Yeni Üyelik
30.
Bölüm

İzler

@albayrakirem

Sabahın ilk ışıklarıyla yattığı koltuktan her yeri tutulmuş halde uyanan Aslı, kollarını yavaşça hareket ettirerek bedenini rahatlatmaya çalıştı. Uzun bir süredir haberleşemediği ailesi ve arkadaşlarıyla konuşmak için telefonunu eline aldı. Dün geceyi Yaşar’ın defterini defalarca kez okuyarak geçirmişti. Yere düşen defteri kaldırıp yanına koydu. Telefonun ekranını açtı. Bir sürü arama ve mesaj kendisini bekliyordu. Önce ailesini aramak istedi. Kayıtlara girip son aramalara baktı. Parmağı annesinin isminin üzerinde duraksadı. Bir sürü soru soracaklardı ona. Bu sorulardan en önemlisi ise ne zaman geri döneceğiydi. Bunun cevabını kendisi bile bilmiyorken onlara ne diyeceğini kestiremiyordu. Kafasını iki yana salladı. “Seslerini duymam gerekiyor. Sakin ve kendinden emin konuş Aslı. Evet sakin ol.” Kendini yapacağı konuşmaya hazırladı. Parmağını kaydırdı ve ekranda çıkan aranıyor yazısına baktı. Telefon açıldığında kısa bir panik yaşadı. Ahizeyi kulağına götürdü.

“Kızım?”

“Anne...” Aslı sesinin titremesine engel olamamıştı. Annesinin sesini duyana kadar ona ne kadar ihtiyacı olduğunu fark edememişti. Annesinin sesine katılan babasının sesiyle birlikte yanaklarından yaşlar süzüldü.

“Aslım, kızım, iyi misin?”
“İyiyim.” Aslı her zamanki yalanını söyleyivermişti. “Sizi çok özledim.”
“Bizde seni çok özledik. Ne zaman geleceksin? Bitmedi mi işin?”

“Yakında döneceğim.” Aslı’nın aklına büyücünün söyledikleri gelince yutkundu. Dönememe ihtimalini düşünmek dahi istemiyordu. “Şimdi kapatmam gerekiyor. Vaktim olduğunda tekrar arayacağım.”

Telefonu hızlıca kapatıp gözlerinin yaşını hızlıca sildi. Kalkıp elini yüzünü yıkadı. Bu onu rahatlamayınca duşa girdi. Üzerini giyindiğinde bir geminin düdük sesiyle yerinden sıçradı. Pencereden sahile bakmaya çalıştı. Bir geminin yelkenini seçtiğinde, “Kaptan Mert geldi demek,” diye mırıldandı.

Saçlarını çabucak kurutup taradı. Sırt çantasına çabucak hazırladığı bir sandviç, kamera, defter gibi eşyalarını doldurdu. Buzdolabında ne kadar süredir beklediğini bilmediği bir pet şişeyi de çantasına koydu. Saat sabahın yedisiydi. Spor ayakkabılarını giydi, çantasını taktı ve evden çıktı. Nereye gideceğini biliyor gibiydi. Adımları hızlı ve kararlıydı. Merdivenleri çıkıp ormana doğru hiç durmadan ilerledi. Uzun ve tempolu bir yürüyüşten sonra sarı şeritlerin önüne kadar gelmişti. Burada kısa bir duraksama yaşasa da şeridi kaldırıp altından geçti.
Derin bir nefes aldı. “Bekle beni güzel haberim, ben geliyorum.” Ormanın derinliklerine doğru yürümeye başladı.

🧩

Malikanede her şey kontrolden çıkmak üzereydi. Ya da Esin'e göre bu böyleydi. Dün çocuklarının kendisinden habersiz aşağıya indiğini ve ada halkının onlarla konuştuğunu bilmiyordu. Gece, arkasından iş çevrildiğini hissetmiş ancak herhangi bir kanıt bulamamıştı. Çocuklarının kendisine öfkeli olduğunu bildiğinden akşam yemeğinde ortalarda olmamaları üzerinde de çok durmamıştı. “Bugün böyle tavır yaparlar. Nasıl olsa yarın düzelirler.” diye düşünmüştü.

Kahvaltıya indiğinde Selma'nın Halit ile konuştuğunu fark edince ses çıkarmadan bekledi. Selma, dün akşam olanları büyük bir heyecanla anlatıyordu. Esin beyninden vurulmuşa dönmüştü. Hızlı adımlarla kızının yanına gelip kolundan sertçe çekti. Selma sersemlemiş bir halde, gülüşü yüzünde donarken annesine doğru baktı.

