Yeni Üyelik
7.
Bölüm

Sarı Şeritler

@albayrakirem

Keyifli okumalar ❤


Aslı, uykusunu iyice almış bir halde uyandı. Keyifliydi çünkü daha önce bu kadar güzel bir şekilde uykusunu aldığını hatırlamıyordu.

Genelde geç saatlere kadar telefon ve bilgisayarda çalışır, gözlerini artık açık tutamayana dek uyumazdı. Sabahın ilk ışıklarında da işe gitmek için uyanır, gün boyu baş ağrısı ve sürekli kapanmaya çalışan gözleriyle baş etmesi gerekirdi. Adeta bir zombi gibi olurdu.

Burada sadece bir gün geçirmişti. Ancak bu kısa zamanda bile şehirde maruz kaldıkları şeylerin aslında normal ve sağlıklı olmadığını anlamıştı. Kendini yenilenmiş hissediyordu.

Bir süre yatakta oturdu ve pencereden denizi seyretti. Saat altıydı ve uykusunu tam olarak almıştı. Kalkıp duşa girdi ve banyodaki sabunlardan deneye deneye uzunca duş aldı. Teni sabun kokularıyla buram buram kokarken üstünü giyindi.

Yeterince temiz kokuyordu ancak yine de parfümünden sıkmadan edemedi. Saçlarını kurutup güzelce taradığında dışarıdan sesler gelmeye başlamıştı.
Malikane yavaş yavaş uyanıyordu.

Aslı, sandaletlerini ayağına geçirip odasından çıktı. Yine hizmetçiler her yerdeydi. Kimileri toz alıyor, kimileri yerleri temizliyordu. Aslı aralarından geçerken ona gülümsüyorlar, ardından işlerine devam ediyorlardı.

Alt kata indiğinde birkaç misafirin peşinden dünkünden farklı bir salona girdi.

Misafirler salonun farklı köşelerine oturmuş, kahve içiyorlardı. Bir hizmetçi Aslı'nın yanında durduğunda elindeki tepsiyi ona doğru uzattı.

"Kahve ister misiniz?"

Aslı, kadına gülümsedi ve bir fincana uzandı. "Teşekkür ederim," dedi. Hizmetçi kadın bir an duraksadı. Ardından içtenlikle gülümseyerek "Afiyet olsun," dedi ve kalan kahveleri dağıtmaya koyuldu.

Aslı da diğerleri gibi bir köşeye çekildi. Elindeki porselen fincanı kırmamak için oldukça yavaş hareket ederek kahvesini bitirmeye koyuldu.

Ev sahipleri kapıda gözüktüğünde Aslı kafasını onlara çevirip Selma'ya bakındı. Selma ile göz göze geldiklerinde birbirlerine gülümsediler.

"Kahvaltı için yemek odasına buyurun," dedi Halit. Misafirler hareketlendiler. Selma aralarından geçip yanına kadar geldi.

"Hadi Aslı, bizde gidelim," dedi.

Aslı kafa salladı ve Selma koluna girip onu yemek salonuna götürürken sakince ona ayak uydurdu.

Yemek salonunda karşılarına uzun bir masa çıktı. Neredeyse salonun tamamı masa ve sandalyelerden oluşuyordu. Zaten yeterince büyük olan alan duvar boyu aynalarla kaplıydı ve aynalar mekânı devasa hale getirmişti. Masanın tepesinden sarkan avize, en az diğer avizeler kadar gösterişliydi.

Selma, Aslı'yı bir sandalyenin yanına çekti. Aslı kenarları işlemeli, antika gibi duran sandalyeye dokunmaya çekindi.

Misafirler masanın çevresini doldurmaya başlamıştı. Masanın en başındaki Esin ve Halit, ayakta bekliyor, misafirlerinin yerleşmelerini izliyorlardı. Selma sandalyesini çekip oturdu.

"Hadi Aslı otursana."

"Tamam."
Aslı yavaşça sandalyenin köşesinden tuttu.

"Durun yardım edeyim." Savaş sandalyeyi geriye çekti. Aslı otururken de masaya doğru yaklaştırdı.

"Teşekkür ederim."

"Rica ederim."
Savaş, Selma'nın yanındaki sandalyeye geçip oturdu.

"Tüm misafirlerimiz burada olduğuna göre herkese afiyet olsun," Esin bunları söyleyerek eşiyle birlikte sandalyesine oturdu.

