@albayrakirem
|
Keyifli okumalar 🧚🏼♀️
“Neyi merak ediyorsun?” Aslı vakit kazanmaya çalışıyordu. Hilmi düşünür gibi yaptı. “Mesela neler yaparsın? Ailen? Ne iş yaparsın? Basit şeyler işte.” “Senin kadar heyecanlı bir hikayem yok.” Ona baktı. Gerçekleri mi yoksa yalanları mı anlatmalıydı? Ona güvenebilir miydi? İçinden bir ses, onun diğerleri gibi olmadığını söylüyordu. Ancak Aslı, içindeki sesi susturalı çok olmuştu. Ona rağmen bu sesi, bozuk bir hoparlörden patlayan gürültüler gibi duyuyor, kulağını tıkayamıyordu. Hilmi hiçbir şey söylemeden ona bakıyor, konuşmasını bekliyordu. Aslı bir kez daha yutkundu. Kafasını önüne çevirdi. Elindeki şişeyi aralarına koydu. Derin bir nefes alıp konuşmak için dudaklarını araladığında dışarıdan gelen gürültülerle kapıya doğru kafalarını çevirdiler. Kapı birkaç saniye sonra açıldı. İçeriye “Aslıcığım, iyi misin?” diye sordu Halit. Aslı kafasını salladı. Ayağa kalkmıştı. “Nedir bu Şerif? Misafirimize böyle mi davranıyorsunuz?” “Esin Hanım, durum bildiğiniz gibi değil.” Şerif dışarı çıkmış gömleğini düzeltmeye çalışırken şekilden şekle giriyordu. “Ada halkından Yaşar isimli kitapçı vatandaşımız bugün vefat etti. Onu ilk bulanlar ise bu ikisi.” Parmağıyla Aslı ve Hilmi’yi gösterdi. “Cinayetle mi suçluyorsunuz?” Halit'in sesi yüksek çıkmıştı. “Hayır, hayır beyefendi. Sadece görevimi yapmama engel oldukları için bir gecelik gözaltına aldım. Görevi başındaki memura mukavemet ettiler.” “Hadi şu serseri tamam da Aslı’nın bunda ne suçu olabilir?” Aslı istemsizce güldü. Şerif onun bu gülüşünü yakaladı. Parmağıyla onu gösterip, “Asıl her şeyin başı şu kız. Saygısızlık yapan oydu.” “Ben saygısızlık yapmadım. Sadece Şerif Bey'in iddialarına kanıt bulmasını istedim. Haksız yere suçlanmış olmak, takdir edersiniz ki pek acı. Ne talihsizim.” Aslı parmaklıkları tutarak alnını parmaklığın demirine yasladı. Adeta bir tiyatro oyununda gibiydi. “Derhâl Aslı Hanım'ın çıkartılmasını istiyorum. Bir daha da böyle can sıkıcı olayların yaşanmamasını diliyorum.” Şerif'in canı bir hayli sıkılmıştı. Anahtarları cebinden çıkarırken yüzü düşmüştü. Anahtarı kilidinde döndürdü ve kapıyı açtı. “Çıkabilirsiniz,” dedi ve masasına doğru ilerledi. Aslı, Hilmi’ye kafasıyla işaret etti. Hilmi ayaklandı. İkisi nezarethanenin dışına çıktılar. “Gidelim Aslı.” O zamana kadar konuşmamış olan Savaş durduğu köşeden birkaç adım attı. Aslı kafa salladı. “Geliyorum şimdi.” Dedi. Savaş bir süre daha orada durup ikisine baktıktan sonra omuz silkip dışarı çıktı. “Şerif Bey, eğer bugün size bir saygısızlıkta bulunmuşsam, kendimi savunayım derken sınırımı aştıysam, sizden içtenlikle özür dilerim.” Şerif, Aslı’nın sözlerini duyduğunda yüzündeki o sert ifade