“Sen... Aşağıya nasıl inersin?” Havaya kalkan eli Selma’nın suratına inmeden hemen önce bir başka el tarafından tutuldu. Savaş annesine dehşetle bakarken elini havada tutmayı sürdürdü. Halit de oturduğu yerden kalkmıştı.

“Sen çıldırdın mı?” diye bağırdı. “Selma'ya nasıl el kaldırabilirsin?”
Esin, oğlunun tuttuğu elini sertçe çekti. Selma’nın kolunu, tırnakları geçirecek kadar sıkmıştı. Kızın canı acıyordu. Halit, eşinin elini çektirerek kızını bir adım geri çekti.

“Şuna bir bakın. Kocam ve çocuklarım bana nasıl cephe almış. Benden habersiz, arkamdan iş çevriliyor, tepki bile veremiyor, hesap soramıyorum, öyle mi?”

“Bu hesap sormak değil, ceza vermek!” Savaş, kardeşinin kızaran koluna baktı. “Onu incitmeye hakkın yoktu anne. Yanlış bir şey yapmadı.”

“Sizin doğrularınız ile benim yanlışlarım nedense hiç anlaşamıyor. Hepiniz beni çıldırtmaya yemin etmiş gibi türlü saçmalıklara imza atıyorsunuz.”

“Aşağıya inmesinde ne gibi bir sorun var? Onu herkesten saklıyor muyduk?”

Esin, eşine dik dik baktı. “Mesele onun aşağıya inmesi değil. Benden habersiz inmesi. Hem halk kim bilir ne düşündü onun hakkında?” Duraksadı. Savaş'a doğru baktı. “Misafirlerle ilgili soru sordular mı?”

Savaş kafa sallamakla yetindi. “Evet, ağabeyim onların daha gitmediğini söyledi. Ama ben onları dünden beri hiç görmedim. Nereye gittiler ki?”

Selma kızaran kolunu ovuştururken gözlüklerinin üzerinden annesine kaçamak bir bakış attı. Halit, kızının omzuna dokundu. “Sen şimdi bunları düşünme. Git ve elini yüzünü yıka. Kahvaltıya geçelim.” Selma kendisine söyleneni yapmak üzere çıktı. Halit, Esin’e döndü.

“Selma’yı bu meselelerin dışında tutuyorsak yaptığı ufacık şeyleri büyütmeye hakkımız da yok. Yeterince dibe battık zaten. Onu da peşimizden sürüklemeyelim. O kötü bir şey yapmadı. Yapmaz da. Birileri kötü bir şey yapıyorsa bunun kimler olduğunu gayet iyi biliyoruz.”

“Onun aklını bulandırmanıza asla izin vermeyeceğim. Ne dersen de ne yaparsan yap.”

Halit omuz silkti ve masaya geçip oturdu. Karısıyla konuşmanın anlamsız olduğunu görüyordu. Onunla savaşmayı bırakmak üzereydi. Bir şey söylemek için dudaklarını aralayan Savaş, Selma’nın içeri girmesiyle derin bir nefes alıp söyleyeceği kelimeleri yuttu. Masanın etrafına dizildiklerinde çalışanlardan ikisi çay servisi için salona giriş yaptılar. Uzun bir süredir kapının bitişiğinde hazırda beklemiş ve tüm konuşmalara şahit olmuş çalışan, hiçbir şey olmamış gibi davranan patronlarına uyum sağladı. Tüm çalışanların yaptığı ve her zaman da yapacağı gibi.

🧩

Aslı bir süredir ormanın içinde yürüyordu. Hazırladığı sandviçi yemek için bir ağacın dibinde durdu. Sırt çantasını yere koydu. İçinden yiyeceğini çıkardı. Yere oturup yemeğe başladı. Gözlerini etrafta gezdiriyor, ne aradığını tespit etmeye çalışıyordu. Boşta olan elini çantanın içine soktu. Yaşar’ın defterini çıkarıp dizi üzerinde açtı. Defalarca kez okuduğu kelimeler üzerinde parmağını gezdirirken yazılanları düşündü. Ağaca yaslandı ve bir süre etrafı dinledi. Buzdolabından aldığı suyu içmeye mecbur kalmıştı. Şişeyi çıkarıp kapağını açarken arkasındaki ağaçların arasında bir şeyin olduğunu fark etti. Gözlerini hafifçe kısarak ne olduğunu bulmaya çalıştı. Çok değil, bir dakika sonra kendisine el sallayarak yaklaşan Hilmi’yi gördü.

