@albayrakirem
|
Gürültüler Aslı'yı uykusundan uyandırdı. Yataktan kalkıp neler olduğunu anlamak için kapının önüne çıktı. Birkaç kişinin valizlerini güverteye çıkarmış olduğunu gördü ve o sırada gözleri uzakta bir noktaya takıldı. İleride, sislerin arasında kocaman bir silüet vardı. Gemi ona doğru yaklaştıkça sis kayboluyor, görünüş netleşiyordu. Aslı'nın kalbi hızla çarpmaya başladı. Sonunda gelmişti. İskelenin üzerinde büyük bir tabelada "Luna Adası'na Hoş geldiniz" yazıyordu. Başarmıştı. Adaya ulaşabilmişti. Kamarasına dönüp valizlerini aldı ve diğer yolcuların arasına karıştı. Gemi iskeleye yanaştığında platformu indiren mürettebat, yolcuların güvenli bir şekilde gemiden inmelerine yardım etti. Aslı gemiden inerken Mert ile vedalaşmak istedi, ancak ortalarda gözükmüyordu. Biraz duraksayıp geminin güvertesindekileri gözleriyle taradı. Sonunda vazgeçip yürümeye başlayacakken Mert gözüktü. Aslı ona doğru gülümsedi. Mert gemiden çevik bir hareketle inip yanına kadar geldi. "Selam. Sonunda adaya vardık. Kendine iyi bak demeye geldim." "Sende kendine iyi bak Mert. İyiliğini unutmayacağım bu arada. Tekrar teşekkürler." "Lafı bile olmaz." Aslı ona doğru elini uzattı. Tokalaştılar. "Geri dönerken yine karşılaşma ihtimalimiz yüzde kaç?" diye sordu Aslı. Normalde böyle bir şeyi asla sormazdı. Ancak burada kimseyi tanımıyordu ve en azından bir arkadaş edinebilmek istiyordu. "Iı... Yüzde doksan diyebilirim. Bu adaya gelen yolculara genellikle biz eşlik ediyoruz." Aslı rahatlamıştı. En azından kendini yalnız hissettiğinde adaya gelecek olan gemilerde Mert'i arayabilirdi. Gitmeden önce ona bir kez daha baktı ve meslek hastalığından dolayı ona yeni bir soru sordu. "Sen okula gidiyor musun?" "Lise sonu bitirdim geçen sene." "Üniversite?" "Ailen denizciyse üniversite okumak pek mantıklı değildir. Gemide filozof olsa kaç kişi bundan hoşlanır ki? Hem okuduktan sonra belki aile mesleğini yapmak istemem, bunun olmaması için okumadım liseden sonra. Bunu sorduğuna göre sen hala okuyorsun?" "22 yaşındayım ben. Okulum bitti." Mert şaşırmış göründü. "O kadar büyük olduğunu bilmiyordum. Küçük gösteriyorsun." "Sağ ol. Eğer bu bir iltifatsa." Gemi limandan ayrılma hazırlıklarını tamamlamak üzereydi. Yiyecek ve birtakım tamir eşyaları gemiye yükleniyordu. Aslı parmağıyla gemiyi gösterdi. "Sanırım gitmek üzeresin." Mert, omzunun üstünden gemiye baktı. "Bir kaptan daima denizin üstünde olmalıdır." Dedi göğsünü şişirerek. "O halde iyi yolculuklar küçük kaptan." Gemiye binene kadar arkasından el salladı. Daha sonra valizlerini peşinde sürükleyip, çoktan bir yerlere yerleşmiş olduğunu düşündüğü yolcuları aramaya koyuldu. Tahta iskeleyi geçip karşısında merdivenleri görünce şoka uğradı. "Ne? Merdivenler mi? Yapma ama ya.." diye söylendi ve sadece birkaç basamak da olsa merdivenleri güçlükle çıktı. Valizi giderek ağırlaşıyor gibi hissediyordu. İskeleden indi ve etrafına bakmaya başladı. Büyük bir adaydı. Özellikle