yumuşadı. Kafasını iki yana salladı. “Bende biraz fazla tepki göstermiş olabilirim. Siz gençler gibi değilim. Biraz aksiyim. Senin sözlerini yanlış anladım.” Aslı gülümsedi. “Siz iyi bir şerifsiniz.” “Hadi o zaman. Aynı sahneyi canlandırmak istemeden kaçalım,” dedi Aslı. Kapıya doğru döndü. “Aslı...” Aslı durup Şerif'e baktı. “Hakkını savunman güzeldi. Hatan olabilme ihtimalini de düşünmen ise çok ince bir davranıştı. Güzel yetiştirilmişsin belli. Benimde eğer yaşasaydı senin yaşlarında, belki senden biraz büyük bir çocuğum olacaktı.” “Çocuğunuz için çok üzüldüm. Eşiniz için de zor olmuştur.” “Onu da aynı zamanda kaybettim.” “Bazı şeylerin tam olarak öyle olması gerekir Şerif. Hem sen Aslı gibi iyi ve akıllı bir çocuğun olsun isterken benim gibi bir serseri olup başını sürekli belaya da sokabilirdi.” Aslı ona dirseğiyle vurdu. Tam da Hilmi’den beklenebilecek bir durumu kurtarma girişimiydi. Adamın acısının üzerine tuz bastığını düşündü. Ancak Şerif’in hafifçe güldüğünü görünce rahatladı. “Biz en iyisi gidelim. İyi geceler Şerif. Hadi Aslı.” Hilmi, Aslı’nın kolundan tutup kapıdan çıkarırken, “İyi geceler Şerif,” diye bağırdı. “İyi geceler çocuklar...” Şerif’in sözleri duyulamayacak kadar kısık çıkmıştı. Masasına yaslandı ve yaşlı gözlerle az önce iki gencin oturduğu banka baktı. Aklına büyüyemeyen çocuğu geldi. Sesini unuttuğu karısının fotoğrafını üniformasının sol gözünden çıkardı. Uzun uzun baktı bu yüze. Baktıkça ona yabancılaştı. Bir zamanlar sevdiği kadın, capcanlı bir şekilde konuşuyor, gülüyorken şimdi bu silik fotoğrafta ondan geriye kalanları aramaya çalışıyordu. Savaş, dışarıda bekliyordu. Ellerini cebine koymuş, bir sokak lambasına yaslanmıştı. Dışarı çıktığını gördüğünde Aslı'ya doğru ilerledi. Yanındaki adamı göz ucuyla süzdü. “Hadi gidelim Aslı.” “Annenler gitti mi?” diye sordu Aslı etrafa bakınırken. “Evet.” “Benim burada olduğumu kimden öğrendiniz?” Savaş, konuşmak için ağzını açtığında Hilmi araya girdi. “Sen misafirsin, bu sebeple seninle ilgili bir olayın çabucak duyulması kadar normal bir şey yok. Adadakiler böyle haberleri hiç kaçırmazlar.” “Haberi bir çalışan verdi. Biraz geç duyduk o yüzden gelmemiz biraz sürdü.” Savaş’ın canı sıkılmıştı. “Kusura bakma Aslı, seni de burada çok alakasız bir olay yüzünden alakasız kişilerle muhatap olmak zorunda bıraktık.” Hilmi’ye doğru bakış attı. “Ben şikâyetçi değildim. Sorun yoktu. Ama yine de teşekkür ederim.” Aslı’nın sözleriyle Hilmi gülümsedi. Aslı kafasını ona doğru çevirdi. “İyi geceler Kızıl kafa.” Ardından gitmek için döndü. “Hadi gidelim Savaş.” Hilmi, Aslı’nın arkasından, “İyi geceler,” dedi. “İyi geceler güzel peri,” diye mırıldandı ve gözden kaybolana dek arkasından baktı.