“Sabah yürüyüşü he?” diye sordu yanına kadar gelip aynı ağacın altına oturunca.

“Burada olduğumu nereden öğrendin?”

“Kuşlar söyledi.” Hilmi ağaçta öten kuşları parmağıyla işaret etti. Aslı ona bakmayı sürdürdü. “Tamam, bana şöyle bakma. Eve gittim yoktun. Malikaneye gitmezsin diye düşündüm. Seni aramaya çıktım.”
Aslı sudan bir yudum içti. Buzdolabından çıkardığından bu yana soğukluğu geçmişti. Çantanın güneş ışığına maruz kalması ve ısınmasıyla birlikte neredeyse ısınmıştı bile. Su oldukça tatsızdı. İkinci bir yudumu içmeden kapağını kapattı.

“Ee ne yapıyoruz bugün? Gizemi çözecek miyiz?”

“Ben çözeceğim kızıl. Bunun için buradayım.”

“En azından ufak da olsa bir yardımım dokunur diye buralarda olacağım.”

“Kahraman olmaya çalışma da.” Aslı güldü.

“Senin masalının tek bir kahramanı var, o da sensin. Biliyorum. Ama bazen kahramanlar ne kadar güçlü ve yetenekli olurlarsa olsunlar bir yardımcıya ihtiyaç duyabilirler. Bu bir an veya bir şey için geçerli olabilir. İşte ben o bir an için buradayım.”

Aslı, ona hayranlıkla bakmaktan kendini alamadı. Sözleri hoşuna gitmişti. Omzuna hafifçe vurdu. “Hadi o zaman, biraz yürüyüş yapalım.” Yerden kalktılar.“Yaşar’ın anlattıklarına göre bu ormanda bir şey var. Bir hayvan belki. Belki de başka bir şey. Bir iz bulabilmeyi umuyorum.”

“İz...” diye tekrarladı Hilmi. “Pençe gibi mi mesela yoksa tüy falan mı?”
“Yani pençe izi falan sanırım. Yazılanlardan bunu anladım.”

“Canım perim, peki diyelim ki onu bulduk. Ne yapacağız? Yanımızda silah yok. Sadece bıçağım var. Onu da kullanmak için o şey her neyse onunla yakın olmam lazım.”

Aslı bunu hiç düşünmemişti. Haberini bulmak uğruna her şeyi göze almıştı. Detaylı düşünmeleri kendisini o şeyden korumak üzerine hiç olmamıştı. Hilmi ona göz ucuyla baktı. Korkacağını düşünmüştü. Ancak genç kadının yüzünde korkuya dair tek bir ifade bile yoktu. Düşünceli bir hali vardı. Yüzüne bir gülümseme yayılınca ondan kısa süreli de olsa ürktüğünü söylemek mümkündü. “Hey, ne diye öyle gülümsüyorsun?”

“O şeyi bulmaya bu kadar yaklaştığıma inanamıyorum.” Aslı kendi kendine konuşuyor gibiydi. Yürümeye devam etti. Hilmi sorusunun cevabını alamayacağını anlayınca üstelemedi.

Bir süre sessizlik içinde yollarına devam ettiler. Güneş artık tepede değildi. Günün son selamlamalarıyla yerini aya bırakmak üzereydi. İkisi de yorgunluktan bitap düşmüştü. Ormanın o kadar derinlerine inmişlerdi ki geriye dönmeleri için güneşin biraz daha kalması gerekiyordu.

“Aslı, hava kararacak. Yanımızda ışık da yok. Dolunayda zor buluruz yolu.”
Aslı birkaç adım öndeydi. Bir şeye bakmak için yere doğru eğildi. Hilmi yorgunluktan kendini yere bıraktı. Saatlerdir bir iz veya herhangi bir ipucu arıyorlardı. Yorulmuş ve de acıkmıştı.

“Hilmi?” diye seslendi. Hilmi uzandığı yerden kafasını çevirdi.
“Burada bir şey var.” Aslı’nın kamera flaşı yanıp söndü. Hilmi tüm yorgunluğunu bir kenara bırakarak kadının yanına kadar geldi. İncelediği toprağa doğru eğildi. Hayvan ayak izi vardı. Ancak bu ayak izi normal bir hayvana ait olamayacak kadar büyüktü ve toprakta çukur oluşturacak kadar iz bırakmıştı. Aslı elini izin üzerinde gezdirdi. Ardından boyutunu hesap etmek için eliyle ölçüm yaptı. “Çok büyük.” dedi Hilmi.

