Yeni Üyelik
24.
Bölüm

Ispanak Meselesi 3

@albayrakirem

Keyifli okumalar dilerim 🧚🏼‍♀️


Yaklaşık on dakikalık yürüyüşün ardından ağaçların arasına gizlenmiş kulübeyi gördüler. Kulübe ağaçlarla o kadar sarınmış haldeydi ki ilk bakışta fark edilemiyordu. Aslı, etrafa göz gezdirdi. Sağ tarafta büyükçe bir kazan vardı. Altında yanan ateş yer yer yükseliyor, kazandakini fokurdatıyordu. Aslı kazanın içine doğru bakmak isteyip yaklaştı.

“Hey, dur! Kazana bakma.” Hilmi onu kolundan tuttu.

“Neden ki? İçinden bir canavar çıkıp beni içeri mi çekecek?”

Hilmi derin bir nefes verdi. “Güzel perim, büyücüyü hafife alma bu kadar. O kazanda ne kaynıyor inan bilmiyorum. Ancak tehlikeli olabilir.”

Hilmi, kapıya doğru ilerlerken Aslı’yı kolundan tutarak yanına götürdü. Elini kaldırıp ahşap kapıya vuracakken kapı açıldı. İçerisi kapkaranlıktı. Bu yüzden ilk başta Aslı hiçbir şey göremiyordu.

“Selam, büyücü bak sana kimi getirdim?” Hilmi bir kolunu Aslı’nın omzuna atarak büyücüye doğru yaklaştırdı.

“Aslı.” Dışarıya doğru bir adım atmış olan kadının sesi, Aslı’yı ürpertmişti.

Gün ışığına çıkan kadını net bir şekilde görebiliyordu şimdi. Karanlığa alışmış gözlerini kırpıştırdı. Yanakları iyice içine çökmüştü. Alnı kırışıklıklarla doluydu. Kemikli burnunun üzerindeki gözlüğünün üstünden ona bakıyordu. Kafasındaki hasır şapkayı geriye doğru ittirmişti. Bir adım daha atıp Aslı’nın tam karşısına geçti. Boyu kısa, omuzları dar ve içe doğruydu. Aslı ne yapacağını kestirememişti. Büyücü, onun tam gözlerinin içine baktı. Aslı, mavinin çok açık tonundaki bu gözlere, sorgular halde bakmadan edemedi.

“Adımı nereden biliyorsunuz?”

“Bunu öğrenmek ister misin gerçekten?” Büyücü gözlerini hala çekmemişti Aslı'dan.
Hilmi hafifçe güldü. “Ben söyledim Aslı. Hadi siz içeri geçin.”

“Sen?” Aslı tedirgin olmuştu.

“Birazdan geleceğim.” Kolunu Aslı’dan çekti. “Merak etme, büyücü o kadar da korkutucu değil.” Hilmi oradan uzaklaşırken Aslı onu durdurmaya çalıştı. Ancak büyücü ile baş başa kalmaktan kurtulamamıştı.

“Hadi içeri gel. Çay yaptım.” Büyücü elindeki bastonu yere vurarak içeri girmek için döndü. Aslı, kararsız adımlarla içeri girmeden önce etrafına bakındı. İçerisi gerçekten de çok karanlıktı.

Gözlerinin karanlığa alışması biraz sürmüştü. Şimdi gözlerini etrafta gezdiriyordu. Dışarıdan bakıldığında küçük bir kulübe sandığı bu mekanın içi o kadar da küçük değildi. Kapıdan girince salona da girilmiş oluyordu. Salonda sadece bir koltuk ve sehpa vardı. Duvar dipleri, koltuğun yanları hep kitap yığınlarıyla doluydu. Aslı, bu kadar karanlık yerde nasıl kitap okunabileceğini düşünmeden edemedi.

Kafasını diğer tarafa çevirdiğinde bir tezgâhla karşılaştı. Ocağın üstündeki çaydanlıktan çıkan buharlar dolap kapaklarını ıslatmıştı. Büyücü bir çekmeden çıkardığı bardakları tepsiye dizdi. Çayları doldurduktan sonra gerisin geri ocağın üstüne koydu. Aslı ayakta öylece dikiliyor, yaşlı kadını ve evini inceliyordu. Büyücü onun yanından geçip koltuğa oturdu. Tepsiyi sehpaya bıraktı.

“Otursana, Aslı Bozbay.” Büyücü yanındaki boş yere eliyle vurdu. Aslı’nın kafasından aşağıya kaynar su dökülmüş gibiydi. Hilmi'ye soyadını söylemiş olup olmadığını düşündü.

“Neden o kadar şaşırdın? Hâlbuki daha bildiklerimi anlatmaya başlamadım. Hadi yanıma gel ve otur.”
Aslı yavaş adımlarla yaklaşıp büyücünün yanına oturdu.