sahile yakın kesimlerde yerleşimler çoğunlukta olsa da sık ağaçlar kesilerek ormanın içinde de yerleşim kurulmuştu. İnsanlar gemiyle adaya vardığında onları, az önce Aslı'nın da geçmiş olduğu, uzun bir iskele karşılamaktaydı. İskeleyi yürümeye başladıklarında biraz ileride kulübe gibi küçük bir yapı fark edilirdi. Burası adanın güvenlik ihtiyacını karşılayan ada polislerinin yerleşim noktalarından biridir. Polisler, adaya gelen yolcuları, yük gemilerini teftiş ederek daha ilk adımda adanın güvenli olması için önlemler alır. Bu noktayı geçenler yürümeye devam ederlerdi. Aslı güvenlik kulübesine baktı. Polis memuru ona gülümsedi ve bir sorun olup olmadığını sordu. "Hayır, sadece ne tarafa gitmeliyim?" Polis parmağıyla ileriyi işaret etti ve Aslı da gösterilen yöne doğru yürüdü. Sağ tarafa doğru ilerledi ve geniş bir meydanla karşılaştı. Meydanda her daim pazar tezgâhları kuruludur. Hem gelen turistler hem de yerliler için her türlü ürünü temin eden esnaflar, güler yüzlü ve neşelidir. Meydanda yürümeye devam edildiğinde pazarın yanı sıra dükkanlar da ortaya çıkar. Her biri farklı ürünlerde olmak üzere pek çok dükkân da yerlerini almış, sabahın erken saatlerinde iş başına koyulmuştur. Meydanın ortasında denilebilecek bir noktada tepesinde kocaman, yer yer aşınmış bir yıldız işareti olan binada adanın şerifi yer almaktadır. Genel itibariyle adada uygunsuz ve toplumda karışıklık çıkarabilecek durumlar yaşanmadığı gibi hiçbir şey yapmayan şerif için günler biraz sıkıcı ve tahammül edilemez hale gelmektedir. Ve şerif de gün boyu pineklemekten, yanındakilere bağırıp çağırmaktan ve büronun önüne koydurduğu sallanan koltuğa oturup ona buna laf yetiştirmekten başka bir şey yapmamaktadır. Bu noktadan sonra biraz dik sayılabilecek merdivenler gözükür. Buradan ilerleyerek evlerin avlularına girebilir, sık ağaçlı bölgelere kadar süren yerleşim yerlerine doğru gezintiye çıkılabilirdi. Elbette yabancı bir kimsenin izinsiz olarak meydandan daha ileriye gitmesi pek görülmüş bir durum değildir. Ada sakinleri bisiklet ya da binek hayvanlar kullanarak ya da yürüyerek ada içerisinde dolaşmaktadır. Her ne kadar adada bir şerif ve güvenlik güçleri olsa ve yönetimde gözükse de aslında bu temsili bir yönetimdir. Adayı nüfuz sahibi bir aile yönetmektedir. Bu aile adanın en yüksek noktasına yaptırdıkları malikaneleri ile her açıdan adayı görmekte ve neler olup bittiğini anlayabilmektedir. Malikane diğer evlerden çabucak ayırt edilebilmektedir. İki üç katlı evlere nazaran daha büyük ve geniş bir yer kaplayan bu yapı, görenlerin bir kez daha dönüp baktığı masal gibi bir yerleşkedir. Dışını kaplayan geniş ve uzun camlar, gökyüzüne doğru uzanan çatısı, özenle seçilmiş seramiklerle yapılmış terası insanları büyülemektedir. Sadece ailenin izin verdiği çok kısıtlı sayıda insan buranın görkemli merdivenlerinden çıkıp terasına ulaşabilir ve bu eşsiz manzarayı seyredebilirdi. Malikâne misafirleri oldukça