“Buldum sonunda. Sona yaklaşmak üzereyim. Mutluluktan delirmek üzereyim Hilmi.” Aslı kafasını Hilmi’ye doğru çevirdi. Dizlerinin üzerine çöküp başka izler aramaya başladı. Bir ikinci izi bulması çok sürmedi. Aslı kendini kaybetmiş bir halde dizleri üzerinde sürünerek pençe izlerinin peşinden gidiyordu. Sık orman, güneşin son ışıklarının onlara ulaşmasını engelliyordu. Aslı’nın gerek daha da içlere doğru gittiğini gören Hilmi hızlıca yanına gitti. Onu omuzlarından tutup ayağa kaldırdı.

“Şimdi dönelim, yarın tekrar geliriz. Hava karardı artık. Daha fazla burada duramayız.”

Aslı’nın gözleri etrafta geziyordu. Hiçbir şey göremiyordu artık. Hilmi onu gidiş yoluna çevirdiğinde birkaç kez arkasına dönüp karanlık ormana bakmaktan kendini alamamıştı.
Geriye dönmeleri hayli vakitlerini almıştı. Malikaneyi gördüklerinde dinlenmek için durdular. Yine tüm ışıklar açıktı. Aslı bir ağacın altına çökerken bu ağacın, Savaş’ın onun arkasından bakarken dibinde oturduğu ağaç olduğunu bilmiyordu. Hilmi de yanına çöktü. Malikaneden gözüken manzaraya dikti gözlerini. “Ne yapmayı planlıyorsun?”

“O şeyi bulmalı ve fotoğrafını çekmeliyim. Ama her şeyden önce onun hakkında Yaşar’ın anlattıklarından daha fazlasına ihtiyacım var.”

“Malikaneye geri mi döneceksin?”

Aslı biraz düşündü. “Dönemem. Ama onlar bana gelebilir.” Kolundaki karıncalanma üzerine yerinden sıçradı. Kolunu silkemeye başladı. “Örümcek!” Hilmi de ayağa kalktı. Gayet sakin bir şekilde dolunaydan yansıyan ışıkta zar zor görebildiği örümceği kadının kolundan aldı.
“Canavar ile savaşmaya hazır olan periye bak sen, küçücük örümcekten korkuyor.”

Aslı kolunu kaşıdı. “Huylandım. Korkmadım. Hadi gidelim. Çok yoruldum.”

Aşağıya inmek üzere merdivenlere yaklaştılar. Malikanenin önünden geçerken terasta oturan Savaş onları fark ederek yerinde doğruldu. Hilmi, Aslı’nın çantasını elinde taşıyordu. İki aç ve yorgun beden merdivenleri dengesiz adımlarla inerken terasta onları gözleyen bir çift gözün varlığından habersizdi. Savaş sandalyeden kalktı. İkisinin nereden geldiğini merak ediyordu. Aşağıya doğru inmeyi sürdürüyorlardı.

“Aslı,” diye seslendi. Aslı durup kafasını geriye çevirdi. Savaş’ı görünce el salladı. Ama bunu neden yaptığını kendisi de anlamamıştı. Elini çabucak indirdi. Bu sırada Savaş, yanlarına gelmek için basamaklara inmişti. Hilmi’nin derin nefes verişi duyuldu. “Yakalandık. Umarım söyleyecek iyi bir yalanın vardır “ diye mırıldandı.

“Savaş, selam.” Aslı gülümsemeye çalışmadı, zaten izleri bulduğundan beri yüzünde asla silemediği bir tebessüm oluşmuştu. Şu an işine yarayan bu halinden memnundu.
“Merhaba Aslı, nereden geliyorsun?” Savaş, Hilmi’yi yok saydığını belli etmek istercesine ‘geliyorsun' demişti.

“Ormanda dolaştık biraz. Şimdi de eve dönüyorduk.”

“Sorgu bittiyse gidelim mi Aslı?” Hilmi bir basamak indi. Savaş ona cevap vermek için ağzını açtı. Aslı elini havaya kaldırıp onu durdurdu. “Şey... Biraz yorgun ve açız. Bu yüzden...”

