@albayrakirem
|
Keyifli okumalar dilerim. "Aslı!" Aslı, kafasını çevirdiğinde Hilmi'yi gördü. Basamakların hemen bitişiğindeydi. Bir iki adımda yanına kadar geldi. "Hilmi, sen burada ne arıyorsun?" "Seni." "Aşağıya ineceğimi nereden bildin?" "Bütün gün burada mı bekleyecektin?" Aslı'nın hoşuna gitmişti. Gülümseyerek onun koluna girdi. Hilmi bu temasla paniklemişti. "Şey... İnersin diye düşündüm." Aslı göz ucuyla ona baktı. "Tamam, bugün ne yapıyoruz?" "Ne yapmak istersin?" "Aslında, senden bir iyilik isteyebilir miyim?" Hilmi kafasını salladı. "Adada kalabileceğim bir yerin olup olmadığını merak ediyorum. Malikane dışında." "Nereden çıktı şimdi bu? Bir sorun mu var?" "Şu an yok." "Ama olacak mı?" "Hilmi, yardım edecek misin?" "Bu bir soru mu şimdi?" "..." "Şu an boş olan ev, Yaşar Dayı'nın evi." "Kiminle konuşmam lazım? Ev hakkında." "Şerif'e sorabiliriz. Yaşar'ın akrabası yoktu. Evi de öylece kalacak. Bence orada kalmana kimse bir şey demez." "En kısa zamanda konuşalım o halde." "İstersen şimdi..." "Yok. Şu an senden öğrenmem gereken başka şeyler var." "Ne gibi?" Hilmi durmuştu. Koluna girmiş olan Aslı da onunla birlikte durdu. "Malikanenin düzenlediği etkinlik tam olarak ne ve neden yapılıyor?" "Ha o mu? Adadaki bazı insanları malikaneye çağırıyorlar. Sonra da gemiyle başka bir yere gönderiyorlar falan." Aslı, terzinin anlattığı şeyleri düşündü. "Peki, neden?" "Daha iyi iş, daha iyi hayat falan." "Sonradan gidenlerden gördüğün kişiler oldu mu? Geri geldiler mi?" "Sanmıyorum. Belki ben hatırlamıyor olabilirim." "Hiç yakının birisi gitti mi? Arkadaşın falan." Hilmi kaşlarını hayır anlamında yukarı kaldırdı. "Giden kimseyle samimi değildim. Bizim çocuklardan da kimse gitmedi." Hilmi bir şeyi hatırlamaya çalışır gibi duraksadı. Aslı, tüm dikkatini ona vermişti. "Bizi de çağırmışlardı. Hatta özellikle de beni." "Gitmedin." "Nasıl gideyim Aslı? Onlarla düşmanız. Sadakalarına da ihtiyacım yok ve buradan giderek işleri onlar için kolaylaştıramazdım. Bu yüzden ne ben ne de arkadaşlarım adadan ayrılmadı." "Gitmek için ısrar eden olmadı mı? Sonuçta bu bir fırsattı. Yani öyle olduğunu söylediler." "Kim?" "Konuştuğum bazı kişiler." Yürümeye devam etmişlerdi. İkisi de önüne bakarak yürüyordu. Kafalarındaki düşünceler oldukça gürültülüydü. Aslı, bir an önce haberine ulaşmaya çalışıyordu. Buraya bunun için gelmişti ve haberi olmadan da geri dönmeyecekti. Yeni öğrendiği bilgilerle ilgili bağlantılar kurmaya çalışıyordu. Bir yandan şehirde kendisini bekleyen itibar ve prestiji büyük bir tutkuyla istiyor, diğer yandan ise burada tanıştığı insanların hayatına dokunmuş olmanın sancısını çekiyordu. Gittiğinde Selma'ya ne olacağını merak ediyordu. Eskiye mi dönecekti yoksa? Peki ya diğerleri... Terzi, Savaş, Halit, Esin... Ve Hilmi. Aslı, yanındaki bu adama göz ucuyla bakarken iç geçirdiğini fark edememişti. Onda Aslı'ya iyi gelen bir şey vardı. Ona elbette ki tam anlamıyla güvenmiyordu. Kendisine söylediği yalanlardan biriydi bu. Düşüncelerini susturmak istiyordu. Gözlerini etrafta gezdirip her şeye uzun uzun bakmaya başladı. Hilmi'nin aklında ise sadece yanında yürüyen kadın vardı. Kadına uzun uzun baktı. Bir gün gidecek olduğu gerçeğini kabullenmek istemiyordu. Zaten neden bu adaya gelmiş, neden kendisine