Yeni Üyelik
17.
Bölüm

Köşe Kapmaca 2

@albayrakirem


Aslı ve Savaş uzunca bir süre bahçede, salıncakta oturup kitap okuyor gözüktüler. Ancak ikisinin de aklı bambaşka yerlerdeydi. Aslı, olur da planları altüst olur diye endişe ediyor, Savaş ise yanındaki kadının yüzünü incelerken ne düşündüğünü çözmeye çalışıyordu.

Aslı kaküllerini altındaki kaşlarını bazen çatıyor, bazen hayret eder gibi yukarı doğru kaldırıyordu. Gözleri sayfa üzerinde oynamıyordu. Kitabın ortasında bir yerde, bir kelimenin üstünde çakılı kalmışa benziyordu. Bir şey söylemek, konuşmak istiyor ancak cesaret edemiyordu.

Evden gelen bir sesle ikisi de kafasını eve doğru çevirdi. Aslı ayağa kalkarken kitabın bir tarafı Savaş’ın dizinden sarkmaya başladı. Savaş kitabı düzeltip kapattı ve ayaklandı.

“O ses de neydi?”

“Savaş Bey siz burada oturun ben gidip bakarım.”

“Anlamadım? Evden bir ses geliyor ve benim burada oturmamı mı istiyorsunuz?”

“Anlamışsınız işte.”

“En iyisi ben gidip bir bakayım. Siz burada kalın.”

Aslı omuz silkti. Savaş eve doğru yürürken peşinden koşar adım ilerledi.

“Selma'dır. Bakmamıza gerek yok. Hem belki rüzgârdır, belki kedidir, kuştur. Ne bileyim öyle bir şeylerdir.”

“Aslı Hanım neyin peşindesiniz?”

“Hiçbir şeyin.”

İkisi eve girdiler. Mutfağın önünden geçerken bir cam parçası, pencerelerden koridoru dolduran güneş ışığında parladı. Savaş eğilip cam kırığını yerden aldı. Bir bardak kırılmıştı. Mutfağın kapısının önü cam kırıkları ve suyla kaplıydı.

“Bardağı kim kırdı?”

“Belki Selma...” diyecek oldu. Ancak Savaş bakışlarını ona diktiğinde sustu.

“Sahi Selma nerede? SELMA! SELMAA!”
Bağırıyordu. Koridor onun sesiyle dolup taşıyordu. Selma’yı aramak için merdivenlere doğru ilerledi. Aslı onu durduracak bir şeyler düşünmeye çalışıyor, ancak bulamıyordu.

Savaş, Selma’nın odasının önüne geldiğinde Aslı’nın tek düşündüğü Mert’in saklanmayı akıl etmiş olup olmadığıydı.

Savaş kapıyı tıklatıp kapı koluna uzandı. Aslı kapıyla arasına girerek onu durdurdu.

“Bir saniye. Ben girsem iyi olacak. Belki müsait değildir.”

Savaş razı olmasa da kapıdan bir adım uzaklaştı. Aslı kapıyı hızlıca açtı ve kendini içeri atınca arkasından kapattı. Selma, eli ayağına dolanmış bir halde korkuyla kapıya doğru bakıyordu. Aslı’yı görünce biraz rahatladı.

“O nerede?” diye fısıldadı Aslı.

Selma parmağıyla banyoyu işaret etti. Oda kapısı bir kez daha, bu sefer daha sert vuruldu.

“Selma, bardağı sen kırdın. Ama fark etmedin. Banyodaydın o yüzden ses vermedin. Tamam mı?”

Selma belli belirsiz kafa salladı. Aslı odanın kapısını açtı. “Banyoda elini yüzünü yıkıyormuş o yüzden bizi duymamış,” derken cesaretlendirmek için Selma’ya gülümsedi. Savaş odaya girdi ve etrafta gözlerini gezdirdi. Sonra bunu neden yaptığına anlam veremeyerek kardeşine baktı. “Bardağı sen mi kırdın?”

“Sa... Sanırım... Fark etmemişim.”

“Ne yani su içmeye mutfağa gittin. Sonra bardağı yere düşürdün. Su içemedin ve koşarak odana gelip elini yüzünü mü yıkadın? Ne saklıyorsun Selma? Hem neden yanımıza gelmedin? Bunca zamandır burada ne yapıyorsun?”

“B...B...Ben...”