“İçeri gelebilirsin Aslı. Henüz akşam yemeği saati geçmedi.” Savaş onu malikaneye buyur etmek istercesine eliyle yolu gösterdi.

“Yalnız değilim. Ve açıkçası annen... Teklifin için teşekkür ederim.”

Savaş bir şeyler düşünmek için acele ederken, Aslı’yı biraz daha fazla görebilmek uğruna Hilmi’ye katlanması gerektiğini kabul etmek zorunda kalıyordu. “İstersen bahçede otururuz. Hem acıktığını... acıktığınızı söyledin. Yemekler hazır burada. Hem Selma bugün seni görmek istedi. Evde yoktun. Merak etti seni.” Bende merak ettim diye geçirdi içinden. “Aslı hadi, gel. Gelin...” Hilmi’ye doğru baktı.

“Sen ciddi misin?” diye sordu Hilmi. Aslı da şaşkındı. Savaş kafasını salladı. “Bahçede otururuz. Annemler dışarı çıkmaz şimdi. Kimse rahatsız etmez bizi. Geliyor musunuz?”

Hilmi ve Aslı kısa süreli bakıştılar. “Ne diyorsun Hilmi?”
“Kalalım biraz o zaman.”

Savaş’ın gözleri parladı. Heyecanlanmıştı. İndiği basamakları geri çıkarken ikisini terasa davet ediyordu. “Hilmi, çantayı bir yere koy. İçindekileri sorarlarsa açıklayamam, biliyorsun.” Hilmi çantayı çalılıkların arasına saklarken Savaş’ın yanına giden Aslı’ya yetişmek için acele etti.

Terastan arka bahçeye geçerlerken Savaş, birkaç çalışana talimat verdi. Aslı ve Hilmi masaya geçtiler ve yan yana oturdular. Savaş, kız kardeşini çağırmak üzere yukarı çıktı.
Hilmi arkasına yaslandı. “İşe bak, güzel perim sayesinde bu manzarada yemek yiyeceğim.”

“Sence neden böyle bir şey yaptı?”

Hilmi iç geçirdi. “İnsan bazen asla yapmam dediği şeyleri yapar işte. Belki her şeyi kontrol altına almak için belki de...” Sustu.

“Belki de ne?”

Hilmi dudaklarını büzdü. “Çok açım. Teori üretemiyorum.”

Savaş yanında Selma ile görüldü. Aslı, Selma’yı karşılamak için ayağa kalktı. Ona sarılırken, “İyi misin?” diye sordu. Selma hafifçe gülümsedi. “İyiyim. Yani seni gördüğüm için artık iyiyim.”

Aslı bir sorun olduğunu anlamıştı. Ancak ne olduğunu şu an öğrenemeyeceğini biliyordu. Masanın etrafına dizildiler. Çalışanlar yemekleri getirip servis yaptı. Savaş onlara işlerinin bittiğini söylediğinde hızlıca uzaklaştılar.

“Burada olmanız ne güzel. Dün biz sizin misafirinizdik bugün ise siz bizim misafirimsiniz.” Selma çorbasından bir kaşık alıp ağzına götürdü. “Gerçi Aslı misafir sayılmaz.” diye ekledi.

“Umarım evdekiler bu durumdan rahatsız olmazlar.” Aslı’nın kastettiği kişinin sadece Esin olduğunu hepsi biliyordu.

“Endişe etme. Birkaç konuk geldi bugün. Onlarla meşguller.”

Hilmi ve Aslı bakıştılar. Aslı, bugün gelen gemiyi hatırladı. Misafirler... Ada halkından malikaneye gelenler onlarla adadan ayrılacaklardı. Aslı bunun gerçekleşmeyeceğini ve gelen misafirlerin sadece kamufle amaçlı geldiklerini anlamıştı. Gemide kalabalık oluşturacak, sözde ada halkının yakınlarını kalabalık yüzünden göremediği izlenimine kapılması sağlanacaktı. Ancak el salladıkları gemide sevdiklerinin olmadığını, hiçbir zaman da olmayacağını bilemeyeceklerdi. Aslı bu gerçeği idrak etmesiyle birlikte güçlükle yutkundu. Hilmi, Aslı’nın masanın üstündeki eline parmaklarını değdirdi. “Bir şey mi oldu?”

