Yeni Üyelik
19.
Bölüm

Soruşturma

@albayrakirem

Keyifli okumalar dilerim🧚‍♀️


Selim, arabasını park edip işyerine doğru ilerledi. Kartını okutup turnikeden geçerken gördüğü insanlara selam verdi. Odasına girip masasının başına geçti. Bilgisayarı o gelmeden önce asistanı tarafından açılmış, incelemesi gereken başlıklar dosyalanıp masasına açık vaziyette bırakılmıştı. Cebinden telefonunu çıkarıp masaya koydu ve ilk konu başlığına bakıp açık olan bilgisayarında birkaç aramada bulundu. Birkaç dakika sonra kapısı hafifçe tıklatıldı.

“Girin,” diye seslendi. Elinde kahve tepsisi olan asistanı yavaşça kapıdan içeri girdi. Yaklaşıp fincanı masaya bıraktı.

“Selim Bey, başka bir isteğiniz var mı?” Boş olan tepsiyi elinde döndürdü.

“Hayır Ali, çıkabilirsin. Sağ ol.”
Asistan odadan çıkmak üzere döndü. Kapıya geldiğinde durdu. Selim kahvesinden bir yudum alırken göz ucuyla ona baktı.

“Hayrola? Bir şey mi diyeceksin?”
Asistan bir süre suskun kaldı.

“Tüm gün senin konuşmanı bekleyemem. Bir şey olduysa söyle.”

“Selim Bey, siz gelmeden önce buraya biri geldi ve sizi sordu. Biraz telaşlı gibiydi. Sizi aradığını ancak ulaşamadığını söyledi.”

“Adı neydi?” Selim, masanın üzerindeki telefonuna uzandı ve ekrandaki cevapsız çağrıları gördü. “Tamam Ali, sen çık.” Dedi. Asistan odadan çıktığında Selim ayağa kalktı. Hızlıca geri ara simgesine dokundu. Odada volta atmaya başlamıştı. Telefon ikinci çalışında açıldı.

“Selim?”

“Söyle Necmi? Bir şey mi oldu?”

“Sizin şu malikane sahipleri Aslı’yı sorduruyorlar.”

“Ne?!” Selim kaşlarını çatmıştı. “Ne buldular? Yoksa gazeteci olduğunu öğrendiler mi?”

“Hayır. Neyse ki bizim çocuklar erken fark etti. Aslı'nın kimliğini gizledik.”

“Oh,” Selim derin bir nefes verdi.

“Yaşadığı yer olarak senin evi gösterdik. Ağabeyi ile yaşıyor dedik falan. Bir sürü palavra sıktık anlayacağın.”

“Bir sürü derken? Ahmak herif ya Aslı’ya da sorular sorarlarsa o zaman işler karışmayacak mı?”

“Dur sakin ol patron. Onu da düşündük. Seni de bu yüzden arıyordum ya. Aslı ile bazı güncellemeleri paylaşman gerekiyor.”

“Tamam. Dinliyorum anlat.”

Selim, değişen bilgileri kısaca not aldı. Telefonu kapattığında Aslı’yı aramak için kayıtlara girdi. Parmağını kaydırdı ve aranıyor yazısına bakmaya başladı.

Telefon uzunca bir süre çalıp telesekretere bağlandı. Bip sesini bekledi.

“Aslı, beni hemen ara. Önemli.” Dedi ve mesajı yolladı.
Tekrardan masasının başına geçtiğinde işine bir türlü odaklanamamıştı.

Aslı’nın iyi olup olmadığını merak ediyordu. Çok defa atlayıp yanına gitmeye niyetlenmiş, ancak Aslı’nın zor durumda kalmaması için bu niyetini gerçekleştirememişti. Onun için çok endişe ediyordu.

Aslı’nın şehirden gitmesinden beri hiçbir şeyin eski tadı kalmamış gibiydi. Onun deliliklerini, söz dinlememesini özlemişti. Uykudan uyandırılıp onun tarafından haber peşinde sürüklenmek meğer ne kadar önemli bir şeymiş. Çok güçlü bir kadındı Aslı. Çok da cesur.
O gittikten sonra eve döndüğünde evini kendi başına baştan sona temizlemişti. Aslı ona bu konuda şikayet ederdi hep. Temiz halini görmesini istiyordu. Hiç görmemişti doğru dürüst. Sahi görecek miydi?