“Savaş Bey, neden onun üzerine gidiyorsunuz? Yerdeki su çok azdı. Bu da demek oluyor ki bardağın dibinde kalmış su. Demek ki tezgâhın ucuna yakın koydu. Bardak sonradan düştü. Odasına çıkana kadar ses duymamış olması bunu kanıtlar.” Aslı ayaküstü uydurduğu bu hikâyenin Selma’nın ağzını açıkta bıraktığını görüp yanına gitti. Elini omzuna koyarken açık olan ağzını kapatması için çenesini yukarı kaldırdı.

“Böyle mi oldu?”

“Evet ağabey. Hem niye bardak kırıp odama gideyim?”

“Peki Aslı dışarıdayken sen burada ne yapıyorsun?”

“Bundan şikayetçi olduğunu sanmıyorum.” Diye mırıldanan Selma'yı ikisi de net bir şekilde duymuştu. Savaş ne diyeceğini bilemez halde odada bir iki adım atıp durdu.

“Aslında seninle bir şey konuşmak istiyorum Selma.”

Aslı ve Selma kısaca bakıştı.

“Ne hakkında?”

“Oturup konuşalım.” Savaş, odanın köşesindeki koltuğa doğru ilerledi. Aslı, Selma’yı koluyla dürttü ve banyoyu işaret ederek “Onu oradan çıkarmalıyız,” diye fısıldadı.

“Ağabey...” Selma bir adım öne çıktı. Savaş koltuğa oturmak için onlara doğru dönmüştü. Kafasını ona çevirdi.

“Efendim?”

“Dışarıda konuşsak?”

“Bugün hava bir güzel ki anlatamam Selma. Dışarısı konuşmak için iyi bir fikir.” Diyerek ona arka çıkan Aslı, yanında olduğunu belirtmek için gülümsedi.

“İkinizin bugün neyi var? Çok tuhaf davranıyorsunuz. Ne fark eder? Burada konuşalım.”

Aslı iç geçirdi. İkna etmesi biraz zor olacaktı. “Savaş Bey, hava çok güzel ya o yüzden diyoruz.”

“Konuştuktan sonra çıkarız o halde. Oturun hadi.” Bu sefer gayet net ve ciddiydi. İki kız koltuğa doğru kararsız adımlarla ilerledi.

“Bu arada ben çıkayım. Siz özel konuşacaksınız sanırım.”

“Aslı...” diye yakınan Selma, onu kolundan çekiştirdi.

“Kalabilirsiniz. Hatta kalmalısınız da.”

“Kalabilirim, hatta kalmalıyım da öyle mi? Ne konuşacak ki şimdi ve benimle ne alakası var?” diye içinden geçiren Aslı dışından tebessüm etti.

Selma, ağabeyinin yanına otururken Aslı bir sandalye çekip oturdu.

“Selma, sana bu zamana kadar gerekli özen ve ilgiyi göstermedim, biliyorum...” diye başladı. Selma şaşkınlıkla gözlerini kocaman açtı. “Bu ada ve bu ev, ailemize çok büyük bir sorumluluk yükledi. Bu sorumluluğu hepimiz kendimizce üstlendik ama seni bu sorumluluğun altında bıraktığımızı fark edemedik. Sen her daim uyumlu ve sakindin. Hiçbirimizi üzecek bir şey yapmadın bu zamana kadar. Ama biz seni hayli üzdük.”

“Ağabey, neler söylüyorsun sen?”

“Ağabeyler kardeşlerini korur, kollar, onlarla arkadaş olur. Ama ben hiç seninle ilgilenemedim. Oyun arkadaşın olamadım. Benim her zaman arkadaşlarım oldu ancak senin yapayalnız kalmana önem vermedim. Okumak için adadan ayrılırken geride küçük bir kız bıraktığımı düşünmedim bile. Selma, kardeşim... Ben... Özür dilerim...” Sesi titremişti. Selma, ağabeyinin elini elleri arasına aldı. Gözleri dolmuştu.

“Ağabey lütfen böyle söyleme. Sen de benim kadar zorluk yaşadın. Az mı kavga ettin adadan ayrılmak için? Hayır ağabey, özür dileme...”

Aslı, kollarını göğsünde birleştirmiş onlara bakıyordu. Selma’nın söylediklerini bir kaşını kaldırarak dinlerken kafasını iki yana salladı. Bir şey söylemek istiyor ancak araya girmek istemiyordu. Selma’nın her şeye rağmen ağabeyini ve ailesini düşünüyor olmasına anlam veremiyordu. Ona göre Selma pekâlâ iyi bir özrü hakkediyordu. Yaşadıkları öyle iki kelimeyle geçiştirilecek şeyler değildi orası ayrı.

“En büyük zorluğu sen yaşadın. Ben ailemle tartışabildim, onları ikna edebildim. Ama sen bunu yapamazdın ki... Senin için de onları ikna edebilirdim.”