“Bu adaya gerçekleri ortaya çıkarmak için gelen ilk kişisin.”
Aslı yutkundu. “Gerçekleri derken? Ben... Benden neyden bahsettiğinizi anlaya-"
Büyücünün bakışları onu susturdu.

Büyücü çay bardağına uzandı ve bir yudum içti. “Esin senden şüphe etmiş olmalı. Bu adaya yabancılar gelmez. Gelen ilk yabancı sensin.”

Aslı, onu kandıramayacağını anlamıştı.

“Hakkımda ne kadarını biliyorsunuz?” sözleri döküldü dudaklarından.

“Gazetecisin. Haber peşine geldin buralara kadar.”

“Bunları ona söylediniz mi?”

“Hayır.”

“Kimden bahsettiğimi anladınız mı?”
Büyücü ilk kez gülümsedi. “Akbaba. Sen kendin anlatırsın diye düşünüyorum. Ondan bir şeyler saklamak içini bir hayli kemiriyor.”

Aslı’nın gözleri dolmuştu. Kafası karışmış, ne hissedeceğini bilemez hale gelmişti. Elini kulağının arkasına götürmüştü yine. Nefes alışverişi düzensizleşmişti. Birinin kendisi hakkında bu kadar fazla şey biliyor olması onu rahatsız etmişti.

“Korkmanı gerektirecek bir durum yok.”

“Çok şey biliyorsunuz. Nasıl korkmam?”

Büyücü çayından bir yudum daha aldı.

“Çayın soğuyacak, iç. Kulağını da kaşımayı bırak, yırtacaksın.”

Aslı, bu sözleri emir gibi algılayıp derhal elini kulağından çekti. Sehpadaki bardağa uzanırken elleri titriyordu. Çayı dudaklarına götürürken gözleri büyücünün üzerindeydi.

“İçinde zehir yok. Bir kızı zehirleyecek kadar kalpsiz değilim.”
Aslı bir yudum içti. Sıradan bir çaydı. Büyücüye gülümsedi. Endişeyi bir kenara bırakmalıydı. Sonuçta onu buraya Hilmi getirmişti ve Hilmi onu tehlikeye atmazdı, değil mi?

“Hakkımda bu kadar şey biliyorsanız buraya neden geldiğimi de biliyor olmalısınız.”

“Hah şöyle, gerginliği üzerinden at.” Büyücü bardağı sehpanın köşesine koydu. “Neden geldiğini biliyorum elbet. Seni uyarmak da isterim bu konuda. Ama senin laf dinlemez olduğunu da biliyorum. Bu yüzden ağzımı yormayacağım.”

“Hangi konuda uyarmak istiyorsunuz beni?”

“Peşine düşmek üzere olduğun şey hakkında.”

“Biraz daha açık olabilir misiniz? Çünkü ben neyin peşinde olduğumu bilmiyor gibiyim.”

“Biliyorsun. Yakında öğreneceksin. Sana daha fazlasını anlatamam. Anlatmayacağım da.”

“O halde neden bana böyle şeyler söylüyorsunuz?”

“Evime o hergeleden başka kimse uğramazdı. O da hiç gelip çayımı içmemişti. Kırk senedir sadece kendim içiyorum bu çayı. Tek başıma. Güzel olmuş mu?”

Aslı afallamıştı. Ne anlatıyordu bu kadın? Kafasında binlerce soru dolanırken hepsini bir kenara bırakmış ve büyücünün yalnızlığını düşünür olmuştu.

“Neden diğerleri gibi aşağıda yasamıyorsunuz?”

Büyücü derin bir iç çekti. “Bu oldukça uzun bir hikaye. Sana daha sonra anlatırım.”

“Ne kadar kalacağımı bilmiyorum ki.”

“Sana hikayemi anlatacak kadar kalacaksın.”

“Aslı!”

İki kadın da kapıya doğru baktı. Hilmi gelmiş, ona sesleniyordu. Aslı yerinden kalktı. “Çay çok güzel olmuş. Ellerinize sağlık.”

Büyücü çocuk gibi sevinmişti. Aslı kapıya doğru ilerlerken omzundan tutup onu kendisine çevirdi. “Akbaba'ya güvenebilirsin, ama onlara asla,” diye fısıldadı. Aslı yutkunamadı bile. Kendisini dışarıya attığında hala kendisine gelememiş bir haldeydi.

“Büyücü ile iyi anlaştınız mı?” diye sordu eve doğru yürürlerken. Aslı bir şey söylemedi. Kafasını sallamakla yetindi.

Eve vardıklarında birkaç kişinin kapının önünde olduğunu gördü. Kendilerini tanıtan bu adamların ellerini dalgınca sıkarken isimleri çoktan aklından uçup gitmişti. Yedi sekiz kişi saymıştı. Evin içine girdiler.

“Yemek saati! Aslı sen bizim ilk misafirimsin.” Serdar onu mutfağa buyur ederken diğerleri çoktan mutfağa girmişti.

