci turda buraya gelen kazanır."

İki kız birbirlerine bakıp gülümsedi. Aynı anda bağırdılar. “Üç...İki...Bir...” Koşmaya başladılar.

Beton zeminde koşmanın dezavantajı soğukluğuydu ama aldırmadılar. Sert zeminde koşarken rüzgâr iki kızın saçlarını ahenkle dalgalandırıyordu. Taşlı yola geldiklerinde ayaklarına batan çakılları umursamadılar. Toprağa bastıklarında ikisi de hızlandı.

Koşarken kahkahaları birbirlerine karışıyor, açık olan ağızlarından içeri giren hava ciğerlerine doluyordu. İkinci tura başladıklarında hızları düşmüştü.

“Birinci ben olacağım. Ona göre...”

“Daha yarış bitmedi Aslıcık...”

Aslı olduğu yerde durdu. Aslı’nın aniden durduğunu gören Selma birkaç adım ileride durabildi. Eğilip ellerini dizlerine koydu. Nefes nefeseydi. “Ne oldu Aslı? Bir sorun mu var?”

“Bana demin ne dedin sen?”

“Daha yarış bitmedi dedim.”

“Bir şey daha dedin.”

“Şey... Aslıcık dedim kızdın mı? Ben bir anda öyle de...”

“Hayır kızmadım. Sadece şaşırdım. Çünkü bugün Mert de bana aynı şekilde seslendi.”

“Ciddi misin?”

“Artık ne kadar iyi anlaşacağınızı varın siz düşünün.” Aslı güldü ve hızlanarak Selma'nın yanından geçerken konuştu.
“Rakibine asla şans vermemelisin. Bitiş çizgisinde görüşürüz.”

“Hile yapıyorsun ama...” Selma da koşmaya başladı.

Aslı sürekli arkasına bakıyor, gülüyordu. Bitişe yakın temposunu düşürdü. Selma oldukça hırslanmış, bitişe ulaşmaya çalışırken Aslı’nın yavaşladığını hatta bir aralık durduğunu bile fark etmemişti.

Önüne geçmesine izin verdikten sonra “Acaba dilek hakkın ne olacak Selma?” diye mırıldanıp hafif tempoda arkasından salıncağın yanına kadar geldi. Selma nefes nefeseydi. Yüzü kıpkırmızı olmuştu.

“Ben kazandım. Ben kazandım...”

“İyi bir yarıştı. Tebrikler.” Aslı salıncağa kendini bıraktı. “Terden sırılsıklam olduk. Ve sen daha yeni iyileştin.”

“Olsun. Evde otururken hasta olmaktansa bu şekilde eğlenerek hasta olmak daha iyi.”

Koridordaki saat tam on ikiyi vurmuştu. İki kız bakıştı. “Kimsenin bize bakmaya gelmemiş olması mucize. Annem beni bu halde görse...”

“Hadi içeri girelim kimseye gözükmeden.”

Ayakları oldukça kirli olduğu için ayakkabılarını giydiler. Terden sırılsıklam olmuş bedenleriyle malikaneden içeri girdiklerinde ses çıkartmamak için olağanüstü bir çaba gösterdiler. Aslı’nın odasının önüne kadar geldiler.

“Selma sen kimseye gözükmeden odana gidebilecek misin?”

“Benim görünmez olduğumu unuttun sanırım. Beni sadece sen görüyorsun zaten. Kimse fark etmez. İyi geceler.”

“İyi geceler Selma.”

Aslı duşa girdi. Hayatını büyük bir kabulleniş içerisinde geçirmiş olan bir kızın aslında ne kadar hayat dolu olduğunu bir kez daha anlamıştı. Selma’nın içten gülüşünü, kahkahalarını acaba ailesi görmüş müydü?

Loading...
0%