özeldir ve adaya geldiklerinde büyük ve gösterişli seremonilerle, ihtişamlı ve ada sakinlerinin yalnızca tahmin edip hayalini kuracakları davet sofralarıyla karşılanmaktadır. Ada sakinlerinin her biri, malikaneye gitmek, içerisini görmek için dehşetli bir istek duysa da hiçbiri bu isteklerine ulaşamamıştır. Malikanenin adadaki varlıklarını kabul etmiş bu halk, can ve mal güvenliklerinin sorunsuz bir şekilde korunduğundan emin, yaşamlarını sürdürmektedir. Aslı pazar tezgahlarının önünden yavaş adımlarla geçti. Yolcuların çoğu pazarda bir yerlere dağılmış, alışveriş yapıyordu. Bir kumaş tezgahının önünde durdu. Rengarenk ve her birinin üzerinde farklı işlemeler olan kumaşlar dikkatini çekmişti. Her biri birbirinden güzel gözüküyordu. Şehirde bu tarz kumaşlar bulunmazdı. Çünkü herkes mağazalardan alışveriş yapardı ve mağazalar seri üretim yaparak basit ancak pahalı ürünleri piyasaya sürerdi. "Harika bir seçim. Elimde sadece bir tane var." Dedi tezgâhın arkasından ona doğru eğilen kadın. Başındaki bandana beline kadar olan gri saçlarını geride bırakmıştı. Üzerinde düz renk yazlık bir elbise vardı. Belindeki önlük dizinin üstünde bitiyor, ancak elbisesi dizinden aşağıya kadar uzanıyordu. "Çok güzelmiş..." dedi Aslı, desenin üzerinde parmağını gezdirirken. "Satın almak ister misiniz?" "İsterim istemesine de ben bunu ne yapabilirim ki?" bu soruyu utana sıkıla sormuştu. Büyük ihtimalle herkes bunun nasıl kullanılabileceğini bilirdi. "Kol kısmında veya eteklerinde bu desenin olabileceği bir elbise diktirebilirsin. Sana yardımcı olabilirim. Eminim sana çok yakışacaktır." Kadın kumaşı eline alıp Aslı'nın yüzüne doğru tuttu. "Gözleriniz açık kahverengi. Yeşil bir elbisenin üzerine bu çiçek desenleri işlenirse, hem teninize hem de gözlerinize çok yakışacak." Aslı, kadının yeşil renkte bir kumaş aramasını ve onu da üzerinde tutmasını gülümseyerek seyretti. En sonunda kadının bu çabasını boşa çıkarmamak için, "Nerede diktirebilirim?" diye sordu. Aslı'nın bu sefer hiç şaşırmadığı bir şekilde terzi de kadının kızıydı. Kadın, Aslı'yı kızına yönlendirdi. Kumaşı satın alıp terziye girerken "Ne yapıyorum ben?" diye düşünmeden edemedi. Terzi, aynı annesi gibiydi. Tek bir farkla, kızın saçları sarıydı. Aslı'nın ölçüsünü almaya koyuldu. Üzerine beyaz bir elbise giydi ve kızın bu elbise üzerinden ölçüsünü almasını bekledi. Terzi, sessizce işine devam ediyor, Aslı da dik durmaya ve ona yardımcı olmaya çalışıyordu. "Hep burada mı yaşıyorsunuz?" diye sordu Aslı. "Hıhı..." Ağzında iğneler vardı. Her aldığı ölçüde ağzındaki iğneler azalıyordu. Daha sonra bileğine taktığı iğnelikten aldığı iğnelerle işini sürdürdü. "Güzel bir adaya benziyor. Burayı seviyor musunuz? Yani hiç buradan ayrıldınız mı?" Terzi omuz silkti. "Seviyorum sanırım. Hiç ayrılmadım. Ortaokuldan sonra aile mesleğini yapmaya başladım." "Ada hakkında ne düşünüyorsunuz?" Aslı bu soruyu sorduğunda ölçü alma işi bitmişti. Terzi bir adım geriye