bu kadar yakın olmuştu ki? Yoksa hala bir rüyada mıydı? Hilmi, rüzgarla birlikte saçları savrulan kadından gelen kokuyu içine çekmeden edemedi. Kokusunun ciğerlerine işlemesini istedi. Bütün bedeninde dolaşmasını, kanına karışmasını istedi. Kadının sık ve uzun kirpiklerinin ardındaki kahverengi gözlerine baktı. Aslı da ona bakıyordu. Bakışma uzayınca Aslı güldü. Hilmi, onun gülüşüyle kendinden geçmiş gibi sersemledi. "Hey Kızıl kafa! Hadi gidip bir şeyler yiyelim." Aslı, tekrardan onun koluna girdi ve sahil boyunca yürümeye başladılar. "Aslı, parmak uçlarında durunca boyun 1.90 olmuyor." Diyerek güldü. Bu sırada Aslı hala ne için toplanıldığını öğrenmeye çalışıyordu. Hilmi'ye cevap vermekte gecikmedi. "Komik mi, kızıl? Benimle dalga geçeceğine sen o sırık gibi boyun ile bakıp söyle bana." "Malikanenin etkinliği var ya Aslı? Unuttun mu?" "Unutmadım ama ne yapıyorlar şu an." Hilmi'nin bir şey söylemesine fırsat vermeden aralardan geçerek ilerledi. Ön tarafa ulaştığında, kıyafetinden malikanedeki çalışanlardan olduğu anlaşılan adamı gördü. Bir sandalyenin üzerine çıkmış, elinde tuttuğu bir kâğıttan isimler okuyordu. Her okunan isimle birlikte kalabalıktaki uğultu artıp azalıyordu. Aslı uğultuya kulak kabarttı. "Bize de geldi sıra şimdi." "Oh yaşadık! Benim adam da gidecek..." "Başka kimleri söyledi?" "Kız duyamadım ben. Biri tekrar ettirsin." "Benim adımı niye okumadı?" Adı okunanlarda genel bir memnuniyet hâkimdi. Aslı yanındaki bir adamın, adı okununca havaya zıplamasını izledi. "Neden bu kadar sevindiniz?" diye sordu. Adam ağzı kulaklarında, ufak figürlerle kendi çapında kutlama yaparken ona cevap verdi. "Hayatım kurtuldu be! Kurtuldum! Ailem de rahat bundan sonra..." "Sefalet mi çekiyordunuz?" Adam dansını yarım bıraktı. Durmuştu. Gülümsemesi yüzünde donarken Aslı'ya baktı. "Neden bunu sordun şimdi?" Aslı omuz silkti. "Merak ettim. Mecbur musunuz yani?" "Sefalette miyim?" Adam bu soruyu kendi kendine sormuştu. "Gitmeye mecbur muyum?" "Gidince ne değişecek? Gidenler geri gelmiyormuş. Sizde burayı terk mi edeceksiniz? Başka yerde başka bir hayat mı kuracaksınız?" Aslı, adamın kafa karışıklığından faydalanmak istiyordu. Adam kafasını kaşıdı. "Burayı terk etmeyeceğim ki. Geri geleceğim." Konuştuğu kişi kendisiydi. Aslı'ya baktı. "Geri geleceğim ki. Burası benim evim." Aslı, kollarını göğsünde birleştirdi. Kafasını iki yana salladı. "Gelmeyeceksiniz bence. Orası size daha cazip gelecek çünkü. Burayı unutacaksınız." Adam, arkasını dönüp oradan uzaklaştı. Aslı ise adamın bundan sonra ne yapacağını merak etmişti. Bir kez daha kalabalığa döndü ve diğerlerinin neler söylediğini dinledi. Malikâne çalışanı son ismi de okuduktan sonra kâğıdı katlayıp Şerif'e uzattı. Hilmi, Aslı'nın yanına gelip kolundan tuttu ve onu kalabalığın içinden çıkardı. "Tostun soğudu. Soğukken de güzel olmaz. Yenisini alayım mı?" "Gerek yok, ben alışığım." Bir ısırık aldı. Hilmi cebinden bir meyve suyu çıkardı. Pipetini takıp ona uzattı. Aslı meyve suyunu içerken ona doğru baktı. "Merak etme, içinde zehir yok." "Bilemiyorum, kızıl. Sana güvenmeli miyim?" Hilmi, kafasını Aslı'nın yüzüyle karşı karşıya gelecek şekilde öne doğru eğdi. "Bu soruyu ben sormalıyım. Sana güvenmeli miyim, Güzel peri?" Meyve suyu genzine kaçan