Selim kafasını iki yana sallayıp kötü düşüncelerini bir kenara bıraktı. Telefonunu tekrardan eline alıp bu sefer Pelin'i aradı. Telefonu meşguldü.
İşine dönüp önündeki başlıklara bakmaya başladı. Ama kafası o kadar meşguldü ki gözleri bilgisayar ekranındaki bir uygulamanın üzerinde uzunca bir süre kaldı. Onu kendine getiren şey masada titreyen telefondu. Yerinde silkindi ve telefonu açtı.

“Selim, nasılsın?” diye sordu Pelin. Sesi enerjikti.

“Pek iyi sayılmaz Pelin.”

“Aslı’ya bir şey mi....” Devamını getiremedi.

“Yok o iyi.” Diyerek onu hemen sakinleştirmeye çalıştı. “Malikaneden onun hakkında araştırma yapılmaya başlanmış. Neyse ki bizim çocuklar halletmiş.”

“Aslı ile konuştun mu?” Sesi epey bir gergin geliyordu.

“Aradım ama sanırım ya şu an uyuyor ya da telefona bakamayacak kadar meşgul.”

“Ya başı beladaysa? Oraya gitmeliyiz Selim.”

“Sakin olmalıyız. Başının belada olduğunu sanmıyorum. Aslı’dan bahsediyoruz sonuçta. O kendisini her koşulda kurtarmayı bilir. Hem olmaz da hadi başı belaya girdi diyelim, bize hemen haber verir.”

“Ya kendi başına halletmeye çalışırsa?”

“O zaman adadakilerin vay haline!” Selim güldü ama gülüşü o kadar yapaydı ki. Kendisi de Aslı için endişe ederken Pelin’i sakinleştirmeye çalışmak onu çok yoruyordu. “Merak etme Pelin. Daha yeni soruşturmaya başlamışlar zaten. Bir şey de bulamadılar. Malikaneye haber vermeleri biraz sürer diye düşünüyorum. Onlardan önce biz kaç defa haber veririz Aslı'ya.” Bu son dediğine kendisi de biraz inanmıştı.

“Umarım işler kötüleşmeden Aslımız bize geri döner.”

“Ona hiç şüphem yok. O cadı daha çok canımıza okuyacak.”

“İş çıkışı buluşalım mı? Biraz hava almam lazım.”

“Seni gelip alırım.”

Telefonu kapattılar.

İş çıkışı arabasını Pelin’in çalıştığı yerin önüne çekti ve arabadan inip onu beklemeye koyuldu. İnsanlar önünden vızır vızır geçmekteydi. Selim elini saçlarının arasından geçirdi. Etrafına bakınmaya başladı. Kalabalığın arasında gözüne ilişen tanıdık bir sima tüm dikkatinin oraya odaklanmasına sebep oldu. Arabasını kilitleyip gözden kaybolmaya başlayan kişiye doğru kalabalığı yararak ilerledi. O sırada şirketten çıkan Pelin, onu uzaklaşırken fark edip arkasından seslendi ancak sesini duyuramadı.

Selim giderek daha fazla yaklaşıyordu ona. Bir eliyle kahve bardağını tutuyor, diğer elinde tuttuğu telefonda izlediği bir videoya aptalca gülüyordu. Selim ona elini uzatacakken bir kadın önüne çıktı ve ona çarptı. Selim kadının yere düşen telefonunu alıp eline tutuşturdu. “Önüne baksana!” diye çıkıştı kadın. Selim onu kenara hafifçe iterek gözden kaybettiği kişiyi bulmak için etrafına bakındı.

Tam hepten kaybettiğini düşünüyordu ki caddenin karşısına geçtiğini ve bir sokağa girdiğini gördü. Arabaların arasından hızlıca geçip sokağa girdi. Nefes nefese kalmıştı. Yanına vardığında kolundan hızlıca tutup bir arabaya yasladı. Boğazına yapışmıştı. Dehşetle kendisine bakan gözlere öfkeyle baktı.

“Barış... Barış... Barış... Söyle şimdi sana ne yapayım?”

