Yeni Üyelik
8.
Bölüm

Kitaplar

@albayrakirem

Keyifli okumalar 💐


Sabahleyin şarjı tamamen dolmuş olan telefonundaki bildirimlere göz atmaya başladı. Pelin ve Selim bir sürü mesaj atmışlardı. İçerikleri aynıydı, onu merak etmişlerdi.

Bir video mesaj göndermeye karar verdi. Kaküllerini aynanın karşısında düzeltti. Ön kamerayı açtı ve video kısmına dokundu. Kayıt tuşuna bastı.

“Merhaba! Biliyorum ben gidince bir boşluğa düştünüz çünkü sizi darlayacak bir haber perisi yanınızdan uçup gitti. Ama merak etmeyin geri döneceğim. Bunu bir çeşit tatil olarak düşünün. Ben gelene kadar uykunuzu iyice alın, bolca temiz hava alın diyeceğim de orada bunu yapmanın pek de mümkün olmadığını biliyorum. Her neyse çok gevezelik yapmadan size kaldığım odayı göstereceğim.”

Aslı odayı yavaşça kameraya aldı. En son pencerede görüntüyü sabitledi. “Her gün bu güzelliğe uyanmak... Şimdiden çok alıştım ben buna.”

Kamerayı tekrar kendine çevirdi. “Şimdilik bu kadar. Beni merak etmeyin. İyiyim. Sizi seviyorum," dedi ve kaydı bitirip arkadaşlarına yolladı.

Telefonuna en son gelen bildirim iş yerindekilerdendi ve açıp bakmadı bile. Grupları arşive attı ve mesajları da temizledi. Onların alaylarına daha fazla maruz kalamazdı ve kalmayacaktı da. Onlardan intikamını alacaktı.

Telefonuyla işi bittiğinde çantasına koyup dolabın içine sakladı. Telefonda parmak izi kilidi vardı ancak yine de birinin telefonunu bulmasını istemezdi.

Kahvaltı vaktine yakın odasından çıktı. Yan odasındaki kapı açıldığında durup kapıdan çıkan kişiye baktı. Bir kadındı. Üzerinde çiçekli bir elbise vardı. Otuzlarının sonunda olmalıydı. Saçlarını omuzlarına dökmüş, bir taçla önüne dökülen saçları geriye yatırmıştı.

Aslı kadına gülümsedi.
“Günaydın,” dedi kadın, gülümsemesine karşılık vererek.

“Günaydın.”

“Kahvaltıya mı iniyordun? Hadi birlikte gidelim.”

Aslı, kadının yanından merdivenlerden inmeye başladı.

“Evin kızının arkadaşı mısın?”

“Sayılır. Yani evet.”

“Her geldiğimde kız bir köşede sessizce oturuyor olurdu. Ama şimdi biraz canlanmış gibi. Demek ki yalnız olduğu için o kadar solgundu.”

“Siz ne sıklıkla buraya gelirsiniz?”

“Dört beş ayda bir mutlaka gelirim. Aileyle çok yakınım.”

“Buraya hep aynı grupla mı gelirsiniz?”

“Bazı değişiklikler olsa da hemen hemen aynı olur. Sen ilk defa mı geldin?”

“Evet. Peki her seferinde aynı şeyleri mi yapıyorsunuz? Yani ormanda yürümek, oturup sohbet etmek gibi...”

Aslı içinden “Sus artık soru sormayı bırak. Kadın şüphelenecek,” diyordu ama kendini durduramıyordu.

“Ne demek istediğini anlamadım. Yoksa bizi sıkıcı mı buldun?” Kadın hafif bir kahkaha attı. Yemek salonuna girmişlerdi. Aslı kulağının arkasını kaşıdı.

“Hayır öyle demek istemedim.”

Kadın elini onun omzuna koydu ve kulağına doğru yaklaştı. “Emin ol burada yapacak o kadar çok şey var ki bazılarını sadece sayılı kişiler yapabiliyor. Bu da daha keyifli oluyor. Yani aslında çok eğlenceli bir yerdesin.” Kulağına doğru güldü.

Aslı kendini geri çekti ve kadının ondan uzaklaşıp masaya oturmasını, çok geçmeden başkalarıyla sohbete dalmasını izledi.

“Ne demek istedi bu şimdi?” diye düşündü. Kapının önünde bir süre dikili kaldı.

“Neden oturmuyorsunuz?” Savaş kapıdan girmiş yanında dikiliyordu.