Aslı, öksürmeye başladı. Hilmi nazikçe sırtını sıvazlarken, "Tamam güveniyorum. Güveniyorum. Sakin ol." Dedi. Aslı toparlandığında yüzü kıpkırmızı olmuştu. "Sen az önce bana ne söyledin?" diye sordu yaşarmış gözlerini silerken. "Güveniyorum dedim." "Ben boğulmadan önce. Güzel peri mi? Bunu söylemek de nereden aklına geldi?" "He o mu, bu sabah aklıma geldi öyle. Senin hala gerçek olduğuna inanamıyorum da. Peri demek daha doğru geldi." Aslı biraz düşündü. Belki de onun gerçek olduğundan bu kadar şüphe etmesi iyiydi. Bu sayede adadan çekip gittiğinde bir hayal olarak hatırlanabilirdi. Kendisi için apaçık belli olan gerçekliği onun için sahte yapabilirdi. Hilmi ona bakıp gülümsedi. "Bir yolunu bulacağım ve senin gerçek olup olmadığını öğreneceğim. O zamana kadar sen benim için bir peri olacaksın." Aslı'nın yüzünde buruk bir tebessüm oluştu. Herkese söylediği yalanların aksine karşısındaki bu adama doğruları anlatmamak canını hayli sıkıyordu. Konuşmak için dudaklarını araladığında arkasından gelen sesle birlikte kafasını çevirdi. "Aslı, demek buradasın. Bende etkinlik için yapılan hazırlıkları kontrol ediyordum." Savaş, yanlarına kadar geldi. Hilmi'yi gördüğünde yüzünü buruşturdu. Hilmi de onu gördüğüne pek sevinmişe benzemiyordu. Aslı, aralarındaki gerilimi hissetmişti. "Ne hazırlığı olacak ki?" diye sordu. Savaş, gözlerini ona doğru çevirdi. "Malikaneye gelmeden önce halkın ihtiyaçları olup olmadığı kontrol edilir. Hem meydanda bir çeşit kutlama yapılır. Bazen malikane olarak biz de kutlamanın organizasyonunu düzenleriz." "Tam olarak ne zaman malikaneye gelecekler?" "Yarın sabah." "Halkı pek sevdikleri söylenemez. Buradaki insanlara da tahammül edemezler. Ancak onları malikaneye çağırıyorlar. Ne tuhaf değil mi Aslı?" diye konuştu Hilmi. "Düşüncelerini kendine saklamanı tavsiye ederim. Bizim hakkımızda kafana göre atıp tutamazsın." "Ne gibi bir kazanç elde ediyorsunuz, söyle o halde? Halk sizin umurunuzda mı sanki? Yoksa onlar üzerinden para mı kazanıyorsunuz?" Aslı, Hilmi'yi ağzı açık dinliyordu. Aklındaki soruları sormaya başlamıştı. "Biz kimseye zarar vermeyiz." Savaş bunu Aslı'ya bakarak söylemişti. Aslı, Hilmi'nin soruları üzerine düşünüyordu. Sahi, insanlar malikaneden çekiniyordu. Çoğu insan malikanenin merdivenlerini bile çıkamıyordu. Sadece seçilen birkaç kişi oraya girebiliyordu. Onları da bir daha kimse görmüyordu. Aslı düşüncelere dalmıştı. Savaş, elini onun omzuna koydu. "Biz kötü insanlar değiliz, Aslı. Bu herif senin kafanı abuk sabuk fikirlerle dolduruyor. Tehlikeli biri olduğunu söylemiştim." "Demek dedikodum yapıldı." "Aslı eğer bu adada tehlike denen şey varsa ben onun tam tersiyim. Asıl şu kıvırcık salatası sinsinin önde gideni." Hilmi son derece rahat tavırlar sergiliyordu. Tişörtünü sertçe tutan ele küçümser bir ifadeyle bakmakla yetindi. Aslı ikisinin arasından kolunu uzattı. "Savaş, bıraksana." "Tişörtümü kırıştırıyorsun. Benim senin gibi özel ütücülerim yok." Aslı, Savaş'ın elini tutmaktan başka bir çözüm bulamayarak eline uzandı. Yumruk yaptığı eli üzerine Aslı'nın eli gelince Savaş duraksadı. Eli yavaşça gevşerken Aslı'ya bakıyordu. Aslı ise Hilmi'yi kurtarmaya odaklanmıştı. Onları ayırdığında, "Savaş, bu yaptığın çok yanlıştı." Diyerek kafasını salladı. "Onun sözlerini