“Selim? Lütfen çek elini...” Çırpınıyor, boğazındaki elleri uzaklaştırmaya çalışıyordu. Yüzü kırmızıdan mora dönüyordu. Selim elini hafifçe gevşetti ama bırakmadı. Barış öksürerek kendine gelmeye çalıştı.

“Derdin ne senin?” diye sordu. Sesi hala boğuk boğuktu.

“Sen ne kadar karaktersiz birisin. Aslı'ya o hain planı yapanların başında senin olduğunu biliyorum.” Selim dişlerini sıkmıştı.

Barış hafifçe güldü. “O mesele... Bilmiyorsan söyleyeyim ben ona git demedim. Gitmesi kendi tercihiydi.”
Barış’ın gülüşü Selim’i kontrolden çıkarmıştı. Yumruğunu Barış'ın suratına doğru indirdi. Barış acıyla inlerken hala gülüyordu. “Sahi nerede Aslı? Yoksa haberin olmadığını öğrendiği için hala bir köşede saklanmış ağlıyor mu?” Ağzına dolan kanı Selim’in ayakkabısına doğru tükürdü.

Selim öfkeden iyice delirmişti. Barış’ın üzerine saldırmış, onu yere yatırarak yumruklarını peş peşe indirmeye başlamıştı. Barış artık gülmüyor acıyla inliyordu. Üzerindeki adamı kendisinden uzaklaştırmaya çalışıyordu. Bir aralık Selim'in suratına bir yumruk indirebildiğinde kendisini geri çekerek onu üzerinden atmaya çalıştı. Selim yumruğun etkisiyle sersemlemişti. Ardından Barış onun tam karnına tekmeyi indirdi. Yerde geri geri sürünerek uzaklaşmaya çalıştı. Ağzı burnu kan içindeydi.

Selim kendisini toparlayıp ayağa kalktı ve tekrardan saldırmak için üzerine doğru yürüdü. Bu sırada yanlarına doğru koşan Pelin, onu kolundan yakaladı.
“Selim dur...”

Selim durdu ancak her an saldırıya hazır vaziyette yerde yatan adama bakıyordu. Pelin onu bir iki adım geri çekti.

“Öldürecekti beni kaçık herif.” Barış yerden kalkmaya çalıştı. Bir arabadan destek alarak doğruldu.

“Git buradan.” Dedi Pelin. Hala Selim’i
kolundan tutuyordu.

“Bak şu işe ya. Hem dayak yiyeyim hem kovulayım. Ne tuhaf insanlarsınız öyle. Ah tabi ya unutmuşum. Aslı’nın arkadaşlarısınız. Onun gibi birinin normal arkadaşı olmazdı zaten. Kendisi gibi zavallı birilerini bulmuş.”
Selim hızla ileri doğru atıldı. Pelin onun önüne geçti. Barış korkarak geriledi.

“Eğer gitmezsen bu adamı durdurmam.”

Selim’in gözlerinden ateş çıkacak gibiydi. Bedeni öfkeyle sarsılıyordu. Uzaklaşmaya başlayan Barış'ın arkasından bakmayı sürdürdü. Pelin, elini onun yanağına koyarak kendisine bakması için çevirdi. Selim, kadının gözlerinin içine baktığında tüm siniri birden yok olup gitti. Alnını genç kadının alnına dayamak için kafasını eğdi.

“Kontrolümü kaybettim Pelin.”

“Sorun değil.” Pelin, elini onun kirli sakallarında gezdirdi. “Gidelim.”
Arabanın yanına doğru yürüdüler. Selim yol boyunca ağzını açmamış, elinden tuttuğu Pelin'in onu arabanın yanına kadar getirmesine izin vermişti. Pelin onu yan koltuğa oturtup kendisi şoför koltuğuna geçti. Selim kafasını geriye attı ve camdan dışarıya bakmaya başladı.

Trafik vardı. Uzun bir süredir bir gıdım ilerleyememişlerdi. Radyoda çalan şarkı ortamdaki atmosfere nazaran oldukça enerjikti. Selim uzanıp radyoyu kapattı.

“Konuşmak ister misin?”

“Konuşacak bir şey yok. Seni beklerken o herifi gördüm. Sonra kendimi onu yumruklarken buldum.”

“Bunu yapmamalıydın.”