“Böyle olması gerekiyormuş. Hem bak o zaman olmasa da şimdi annemi ikna edebiliyorum.” Selma kafasını sallayarak saçlarını bir omzundan diğerine geçirdi. Savaş, kardeşinin saçlarını okşadı. Selma ilk başta irkildi.

“Evet. Bu çok güzel bir gelişme. Bundan sonra yalnız değilsin. Bunu bilmeni istiyorum. O zamanlar yanında olamadım ama şimdi yanında olacağım.”

“Aslı da yanımda...” Selma, bir eliyle ağabeyinin elini tutarken diğeriyle Aslı’nın eline uzandı.

“Aslı’nın gelişi ne çok şeyi değiştirdi.” Savaş kendi kendine konuşuyor gibiydi. Gözlerini Aslı’ya çevirdi. “Senin durumunu bana gösteren oydu. Görmezden geldiğim ne varsa yüzüme vurdu.”

“Aslı çok çok iyi bir arkadaş. Buraya geldiği için çok şanslıyız.”

“Ne yaptım sanki? Biraz fazla konuşmuşum hepsi bu.”
“İyi ki konuştun…uz... konuştunuz... Yani Selma kendini daha iyi hissediyor, daha iyi ifade ediyor...”

“Keşke hep burada kalsan Aslı...”

“Hep olmasa da bir süre daha buradayım. O yüzden bu odaya tıkılıp kalmayalım en iyisi. Hem konuşmanız bitti öyle değil mi? Bitmediyse bile odadan çıkalım. Dışarıda devam edersiniz.”

“Tamam. Ben önce bir elimi yüzümü yıkayayım. Siz inin bende birazdan gelirim.” Savaş, ayağa kalkıp banyoya girmek için kapısının önüne geldi. Aslı alnına vurarak “Ne yapacağım şimdi?” diye düşündü.

“Banyo müsait değil!” Selma koşarak banyonun önüne geldi. Sırtını kapıya yaslamış, arkasındaki eliyle kapı kulpunu kavramıştı.

“Nasıl yani?”

“Burası bir kız odası Savaş Bey. E orası da bir kızın banyosu. Özel bir alan yani...” diye Selma’ya destek verdi.

“Sadece elimi yüzümü yıkayacağım.”

“Biraz dağınık içerisi. Sen en iyisi diğer banyoyu kullan.”

Savaş, omuz silkti. “Dağınık olduğunu bilmiyordum Selma. Annem katıdır her konuda.”

“Ama benim artık değişmeye başladığımı unutuyorsun abi.”

“Dağınık olmak iyi bir değişim sayılmaz.”

Bu sefer Selma omuz silkti. Aslı’ya baktı. Aslı ona her şey yolunda anlamında bir işaret yaptı.

Savaş’ı nihayet odadan çıkardıklarında ikisi de derin bir nefes verdi.

Mert, sesler kesilince banyodan çıktı ve duvardaki saate baktı.

“Daha ne kadar saklanmam gerekecek acaba? Hem saat de yaklaşıyor. Umarım Aslıcık beni vaktinde gemiye ulaştıracak bir yol düşünüyordur.” Diye konuştu.

Aslı diğerleriyle aşağıya inerken koridordaki saate baktı. Saat çoktan dört olmuştu bile. Akşama gemi adadan ayrılacaktı ve kaptanın oğlunu resmen alıkoymuşlardı. Bir şekilde kimseye görünmeden ve gemi gitmeden Mert’i evden çıkarmanın bir yolunu bulmalıydı. Selma’nın koluna dokundu ve Savaş önden giderken el işaretiyle “Ben gidiyorum" dedi. Selma ağabeyini göstererek “ne yapacağım?” demeye çalıştı. Onların bu sessiz sineması durmalarına neden olmuştu. Savaş, adım sesleri kesilince geriye döndü.

“Neden durdunuz?”

“Ağabeyine giderek daha fazla sinir olmaya başladım.” Diye fısıldayan Aslı, Savaş’a baktı. “Benim küçük bir işim var. Size sonra katılacağım.”

“Ne tür bir iş?”

Aslı “Sana ne,” demek istedi ancak onun yerine “Annemleri aramalıyım. Merak etmesinler.” Demekle yetindi.

“Doğru. Endişe etmesinler.” Diye destek vermeye çalışan Selma, gülümsedi. Gergin olduğu her hâlinden belli oluyordu. Elini kolunu nereye koyacağını bilemiyor, ne söylemesi gerektiğini kestiremiyordu.