duymadın mı, Aslı?" "Ne söyledi ki? Altüstü fikirlerini söyledi. Seninle ilgili söylediği benzetme seni rahatsız etmiş olabilir. Ancak bu onun yakasına yapışmanı mı gerektirir?" "Aslı..." "Her neyse. Gidiyorum ben. Sonra görüşürüz Hilmi." Hilmi onu engellemek için davranacakken vazgeçti. Aslı uzaklaşırken birbirlerine kötü kötü baktılar. Daha sonra farklı yönlerde ilerleyip oradan ayrıldılar. Savaş, hızlı adımlarla Aslı'ya yetiştiğinde çoktan merdivenleri çıkmaya başlamıştı. "Bekle biraz. Az önce olanlar için..." "Gerçekten o insanları nereye gönderiyorsunuz?" Aslı daha fazla içinde tutamamıştı bu soruyu. Merak içini kemiriyordu. "Onun söyledikleri saçmalığın daniskası." Parmağıyla aşağıyı gösteriyordu. "Kafanı karıştıracağı-" "Savaş, sana bir soru sordum. Konunun Hilmi ile bir ilgisi yok. Neden geri gelmiyor kimse?" Savaş eliyle çenesini sıvazladı. "Kendi tercihleri." Aslı bir kaşını yukarı doğru kaldırdı. "Giden herkesin mi?" Savaş, bir adım atıp onunla aynı basamağa çıktı. "Bak Aslı, bizim hakkımızda sana ne söylendi hiç bilmiyorum. Ancak bizim o söylenenler gibi kötü insanlar olmadığımızı biliyorsun, değil mi?" Savaş'a olan sınırlı güveni zaten zedelenmişti. Şimdi ise tamamen tükenmişti. Savaş onun konuşmasını beklerken sabırsızca ayağını sallıyordu. Aslı, bir şeyden emin olmak istedi ve tüm cesaretini toplayıp konuştu. Savaş, ona anlamaz bir ifadeyle baktı. Daha sonra hafif bir kahkaha attı. "Aslı, yoksa ada efsanelerini mi dinledin? Ah cidden! Bu adadaki insanlar inanılmaz. Bakışlarını görmen gerekir. O kadar inanmış bakıyorsun ki ormanda bir şey olduğuna." "Var mı?" Aslı'nın üstelemesi karşısında Savaş'ın yüzündeki gülümseme durdu. Derin bir nefes verdi. "Bana inanıyor musun?" "Ormanda hiçbir şey yok. Aklın hala o kapalı yerde sanırım. İstersen bir gün seni oraya götürebilirim." "Sahi mi?" Aslı'nın sesi fazla heyecanlı çıkınca Savaş gülümsedi. Gözlerini kapatıp açarak sorusunu cevaplandırdı. "Hadi şimdi eve gidelim. Selma seni merak etmiştir." Aslı, onunla birlikte yola devam ederken, kendisine yalan söylemiş olduğunu pekâlâ biliyordu. Ancak şu an onunla tüm irtibatını kesemezdi. Bu oyunda yeni değildi ve kuralların en başından bozulduğunu biliyordu. Aslı, Selma ile oturmuş, hiç merak etmediği dizinin bir sonraki bölümünü izlemek için sahte bir ilgi gösteriyordu. Selma'nın ona dizi hakkında söylediklerini belli belirsiz işitiyordu. Ancak kafasındaki seslerin yükselmesi çok sürmemişti. Aslı, televizyon ekranına bakıyor ancak hiçbir şey görmüyordu. Hilmi'nin söylediklerini düşünüyordu. Apaçık Savaş ve ailesini bir şeyler konusunda suçlamıştı. Yarın gelecek olan kişileri düşündü. Acaba konuştuğu o adam da gelecek miydi? Malikanenin içinde olması onun için büyük bir avantajdı. Böylece, yakınlarının son kez doğrudan göremediği bu insanları gemiye binerken izleyebilecekti. Neler yaptıklarını görebilecekti. Yemek vakti geldiğinde aşağıya indiler. Masaya oturdular ve çalışanların servis yapmasını beklediler. Halit ve Esin, yarınki hazırlıklardan konuşuyor, Savaş ve Selma'ya bazı görevler veriyorlardı. Aslı, önüne konan tabağa baktı. Bugün yapılan yemek ıspanaktı. Geçmişte yaşadığı ve beyninin kilitli kutusuna sakladığı bir anı, kilidi kırarak gözünün önüne gelmişti. Lisedeydi. Okuldan