Aslı bir rüyadan uyanır gibi silkindi. Hemen ardından dün oturduğu sandalyeye geçip oturdu. Savaş da yanındaki sandalyeye oturdu. Aslı şaşırarak ona bakarken, “Selma nerede?” diye sordu.

“Onun karnı ağrıyor o yüzden odasında dinleniyor.”

“Ciddi bir şeyi mi var? Yoksa hasta mı?”

“Hayır ciddi bir şey yok.”

“Onu görebilir miyim?”

“Kahvaltınızı yaptıktan sonra... Tabi görebilirsiniz.”

Aslı, Savaş’ın böyle şart koşmasına bir anlam verememişti ancak itiraz da etmemişti. Ev sahipleri masaya oturduğunda herkes kahvaltısını yapmaya koyuldu. Aslı da bir şeyler atıştırdı ve kahvaltı merasiminin uzun sürmemesini umdu. Yine herkes sohbete dalmıştı.

Aslı giderek sabırsızlanıyor, bir an önce Selma’yı görmek istiyordu. Savaş yavaşça kahvaltısını yaparken yanındaki bir adama kısa cevaplar veriyordu.

Aslı sandalyesinde Savaş’a doğru döndü. Dizi, onun bacağına çarptı. Savaş ona göz ucuyla baktı. “Ne zaman görebilirim Selma’yı?” diye sordu oturuşunu düzelten Aslı.

Çayından bir yudum alan Savaş, sanki bilerek yapıyor gibi bir süre cevap vermedi. Aslı kaşlarını çatmış ona bakıyordu. Bir süre bakışlarına karşılık alsa da sonrasında bakışları karşılıksız kaldı ve uzunca bir süre ona delici bakışlar atarak dikkatini çekmeye çalıştı.

Nihayet kahvaltı faslı bittiğinde Aslı ayaklandı. Misafirler gruplar halinde yemek salonundan çıkarken Savaş halâ yanındaki adama bir şeyler söylemekle meşguldü. Aslı’nın sabrı taşmak üzereydi. Kollarını göğsünde kavuşturmuştu. Ağzından bir laf çıkmadan önce yemek salonundan çıkmaya karar verdi ve son çıkan grubun peşine takıldı.

“Sinir bozucu biri. Sanki devlet meselesi çözüyor. Bir türlü konuşmayı bitiremedi... Acaba başkasına sorsam gösterir mi ki Selma’nın odasını?”

Bir süre etrafta dolandı. Sonunda bir hizmetçiye sormaya karar verdi. Tam elini havaya kaldırmış, temiz çarşafları taşıyan adamı durduracaktı ki bir ses elinin havada kalmasına neden oldu.

“Bu taraftan," demişti Savaş bir üçüncü merdivenin olduğu tarafı gösterirken.

“Sonunda!?”

“Anlamadım?”

“Yok bir şey. Gidelim.”

Savaş’ın peşinden yürümeye başladı. Merdivenleri çıkınca çok farklı bir koridorlarla karşılaştı. Buradaki oda sayısı diğer tarafa göre daha azdı ve anlaşılan odalar daha büyüktü. Savaş bir kapının önünde durdu. Kapıyı iki kere tıklattı ve yavaşça açtı.

“İçeri girin.”

Aslı içeriye girdi ve tül cibinlikli yatağın içindeki Selma’yı gördü. Huysuzca karşı duvarındaki televizyona bakıyordu. Odasına çalışanlardan birisinin girdiğini zannetmişti. Bu yüzden bakışlarını televizyondan ayırmamıştı. Aslı bir iki adım daha attı.

“Selma...”
Selma kafasını çevirip Aslı’yı gördü ve yüzündeki huysuz ifade bir anda silindi. “Aslı! Neden orada duruyorsun gel otur.”

Aslı yatağa yaklaşıp kenarına oturdu.

“Hasta mısın? Neden kalkmadın?”

“Karnım ağrıyor biraz.”

“Kahvaltını yaptın mı?”

“Canım bir şey yemek istemiyor ki.”

Aslı, televizyona baktı. Bir pembe dizi açıktı. Bir süre Selma’ya eşlik etmek istedi ancak çabucak sıkıldı. Savaş hala kapının yanında duruyordu.

“Selma, sana yiyecek bir şeyler getirmelerini isteyeceğim. İlaç da alırsın sonra da dinlenirsin. Hem Aslı’yı da bu korkunç diziye mahkûm etmemiş olursun.”