“Pekâlâ siz bilirsiniz. Selma sen geliyor musun, yoksa ben kütüphaneye gideyim mi?”

“Bende gelmeyeyim ağabey. Boyamam gereken bir mandala var.”
Savaş göz devirdi ve onlardan uzaklaşarak gözden kayboldu.

“İyi idare ettin Selma. Yalnız şu el kol hareketlerini de bir ayarlasan iyi olur. Bir de panik olmayı bıraksan.”

“Aslı ilk kez bu kadar yalan söylüyorum ne yapayım?”

“Anlaşılan son da olmayacak. Biraz kötü bir arkadaş mıyım neyim?” Güldü.

“Hadi Mert'i buradan çıkarmamız lazım.”

“Gidecek mi hemen?”

“Hemen dediğin dünden beri burada zaten. Kaptanın oğlu o. O olmadan gitmezler.”

Selma’nın odasına girdiklerinde Mert odada volta atıyordu. Kapı açıldığında panikle yatağın köşesine çömeldi. Aslı odanın ortasına kadar geldi.

“Gözükmediğini sanıyorsan yanılıyorsun. Sobe!”
Mert doğrulurken “Aman çok komik!” dedi.

“Mert... Gideceksin öyle mi?” diye sordu Selma. Ona doğru birkaç adım atmıştı.

“Aslıcık bizi yakalatmazsa evet.”

“Sen şu beceriksizliğinden de ders almıyorsun. Hala bana laf atıyorsun ya Mert, daha ne diyeyim sana?”

“Didişmeyi bırakın lütfen.” Selma’nın omuzları çökmüş, burnunu çekmeye başlamıştı. “Vedalaşmamız gerekiyor. Oysa yeni gelmiştin...”

“Geri geleceğim Selma.” Mert tereddüt etse de Selma’ya doğru yaklaştı. Kollarını açarak ona sarıldı. Selma da ona kollarını sardığında Mert biraz rahatlamıştı. Selma yüzünü, Mert’in göğsüne bastırırken Mert burnunu saçlarına değdirdi.

Aslı ayakta öylece dikiliyor, bir araya getirdiği bu iki insanın daha yeni tanımalarına rağmen nasıl bu kadar yakın olabildiklerini düşünüyor, bir cevap bulamıyordu.

İkisi birbirinden ayrıldığında Selma’nın yanaklarından aşağıya iri taneler halinde gözyaşları yuvarlanıyordu.

“Bir daha ne zaman gelebilirsin?”

“Biraz sürer. Ama mutlaka gelirim.”

“Muhabbetinizi bölmek istemem ama dışarıda bir hareketlilik var.” Aslı kısa bir süre için çıktığı koridordan hızlı adımlarla geri dönmüştü.

“Annemler olabilir.”

“Hemen gidelim. Hadi Mert.”
Mert, bir kez daha Selma’ya baktı. Selma elinin tersiyle gözlerini silerken gözlüğü alnına doğru havalandı. “Kendine dikkat et Mert.” “Sende kendine dikkat et.”

Aslı sabırsızlık ve birinin geleceğine yönelik olan endişesiyle kapının önünde bekliyordu. Nihayet Mert yanına geldiğinde koşar adımlarla alt kata indiler ve herkes antreden içeriye doluşup farklı noktalara ayrılırken kapıdan çıktılar. Etrafa göz atıp kimsenin olmadığından emin olduklarında koşarak merdivenleri inmeye başladılar. Bir süre sonra yorulup durdular.

“Ben niye koşuyorum peki?” diye soran Aslı gülmeye başladı. “Bende akıl mı bıraktınız sanki? Ay karnıma ağrı girdi stresten.”

“Bu fikirler hep senin başının altından çıkıyor ama. Kafa müthiş, zehir gibi...”

“Bunu iltifat olarak kabul ediyorum. Hadi biraz tempolu inelim de neler oluyor bir bakalım.”

Geminin yanına vardıklarında meydandaki büyük saat akşam altıyı gösteriyordu. Mert mürettebattaki arkadaşlarına görünmek için kısa süreliğine yanından ayrılırken Aslı da etrafa göz gezdirdi. Misafirler gemiye binmeye başlamıştı. Aslı onlara görünmemek için biraz saklanarak etrafta dolaşmaya başladı.

“Misafirler geliyor, gidiyor. Adadan bazıları malikaneye kabul ediliyor. Sonra hepsi gemiyle adadan ayrılıyor. Burada farklı bir durum yaşanıyor olmalı. Ama ne?” Aslı düşüncelere dalmışken Mert yanına geldi.