Herkes yeme içmeye koyulurken sohbetler kısa sürede koyulaştı. Aslı bir önündeki çatal kaşığa bir kahvaltılıklara bakarken "İhtişama bak be," diye geçirdi içinden.

Henüz yemek yemeye başlamamıştı. Çünkü önünde bir sürü kaşık, çatal ve bıçak vardı. Hangisinin ne işe yaradığını bilmiyor, kendini dağlı gibi hissediyordu. Selma, Aslı'nın bir şey yemediğini fark etti.

"Aslı merak etme kimse senin hangi çatalı kullandığını umursamıyor. Zaten kimse de bilmiyor." Dedi.

Aslı onun bu dediğine güldü. Selma peynir tabağını ona uzattı. Aslı da kahvaltı yapmaya başladığında biraz daha rahatlamıştı.

"Ne zaman yürüyüşe çıkarız?" Aslı'nın yanında oturan, kulağında inci küpeler olan kadın konuşmuştu.

"Bugün hava güzel. Ne dersiniz Halit Bey?" Gözlüklerinin üstünden bakan adam sesini duyurmak için biraz bağırmıştı.

Masanın en başında oturan çift aynı anda gülümsedi.

"Tabi. Bugün uygundur." Dedi Halit fincanının dibindeki son yudumu içerken. Bunun ardından uğultular çoğaldı. Aslı uğultular arasından birkaç cümle yakalamayı başardı.

"Yürüyüş için daha rahat kıyafetler giymeliyim. Acaba ne giysem?"

"Sence bu sefer görür müyüz?"

"Ay geçen geldiğimde de göremedim ben. Siz hiç gördünüz mü?"

Aslı konuşulanlardan hiçbir şey anlamamıştı. Selma'ya döndü ve kulağına yaklaşarak konuştu. "Neyden bahsediyorlar?"

Selma kafası karışmış bir halde ona baktı. "Anlamadım Aslı."

"Konuşulanları duymadın mı?"

"Hı? Büyüklerin söylediklerini pek dinlemem."

Aslı gözlerini devirmemek için kapattı. Derin bir nefes alıp geri açtı. Duyduğu şeyi yine de Selma'ya söyleyecekti ki Savaş onlara doğru eğildi.

"Adadaki kuşlar, hayvanlarla ilgili bir şey," dedi.

"Buradaki canlı popülasyonu bu kadar dikkat çekici mi?"

"Aslına bakarsan hayır. Ama bilirsin, yaşlanınca bu tarz şeyler bile heyecan verici olur."

Savaş, sandalyesinde doğruldu ve annesine doğru baktı. Misafirler yerlerinden yavaşça kalkmaya başlıyordu. Aslı da Selma ile birlikte ayaklandı.

"Selma, sende geleceksin değil mi?"

"Maalesef Aslı. O kadar uzun yürüyüş yapamam. Çok çabuk yoruluyorum. Ben gelemeyeceğim. Hem çiçeklerimle ilgilenmem lazım."

Aslı üstelemedi. Selma'nın bunu bir bahane olarak söyleyip söylemediğini merak etti. Acaba buna da izin vermiyorlar mıydı?

Misafirler hazırlanmak için odalarına çıktılar. Aslı üzerini değiştirmedi, sadece spor ayakkabılarını giydi ve diğerlerini terasta beklemeye koyuldu.

Terasa Savaş çıktığında henüz misafirlerden aşağıya inen olmamıştı. Savaş, Aslı'nın yanına kadar gelip durdu.

"Ormanda yürüyüşü sever misiniz?" Diye sordu. Aslı, karşısındaki bu adamın ısrarlı resmiyetini anlayamıyordu hala. Yaşıtlardı ancak onunla konuşurken müdürün karşısında gibi hissediyordu kendisini.

"Severim. Yani herhalde severdim."

"O da ne demek?"

"Şehirde orman yok denecek kadar azdır. Hatta yok bile denilebilir. Burası gibi değil yani."

"Ben okul için adadan ayrılmıştım ve gittiğim şehirlerde böyle olmasa da bir ormana sahipti. Siz nasıl bir yerde yaşıyorsunuz öyle?"

"Beton ormanlarıyla çevrili, gökyüzünü göremediğim, her zaman kasvetli bir havaya sahip, insanları samimiyetiz bir yerde." Aslı bunları söylerken etrafında dönmüş ve kafasını kaldırıp gökyüzüne bakmıştı.

"Korkunçmuş."

"Alışıyor insan. Ne kadar korkunç olsa da."