“Her şeye karışmasan olmaz mı ağabey? Aslı sence bu dizi kötü mü?”

Aslı ne diyeceğini kestiremedi ve yardım ister gibi Savaş’a baktı. “Cevap veremeyecek kadar fenalaşmış dizinin kötülüğünden. İzin ver de onu bu durumdan kurtarayım.” Savaş bunları söylerken yanlarına kadar gelmişti.

Selma, Aslı’ya gülümsedi. “Tamam o zaman. Siz gidin, bende kendimi iyi hissedince yanınıza geleceğim.”

Aslı yataktan kalkmadan önce Selma’ya dikkatlice baktı. Saçları bağlı değildi. Bunu şimdi fark etmesi Aslı’yı şaşırtmıştı. Genç kızın saçları dalgalar halinde beline kadar iniyordu. Üzerinde, daha önce kendisine bahsettiği geceliği vardı. Yakaları işlemeli, aşağısı dümdüz. Gözleri yüzüne kaydığında yanaklarının al al olduğunu gördü. Gayriihtiyari elini kızın alnına koydu ve ateş gibi yandığını hissetti.

“Selma senin ateşin var.”

“Hayır Aslı, iyiyim ben.”

Savaş bir komodinin çekmesini açarak dijital ateş ölçer çıkardı. Aslı’nın yanında ayakta durarak kız kardeşine doğru eğildi ve cihazı alnına yaklaştırdı. Selma huzursuzlanmıştı.

“Bir şeyim yok. İyiyim.”

Savaş ateş ölçerdeki değere bakarken kaşlarını çattı. “38.5... Ateşin var. Ve kim bilir boğazın da ağrıyordur senin. Ne zaman hasta olunca saklamayı bırakacaksın?”

“Hasta değilim ben...”

“Tamam üzerine gitmeyin...” Aslı araya girme ihtiyacı hissetmişti. “Selma istersen önce ılık bir duş al, sonra yemek yer, ilaç mı içiyorsun doktora mı gidiyorsun ne yapmak istiyorsan yaparsın.”

“Ben anneme ve doktora haber vereceğim.” Savaş odadan hızlıca çıktı.

“Şimdi hasta oldum diye fırça yiyeceğim.” Selma kucağına koyduğu ellerine bakıyordu.

“Merak etme her çocuk hasta olduğu için biraz azarlanır ama sonra sarıp sarmalanır. Hem bilerek hasta olmaz insan. Sen bunu düşünme ve çabucak iyileş. Daha seninle çok sohbetler edecek, yürüyüşler yapacağız.”

“Gerçekten mi Aslı?”

“Gerçekten Selma. Ama önce hadi kalk duşa gir. Ilık su bedenini rahatlatır ve ateşini düşürür.” Onu kollarından tutup yataktan kaldırdı ve banyoya doğru götürdü. Selma banyo kapısında durdu ve ona baktı.

“Aslı itiraf etmem gerekirse... Gerçekten çok hastayım. Boğazım da ağrımaya başladı.”

“Ağabeyin doktoru çağırmaya gitti ya gelir herhalde çabucak. Hadi sen gir banyoya.”

Aslı, dolaptan Selma’ya giydiğinin hemen aynısı bir geceliği kapıdan uzattı.

Savaş, annesi, babası ve doktor olduğunu beyaz önlüğünden anladığı kadınla birlikte odaya girdiğinde Aslı, Selma’nın saçlarını kurutmuş, tarıyordu. Selma bu ilgiden hoşnut, gülümsüyordu. Yanaklarındaki kızarıklık henüz geçmemişti.
Yutkunurken zorlandığı yüzünün aldığı şekilden belli oluyordu.

Doktor yanlarına gelip muayeneye başladığında Aslı yataktan uzaklaştı. Halit ona gülümsedi.

“Siz de mi buradaydınız?” Esin, kızına yaklaşırken göz ucuyla Aslı’ya bakmıştı.

“Selma kahvaltıya inmeyince merak etti. Bende buraya getirdim.”

“İyi yaptın oğlum. Selma’ya da moral oldu.” Halit bunu söylerken yatağın etrafında dolaştı.

Aslı ne yapacağını bilemez halde orada bekliyordu. Doktor muayeneyi bitirene kadar kimse konuşmadı. Sonunda bittiğinde bazı ilaçlar yazarak bunların kullanım şeklini anlattı. Doktor odadan çıkmak için hareketlendi. Çantasını toparlayıp eline aldı. Halit, doktora eşlik etmek için odadan ayrıldı.