“Aslıcık bana yol göründü. Vedalaşma vakti.”

“Geri döndüğünde burada olacağım. Biliyorsun zaten buradan evime kadar yüzemem.” Kısaca sarıldılar. “Bu arada her şey için teşekkür ederim Mert.”

“Asıl ben teşekkür ederim. Selma ile tanışmamı sağladığın için. Biraz riskliydi ama güzeldi her şey.”
Birbirlerine gülümsediler. Mert gitmek için döndüğünde Aslı onu durdurdu.

“Mert sana bir şey soracağım. Bazı dönemlerde bu adadan birilerini de gemiyle bir yere götürüyor musunuz?”

“Elbette Aslıcık.”

“Tuhaf bir şey fark ettin mi?”

“Bu zamana kadarki yolculuklarımda tuhaf olan sadece sendin. Hala pencereyle konuşmanı unutmadım.”

Aslı hafifçe omzuna vurdu. “Hey, o zaman da söyledim öyle bir şey yapmıyordum.”

“Tabi tabi.”

“Peki son bir şey...”

“Çabuk ol Aslıcık annem kızacak. Gemiye binmeliyim.”

“Ormanda girilmesi yasak yerler var. Bir şey biliyor musun?”

Mert biraz düşündü. “Büyük ihtimalle kimse kaybolmasın diye yasaklanmıştır. Neden soruyorsun?”

“Burayı eğlenceli kılmaya çalışıyorum diyelim.”

“O halde sana bir önerim var. Ada halkı pek çok masal biliyor. Hatta bir tane kitap bile yazılmış. Onlara sor. Ben gülüp geçmiştim. Sende eğlenirsin. Hadi gidiyorum.” Mert koşarak rıhtıma girdi. Gemi demir almış, uzaklaşmaya başlamıştı. Mert’in annesi onu görmüş ve bağırmaya başlamıştı. Mert koşarak en uca kadar geldi ve atladı. Son anda gemiye binerken hala kendisine bağıran annesine gülümsedi. Geriye dönüp Aslı’ya eliyle selam verdi. Aslı ona gülümseyip el salladı. Sorularının cevaplarını yine bulamamıştı.

Adada kafasına göre yürümeye başladı. Hava iyice kararmış, ışıklar bir bir yanmaya başlamıştı. Pazara girdiğinde bir tezgâhın önünde durdu. Kitapların sıralandığı bu tezgâhın başında hayli yaşlı bir adam oturuyordu. Kafasında fesi gösterinin tam üstüne kadar indirmişti Aslı’ya bakıp gülümsediğinde altın dişi ışığın altında parıldadı.

“Sende misafir değil miydin? Neden gitmedin? Gemiyi mi kaçırdın?” soruları Aslı’nın üzerine yağmaya başladı.

“Ben bir süre daha kalacağım.” Tezgahtaki bir kitaba uzandı. Hayvan çiftliği kitabının oldukça eski bir basımıydı. “Ne kadar zamandır kitap satıyorsunuz? Ya da daha doğrusu satabiliyor musunuz?”

“Satıyorum elbet. Misafirler gelince kazancım ikiye üçe katlanıyor hem.”

“Şehirden gelenler buradan kitap mı alıyor yani?”

“Bunlar sadece kitap değil. Şehirde hepsi yeni olur bunlar ise eski. Yaşanmışlıklarla dolu.”

“Sahaflar var bunun için. Yani şehirde de eski kitaba ulaşılabilir.”

“Bu adada olanla aynı olmaz o kitaplar. Hele bir tanesi var ki... Hiçbir yerde bulunmaz.”

“Ne kitabıymış bu?”

“Ben yazdım.”

“Demek bir yazarla konuşuyorum.”

“Yazar değilim Yaşar’ım. Adım Yaşar.”
Aslı göz devirdi ve bu kelime şakasını duymamazlıktan gelerek konuştu.

“Kitabınızı satmıyorsunuz anladığım kadarıyla.”

“Bu adadan çıkmamalı.”

“Neden ki? Belki milyonlar okur ve ünlü olursunuz. Belki başka ülkelere gidersiniz.”

“Seksen beş yaşındayım. Gideceğim yer de belli.” Parmağıyla yeri gösterdi.

“Peki madem satmıyorsunuz. O zaman bana neden söylediniz ki? Merak edeyim ve içim içimi kemirsin diye mi?”

“Satmıyorum, okutuyorum ama. Gerçi kimse hepsini okumuyor ilk sayfada bırakıyorlar.”

“Bende bir bakabilir miyim?”

“Şu an olmaz. Gündüz gözüyle gel, oku.”