🕯
“Ne söyledin?” “Dedim ki o adamı ne zamandan beri tanıyorsun?” “Çok olmadı.” “Ama samimi gözüküyordunuz. Lakap bile takmışsın. Ne demiştin…” Hatırlamaya çalışır gibi duraksadı. “Neden buna takıldın ki?” “Takılmak mı? Takılmadım.” “Neden soru soruyorsun o halde? Taktığım lakaba falan şaşırıyorsun.” “İlginç geldi Aslı. Daha yeni tanışıyorsun, samimi oluyorsun, sonra beraber tutuklanıyorsun.” “Her şey üst üste geldi, evet. Ama o iyi biri.” Savaş bir kahkaha attı ancak bu oldukça zoraki bir kahkahaydı. “Aslı, o sana kendisini nasıl tanıttı bilmiyorum ama inan ki o senin tanıştığın gibi biri değil.” “Neden bana kendisini farklı tanıttığını düşündün ki? Hakkında söylenen şeyleri biliyorum. Hikâyesini de dinleme fırsatı buldum. Bana hiçbir açıklama yapmak zorunda değildi. Beni bir şeylere inandırmakla da ilgilenmiyordu. Hatta ona inanmamış olsam bunu yadırgamazdı bile.” Savaş’ın yüzündeki gülümseme donmuştu. Aslı, karanlıkta onun yüzünü tam olarak seçemiyordu. Malikanenin avlusuna geldiklerinde Selma'yı yine Aslı’yı bekler halde buldu. Selma, ayağa kalktığında sarındığı örtü omuzlarına doğru indi. “Aslı! Başına neler geldi? Haberini aldım. Neden hapse atıldın? Ne oldu?” Sorularını peş peşe sıralarken Aslı’yı omuzlarından tutup içeriye doğru geçirdi. Savaş, arkalarından geliyordu. İki kız Aslı’nın odasına doğru ilerlerken peşlerinden yürüdü. Aslı’nın anlattığı şeyleri dinledi. Bir şey söyleyecek gibi olduğu her seferinde sustu. Aslı’nın odasının önüne geldiklerinde ise geriye dönüp yanlarından ayrıldı. Kendi odasına gitmek için koridorda ilerledi. O sırada önündeki bir kapı açıldı ve annesi kapıdan kafasını uzatıp ona baktı. “Biraz gel Savaş.” Savaş, içeri geri çekilen annesinin peşinden çalışma odasına girdi. Annesi geçip koltuğa otururken o ayakta durdu. Babası çalışma masasının başında, her zamanki gibi yapbozunu tamamlamaya çalışıyordu. Saat geç olmuştu ve babasının hala oturmuş yapboz yapıyor olmasına anlam veremedi. Halit gözlüklerinin üstünden ona bakarken gülümsedi. “Geldiniz mi oğlum? Aslı nerede?” “Odasına geçti Selma ile.” Önüne baktı. “Herhangi bir şey anlattı mı peki?” diye sordu Esin. “Neler olduğunu falan.” “Annen neler yapmış, anlatsın bir.” “Bir şey yapmadım. Sadece Aslı’yı biraz araştırdım.” “Ne?” “İşte bende aynı tepkiyi verdim ilk duyduğumda.” Halit hafifçe güldü. “Anne neden böyle bir şey yaptın?” Savaş, sitemli bakışlarını annesine doğru çevirdi. Annesi omuz silkti. “Buraya yabancı birileri çok nadir gelir. Bunu hepiniz biliyorsunuz.” Gözünü oğlu ve kocası arasında gezdirdi. “Aslı’nın buraya nereden ve neden geldiğini merak etmiş olmam gayet normal. Kim olduğunu öğrenmek istedim.” “Ve? Ne buldun peki? Aslı aranan bir suçlu ve bu adaya gizlenmek için mi gelmiş?” “Bu olsaydı ne ilginç olurdu doğrusu.” “Halit!” Esin çatık kaşlarla ona baktı. “Tamam, bir şey demedim say.” “Evet, anne. Lütfen bir cevap bekliyorum. Ne buldun? Ne bulmayı düşünüyordun?” “Hiçbir şey bulmadım. Yani basit bir hayatı olan sıradan bir kız. Hikâyesi doğruymuş. Tatil için gelmiş buraya. Bana öyle bakmayı bırak.” Savaş’ın yargılayıcı bakışlarından rahatsız olmuştu. “Bir şey bulmaya çalışmıyordum sadece hiçbir şey olmadığından emin olmak istedim. Ailemi korumaya çalışıyorum, her zaman olduğu gibi.” “Aslı onu araştırdığını öğrense çok üzülürdü Esin. O iyi bir kız.” “İyi kızmış! Geldiğinden beri olan şeyleri görmüyorsunuz anlaşılan.” Esin bunları belli belirsiz mırıldanırken sinirle elini bozulmamış saçlarını düzeltir gibi kafasında gezdirdi. “Aslı bunu öğrenmeyecek.” Savaş bunu biraz sert bir şekilde söylemişti. Bu tavrı Esin’i sinirlendirmişti. “Savaş, zaten ona ne diyecektik? Pardon Aslı biz seni araştırdık falan mı? Saçmalama istersen. Selma da bir şey bilmeyecek.” “Selma zaten neyi bildi ki, bunu bilsin?” Halit yapbozla ilgilenmeyi bırakmıştı. Masasından kalktı. “Ben yatıyorum. Yarın işlerimiz var. Hadi herkes yatsın.” Savaş’ın yanından geçerken omzuna hafifçe vurdu. “İyi geceler oğlum.” Esin de oturduğu yerden kalktı. Savaş bir süre daha çalışma odasında durdu. Biraz önce Halit'in bıraktığı yapbozun başına oturdu. Babasının kaldığı yerden küçük parçaları birleştirmeye devam ederken aklında dönüp duran düşüncelere engel olamıyordu. Aklına hep Aslı ve o çocuğun yan yana gördüğü an geliyordu. “Kızıl kafaymış!” Elleriyle yüzünü ovuşturdu. Ne düşüneceğini bilemiyordu. Neden şu an durmuş onu düşünüyordu? Buna verecek cevabı yoktu. Uzunca bir süre önündeki yapbozun belli belirsiz ortaya çıkan resmine gözlerini dikti.