İlk misafir kapıdan çıktı ve çok geçmeden diğerleri de ona katıldı. Nihayet grup toplandığında yola çıkmak üzere merdivenlerden inip orman yoluna saptılar.

Aslı grubun arkasından geliyordu ve Savaş da adımlarını ona göre ayarlıyordu. Esin ve Halit grubun önündeydi ve bazen ağaçlar, kuşlar hakkında Aslı'nın hiçte dikkatini çekmeyen konularda bilgiler veriyorlardı. Esin bir eşofman takımı giyiyordu.

"Her şeyi takım herhalde bu kadının. Kombin yapmayı mı bilmiyor?"

"Bir şey mi söylediniz?"

"Şey... Hayır."

Aslı önüne bakarak yürümeye başladı. Grup oldukça yavaş yürüyordu ve işe yarar bir şeyler konuşmuyordu.
Aslı haberciliği bir kenara bırakıp yürüyüşün tadını çıkarmaya çalıştı.

Halit ve Esin'in verdiği bilgileri sanki çok hayati bir konuymuş gibi dinleyen insanları uzaktan incelemeye koyuldu.

"Beğendiniz mi ormanı?" Savaş bir ağacın altında durduklarında sormuştu bunu.

"Güzel." Demekle yetindi Aslı.

Grubun yaşlıları dinlenmek istemişlerdi. Yanlarında gelen yardımcıları hemen ortamı ayarlamaya koyulmuştu. Her biri yanlarında getirdikleri çantalardan örtü çıkarmış, misafirlerin oturmaları için düzgünce sermişti. İçecek ikramına başlamaları ise beş dakikadan az sürmüştü.

Aslı oturmak istememişti. Bu gruptan kendisine fayda gelmeyeceğini de kabullenmişti. Gruptan biraz uzaklaşmak istedi. Savaş arkasından geliyordu.

"Sanırım ortamı biraz sıkıcı buldunuz."

"Biraz."

Savaş, Aslı'nın yanından yürümeye başlamıştı. İki genç bir süre sessizlik içinde ormanın içine doğru yolculuk yaptı.

"Dün sorduğum soruya hala cevap vermediniz."

"Hangi soruya?" Aslı anlamıştı ama anlamamış gibi yapmak daha çok işine geliyordu.

"Selma ile ilgili sorduğum soruya. Neden ağladığı hakkında sorduğum soruya." Savaş bunların hepsinin üstüne basa basa söylemişti.

"Neden ona sormadınız?"

"Sizden bir cevap bekliyorum. Lütfen."
İkisi de durmuş, birbirlerine bakıyorlardı.

"Kendimi suçlu gibi hissediyorum. Sanki bir şey yapmış gibi. Oysa ortada bir durum bile yok."

"Ben sizi suçlamıyorum."

"Ee?"

"Eesi o zaman neden soruma cevap vermiyorsunuz?"

Aslı derin bir nefes aldı.
"Sorunuzun cevabı..." Aslı duraksadı. Selma bu konuyu başkasıyla paylaşmasını istememişti. Şimdi Savaş'a söyler ve o da Selma ile konuşursa boş yere güvenini boşa çıkarmış olacaktı.

"Evet?" Savaş biraz sabırsızlanmıştı.

"Kızsal mevzular. Detay vermem sizi de beni de rahatsız eder."

Savaş, Aslı'nın yüzünü inceledi. Aslı kulağına doğru gelmekte olan elini zar zor zapt ederek gülümsemeye çalıştı.

"Yine de anlatmamı isterseniz anlatayım..."

"Yok yok. Anladım."

Yürüyüşe devam ettiler. Durdukları için grup onlara yetişmişti. Ormanda ilerlemeye devam ettiler. Sarı bir şerit çekilmiş hatla karşılaştıklarında malikaneye doğru gerisingeri yürümeye başladılar. Aslı ise durdu. Neden buraya şerit çekmişlerdi ki?

Savaş yanına geldiğinde "Neden burası böyle?" diye sordu.

"Ormanın buradan sonrası karmaşık. Bu yüzden kaybolma vakası yaşamak istemiyoruz."

"Aynı orman değil mi? Nesi karmaşık?"

"Değil. Hadi dönelim."

Aslı hiç tatmin olmamıştı ama yine de diğeriyle birlikte dönüş yoluna saptı. Aklı hala o sarı şeritteydi. Savaş kendisinden biraz uzakta ancak aynı seviyede yürüyordu. Birkaç misafirle konuşmaya dalmıştı. Bir aralık kafasını çevirip Aslı'ya baktı.