doğru attı. "İşim bitti." Aslı bir şey söylemeden üzerindekini çıkarmaya paravanın arkasına geçti. Sorusunun böyle güme gitmesi canını sıkmıştı. Şimdi tekrardan sorsa şüphe edebilirdi. Paravandan çıktığında terzi, "Elbiseniz yarına kadar hazır olur. Ne kadar kalacaksınız?" Diye sordu. "Henüz netleştirmedim. O halde ben şimdi gidiyorum." Aslı, valizini kapının yanından aldı. "Ada hakkındaki düşüncelerimi sordunuz." Dedi. Aslı geriye, terziye doğru döndü. "Bu ada içindekilere güzel bir hayat vaat eden, huzurlu bir ada. Konakladığınız süre boyunca sıkıntı yaşamayacağınızdan eminim," diye konuşmasını sürdürdü. Aslı gülümsemeye çalışarak "Teşekkürler," dedi ve terziden çıktı. İşe yarar bir bilgi elde edememişti. Yani henüz. Pes etmeyecekti. Üstelik daha yeni başlıyordu. Nereye gideceğini bilemez halde etrafa bakınırken yanına şık giyimli bir adam yaklaştı. Yüzü çizgilerle dolu, gözlerini kısarak bakan, kırklı yaşlarında bir adamdı. "Aslı Hanım siz misiniz?" diye sordu. "Evet. Ben Aslı Bozbay. Siz kimsiniz?" Aslı birden tedirgin olmuştu. "Ben Atmazer Malikanesi çalışanıyım. Geleceğinizi biliyorduk ve size eşlik etmem için görevlendirildim." Aslı daha da şüphelendi. "İyi de benim geleceğimi nasıl biliyordunuz?" "Adaya gelecek olan yolcuların listesi önceden bize ulaşır. Sayıya göre gereken hazırlığı yaparız hanımefendi." "Benim Aslı olduğumu nereden anladınız?" "Valizinin üzerinde havalimanının yazdığı isim etiketini gördüm." Aslı eğilip valize baktı. Koca harflerle Aslı Bozbay yazıyordu. Adamın yakasındaki ismi de ancak fark edebildi. "Ahmet Çoban" "Peki Ahmet Bey," dedi adamın yakasındaki kartı işaret ederek, "Beni neden malikaneye davet ediyorsunuz?" diye sordu. "Ada misafirlerini en iyi şekilde ağırlamak istiyoruz. Bu sebeple gelen misafirleri malikaneye davet ediyoruz." Aslı bu teklifi başta reddedecekti. Ancak Selim'in bu malikaneyle ilgili bir şeyler olabileceği hakkındaki sözleri kafasının içinde yankılandı. "Peki öyleyse gidebiliriz." Dedi. Ahmet, Aslı'nın elinden valizini aldı. Bunu yapmasına gerek olmadığını söylemesine rağmen Ahmet onu dinlemedi ve malikaneye doğru yola koyuldular. Merdivenlerin önüne geldiklerinde Aslı kafasını kaldırıp yukarı baktı. "Neden bu kadar merdiven var?" "Adanın yer şekillerinden dolayı." Dedi Ahmet, valizi kaldırıp merdivenleri çıkmaya başlamıştı bile. Aslı, elinde küçük valizi, sırtında çantasıyla onun peşinden yola devam etti. Merdivenlerin sonuna geldiklerinde önlerine daha düz bir yol çıkmıştı. İkisi de biraz soluklanmak için durdular. "Ne kadar zamandır burada çalışıyor ve yaşıyorsunuz?" "Bir on on beş sene olmuştur hanımefendi." Ahmet hala nefes nefeseydi. Aslı valizine uzanmaya çalıştı. "Bundan sonrasında ben taşırım valizi. Siz çok yoruldunuz. Üstelik sizin yaşınızdaki bir adama bu genç halimle bir şeyler taşıtmak çok yanlış." "Hayır Aslı Hanım, bu benim görevim. Alışkınım hem." "Ben kendimi rahat hissetmiyorum bu şekilde. Tamam