🧩
“Akbaba, saat kaç oldu be oğlum?”
“Dün gece geç geldin. Bir sorun mu var?”
“Bir şey yok. Nezaretteydim.” Hilmi yataktan kalktı. Havlusunu kapının üstünden alıp omzuna attı.
“Nezaretteydin. Hem de bizsiz!” Gökhan, peşinden gelirken bağırıyordu. “Çocuklar, Akbaba dün gece biz olmadan Şerif'in beş yıldızlı otelinde kalmış!”
“Dibimde bağırma Gökhan. Zaten uyuyamadım.” Hilmi banyoya doğru ilerledi. Kapının önünde Serdar onu durdurdu. “Ne demek oluyor bu? Bize söylemediğin şeyler mi var Akbaba?”
Hilmi omuz silkti. “Şerif’in her zamanki artistlikleri. Önemli bir şey yok yani.”
“Nasıl hemen çıktın? Benim bildiğim Şerif bir geceden önce bırakmaz kimseyi.” Ali yarı çıplak halde yanlarına gelirken elindeki tişörtün ön yüzünü çevirmeye çalışıyordu.
“Bir duş alayım. Anlatacağım. Ne meraklısınız oğlum ya!” Serdar, kenara çekilince kendisini hemen banyoya atan Hilmi sıcak suyun altına girip rahatlamaya çalıştı. Ancak rahatlaması pek uzun sürmedi. Arkadaşları iyice meraklanmış, banyo kapısını yumrukluyorlardı.
“Ulan bir rahat bırakmadınız.” Hilmi duştan çıktı. Havlusunu beline sararken bir başka havluyla kafasını kurulayarak banyodan çıktı. Kendisine bakan erkek grubuna döndü. Kafasını kuruladığı havluyla göğsünü örterken, “Sapık mısınız oğlum? Ne bakıyorsunuz?” dedi ve odasına doğru ilerledi.
Şortunu giyip sırtına bir tişört geçirdiğinde odasının kapısını açtı. Kapının önünde sıralanmış arkadaşları kollarını göğüslerinde birleştirmiş, ona doğru bakmaktaydılar.
“Derdiniz ne?” Hilmi güldü. “Zaten uyuyamadım. Siz de sinirimi bozmayın. Necip, kahvaltı sırası sendeydi. Hazırladın mı?”
Necip kafasını salladı. Hilmi önde diğerleri arkada mutfağa girdiler. Hilmi masanın başına otururken diğerleri de kısa sürede kalan sandalyeleri doldurdu.
“Ee Hilmi, anlat. Neler oluyor?”
“Bana bir çay koyun.” Hilmi, çayının dolduruluşunu izledi. “Yaşar Dayı hakkın rahmetine kavuştu.”
“Ne?” Bu tepki otomatik olarak grup halinde saniyelik mesafelerle verilmişti.
“Ben bir şey yapmadım. Eğer öyle bir şey düşünüyorsanız.”
“Nasıl öldü?” diye sordu Serdar.
“Kalp krizi. Doktor öyle söyledi. Yaşlıydı zaten.” Hilmi bir domatesi ağzına götürdü.