eve kardeşiyle gelmiş, üstünü değiştirip mutfağa girmişti. Kardeşi gibi masaya oturarak annesinin yemek koymasını izlemişti. Önüne gelen tabaktaki ıspanak yemeğine bakmış ve tabağı ileri doğru itmişti. "Anne, ben ıspanak sevmiyorum ki. Neden ıspanak yaptın?" "Kardeşin seviyor. Hem sen de yiyorsun bunu. Niye şimdi huysuzluk yapıyorsun?" "Anne ben ne zaman bunu severek yedim? Ahmet seviyor diye yapmışsın." Aslı yerinden kalktı. Annesi bakışlarını ona doğru kaldırırken kaşığını tabağının içine bıraktı. "Aslı yerine otur." Dedi otoriter bir edayla. "Ben yemek yemeyeceğim." Aslı masadan kalkıp kapıya doğru ilerledi. Annesi arkasından seslendi. "Yemeğini yemezsen, bu hafta sonu gitmeyi çok istediğin o gazetecinin konferansına gidemezsin!" Aslı öfkeyle geriye döndü. "Aslı, kızım bak annen çok uğraşmış. Gel de yemeğini ye." Babasına baktı ve yerine geri oturdu. Tabağı önüne doğru çekti. Nefes dahi almadan ardı arkasına yemeği kaşıkladı ve tabağını bitirdi. Gözleri dolmuştu. Yanında oturan kardeşi, biraz daha ıspanak almak için annesine tabağını uzatıyordu. "Bitti. Gidebilir miyim?" Diye sordu Aslı. Annesi ona bakmadı. Babası ise sırtını okşadı ve kafa salladı. Aslı yerinden kalkarken tabağını da kaldırıp makineye koydu. Odasına girdiğinde doğrudan banyoya girdi ve yediklerini kustu. Çok öfkelenmişti. Bu, annesiyle yaşadığı tek büyük sorundu. Mesele kardeşi sevdiği için o yemeğin yapılıyor olması değildi. Geçen gün Aslı, annesine mantı yemek istediğini söylediğinde, annesi kardeşinin mantı sevmediğini söyleyerek mantı yapmamıştı. Aslı'nın gücüne giden tam da buydu. Bu anı, bir başka anının da sakladığı kutudan çıkmasına sebep olmuştu. Üniversitede yine bir akşam ailecek yemeğe oturacakları sırada Aslı yemeğin ıspanak olduğunu görmüştü. "Evet. Ahmet uzun zamandır yemiyordu. Hem bizim için de değişiklik olur diye yaptım." "Anne, Ahmet eve bile gelmedi. Bu gece arkadaşlarında kalacağını söyledi." "Ben aç değilim. Okuldan gelirken yedim. Afiyet olsun," diyerek mutfaktan çıkan Aslı, o gece hiçbir şey yemeyerek uyumuştu. Şimdi, önüne konan bu yemek, onun en nefret ettiği yemekti. Masadakilere göz ucuyla baktı. Herkes sessizce yemeklerine başlamıştı. İstemeye istemeye eli kaşığa uzandı. "Acaba, bu yemeği sevmediğimi söylesem ayıp olur mu?" Diye geçirdi içinden. Masanın diğer tarafındaki Esin, gözlerini Aslı'ya dikmişti. "Bir sorun mu var Aslı Hanım? Yemekte sizi rahatsız edici bir şey mi fark ettiniz?" Kapının yanında dikilen aşçı, paniklemişti. Aslı, ona doğru baktığında adamın renginin gittiğini gördü ve canı daha fazla sıkıldı. "Hayır, çok güzel." Dedi ve aşçıya baktı. "Ellerinize sağlık." "Afiyet olsun, Aslı Hanım." Aşçı, tutuğu nefesini geri bırakmış, alnında beliren boncuk boncuk terleri mendiliyle silmişti. Aslı, bir kez daha kendisini zorlayarak tabağını bitirirken yine geçmişteki hislerini yaşıyordu. Son lokmayı da yuttuğunda başka herhangi bir şey yemek istemedi. İzin isteyip masadan kalktı. Yediklerini çıkarırken yanağından süzülen gözyaşlarına engel olamıyordu. Elini yüzünü yıkayıp odasına dönerken hiç olmadığı kadar mutsuz hissediyordu. Kafasını yastığa koyup uyumaya çalıştı. O anıları tekrardan eski kutusuna saklamaya çalışırken kırılan kilidi gözyaşlarıyla onarmaya çalışıyordu. |
0% |