“Bunu en başında yapmalıydım asıl. Tüm gerçekleri öğrendiğimde. Ona oyun oynadıklarını öğrendiğim saniye her birine bunun hesabını sormalıydım. Ama beni durdurdun Pelin...”

“Aslı da seni durdurmamı isterdi. Onun için sakin kalmalıyız. Eninde sonunda Aslımız gelecek ve herkese cevabını verecek. Geri döndüğünde seni hapiste bulmak istemeyecektir. Ama sen... Bugün seni görmemiş ve peşinden gelmemiş olsaydım... Aman Allah’ım! Resmen katil olacaktın.”

“İçimde öyle büyük bir öfke var ki...”
Pelin kafasını çevirip ona baktı. Adam gözlerini önünde bir noktaya dikmişti. Elini, onun dizinde tuttuğu eline uzattı. Adam ikisinin ellerine baktı.

“Merak etme. Her şey yoluna girecek.”
Selim, diğer eliyle Pelin’in elini nazikçe okşadı.

Trafik açılmıştı. Yollarına devam ettiler. Selim’in evinin önüne kadar geldiler. Yağmur yağmaya başlamıştı. İkisi de bir süre cama vuran damlaların sesini dinledi.

Selim, emniyet kemerini çıkardı. “Araba sende kalsın,” dedi.

“Beni evine davet etmiyorsun yani?” Pelin onu bu halde bırakmak istemiyordu.

“Hayır. Öyle demek istemedim. Hem davete ihtiyacın mı var?”

“Biliyorum.”

Titreşim hisseden Selim, cebindeki telefonu çıkardı ve bir an panikle telefonu elinden düşürdü.

“Aslı! Aslı arıyor!” diye haykırdı.

“Sakin ol da telefonu al yerden.”

Selim telefona uzandı ve açtı.
“Hoparlöre ver.” Dedi Pelin. Selim denileni yaptı.

“Aslı? Aslı iyi misin?”

“İyiyim Pelin, sen nasılsın?”

“Bende iyiyim.”

“Bende iyiyim bu arada.” Diye araya
girdi Selim. Telefonun diğer ucundan bir kahkaha sesi duyuldu. “Kulağını çekeceğim senin boşuna oradan gülme. Niye arayıp sormuyorsun bakalım? Sadece mesaj atıyorsun o da kırk yılda bir.”

“Saatler uymaz diye şey ettim...”

“Selim gitmesene Aslı’mın üzerine.”

“Beni fırçalamayı özlemiş sanırım. Acısını çıkarmaya çalışıyor Pelin. Ee acil demişsin, beni özlediniz ondan mı öyle dedin yoksa. Daha hızlı reaksiyon almak için.”

Selim bir an duraksadı. Pelin telefona yaklaşıp konuşmaya başladı.

“Seni soruşturmaya başlamışlar.”

“Kim?”

“Malikanedekiler. Kim olduğunu bilmiyoruz.”

“B planına mı geçmeliyim? Sorun var mı?”

“Sorun yok merak etme. Selim halletti.”

“Helal! Aferin benim S.A.P Timi başkanıma.”

“Bir başkan her zaman tetikte olur.” Selim biraz daha canlanmıştı. “Bu arada bazı değişen bilgilerin var. Bizim çocuklar senin hakkında bazı palavralara başvurmuş.”

“Ne gibi? Umarım arkamdan çok atıp tutmamışsınızdır.” Aslı’nın kahkahası duyuldu tekrar. Hem Pelin hem de Selim gülümsedi.

“Öncelikle on numara bir ağabeyin var ve onunla yaşıyorsun. Kim olduğunu anlamış olmalısın.”

“Pelin mi?”

Pelin haykırarak güldü.

“Ha ha ha komik kız seni.”

“Sonraki bilgiye geç bakalım.”

“Mesleğini duymak istiyor musun?”

“Kasap mıyım?”

Pelin yine haykırdı. Katıla katıla gülüyordu.

“Tüh ya keşke kasap deseydik. Ama senin için dalgıç dedik.”

“O da güzel.”

“Selim gerçeği söylesene ya.” Diye araya giren Pelin gülmeyi bırakamıyordu.

“Tamam tamam benim yanımda çalışıyorsun. Bende bir dükkân sahibiyim. Kitapçıyız.”