“Olayın Şerif ve seninle olan kısmına geçelim.”
“Yaşar'ı ilk biz bulmuş bulunduk. Biraz da Şerif ile ters gidince... Bilirsiniz Şerif zaten bahane arıyor tutuklamaya, ondan attı bizi içeriye. Ama sonra gelip çıkardı tabii.”
Masadaki adamlar birbirleriyle bakıştılar. Nihayet konuşan Ali, “Biz kim? Kimden bahsediyorsun?” diye sordu.
Hilmi çayından bir yudum alırken sırıttı. “Aslı.”
“Aslı mı? O da kim?”
“Malikânede misafir işte. Hani geçen söyledim ya biz görmedik falan dediniz.”
“Hatırladım ben, söylediğin zamanı. Ama onunla sen ne alaka? Kızı görmedim ama ikinizin nasıl bir araya geldiğinizi, hatta tutuklandığınızı anlamış değilim.”
“Gökhan, sen zaten bir şeyi hemen anlamış olsan çok önemli bir insan olacaksın.”
“Sadece Gökhan değil, biz de anlamadık olayı.”
Hilmi olayları kısaca anlattı. Herkes pür dikkat onu dinliyordu. O kadar ki konuşması bittiğinde hepsinin çayları buz gibi olmuştu.
“Akbaba'ya bak sen!” diyen Serdar uzanıp Hilmi’nin omzuna vurdu.
“Ben hala kızın Hilmi ile konuşmasına inanamıyorum. Normalde ada halkının bizi kötülemiş ve damgalamış olması gerekirdi.”
“Aynen. Nasıl oldu da seninle arkadaş oldu?”
“Kara büyü mü yoksa?”
“Kız yoksa gerçek değil mi?”
Hilmi arkadaşlarının sözlerine gülümseme ile karşılık verdi.
“Bizim hakkımızda söylenenleri biliyor. Ama bir kez bile yargılamadı. Hatta onlara inanmıyor gibiydi. Çok değişik bir kız. Bende hala gerçek mi hayal mi ayırt edemiyorum.”
“Malikaneden gelenler sana bir şey demedi mi?”
“Merak ettim şimdi kızı.” Dedi Gökhan.
“Gökhan, kız seni görse, adadakilere hak verir. Sendeki bu at hırsızı tipi yüz kilometre öteden fark edilir. Kızın seni görmemesi daha iyi. En azından Akbaba sayesinde biri bizim için kötü düşünmüyor.”
“Çok komik Serdar. Bu espri sana bir uçan tekme kazandırdı.” Gökhan ayağa kalkmıştı. Hilmi kaşlarını çatarak ona baktı.
“Gökhan, otur. Kavga çıkarma, bak beni ayağa kaldırma. Konuşuyoruz şurada.”
“Ben nasıl olsa hesaplaşırım seninle.”
“Hesaplaşırız kardeşim.” Serdar tüm dişlerini göstererek ona gülümsedi.
“Akbaba, bu arada seninki yine seni arıyordu.” Dedi Ahmet.
“Ne oldu yine?”
“Bizlik bir şey yok.”
“Neyse, gidip bakarım bir ara.”
“Akbaba, sen böyle yapmazdın. Bak nasıl da hemen önceliklerini değiştirdi.”
“Ne alaka?”
“Normalde hemen giderdin o çağırınca. Şimdi diyorsun ki giderim bir ara falan. Neden hemen gitmiyorsun?”
“Uykum var. Hiç uyuyamadım diyorum size.”
“Şu Aslı’yı bende görmek istiyorum. Uykularım bir güzel tarafından kaçırılacaksa hiç uyumamayı tercih ederim.”
“Saçmalama Ali. Onun hakkında da çok konuşmayın.”
“Tamam paşam. Sen nasıl istersen.” Serdar diğerlerine bakıp göz kırptı.
Masada bir kahkaha tufanı koptu. Civciv taklidi yapanlar, başka espriler yapanlar derken sesler mutfağı şen şakrak bir hale dönüştürdü.
“Gerçek olamayacak kadar güzel. Güzel perim.” Diye mırıldandı Hilmi, çay kaşığını bardağında döndürürken. Yüzündeki gülümseme iyice yayılmıştı.