Aslı kafasını salladı. Çorbasından bir kaşık almak için aceleci davrandı. Savaş gözlerini ikisinin üzerinde gezdirdi. Son yudumunu içtiği suyunu doldurmak üzere sürahiye uzandığı esnada Hilmi onun hareketini fark etmeyerek sürahiyi aldı. Aslı’nın bardağına su döktü. Gözü Savaş’ın bardağına takılınca uzanıp onun bardağını da doldurdu. Savaş şaşırmıştı. “Sağ ol.” Bardağı dudaklarına götürdü.

“Her neyse.” diyen Hilmi yemeğini yemeye devam etti. Aslı onun bu davranışını gülümseyerek izlemişti. Hilmi’nin düşmanına karşı bile centilmen olduğunu görmek hoşuna gitmişti.

“Bugün neler yaptın Aslı? Evine geldiğimde yoktun.” Selma yemeğine ara vermişti. Ellerini çenesine koymuş meraklı meraklı ikisine bakıyordu.

“Yürüyüş yaptık biraz.”

“Bir dahakine bende gelebilir miyim?”

“Şey... Sorman hata. Elbette gelebilirsin.”

Selma ellerini çenesinden çekip çırptı. Hilmi onun bu sevincine hafifçe güldü. “Aslı ile yürüyüş yapmak sandığın kadar güzel değil.”

Aslı ona dirseğiyle hafifçe vurdu. “Hey, duyuyorum. Hem gayet de güzel bir yürüyüştü. Sen sadece hava kararıyor diye korktun biraz. Ondan böyle konuşuyorsun.”

“Sahi mi?” diye sordu Selma.

“Aslı’nın karanlıkta yolunu bulmaya çalışmasına izin verseydim keşke. O zaman da böyle konuşabilecek miydi acaba?” Arkasına yaslandı. “Biraz, sadece birazcık korkmuş olabilirim, yani ürkmüş de olabilirim,” diye ekledi.

Selma güldü. Aslı da gülümsemişti. Konuşmaları sessizlik içinde dinlemiş olan Savaş’a çevirdi bakışlarını. Gözleri birbirini buldu. O sırada hala yüzünde koca bir gülümseme olan Aslı, karşısındaki adamın bakışlarıyla karşılaşınca duraksadı. Yukarı doğru kıvrılan dudağının kenarları yavaşça eski konumuna gelirken göz temasını kesememişti. Araya Selma’nın girmesiyle birbirine kitlenen bakışların düğümü çözüldü. Tatlıları dağıtan Selma, konuşmak için bir şeyler bulmaya çalışıyordu. Aslı onu bu dertten kurtararak konuşmaya başladı.

“Adaya gelen misafirler ne kadar kalacaklar? Merak ettim.”

“Çok kalmayacaklar. Bir iki gün belki.” dedi Savaş.

“Ada halkından malikaneye gelenler, ben fark edemeden gittiler mi? Yoksa hala adadalar mı?” Aslı bu soruyu sıradan bir şekilde sormaya gayret etmişti. Savaş cevap vermeden önce bıkkınlıkla elindeki çatalı bıraktı.

“Onlar kamp yapıyorlardı en son. Öyle değil mi ağabey?”

“Nasıl yani? Bunu malikaneye gelmeden de yapabilirlerdi. Neden şimdi yapmak istediler ki böyle bir şeyi?” Aslı daha fazla soru sormak istiyordu. Kendini tutamayacak gibi hissediyordu. Ormanda bulduğu izler tehlikeli bir şeylerin olduğunu apaçık kanıtlamıştı. Tüm parçaları tek tek topluyor, bir araya getirmeye çalışıyordu.

Selma bilmiyorum der gibi ellerini iki yana açıp omuzlarını yukarı kaldırdı. Aslı başka sorular sormak için ağzını açtı. Hilmi diziyle Aslı’yı hafifçe dürttü. Elini yüzüne götürüp ovuşturur gibi yaparken, “Biraz daha devam edersen kendini ele vereceksin,” diye mırıldandı.

“Bırakalım şimdi misafirleri.” Savaş dirseklerini masaya dayadı. “Aslı en son orman diyordun. Tam olarak nerelerde yürüyüş yaptınız?”

Aslı yutkundu. “Şey... Her yer birbirine benziyordu o yüzden şurası burası diyemem tabi. Basit bir yürüyüş işte. Neden sordun?”

“Merak ettim.”
“Merak ettim.” diye tekrar etti Aslı. Bu iki kelimeyi daha pek çok kereler kullanacaklarından emin bir şekilde hafifçe gülümsedi.

Loading...
0%