“Işık yeterli benim için.”

“Sabah!”

Aslı omuz silkti. “Pekâlâ.”

Tezgâhtan uzaklaştı. Yürümeye devam edecekken yaşlı adam arkasından seslendi. “Bu adada uzak durulması gereken kişiler vardır. Onlarla yolunun kesişmemesine dikkat et ve gündüz gözüyle gel, kitabımı oku.”

“Bahsettiğiniz kişileri diğerlerinden nasıl ayıracağım?”

“Bak şuradalar...” Yaşlı adam parmağıyla ilerideki bir tezgâhın önünde durmuş grubu işaret etti. Aslı yaşlı adama kafasıyla hafifçe selam vererek uzaklaşmaya başladı.

“Hani burası çok güvenilir bir yerdi? O zaman uzak durulması gereken gruplar neden var?” Diye geçirdi içinden.

Pazarda gezinmeye devam ederken gözü yaşlı adamın kendisini uyardığı grubun üzerindeydi. Çoğunlukla yiyecek tezgâhlarının önünde duruyorlar ve alışveriş yapıyorlardı. Esnaflar para kazanıyor olmalarına rağmen hayli rahatsız yüz ifadeleriyle istediklerini onlara vermek için acele ediyor, bir an önce uzaklaşmaları için kaba davranıyorlardı.

Aslı iyice meraklanmıştı. Grup bir tezgâhtan aldıkları elmalarla onun olduğu tarafa döndüğünde yüzlerini görebilmek için kafasını yukarı kaldırdı. Önünden geçen insanlar, görüşünü engelliyordu. Bu sırada grup çoktan onun olduğu tarafa doğru hareketlenmişti bile. Aslı onları tam karşısında bulunca kısa süreli bir panik dalgası bedeninde yayıldı. Gözlerini gruptakilerde gezdirirken bir tanesiyle göz göze geldi.

Tam o sırada tepelerindeki bir ışık yandı ve etraf hiç olmadığı kadar aydınlık olurken çok net bir şekilde birbirlerini gördüler. Aslı kaküllerini düzeltirken onu inceledi.

Kirli kızıl sakallı yüzünü çevreleyen kibar bir burnu vardı. Koyu yeşil gözlerinden sol gözünün kenarından başlayıp boynuna kadar inen yara izi hemen fark ediliyordu. Kızıl saçlarını arkasından bağlamıştı. Giydiği sıfır kol tişörtü ve kısa şortu vücudundaki yaraları ortaya çıkarıyordu. Kıyafetleri oldukça eski ve kirli görünüyordu. Ensesine yerleştirdiği mendilin kirden rengi değişmişti. Aslı onu baştan aşağıya süzerken belindeki kamayı fark ederek ürperdi. Gözü tekrardan yukarıya çıktığında karşısındaki kişinin de kendisini süzmekte olduğunu gördü.

Bir an ne yapacağını kestiremeyerek yapabileceği en son şeyi yaptı ve gülümsedi. Karşısındaki adam biraz şaşırmıştı. Kolunun altında tuttuğu kese kağıdının dibi çıktığında keseden yere düşen elmalar sayesinde göz temasları kesildi. Gruptakiler yere saçılan elmaların peşine düşmüştü.

Aslı ayakucundaki elmayı fark ederek yere eğilip aldı. Doğrulduğunda elmayı havada tutarak adama gösterdi. Gruptaki diğer kişiler buldukları elmaları kendi kese kağıtlarına koymakla meşguldüler. Adam onlara kısaca baktıp Aslı’nın olduğu tarafa ilerledi. Aslı hala elmayı havada tutuyordu. Adam yanına kadar geldiğinde ise elmayı uzatır gibi yapıp geri çekti. Adam havada kalan eliyle ona şaşkınca baktı. Aslı nereden cesaret bulduğunu bilmiyordu. Ne yapacaktı yani, oyun mu oynayacaktı onunla? Belinde bir bıçak ve etrafında bir grup yabani adam varken mi? Birbirlerini itip kakan gruptakilere göz attı.

Gözlerini tekrardan önündeki adama çevirdiğinde derin bir nefes aldı.
“Bilirsiniz beleş mal baldan tatlıdır.”

Daha önce hiç yapmadığı ve yapsaydı eğer annesi tarafından azarlanacağı bir şey yaparak elmayı tişörtünün koluna sürdü ve tozunu temizleyip bir ısırık aldı. Karşısındaki adam ne diyeceğini bilemez halde ona bakıyordu. Aslı ise bu yaşına kadar her zaman kabuğunu soyarak yediği elmanın lezzeti karşısında şaşkındı. İlaçlı diyerek hiçbir zaman elmayı kabuklarıyla yemesine izin verilmemişti. Aslı ağzında döndürdüğü lokmayı yutarken bir ısırık daha almadan edemedi.