“Biraz dinlen Selma. Yemeğin gelecek, ilaçlarını da şimdi alırlar. Zaten hizmetçi ayarlayacak her şeyi.”

Aslı, yüzünde tek bir mimik bile oynamadan konuşan bu kadını hayretler içinde dinlemişti. Kadın o kadar duygusuzdu ki Aslı bir an buraya ilk geldiğinde kendisine içtenlikle gülümseyen ve misafirlerini kibarca ağırlayan kadının o olduğuna şüphe etti. Geriye dönüp Aslı’yı gördüğünde, “Siz de isterseniz hava alın. Ya da Savaş sizinle ilgilensin. Selma da biraz dinlenir,” dedi ve odadan çıktı.

“Hadi bizde çıkalım odadan.”
Aslı kafa salladı ve Selma’ya dönüp gülümsedi. “Çabuk iyileş...”

Koridor boyunca ilerlerlerken ikisi de ağzını açıp bir şey söylememişti. Aslı, onu takip ediyor, girdikleri koridorlarda etrafını dikkatlice inceliyordu.

İçinden “amma da büyük yer. Benim böyle evim olsa bütün odalarını kiraya verirdim,” diyordu. Bu fikrine istemsizce güldü. Savaş kafasını çevirip ona baktı.

“Bir şey mi oldu?” Diye sordu. Aslı gülüşünü engellemek için dudaklarını ısırdı ama yine de dayanamadı. “Şey ev çok büyük. Aklıma komik bir şey geldi. Ona güldüm,” dedi.

“Komik olan ne tam olarak?”

“İçimden diyordum ki bu ev benim olsa, çoğu odasını kiraya verirdim. Ama bu düşününce saçma geldi. Böyle büyük bir malikanesi olan birinin paraya ihtiyacı yoktur ki zaten. Her neyse anlatınca esprisi kaçtı.”

Savaş kafasını iki yana salladı.

Ahşap oymalı bir kapının önünde durup açtı. “Hanımlar önden...” dedi.
Aslı kapıdan içeri girdiğinde gözlerine inanamadı. Çünkü karşısında devasa bir kütüphane vardı. Kitaplıklar tavana kadar yükseliyordu. Her yerde kitaplar vardı. Birkaç adım attı. Gerçekliğinden şüphe duyduğu bu yerde yaklaşıp bir kitaplığa dokundu.

“Bu gerçek mi?”

“Evet. Büyüleyici değil mi?”

“Burada milyonlarca farklı dünya var. Nefesim kesildi güzelliklerinden. Sanki bir kitaba dokunduğumda içine çekilecek gibi hissediyorum.”

Eli titreyerek ciltli bir kitaba uzandı. Savaş bir adım gerisinde ona bakıyordu. Aslı elindeki kitabın kapağını büyük bir özenle açtı. Eski bir kitaptı ve sayfa kokusu etrafa yayılmıştı. Aslı kitabı burnuna yaklaştırarak bu güzel kokuyu içine çekti. Sayfalarını okşadı.

“Çok güzel...”

O an tüm dünya geride kalmış gibiydi. Ne orada duran Savaş’ı fark ediyor ne de buraya geliş amacını düşünüyordu. Büyülenmiş gibiydi. Bir başka kitaba uzanırken gözü bir başkasına takılıyor, merakla uzanıyordu raflara.

Savaş uzunca bir süre onu izledi. Bir sandalyeye oturmuştu. Aslı’nın halının üzerine oturuşunu, kucağındaki kitapları sıralayışını sessizce izledi. Kadın, sayfaları çevirirken oldukça dikkatliydi. Sanki kitaptaki karakterleri incitmek, rahatsız etmek istemiyor gibiydi. Arada sırada kaküllerini düzeltiyor, okuduğu bir şeye gülüyor, bazen kaşlarını çatıyordu. Altı çizilen yerlerde duraksıyor, sayfa kenarına alınmış notlarda parmağını gezdiriyordu. Onun varlığını bütün bütün unutmuştu. Kitabın içine girmiş gibiydi.

Savaş onu rahatsız etmemek için hareket bile etmemişti.

