@albayrakirem
|
Keyifli okumalar 🧚♀️
“Kızımız büyümüş de bize karşı geliyor. Olanlara inanabiliyor musun?” Odada dört dönüyordu. Kocasının sessiz kalması onu daha da sinirlendiriyordu. “Bir şey söylesene Halit, orada öylece oturup nasıl bu kadar tepkisiz kalabilirsin?” “Selma yanlış bir şey yapmadı ki hayatım. Genç işte.” “Kurallarımızı çiğnedi ve sen onun yanlış bir şey yapmadığını mı söylüyorsun? Bravo sana! Akıl hocalığını sen mi yaptın yoksa?” “Yok artık. Sen biraz fazla sinirlendin. Sakinleşince bu konuyu tekrardan konuşuruz.” Esin hızlıca kocasına döndü. Öfkeden kıpkırmızı olmuştu. “Şimdi konuşacağız. Buna şimdi müdahale etmezsek olabilecekleri tahmin edemiyor musun be adam?” “Halit?!” “Acaba bizde bu kuralı yıksak mı ya?” Halit ayağa kalkıp eşinin yanına kadar geldi. Elini beline koyup onu kendine yaklaştırdı. “Senin de saçların omzundan aşağıya salınsa, saçlarına çiçeklerden bir taç yapsam, sen bana gülümsesen, gamzenden öpsem.” Eşinin yanağını okşadı. Esin sersemledi ancak çabucak toparlanıp eşinin kollarından silkinerek uzaklaştı. “Neler söylüyorsun Halit? Hiç öyle şey olur mu? Bizde kurallara uymazsak o zaman nasıl yaşayabiliriz? Saçmalıyorsun. Kızın yoksa seni ikna edip kendi tarafına mı çekti?” Halit, Esin’in kendinden uzaklaşmasına alışkındı. Yüzünde acı bir tebessümle ona baktı. “Ben her zaman senden tarafım. Bilmez misin sanki? Ben senden başka bir taraf bilmem ne geçmişte ne şimdi ne de gelecekte. Ama çocuklarımızın giderek büyüdüğünü ve kendi kararlarını almak istediklerini unutmamalıyız.” Esin aynanın karşısına geçip Halit'e sırtını döndü. Bozulmamış saçını kontrol ederken elleri hala titriyordu. “Bak ne saçımız ne de kıyafetimiz bizim bu adayı yönetmemizi olumsuz etkileyecek. Üstüne üstlük biz daha rahat edeceğiz...” Esin tekrardan ona döndü. “Anlamıyorsun.” “Ben mi anlamıyorum? Ben?” Halit o an bir sürü şey söylemek istedi ama hepsini yuttu. Söyleyeceği şeylerin sevdiği kadını incitmesinden korkmuştu. Yine onun haklı çıkmasına izin vermek istiyordu ama ona dur demenin de zamanının geldiğini biliyordu. “Ailem burayı kaç kuşaktır böyle özenerek, titizlikle yönetiyor. Sen bana bunları söyleyerek onları küçük düşürmemi istiyorsun. Onların anısına saygısızlık mı yapayım tıpkı kızının yaptığı gibi.” “O senin de kızın.” “Zaten Savaş kılık kıyafet kuralını yıktı. İlk saygısızlığı yaptı. Beni hiç dinlemeden adadan ayrıldı defalarca. Şimdi de Selma...” “Savaş, eğitimini tamamlamak için gitti adadan. Bilgili bir adam olarak da evine döndü. Düşünüyorum da keşke Selma’yı da...” “Sus!” Esin dehşet içinde ona bakıyordu. “Sen bizi yok etmeye mi çalışıyorsun? Oğlan gitti kız da gitsin. Bizde ölelim malikane kime giderse gitsin. Ailemin emekleri boşa gitsin. Bunu mu isterdin?” “Neler söylüyorsun öyle? Hem Savaş döndü. Ne o öyle gitmiş de bir daha gelmemiş gibi. Kimse ailemizin kötülüğünü istemiyor. Kızımız da oğlumuz da buraya en iyi şekilde sahip çıkacak. Neden kendini bu kadar mutsuz ediyorsun?” “Beni dinlemezseniz her şey mahvolacak.” “Yanılıyorsun Esin. Lütfen kendine de bize de bunu yapma. Yıllardır omuzlarında koca bir yük taşıyorsun. Ya bırak sana yardım edelim ya da o yükü at gitsin. İnan hayatta geri gelmeyecek o kadar çok an var ki...” Kapı tıklatıldı. İkisi de kendilerini toparladılar. Halit “Girin,” dedi. Kapı yavaşça açıldı. Çalışan kafasını uzattı. “Efendim, Rasim Beyler satranç oynamak için sizleri bekliyor.” “Geliyorum şimdi.” Çalışan kapıyı kapattı. “Şimdi gidiyorum. İstersen daha sonra tekrar konuşuruz.” Esin hiçbir tepki vermedi. Halit iç geçirip odadan çıktı. Esin koltuğun kenarına ilişti. Omuzları çökmüştü. Halit’in söylediklerini düşünüyor, ancak hiçbir türlü kabul edemiyordu. O ailesi için