Aslı ayaklarını yere sürtüyordu. Ayakkabılarının altı kirlenmişti ve evin içinde böyle dolaşırsa hizmetçilere fazladan iş çıkarmış olacaktı. Bunun aklına gelmesi biraz geç olmuştu. Canı iyice sıkılmıştı.

Savaş yanına doğru geldiğinde kafasını kaldırıp ona baktı. Savaş bir adım daha atacaktı ki altındaki toprak kaydı ve geriye doğru düşmek üzereyken Aslı'nın kolundan tutmasıyla yere yapışmaktan kurtuldu. Savaş kendini düzeltirken yüzü kızarmıştı.

"Teşekkür ederim."

"Önemi yok. Dikkatli ol."

Malikaneye vardıklarında Aslı kurt gibi acıkmıştı. Neyseki ormandaki şanssızlığına rağmen kendisini kurulmuş bir sofra bekliyordu.

Selma onu bahçede kurulan sofraya götürürken bir şey söylemedi. Karşılıklı geçip oturdular.

Güneş etkisini giderek kaybederek batıyordu. Ufukta bıraktığı kızıllık denize yayılıyor, son kez gemileri selamlıyordu.

Aslı bir süre sadece yemeğine odaklandı. Her şey çok lezzetliydi.

"Yürüyüş nasıldı Aslı? Orman güzel miydi?"

"Hı?" Aslı ağzındaki lokmayı yuttu.

"Biraz şeydi... Sıkıcı..."

"Ağabeyim seninle konuşmadı mı yoksa? Yalnız mı kaldın?"

"Her zaman bu kadar konuşuyorsa evet konuştu. Ve... Bana dün seninle konuştuklarımız hakkında soru sordu."
Aslı burada sustu ve Selma'nın tepkisini ölçmeye çalıştı. Bir kaşık çorba yedi ve kaşığını tabağın kenarına koydu.

Selma'nın yüzü sararmıştı. "Merak etme. Hiçbir şey söylemedim Selma."
Selma inanmıyor gibi yüzüne baktı.
"Ciddi misin? Sormaktan nasıl vazgeçti?"

"Kızsal mevzular falan dedim. Daha bir şey sormadı."

Rahatlamıştı. Güldü.
"O nereden aklına geldi Aslı? Alemsin."

"Erkekler kadınsal konuları duymak istemez. Eğer ağabeyin duymak isteseydi ne diyeceğimi bilemezdim. Ama konuyu kapattı."

Tabağın kenarına koyduğu kaşığı eline aldı ve çorbayı kaşıklamaya devam etti. Selma ona gülümseyerek bakıyordu. Yemeğine dokunmamıştı. Aslı tabağından başını kaldırıp ona baktı.

"Neler oluyor? İştah kaçıracak bir şekilde mi yemek yiyorum?"

"Hayır tabii ki."

"Sen iyi bir arkadaşsın. İyi ki buraya geldin."

Masanın üzerinden Aslı'nın eline uzandı. "Teşekkür ederim Aslı. Sen benim daha önce hiç sahip olamadığım dostum oldun."

"Bu kadar kısa zamanda mı? Hadi ama Selma, şımarıyorum bak."

"Benim gibi bir kız için saniyeler bile paha biçilemez bir şey Aslı. O yüzden evet, bu kadar kısa sürede sana dostum diyecek kadar yakın hissediyorum kendimi. Hem sen demedin mi arkadaşız diye."

"Doğru. Halimden memnunum."

Bir hizmetçi yanlarına gelip istekleri olup olmadığını sordu. Kibarca olmadığını söylediler. Yemekleri bittiğinde Aslı tabakları toplamaya davrandı. Selma şok içinde ona bakarken haykırdı.

"Aslı ne yapıyorsun?"

"Masayı topluyorum."

"Hizmetçilerin işi bu ama."

"Ben hizmetçilerle büyümedim prenses. Ve benim içim hiç rahat etmiyor. Birilerinin arkamı toplaması tuhaf geliyor."

Aslı tabakları üst üste koymuştu bile. Bir hizmetçi koşturarak yanlarına kadar geldiğinde, "Buyurun, isterseniz mutfağa kadar götürebilirim," dedi. Hizmetçinin gözleri faltaşı gibi açılmıştı.

"Hayır efendim. Ben hemen hallediyorum." Hızlıca tabakları alıp gözden kayboldu. Selma hala şaşkınca Aslı'ya bakıyordu.

"Bunun için özel ders aldığımdan söylüyorum bizden daha kibarsın."