🐥
Ev sahipleri çoktan kahvaltı masasına oturmuşlardı. Aslı, yemek salonuna girdiğinde özür dileyerek geçip oturdu.
“Aslı, iyi misin?”
“İyiyim, Halit Bey. Teşekkür ederim. Siz nasılsınız? Dün gece size teşekkür etmeye fırsatım olmadı. Çok teşekkürler.”
“Bende iyiyim. Asıl sen bizim kusurumuza bakma. O kadar saat orada beklemek zorunda kaldın. Biz seni geziyorsun zannediyorduk ama hapse atıldığını sonradan öğrendik.”
“Küçük bir yanlış anlaşılma sadece.” Dedi Aslı. Fincanına uzanıp ağzına götürdü.
“Aslı Hanım, umarım evinize döndüğünüzde bu talihsiz olayı anlatmazsınız. Bu bizi oldukça üzer. Sahi, gitmenize yakın bir vakitte böyle bir şey yaşamanız çok kötü.” Masadaki herkes bakışlarını Esin’e doğru çevirdi.
“Anne, Aslı gideceğini söylemedi.”
“Biliyorum kızım. Ama sonsuza kadar da burada kalmayacağını ve uzun bir süredir burada olduğunu da unutmayalım.” Esin, bakışlarını Aslı’nın üzerine dikti. Yüzünde küçümseyici bir ifade vardı.
“Esin Hanım haklı. Her ne kadar bu malikanede bana evimdeymiş gibi hissettirmiş olsanız da benim bir başka yerde zaten evim var. Çok misafirperversiniz bunun için teşekkür ederim.” Aslı bunları söyleyip Esin’in tepkisine baktı. Bu hamleyi asla beklemiyordu. Yüzündeki küçümseyici ifade donmuştu.
“Aslı...” Selma, Aslı’nın masadaki elini tuttu. Aslı diğer elini onun eli üzerine koyup gülümsedi.
“Aslı, istediğin kadar kalabilirsin. Kapımız her zaman açık sana.” Halit, eşine doğru eğildi. “O bir seri katil değil. Onu kovmaya çalışma artık.” Diye fısıldadı. Esin, elindeki çatal ve bıçağı sertçe masaya bıraktı.
“Fazla oyalanmayalım. Daha bir sürü işimiz var.” Diyerek masadan kalktı ve yemek salonundan çıktı. Halit mahcup bir şekilde gülümsedi. “Yoğunluğun içine girince biraz gergin oluyor.”
“Neden yoğunsunuz?”
“Belli aralıklarla düzenlediğimiz bir etkinliğin tarihi yaklaşıyor. Hazırlıklar konusunda fazla titiz davranıyoruz. Şimdi müsaadenizle bende kalkıyorum.” Halit usulca yerinden kalkıp az önce bir hışımla salonu terk eden karısının arkasından yavaş adımlarla çıktı.
Aslı gözünü karşısında oturan ve hiç konuşmamış olan Savaş’a dikti. Aklına malikâne tarafından araştırıldığı geldi. Aslı kendisini araştırdığını düşündüğü adama biraz sinirli bir şekilde bakmaktan kendini alamadı. Savaş’ın gözleri, Aslı’nın gözleriyle karşılaştığında şaşkın bir halde kaşlarını yukarı kaldırdı.
“Selma, bu etkinlik de neyin nesi?” Aslı hala gözlerini Savaş’ın üzerinden çekmemişti.
“Misafirler falan geliyor işte. Sıkıcı bir durum.”
“Misafirler gideli çok olmadı ki. Yine mi gelecekler?”
“Hepsi değil. Bazıları. Yani sanırım öyleydi.”
“Demek adaya bir gemi gelecek.” Aslı, Selma’ya doğru baktı. Selma’nın yanakları kızarmıştı. Geminin gelmesi demek Mert'in gelmesi demekti. Aslı, yanındaki bu kıza gülümsedi.
“Aslı, seninle konuşabilir miyim?”
“Mümkünse biraz sonra konuşalım.” Masadan kalktı. Selma, ağabeyine doğru baktı. “Ne oldu, yoksa benim yanımda konuşamıyor musun?”
“Alakası yok.” Savaş, masasının etrafında dolandı. “Aslı, ben kütüphanedeyim. Oraya gelirsen konuşuruz.” Dedi ve kapıdan çıktı.