Aslı, Hilmi ile mutfağa girdiğinde arkadaşları yemekleri tabaklara bölüştürüyordu. Yemeğini alan masanın bir köşesine oturuyor ve yemeğe başlıyordu. Mutfaktaki büyük tahta masa çok geçmeden dolmuştu.

Aslı yemeğin ne olduğuna baktığında yüzündeki gülümseme dondu. “Ah şu ıspanak! Ne zaman hayatımdan sonsuza dek çıkacaksın.” Diye düşündü. Herkes yerleştiğinde Hilmi, Aslı'ya doğru baktı.

“Senin için ne yemek yapmamı istersin?” Diye sordu birden.
“Ne?” Aslı şaşırmıştı. “Yemek var ya..” diyecek oldu.

“Ispanak sevmiyorsun değil mi?"

“Nesin sen kâhin mi?"

“O bakışları attığın bir yemeği yemek isteyeceğini düşünmüyorum sadece." Parmaklarıyla Aslı'nın gözlerini işaret etti. Aslı ne diyeceğini bilemedi.
"Hadi bakalım, söyle. Benim maharetli ellerimden hangi müthiş lezzeti tatmak istersin?"
Hilmi, çiviye takılı bir önlüğü üzerine geçirirken Aslı'ya göz kırptı. "Merak etme küçük kız, başarısız elma girişimimi şimdi başarmak için bir plan yapmıyorum."

Aslı kahkaha attı. "Ah kızıl kafa!"

"Buyurun ta kendisi."

Arkadaşları yemeklerini birbirlerine sataşarak yerken Hilmi buzdolabının kapağını açtı. "Hmm... Ne yapsam da seni büyülesem acaba? Küçük bir kızın kalbini nasıl çalabilirim?" Sakalını sıvazladı.

"Hilmi, ona en iyi yaptığın yemeği yap!" Diye bağırdı Gökhan.

"Ne demek istiyorsun? Ben her yemeği güzel yaparım."

Masadakilerden bir kahkaha tufanı koptu. Gülmekten sandalyeden düşen birisi gülmesine kaldığı yerden devam ediyordu. Aslı, onların kahkahalarına ister istemez eşlik etti.

"Hey! Gülme." Diye parmağını Aslı'ya doğru sallayan Hilmi, arkadaşlarına döndü. "Geçen sefer ki tatlı mevzusundan dolayı böyle gülüyorsanız, orada kafamı karıştıran Serdar değil miydi? O olayda benim bir suçum yok. Ben gayet de güzel yaptım tatlıyı."

"Hilmi, hiç boşuna çırpınma. Ben seni uyardım. Sen dinlemedim."

Mutfaktaki curcuna bir süre daha devam etti. Aslı, kendini onlarla birlikte oturmuş kahkaha atarken bulmuştu. Arkadaşlıkları gerçekten de çok samimiydi. Her biri diğerinin iyi olması için titiz davranıyordu. Arada birbirleriyle tartıştığı hatta itişip kavga ettikleri oluyordu ama gün sonunda her biri birbirlerine sarılıp barışmadan günü kapatmıyorlardı.

Hilmi ve Aslı dışındaki herkes yemeklerini bitirdiğinde tabaklarını yıkama sırasına girdiler. Hilmi, laf yetiştirmekten ve Aslı'nın gülmesini izlemekten yemek yapmaya başlayamamıştı.

Aslı, sırayla kendi tabaklarını yıkayıp kurulayan ve ardından yerine yerleştiren adamlara baktı. "Ne güzel organize olmuşsunuz öyle."

"Milyonlarca kez yapılan kavga ve dövüşten sonra Hilmi'nin bulduğu bir yöntem. Evi temizlerken de diğer işleri yaparken de aynı şekilde yapıyoruz." Dedi Gökhan.

"Çok güzel." Aslı, Hilmi'ye bakıp gülümsedi. Hilmi ise zaten gözünü ondan başka bir tarafa çevirmemiş, yüzündeki sırıtışına engel olamamıştı.

Nihayet son tabak da yıkandığında mutfakta sadece ikisi kalmıştı. Aslı mutfağa göz gezdirdi. Giderken sandalyelerini bile düzelterek giden bu adamlara hayran olmaması elinde değildi.

"Evet. Şimdi... Yapılabilecek her türlü espri yapıldıktan ve hakkımda tonlarca iftira atıldıktan sonra..."

"İftira mı?" Serdar, kafasını mutfağın uzatmıştı.

"İddia diyelim en iyisi," diye araya girdi Aslı. Hilmi tezgâhın üzerindeki bezi top yapıp Serdar'ın kafasına fırlattı. Serdar, bezi suratına gelmeden yakaladı ve aynı şekil geri attı.
Hilmi boğazını temizledi. "Her neyse, hadi başlayalım."

Loading...
0%