merdivenlerde bir şey demedim ama şimdi kendim taşımak istiyorum." Diye diretti. Ahmet, nefesini hala kontrol altına almaya çalışıyordu. "Tamam öyleyse. Ama yorulunca lütfen bana söyleyin." Diyerek razı oldu. "Bir ricam daha olacak. Lütfen bana siz diyerek hitabet etmeyin ya da resmi kalıpları kullanmayın." Ahmet bu sefer ona gülümsedi ve kafasını salladı. Yollarına devam ettiler ve malikanenin merdivenlerine ulaştılar. Aslı, basamaklarda biraz zorlansa da belli etmemeye çalıştı ve sonunda malikanenin terasına geldiklerinde soluklanmak için valizinin üzerine oturdu. Susamış ve oldukça yorulmuştu. Malikaneye dikkatlice bakmaya başladı. Uzun pencerelerinden gökyüzü yansıyordu. Bulundukları teras oldukça hoş motiflerden oluşan mermerler kullanılarak yapılmıştı. Teras beyaz taştandı. Aslı oturduğu yerden denizi görebiliyordu. Terasta masa ve koltuklar yer alıyordu. Gözlerini denizden çevirip malikaneye bakmaya başladığında dışarı çıkan iki kişi gördü. Bir kadın ve bir erkek. Ona doğru gülümseyerek ve yavaş adımlarla yaklaşırlarken Aslı valizinin üstünden kalktı. Kakülünü düzelterek gülümsedi. Gelenler elbette malikanenin sahipleriydi. Aslı, ilk önce kadını inceledi. Grileşmeye başlamış saçlarını çok sıkı topuz yaparak kafasına sabitlemişti. Öyle ki tek bir tel saçı bile dışarı fırlamamıştı. Yanakları dolgundu, iki yanağında da derin gamzeler vardı. Dudakları ince bir çizgi halindeydi. Uzun bir burnu, kahverengi ufak gözleri vardı. Hafif toplu vücudunu saran lacivert bir takım giymişti. Eteği dizinin hemen altında bitiyordu. Ayağındaki topuklu ayakkabıları gören Aslı, boyu zaten yeterince uzun olan bu kadının o kadar yüksek topuk giymeye neden ihtiyaç duyduğunu merak etti. Kadının uzun bir boynu vardı. Kulaklarındaki inci küpelerin kolyesi de boynundaydı. Parmağında ilginç bir motife sahip yüzük bulunuyordu. Aslı'nın yanına geldiklerinde kadın elini ona doğru uzattı. Halit de takım elbise giyiyordu. Toplu ancak fit bir vücudu vardı. Gözlüklerinin ardında zeytin yeşili gözleri dikkat çekiyordu. Gri kısa saçlarını aynı eşi gibi sıkıca kafasına yapıştırmışa benziyordu. Toplu bir yüzün çevrelediği kırışmış alnını , biraz büyük ve kemerli bir burun tamamlıyordu. Sinek kaydı tıraşı yüzünü daha parlak gösteriyordu. "Hoş geldiniz," dedi Halit. Adamın sesi oldukça etkileyici ve güzeldi. "Teşekkür ederim." "Ahmet Bey, Aslı Hanım'a misafir odasına kadar eşlik ediniz," dedi Halit. O sırada Ahmet çoktan oturduğu yerden kalkmış, valizleri eline almıştı. "İçeri buyurun ve dinlenmenize bakın. Oldukça uzun bir yolculuk geçirdiniz. Yemek vaktinde size haber vereceğiz. O zaman sohbetimize devam edebiliriz." Esin Hanım tüm bunları sakince ve düz bir sesle söylemişti. Samimiyetten oldukça uzak bir gülümsemeyle eşini de alıp oradan uzaklaşırken Aslı, çalışanın peşinden malikaneye adımını attı. Malikanenin geniş kapısının önüne kadar geldiler. Siyahın en koyu tonuna sahip olan kapının üzerinde sanatsal