“Ne konuşacak ki?”
Aslı omuz silkti. “Çok açık değil mi? Dünkü olayla ilgili soru soracaktır.”
“Ben çiçeklerimin yanındayım.”
“Ben belki sonra aşağıya inerim. Beni bulamazsan endişe etme.”
Selma güldü. “En kötü ihtimalle nezarette olursun.”
“Sen bu işi biliyorsun.” Aslı ona göz kırptı. Ardından salondan çıktığında Selma, bir süre daha masada oturdu. Mert'i yakında tekrardan görebilecek olmanın verdiği heyecanla yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı.
🕯
Aslı kütüphanenin kapısının önünde durdu. Derin bir nefes alıp kapı kulpunu aşağıya doğru indirdi ve içeriye doğru bir adım attı. Savaş, masanın başında bir şeylerle uğraşır gibi yapıyordu. Aslı'nın gelmesiyle kafasını kaldırdı. Masasının önündeki bir koltuğu göstererek "Otursana Aslı," dedi.
"Böyle iyiyim." Aslı kütüphaneler arasında gezindi. Savaş sandalyesini geriye çekip ayağa kalktı. Boğazını temizleyip konuşmak için dudaklarını araladı.
"Aslı..."
"Efendim."
Savaş, gözlerini kadının yüzünde gezdirdi. Dişleriyle dudağını ısırıyor, söyleyeceği şeyleri kafasında sıraya koymaya çalışıyordu. Aslı onun bu çırpınışına büyük bir kayıtsızlıkla karşılık veriyordu. Gözleri, genç adamın yüzünden boynuna doğru indi.
"Bu kolye..." Savaş'ın boynundaki kolyeyi avucunun içine aldı. "Senin için önemli olmalı. Sürekli takıyorsun. Şekli çok tuhaf."
"Bir çeşit sembol gibi. Bir nişan." Dedi Savaş. "Aile mirası gibi düşün."
"Bir anlamı var yani?" Kolyeyi geri bırakıp etrafta dolanmaya başladı.
"Elbette bir anlamı var. Bu kolye güç anlamına geliyor. Uzun yıllar boyunca bu güce sahip olduğumuzu gösteren bir işaret." Savaş da onun peşinden kütüphaneler arasında dolaşmaya başladı..
"Merak ediyorum, sen gerçekten de bu güce sahip olduğunu düşünüyor musun?" Aslı durmuş ona bakıyordu. Aklında Yaşar'ın yazdıkları dolanırken, kendisini bekleyen haberin ne olduğunu düşünüyordu.
Savaş kafası karışmış bir halde bir süre durdu. Kolyesinin ucundaki simgeyi avucunda sıktı. "Aslı bu nasıl bir soru? Görmüyor musun, elbette bu güce sahibim. Hala bu adada hakimiyet sürüyoruz." Diye hiddetlendi.
"Bilgisizlik dolu bir hakimiyet seninkisi!" Bunu o kadar ani bir şekilde söylemişti ki kendisi de söylediğine şaşırmıştı.
"Saçmalama! Benim her şeyden haberim var. Hem sen ne biliyorsun da beni bilgisizlikle suçluyorsun?" Savaş iyice sinirlenmişti. Aslı daha önce onu hiç bu kadar sinirli görmemişti. Tıpkı annesi gibi davranmaya başlamıştı. Her an saldırmaya hazır bir kurt gibiydi. Aslı'nın sessizliği uzayınca: "Söylesene Aslı! Benim bilmediğim neyi biliyorsun?" Diye çıkıştı.
"Sakin ol. Buraya beni konuşmak için çağırdın. Sonra konuşmadın. Ben bir konu açtım." Aslı'nın sakince konuşması Savaş'ın bir şeyleri fark etmesine sebep oldu. Aniden sert çıkış yaptığını anlamasıyla içinden bir küfür savurdu. Kendisine doğru bakan kadına söyleyecek bir şeyler düşündü. İşleri batırmıştı.
"Aslı, ben özür dilerim. Öyle tepki vermek istemedim."
"Gergin görünüyorsun. Bir sorun mu var?" Aslı bunu o kadar da merak etmiyordu. Savaş konuşup konuşmamak arasında bocalıyordu.
“Konu nedir? Paylaşmak istersen, dinlerim.”