“Hakikaten ne kadar lezzetli.” Diye konuştu.

“Beleş ya. Dediğin gibi baldan tatlı olur.” Aslı ilk kez sesini duyduğu adama bakışlarını çevirdi. Kaba bir ses duyacağını düşünürken oldukça sakin bir sesle karşılaşmıştı. İstemeden güldü.
“Helal et de boğulmayayım.”

“Helal olsun.”

“Hadi gitmiyor muyuz artık?” diye bir ses geldiğinde adam arkasını döndü ve gitmelerini işaret etti. Aslı, elindeki elma çöpünü direğin altındaki çöp kutusuna attı. Arkadaşları giderken onlara katılmayan adama meraklı bir şekilde baktı. Niye bilmiyordu ama ondan korkmuyordu. Etraflarındaki insanlar onlara merakla biraz da rahatsız olmuşçasına bakarken her an müdahaleye hazırmış gibi tetikte duruyorlardı. Aslı göz göze geldiği insanlara gülümseyerek sorun olmadığını belirtme gereği hissetti.

“Benden korkuyorlar. Sana bir şey yaparım. Zarar veririm diye.”

“Elma zehirli miydi peki?” diye gülerek sordu.

“Birazdan düşüp bayılırsan ve uyandığında camdan bir tabutun içinde olursan anla ki her şey benim başımın altından çıkmıştır. Ama merak etme ben senin gibi küçük kızlara zarar vermem.”

“Küçük kız mı? Ben mi? Ben yirmi iki yaşındayım. Sende seksen beş yaşında değilsin bence.”

“Yok ben yirmi beş yaşındayım da zaten yaş olarak söylemedim. Ufak tefeksin ondan küçük kız dedim.”

Aslı, evlerine çekilmek üzere hareketlenen insanların arasından ilerlerken adam da yanından yürüdü. Sahilde bir banka geçip otururken gerçekten de aklından neler geçtiğini kendisi de bilmiyordu.

“Adım Aslı bu arada.” Elini uzattı. Karşısındaki elini tutup sıkarken, “Aslı... Güzel isim ama ben sana genellikle küçük kız diyebilirim. Benim adım da Hilmi ama daha çok Akbaba Hilmi olarak tanınırım.”

“Akbaba mı ne alaka o?”

“Lakap işte kızım.”

“Her neyse. Bende sana kızıl kafa derim o zaman.”

“Çok düşündün mü bunu?”

“İki saniye falan.”

“Sen ne tuhaf birisin. Muhtemelen herkes seni ben ve arkadaşlarım konusunda uyardı ama sen gelmiş burada benimle oturup bana lakap takıyorsun.”

“Sen bana belindeki bıçağı takma da.” Aslı bunu bilinçsizce söylemişti. Gözü kamanın üstündeydi. Hilmi eliyle kamayı kavradı.

“Merak etme ben hiçbir kadına zarar vermem.”

“Prensiplerin var yani.”

“Olmasın mı?”

“Şu an olmasın demek benim işime gelir mi sence?

Hilmi güldü ve elini kamadan çekti.

“Burada ne arıyorsun küçük kız? Yoksa yolunu mu kaybettin?”

“O ne be masallardaki kötü karakterler gibi sorular soruyorsun?” Aslı gülmeden edemedi. “Turist olarak geldim ben.”

“Turist mi? Buraya daha çok misafir adı altında birileri gelir diye biliyorum. Hem bugün bir gemi ayrıldı ama sen hala buradasın. Neden?”

Aslı, Hilmi'nin yüzünü inceledi. Yüzünde kuşku değil merak vardı ve sorduğu sorular sadece konuşmak için sorulan sorulara benziyordu. Yine de temkinli olması gerektiğini biliyordu.

“Ben biraz daha kalmak istedim. Peki sen ne zamandır bu adadasın?”

“Uzun bir zamandır...”

Aslı bir ikinci soruyu sormaya cesaret edemeyerek sustu. Çok fazla soru sorar ve kurcalarsa şüphe çekebilirdi. Aralarında bir iki dakikalık sessizlik yaşandı.

“Karnın aç mı?” diye soran Hilmi ilerideki bir dükkânı kafasıyla gösterdi.
“İstersen beraber balık ekmek yiyelim?”

“Hiç param yok. Evden çıkarken bir yerlerde oturup para harcamayı düşünmüyordum.”