çalışıyordu. Doğru olanı yaptığına emindi. Evet doğru olan buydu. Yapması gerekenler vardı. Her şeyi titizlikle yapmalıydı. Tıpkı annesi, onun annesi ve onun da annesi gibi. Geçmişte burayı nasıl yönetiyorlarsa o da aynı düzeni sağlamalıydı. Esin parmağındaki aile yadigarı yüzüğe baktı. Parmağıyla elmas yüzüğü okşarken geçmişe gitti. Bu yüzük annesinin parmağındaydı bir zamanlar. Küçük bir kızken hep imrenerek bakardı bu yüzüğe. Parlayan taşından gözlerini alamadığı ve bu sırada annesinin kendisine söylediklerini dinleyemediği için azar işitirdi. İstemsizce tebessüm etti. Yerinden kalkıp dolabın önüne geldi. Bir çekmeceden albüm çıkarıp koltuğa geri oturdu. Albümü kucağında açtı. Bu albüm oldukça eskiydi ve büyük büyük büyük dede ve ninelerinin ve daha nicelerinin fotoğraflarıyla doluydu. Esin sayfaları çevire çevire annesinin olduğu fotoğrafa kadar geldi. Parmağıyla anne ve babasının fotoğrafı üzerinde gezindi. Annesi tıpkı onun gibiydi. Aslında o tıpkı annesi gibiydi. Saçları her zaman sıkıca toplanmış ve üzerinde her zaman koyu renk takım olurdu. Küçükken saçlarını bağlatmak istemezdi. Saçlarını topladıkları zaman bir köşeye çekilir gizlice bozardı. Onu saçı başı dağınık gören çalışanlar peşine düşer ve misafirler gelmeden hemen önce eski haline getirmiş olurlardı. Koşması, bağırması yasaktı. Annesi ona hep “Burayı sen yöneteceksin. O yüzden tüm kurallara uymalısın. Yoksa aileni sevmediğini düşünür çok üzülürüz.” Demişti. Annesi her zaman meşgul olurdu. Hiç arkadaşı olmayan Esin, okul için adadan ayrıldığında özgürlüğün tadını delicesine çıkarmıştı. Tuttuğunu koparan, haksızlığa gelemeyen, zorbalığa tahammül edemeyen biriydi. Halit ile tanışmaları onun için bu hayattaki en güzel hediye olmuştu. Ailesi onu nasıl kabul etti kendisi de bilmiyordu. Ama kabul etmişlerdi işte önemli olan da buydu. Ailesini yıllar önce kaybetmiş olan kocası, onun ailesini içtenlikle kucaklamış, ailesi tarafından her gün daha fazla sevilmişti. Kocası çok etkileyiciydi. Şimdi bazı şeyler değişmişti ama kocası hala dünyanın en iyi kocasıydı. Annesinin fotoğrafına bakarken ağzından “Annem...” kelimesi döküldü. Gözünden damlayan yaşı elinin tersiyle silerken burnunu çekti. Albümü kapatıp yerine koymak için ayaklandı. “Merak etmeyin. Sizi ne kadar sevdiğimi göstereceğim.” Banyoda yüzünü yıkadı. Bozulması imkânsız olan saçlarını düzelterek salona gitmek için koridora çıkarken kendini toparlamıştı. Merdivenlerden inip salona ilerlerken bahçeden gelen seslere kulak kabarttı. Neler olduğunu merak edip seslerin kaynağına doğru yürürken sesler de yükseldi. Kahkaha sesleriydi. Esin sessizce bahçeye doğru bir adım attı. Ancak ses yapmış bile olsa fark edilmeyeceğini anlaması pek uzun sürmedi. Çünkü üç genç o kadar eğleniyordu ki başka birini fark etmeleri oldukça güçtü. Esin, uzaktan onları izledi. Selma ayağa kalkmış, el kol hareketleriyle Savaş ve Aslı’ya birşeyler anlatmaya çalışıyordu. İkisi bulmaya çalışıyor, bulamadıkça tahminler daha komik bir hale dönüşüyordu. Selma’yı bu kadar hareketli görmemiş olan Esin tuhaf hisler içerisindeydi. Selma’nın kahkahaları bahçede yankılanırken saçları rüzgârla birlikte havalanıyordu. Savaş’a baktı. Kardeşiyle daha önceden oyun oynamış mıydı diye düşünmeden edemedi ve bir cevap bulmaya çalışmadı. Anlatma sırası ona gelmişti. Aslı çabucak bulup ayağa fırladığında Esin, oğlunun neyi anlatmaya çalıştığını bile görememişti. Gözü Aslı’ya ilişti. “Aslı... Kimsin sen? Kızımın aklını bulandıran sen olabilir misin? En iyisi seni iyi bir araştırmak. Malikânemi birbirine katıp ailemi dağıtmana müsaade edemem. Tabi bunu yapmadıysan o ayrı. Umarım sadece turistsindir.” Kahkahaları geride bıraktı. Arkasını dönüp giderken hala Aslı