Saatler birbiri ardına geçip gidiyordu ama ikisi de yerlerinden ayrılmamıştı. Kimse onları rahatsız etmemişti. Güneş büyük pencerelerden içeriye süzülmeyi bırakmıştı. Artık yazıları göremeyecek kadar karanlıkta kalan Aslı, ancak kafasını kaldırıp gerçek dünyaya dönebildi.

Savaş ile göz göze geldiğinde şaşkınlığa uğradı. Cidden bu kadar dalıp gitmiş miydi kitaplara? Oturmaktan bacakları uyuşmuş, boynu tutulmuştu. Kitabı istemeye istemeye kapatırken parmağını kaldığı sayfadan çekememişti.

“Şey... özür dilerim... Ben kendimi kaptırmışım.”

“Yalnız olmadığımı gördüğüm için mutluyum.” Savaş ayağa kalktı ve raftan bir şey aldı. “Parmağınız yerine bu ayracı kullanabilirsiniz,” dedi ve Aslı’ya bir ayraç uzattı. Aslı güldü ve parmağını çekip sayfaya ayracı koydu.

“Onca zaman beni mi beklediniz? Yani akşam olmuş neredeyse ve ben ışık gitmemiş olsa daha devam ederdim. Neden beni uyarmadınız?”

“Uyarmak mı? Kitabın içine giren birini en heyecanlı yerinde çekip çıkaracak kadar gaddar değilim ben. Hem çok odaklamıştınız, sizi korkutmak istemedim. Ve şikâyetçi de değilim.”
Aslı hala elinde tuttuğu kitabı yerine koymak için kitaplığa döndü. “Kitap sizde durabilir.”

“Gerçekten mi?”

“Tabi. Ama size bir soru soracağım ve dürüstçe yanıt vereceksiniz. Olur mu?”

Aslı tereddüt etse de, “Olur, nedir?” diye sordu.

“Kitapta altını çizdiğim yerleri, aldığım notları gördünüz yani içimi gördünüz. Ne düşünüyorsunuz? Kardeşimin bahsettiği gibi korkunç mu?” Güldü ama sonra hemen ciddileşti.

“Hayır, korkunç değil. Hatta şiirsel bile denilebilir bence. Okuduklarınızı çok iyi tahlil etmişsiniz.”

“Bu beni mutlu etti.”

“Emin olun benim kadar mutlu olamazsınız. Buraya geldiğim için çok mutlu oldum. Teşekkür ederim.”

Aslı kitabı kollarının arasına alıp bir hazine gibi göğsüne yasladı. Etrafındaki diğer kütüphanelerin arasında dolaşmaya başladı. Savaş da onu takip etti.

“Buradaki her kitabı okumadınız değil mi?”

“Henüz değil. Buna bir ömür yetmez, öyle değil mi?”

“Doğru. Burada milyonlarca kitap olmalı.”

“Sayısını bilmiyorum açıkçası.”

“Sayısı belli. Bir sürü...”

“Öyle diyelim o zaman. Bir sürü...”

Aslı kitaplıklar arasında dolaşmayı bıraktı ve gerçek dünyaya dönmesi gerektiğini kendine hatırlatmak zorunda kalarak arkasına döndü.

“Selma’yı görmem lazım. Nasıl oldu acaba? Kaç saat oldu, onu unuttum ya da umursamadım sanacak.”

“Gidelim o zaman. Hem karnınız da acıkmıştır ki ben çok acıktım, yemek yeriz.”

Aslı’nın midesi bunu onaylamıştı. Odadan çıkmak üzereyken hala göğsüne bastırdığı kitabı kendinden ayırdı. “Şimdilik burada kalsa olur mu?”

“Tabi. Ne zaman isterseniz buraya gelebilirsiniz. Şu sehpanın üzerine koyalım kitabı isterseniz.”

Aslı kitabı ona uzatırken parmakları kitabı bırakmamak için direnince ikisi de güldü. Odadan çıkarlarken Aslı kütüphaneye doğru bir kez daha bakma ihtiyacı hissetti.

“Korkmayın onlar hep burada, sizi bekliyor olacak.”

“Öyle mi dersiniz?”

“Bundan eminim.”

Geldikleri koridorları geçip Selma’nın odasına girdiler. Genç kız mışıl mışıl uyuyordu. Saçları yastığına yayılmıştı. Yüzünde uykunun getirdiği masumluk ve sevimlilik vardı. Sessizce odadan çıktılar ve yemek yemek için mutfağa girdiler.

🕯 Bölümü nasıl buldunuz?

🕯 Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.

Loading...
0%