denilebilecek bir motif yer alıyordu. Aslı, kapının üzerindeki bu izlere dokundu. Ve kapının dışarı bakan kısmında bile tek bir toz tanesinin olmadığını gördü. Kapılar ardına kadar açıldı. Ana girişe adımını attığında çiçeklerden oluşan bir yol gördü. Aslı'nın büyülenerek baktığı vazoların içindeki çiçekler, antreyi mis kokularla doldurmuştu. Aslı bir süre orada durup vazoları inceledi. Büyüklerdi ve içlerinde her biri farklı türde çiçekler yer alıyordu. Daha ilk adımını attığı bu malikanede daha fazla şaşırıp büyüleneceğini o zaman anlamıştı. Antreyi geçip geniş bir alana çıktılar. Karşılarında iki taraftan aşağıya inen geniş merdivenler uzanıyordu. "Yine mi merdivenler?" diye konuştu. O sırada valizlerle birlikte merdivenleri çıkmaya başlayan Ahmet gülerek, "Evet, maalesef." Dedi. Aslı merdivenlerden çıkmadan önce kafasını yukarı kaldırdı ve devasa avizeyi gördü. Büyük camlardan mekânı dolduran güneş ışıkları avizenin taşlarında parıldıyordu. Merdivenlerden çıkmaya başladığında dönüp dönüp avizeye bakmayı sürdürdü. Birinci kat koridorunda ilerlerken bu sefer duvarlardaki tablolar dikkatini çekti. Bazı tabloların isimlerini biliyordu, ancak bazılarını ilk kez görüyordu. Uzun koridoru tamamladıklarında Ahmet bir odanın önünde durdu. Kapıyı açarak içeri girdi ve valizleri odanın ortasına kadar sürükledi. "İşte burası sizin odanız." Aslı kaşlarını çatarak ona baktı. "Yani senin odan," dedi ve gülümsedi. "İşte şimdi oldu. Teşekkür ederim Ahmet Bey." Ahmet odadan çıktığında Aslı odayı incelemeye koyuldu. Kapıdan girişte sağ tarafta aynalı bir dolap yer alıyordu. Dolabın yanındaki kapı banyoya açılıyordu. Aslı dolap kapaklarına dokundu. Dış kapı gibi burada da tek bir toz taneciği yoktu. Kapının tam karşısında iki tane pencere vardı ve perdeleri kenara toplanmıştı. Deniz tüm güzelliğiyle karşısındaydı. Yatak oldukça genişti ve başlığı görkemliydi. Aslı dayanamayıp kendini yatağın üzerine bıraktı. O kadar rahattı ki... Başucundaki komodinler, kapının tarafına doğru yerleştirilmiş makyaj masası, yerdeki ipek halı... Hepsi bir arada etkileyici bir kompozisyon oluşturuyordu. Odayı incelemesi bittiğinde duşa girmeyi düşündü. Oda kapısını kilitledi ve banyoya girdi. Lavabo tezgahının üzerindeki sepet çeşit çeşit sabunlarla doluydu. Lifler, şampuanlar, bakım kremleri her şey vardı. Aslı kafayı yemek üzereydi. Bu lüks, bu ihtişam gerçek miydi? Üzerini giyindiğinde henüz saçlarını kurutmamıştı. Pencerenin karşısına oturup saçlarını kuruttu, taradı. Kaküllerini özenle düzeltti. Burada kıyafetine de özen göstermesi gerektiğini hissederek siyah bir etek ve beyaz bir gömlek giydi. Ayna karşısında kendisine bakarken "Bu beyaz gömlek olmadı sanki... İş görüşmesine mi gidiyorsun?" diye sordu kendi kendine. Daha sonra gömleği çıkarıp düz siyah bir tişört giydi. Eteğinin içine doğru özenle sıkıştırdı. Hazır olduğunda kapıya gitti ve derin bir nefes alıp haberini bulmak için odadan ayrıldı. |
0% |