Savaş, annesinin onu araştırdığını söylemek istedi. Söylerse Aslı bunu hiç hoş karşılamayabilirdi ya da bir daha onunla konuşmaz ve en kötüsü de gidebilirdi. Savaş yutkundu. Niye bilmiyordu ama Aslı'da onu çeken bir şey vardı. Genç kadın, bir kaşını kaldırmış ona doğru bakarken bunu söyleyemeyeceğine kanaat getirdi.
“Şey...” Kafasını kaşıdı. “Dün olanlar... Tekrardan kusura bakma.”
“Sorun değil. Bunun için mi gerginsin?” Aslı inanmamıştı ancak üsteleyecek bir sebebi de yoktu. Bu yüzden Savaş’ın başka bir konuya sapmasına müsaade etti.
“Bir de o adam var. Seni incitmedi değil mi?”
“Şerif mi? Alakası bile yok.” Sürüklendiği kısımları bir kenara bıraktı. Sonuçta sorun kalmamıştı.
Savaş ısrarla ona baktı.
“Yaşar mı? O adam bence hayatı boyunca hiç kimseyi incitmemiştir.” Aslı, elbette onun Hilmi'yi sorduğunu biliyordu. Ancak kendi ağzından duyana kadar bekledi. Çok beklemesi de gerekmedi.
“Şu ‘kızıl kafalı' herif.” Kızıl kafayı eliyle yaptığı tırnak işaretiyle göstermişti.
“Adadayız. Sence bu anormal bir durum mu?”
“O ve arkadaşları pek tekin tipler değil. Uzak durulması gereken kişiler.”
“Olabilir,” diye yanıtladı onu.
“Cidden mi? Normalde hemen panik yapıp ne tehlikeler atlatmış olduğunu düşünmen gerekmiyor mu, tam da şu an?” Savaş bunları söylediği an pişman olmuştu. Aslı ona baktı.
“Ah! Demek gangsterlerden kurtuldum. Başım fena halde derde girebilirdi. Ne kadar da iyisin öyle,” diyerek apaçık belli olan, samimiyetsiz bir minnetle kafasını eğdi.
“Aslı.”
“Savaş?”
“Seni yaşayabileceğin sıkıntılara karşı korumaya çalışıyorum. Sen ise beni alaya alıyorsun.”
“Bil diye söylüyorum, benim korumaya, korunmaya ihtiyacım yok.”
Yeşil gözlerini kırpıştıran Savaş, inanmaz bir halde ona baktı. “Fazla cesursun.”
“Olması gerekenden bir tık fazla diyelim.” Aslı gülümsedi. “Yine de teşekkür ederim. Şimdi gitmem gerekiyor. Başka bir zaman kitap okur muyuz?”
“Okuruz.”
Aslı, kütüphanelerin arasından çıkıp masanın önünden geçti.
“Aşağıya mı ineceksin?”
“Evet. Belki başım belaya girer ve sen pelerininle gelip beni kurtarsın, ne dersin?” Aslı kahkaha attı.
“Dikkatli ol.”
Aslı kapıyı arkasından kapatırken “Sonra görüşürüz,” dedi.
“Ah Aslı ah.” Aslı bunu duymamıştı. Zaten Savaş da bunu ona duyurmak istememişti. Masasının başına geçip oturdu. Aslı'ya annesinin yaptıklarını söyleyememişti. Üstelik şimdi bir de kızıl kafa dediği şu adam çıkmıştı. Akbaba... Savaş, onun hakkındaki bilgilerini düşünmeye çalıştı. Tek hatırlayabildiği şey, ortalığı karıştırdıktan sonra nezarethaneye tıkıldığı haliyle gördüğü öfkeli suratıydı. Yumruklarını ona doğru savurmuştu parmaklıkların arasından. Yanındakiler de öfkeliydi. Canları fena halde yanmıştı. Yüzü gözü kan içinde olanlar, kırılmış öylece sarkan uzuvlar... Savaş o gün ne kadar rahatsız hissettiğini düşündü. Anne ve babasının ne kadar sinirli olduğunu, Şerif'in onlara karşı ne kadar acımasız olduğunu. Önündeki kağıtlara boş gözlerle bakarken Aslı’nın o adam ve arkadaşlarından uzak durmasını diliyordu.
|
0% |