“Olsun. Bu seferlik benden. Hem sanırım elmanın etkisi biraz uzun sürdü. Tesir etmeye başladığında seni gözden kaçırmamalıyım.” Gözlerini kısarak güldü. “Hadi gidelim.”

Ayağa kalktılar ve lokantaya doğru yürüdüler. Aslı, bu adamla neden konuştuğunu, neden birlikte yemeğe gittiğini kendisine açıklayamıyordu. Sadece bir şekilde ona yardım edebileceğine inanıyordu. Ya da inanmak istiyordu.

Birlikte lokantaya girdiler ve sadece tek bir masası dolu olan dükkânda cam tarafındaki bir masaya oturup sipariş verdiler. Dükkân sahibi ve iki müşteri gözlerini onlara dikmişlerdi. Hilmi'nin buna aldırış ettiği yoktu. Yemeğine odaklanmıştı. Aslı başta bu bakışlardan rahatsız olsa da yemeğin kokusu burnuna dolunca her şeyi kenara bırakıp karnını doyurmaya başladı.

Arada sırada gözlerini karşısındaki adama dikiyordu. O ve arkadaşları toplum tarafından dışlanmış bir grup genç miydi yoksa kendilerini toplumdan kendileri soyutlayıp onlara kötü şeyler mi yaşatmışlardı? Herkesin onlardan bu kadar çekinmesinin, nefret etmesinin sebebi neydi? Aslı kafasında milyon tane cevabını bekleyen sorularla yemeğini yedi.

Nihayet lokantadan ayrıldığında saat tam on ikiyi vurmuştu.

Hilmi kafasını çevirip ona baktı. “Gece yarısı oldu. Sen nerede kalıyorsun?”

“Sana kaldığım yeri neden söyleyeyim?”

“Ben iyi bir adamım. Sana zarar
vermem. Hem yalnız gitme diye söyledim. Uzaktaysa falan...”

“Ben kendim giderim. Merak etme.”

“Merak etmek mi? Hıh? Niye merak edeyim? Ufak tefeksin, karşına bir şey çıksa kaçıp kurtulamazsın diye mi?”

“Sen çok komik bir adamsın. Ama ben senin derdini anladım. Sen kendin çok korkuyorsun. Bana ters psikoloji uygulayarak seni evine bırakacağımı falan sanıyorsun.”

“Of, yakalanmışız desene!”

Gülüştüler.

“Hep buralarda mısın?”

“Sayılır. Alışverişe falan ineriz çocuklarla. Onun dışında pek buralarda dolaşmayız.”

“Neden? Yani halk sizden pek hoşlanmıyor orasını anladım ama nedenini merak ettim.”

“Şimdilik buraya bir virgül koyalım. Konuşacak her şeyi bir günde bitirmeyelim. Olur mu?”

“Benimle arkadaş mı olmak istiyorsun yoksa?”

“Yemeğimi yedin, adımı biliyorsun. Benden sana zarar gelmez. Hala endişelerim var diyorsan orası ayrı.”

“Peki benim sana zarar verebilme ihtimalimi hiç düşündün mü?”
Hilmi önce bir duraksadı. Konuşmak için dudaklarını aralayıp geri kapattı.

“Bilmem. Öyle bir şey yaparsan canın sağ olsun. Ben alışkınım biraz.”

Aslı bu sözün ardındaki kırgınlıkları, üzüntüleri hissetmiş gibi oldu ve kafasını hafifçe yana eğdi.

“Arkadaş olmak isterim. Bu arada malikanede misafirim. Fırsat buldukça aşağıya inerim.”

“Tamam. Hala tek gitmek konusunda kararlı mısın?”

Aslı güldü. “Bunu kaç defa yaptım bilemezsin. O yüzden evet. Bu arada yemek için teşekkür ederim.”

“Lafı bile olmaz.”

“İyi geceler.”

“Sana da.”

Aslı meydandan geçip merdivenlere yöneldiğinde Hilmi, uzaktan onun gidişini seyretti. Gözden kaybolurken kendi kendine mırıldandı. “Rüyada mıyım neyim? En iyisi eve gidip dinleneyim. Belki rüyadır. Yok kesin rüyadır bu. Aynen aynen. Kesin... Yoksa bir kız karşıma çıkacak da benimle arkadaş olacak? Olacak iş mi? Ulan Hilmi sende de ne hayal gücü var öyle!” Evine gitmek için taşlı yollardan ilerlerken hala Aslı’nın bir hayalden ibaret olduğunu düşünüyordu.

 

Loading...
0%