"Özel ders mi?"

"Adabımuaşeret falan."

"Şimdi anladım. Bu dersleri veren hocaların kendini beğenmiş matmazeller miydi? Adap dersi verirken bu davranışları bütün insanlar için sergilemen gerektiğini söylemediler öyle değil mi? Hatta bahse girerim evdeki çalışanları görmezden bile geliyorsundur."

Selma utana sıkıla kafasını salladı.
"Bunu değiştirmek senin elinde Selma. Bundan sonra etrafını daha çok fark etmeye çalışabilirsin."

"Aslı sence ben... Ben sadece evin bir köşesinde sergilenen biblo muyum?"

"O da nereden çıktı?"

"Bazen öyle hissediyorum. Sanki ben onları değil de onlar beni görmezden geliyor. Hatta bazen de değil sıklıkla. Misafirler varken biraz varlığımı fark ediyorlar, ama herkes gidince beni sanki vitrine koyuyorlar."

Aslı masanın üzerine doğru eğilerek Selma'ya yaklaştı. Karanlık iyiden iyiye kendini göstermişti. Karanlıkta gözlerini buldu ve gözlerinin içine bakarak konuştu. "Bütün bunları değiştirmek senin elinde. Kuralları yık, prangalarından kurtul gitsin."

Selma onun yüzünü inceledi bir süre. "Söylendiği kadar kolay değil."

"Kolay demedim zaten. İstersen sana yardım ederim."

"Gerçekten mi?"

"Evet. Ancak bazı sorularımın cevaplanması gerekiyor."

Işıklar yandı ve bahçe aydınlandı. İkisi de bir rüyadan uyanır gibi gözlerini kırpıştırdı. Selma kafasını kaldırıp Aslı'nın arkasındaki bir noktaya baktı. Aslı da geriye doğru baktı.

Savaş, elinde bir tepsiyle onlara doğru geliyordu.
"Oturabilir miyim?" Diye sordu yanlarına geldiğinde. Tepsiyi masaya koydu. İçinde tatlı kaseleri vardı. Her birinin önüne bir tane koydu. Kimse bir şey söylemeyince sandalyeye oturdu.

"Özel bir şey mi konuşuyordunuz? Sizi rahatsız mı ettim?"

"Yok ağabey. Sadece oturuyorduk."

"Pekâlâ." Aslı'ya döndü. "Ziyaretiniz ne kadar sürecek?"

"Tam olarak karar vermedim."

"Neden ona bunu soruyorsun ağabey? Gitsin de yine yalnız kalayım diye mi?"

Bu ani çıkış karşısında Savaş şaşırmıştı. "Gitsin diye demedim Selma. Sadece konuşmaya çalışıyorum."

"Neyse ne, konuşmak için başka konu açabilirsin?"

"Selmacığım neden bu kadar fazla tepki gösteriyorsun anlamadım doğrusu. Hem öyle bir konuşuyorsun ki sanki seni bir odaya kapatıyoruz."

Selma önündeki tatlıya bakmaya başladı. Omuzları iyice çökmüştü. Suratı asıktı ve gözleri buğulanmaya başlamıştı.

Aslı, ağabey ve kardeşi dikkatlice incelemeye koyuldu. Selma hayli bozulmuştu. Savaş'ın sözleri öylesine sözler değildi. Gerçekti. Ama Savaş'ın kendisi bile bunu fark edemiyordu. Kardeşine yaptıkları tam olarak söylediği gibiydi. Bir odaya değil belki ama bir eve kapatıyorlardı onu. Görmezden geliyorlardı. Aslı bile bunu çabucak anlamıştı. Ancak diğerleri ya bunu gerçekten anlamıyordu ya da anlamamazlıktan gelmek daha çok işlerine geliyordu. İkinci seçeneğin yaşandığını bilmesi ise Aslı'yı en az Selma kadar sarsıyordu.

Kimse konuşmuyor, önlerindeki tatlıları büyük bir keyifsizlik içerisinde kaşıklıyorlardı.

"Kitap okumayı sever misiniz?" Aslı bunu merak etmiyordu ancak sessizlik giderek daha fazla sinirini bozuyordu.

"Elbette. Hiç sevilmez mi kitaplar?" Savaş sandalyesinde geriye yaslanmıştı.

"Ağabeyimin kocaman bir kütüphanesi bile var."

"Ya öyle mi? Ne güzel."

"İsterseniz kütüphaneden kitap alabilirsiniz."