ile ilgili fikirleri beyninde dönüp duruyordu. Misafirlerinin yanına döndü. Çay saatiydi. Bir koltuğa oturup getirilen fincana uzandı. “Esin Hanım, gitmeden bir kez daha şansımızı denesek diyoruz.” Aylin Hanım ağzı doluyken konuşmuştu ve kurabiye parçaları etrafa fırlamıştı. Esin yüzünü buruşturmamaya çalışarak cevap verdi. “Biliyorsunuz geçen sefer baya bir uğraştık. Başka bir zaman deneriz. Üst üste bu kadar uğraşmayalım.” “İyi madem.” Etraftaki insanlara göz gezdirdi. Her biri yıllardır buraya gelir, belli dönemler kalır ve hep aynı şeyi yaparlardı. Bu küçüklükten beri aşina olduğu bir şeydi. Ailesinin en büyük üyesini kaybettikten sonra hızlıca toparlanması ve her şeyi üstlenmesi gerekmişti. Acısını dahi yaşayamadan gelen misafirlere aynı ritüelleri yaptırmaya koyulmuştu. Gözyaşı dökememişti. Çünkü hep güleryüzlü olmalı, misafirlerini iyi karşılaşmalı, adayı en iyi şekilde yönetmeliydi. Ağlayarak güçsüz olurdu. Bu da otoritesini sarsardı. Esin, annesinin kendini ağlamamak için zor tuttuğu zamanları hatırlıyordu şimdi. Öyle zamanlarda annesinin peşinden gizlice gider ve giyinme odasının en köşesinde hıçkıra hıçkıra ağlamasını dinlerdi. Bir keresinde o da tıpkı Selma gibi annesinin karşısına dikilmişti. “Artık saçlarımı bağlamak istemiyorum.” Demişti. Kendinde bu cesareti toplaması epey zamanını almıştı. Bunun karşılığını ise epey can acıtıcı bir şekilde almıştı. Annesine kalmadan ninesi tarafından suratına sert bir tokat indirilmişti. Esin bunu hatırlayınca elini yanağına götürdü. Sanki hala acısı vardı yanağında. O tokattan sonra bir daha hiçbir kurala karşı gelememişti. Hepsini benimsemişti. Ama şimdi... Selma’ya engel olamamıştı. Belki de kendisine atılan tokadın acısı geçmek bilmediği için bunu kızına da yaşatmak istememişti. Annesi bunu görseydi kesinlikle ondan nefret ederdi. İçini yiyip bitiren bu düşünce her saniye katlanarak büyüyor, koşup Selma’yı eski haline getirmek için içinde dehşetli bir istek duyuyordu. “Esin Hanım, dalıp gittiniz. Bir şey mi oldu?” Suna, yanına kadar gelmiş elini onun omzuna koymuştu. “Efendim?” “Birkaç kere seslendim. Cevap vermediniz. İyi misiniz?” “Ben... İyiyim. Kusura bakmayın bir şey düşünüyordum.” “Bizimle paylaşmak ister misiniz?” dedi Ali Bey, karşısındaki koltukta oturuyordu. Esin gülümsemeye çalışarak cevap verdi. “Önemli bir konu değil. Çalışanlarımla ilgili.” “Yarın yola çıkacağız. Bu akşam ufak bir veda etkinliği mi yapsak?” Suna, tekrardan yerine geçerken Esin kendini iyice toparlamış, düşüncelerinden sıyrılmıştı. “Neden olmasın? Ne düşündünüz?” “Ufak bir satranç turnuvası olabilir. Hem geçen maçın rövanşını almak isterim Halit Bey'den.” “Hay hay Akif Bey, bana uygundur.” “Ben hazırlıklar için talimat vereceğim. Müsaadenizle.” Esin yerinden kalktı. Kapıya doğru giderken eşinin oturduğu tarafa doğru baktı. Halit, satrançtaki rakibiyle konuşmaya başlamıştı. Esin salondan çıkıp gördüğü ilk çalışana çeşitli emirler verdi. Aklındaki diğer meseleyi halletmek üzere merdivenlerden üst kata çıktı. Odasına girdiğinde kapıyı arkasından kapattı. Masanın üzerindeki telefona yaklaşıp bir numara tuşladı. Ahizeyi kulağına götürüp bekledi. Telefon birkaç çalıştan sonra açıldı. “Alo!” Kaba bir ses duyuldu. “Sana söyleyeceğim kişiyi araştırmanı istiyorum. Hakkındaki her şeyi öğren.” “Adı ne?” “Aslı...” Birkaç dakika soyadını hatırlamaya çalıştı. Gözü masanın üzerindeki misafirlerin isimlerinin yer aldığı defteri aradı. “Soyadı yok mu?” “Bekle biraz.” Ahizeyi omzuyla kulağı arasına sıkıştırdı. Defteri bulduğunda sayfalarını hızlıca çevirdi. “Aslı Bozbay.” “Tamam. Bir şeyler bulursam...” “Bul ve bana haber ver.” Telefonu kapatıp yerine bıraktı. “Bakalım gerçekte kimsin Aslı Bozbay?” |
0% |