"Bence alma Aslı. Ağabeyim sevdiği cümlelerin altını çiziyor ve kenarlarına notlar alıyor. Yani kitabı bir nevi düşüncelerinin yansıması olarak kullanıyor. Ne kadar buna maruz kalmak istersin bilemem tabi." Selma biraz canlanmıştı.

"Hey bu kötü bir şey değil. Ben o zamanki düşüncelerimi görmek açısından öyle yapıyorum. Geçmişteki Ben'e bir bakış gibi."

"Ağabey, peki romanları ve ansiklopedileri anladım da çizgi roman?" Selma gülüyordu.

Aslı, ikisinin atışmalarını izlerken istemsizce gülümsedi. Aklına kendi kardeşi gelmişti. O da kardeşiyle sürekli uğraşırdı. Evden ayrılması ve ikisinin de farklı uğraşlara sahip olmasıyla aralarına mesafeler girmişti ister istemez. Hatta buraya gelirken kardeşiyle vedalaşamamıştı bile. Aslı kardeşini düşünürken anne ve babasına haber vermediğini hatırladı. Telefonunu hala şarj etmemişti ve kim bilir kaç defa ailesi tarafından aranmıştı.

"Şey... Ben odama çıksam sorun olur mu? Yapmam gereken bir şey var da..." dedi ve ayaklandı.

"Ağabeyimin kitaplarını görmemek için kaçıyor musun yoksa?"

"Selma sen elime düşmeyecek misin sanki? Geç dalganı bakalım."

"Ailemi aramayı unuttum da."

"Rahatınıza bakın o halde."

"Sabah görüşürüz Aslı."

Aslı hızlıca odasına çıktı. Telefonunu ve şarj aletini bulması biraz vaktini aldı. Şarj aletini prize taktı ve açılmasını büyük bir sabırsızlıkla bekledi. Telefon nihayet açıldığında bildirimler sağanak gibi yağmaya başladı. Aramalar, mesajlar, mailler... Aslı öncelikle anne ve babasını aramak için ekrana dokundu. Ancak sonra duraksadı. Eğer orada buradaki gibi geceyse uykularından uyanacaklar ve korkacaklardı. Derken ekranda bir arama belirdi. Annesi arıyordu. Telefonu hemen açtı.

"Anne?"

"Aslı! Sana ulaşmaya çalışıyoruz nerelerdeydin?"

"Açıldı mı telefonu?" babası konuşmuştu.

"Şarjım bitmişti anne, şimdi şarj edebildim. Üzgünüm haber veremedim. Ama Selim ile konuşmuştum."

"Söyledi bize ama yine de haber bekledik..." "İyi misin kızım, bir sorun yok değil mi?" Telefonu hoparlöre almışlardı ve ikisi birlikte konuşmaya başlamıştı.

"İyiyim... Çok iyiyim. Burada çok güzel misafir ediliyorum. Asıl siz nasılsınız?"

"Bizde iyiyiz. Ne zaman döneceksin?"

"Daha yeni gitmiş olmadı mı hanım?"

"Belki hemen halletmiştir işini..."

"Anne, baba... Henüz dönmek için çok erken. Biraz daha var dönmeme. Orada gündüz mü gece mi?"

"Gündüz. Orada?"

"Burada gece."

"Yine sabahlara kadar oturmuyorsun değil mi? Bak oranın havası çarpar, hasta olursun kızım. Dikkat et..."

"Tamam anneciğim merak etme. Zaten buradaki hava o kadar temiz ki insan nefes alınca bile rahatlıyor. Sizinle tatile gelmeliyiz buraya."

"Önce sen sağ salim gel de kızım sonra konuşuruz bunları. Şimdi yat uyu dinlen o zaman. Biz sonra bir daha ararız."

"Baba, aradığınızda açamazsam bilin ki işim var. Elimden geldiğince sizi arayacak, merakta bırakmayacağım."

"Tamam kızım."

"Sizi seviyorum."

"Bizde seni seviyoruz. İyi geceler!" ikisi aynı anda söylemiş ve sonra gülmüşlerdi. Aslı da gülerek onlara katıldı ve aramayı sonlandırdılar.

Aslı yatağın üzerine uzanıp ailesiyle konuşmuş olmanın rahatlamasıyla uyumaya hazırlandı. Telefonu şarjda bırakmıştı. Geri kalan mesajlara ve aramalara sabah dönüş yapmaya karar verdi. Şimdi dinlenme zamanıydı.

Bölümü nasıl buldunuz?

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere. 🧚‍♀️


Loading...
0%