“Başka değişen bir şey var mı? Telefonu kapatmam gerekiyor.”

“Değişen değil de bilmen gereken bir şey var.”

“Nedir?”

Selim, Pelin’e baktı. Hafifçe kafasını salladı ve ikisi aynı anda, “Seni seviyoruz,” diye bağırdı.

“Bende sizi seviyorum.”

Telefon kapandı ve ikisi bir süre daha ekrana bakmayı sürdürdü. Ruh halleri değişmişti. Aslı’nın sesini duymak ikisine de çok iyi gelmişti. Hala yağmur yağıyordu ancak şimdi cama vuran yağmur damlaları onlara bir şarkının ritmik melodileri gibi geliyordu. Arabadan indiler ve eve doğru el ele yürürken kafalarını kaldırıp gökyüzüne baktılar.

🔥🔥

 

Aslı telefonu kapatıp hızlıca dolabın içine sakladı. Ardından kapıya gidip Selma’yı içeriye aldı. Herhangi bir şey duymuş olup olmadığını bilmiyordu. Selma odanın ortasına kadar gelip durdu.

“Aslıcık, neden ses vermedin? Banyoda mıydın?”

“Evet.” Dedi çabucak. Sonra aklına bir şey geldi ve dolabının kapağını açtı. Paketinden bile çıkarmadığı elbiseyi alıp Selma'ya uzattı. Selma paketi eline alırken şaşkınca ona bakıyordu. “Bu ne Aslı?”

“Aç kendin gör.”
Selma yatağın üzerine oturup paketi kucağına koydu ve açmaya başladı. İçinden Aslı’nın terzide diktirdiği elbise çıktı. Elbiseyi omuz kısımlarından tutup havaya kaldırdı.

“Adaya ilk geldiğimde diktirmiştim bu elbiseyi. Sana hediye etmek istiyorum. Senin üzerinde çok güzel olacağından şüphem yok.”

“Aslı sen ciddi misin?”

“Annen konusunda ne yaparsın bilmiyorum ama yine de bu elbiseyi sana veriyorum.”
Selma kalkıp Aslı’nın boynuna sarıldı. “Aslı bu çok güzel.” Aslı onun saçlarını okşarken gülümsedi. “Hadi bir dene bakalım.” Selma elbiseyi aldı ve koşarak banyoya girdi.

Aslı odanın içinde dolaşmaya başladı. Selim’in söyledikleri kafasında dönüp duruyordu. Demek onu etrafa soruşturuyorlardı. Bunu kim yapmış olabilir ki? Aslında çok fazla bir seçeneğinin olduğu söylenemezdi. Halit? Böyle bir şeyle uğraşacak birine benzemiyordu. Selma zaten olamazdı. Geriye Esin ve Savaş kalıyordu. “Savaş... Demek beni araştırmak için adadan ayrıldın. Sana güvenmemem gerektiğini biliyordum,” diye mırıldandı.

Selma banyodan çıktı ve etrafında dönerek elbisesinin üzerinde duruşunu gösterdi. Çok yakışmıştı. Aslı kendisinde bu kadar güzel olmayacağını biliyordu. Bu elbise onun adına dikilmiş olsa da kesinlikle Selma’ya ait olması gereken bir elbiseydi.

“Nasıl olmuş?”

“Çok yakışmış Selma. Güzel günlerde kullan.”

“Tekrardan çok teşekkür ederim.”

“Rica ederim.”
Yarı açık kapıdan kafasını uzatmış olan Esin, kızını elbise içerisinde görünce kısa bir şaşkınlık yaşamıştı. Kapıyı itip ardına kadar açtı. Selma onu fark ettiğinde elbisenin eteklerini dans ettirmeyi bıraktı. Aslı, Selma’nın baktığı yöne doğru döndü.

Esin bir iki adım atarak odadan içeriye girdi. Aslı ne olacağını merak ediyor, kavga çıkmamasını umuyordu.
Esin kızına biraz daha yaklaştı. “Selma, elbise ne kadar da yakışmış.” Dediğinde iki kız ağızları açık vaziyette ona bakmıştı.

“Kızmadın mı?”

“Hayır. Hatta istersen bundan sonra istediğin elbiseyi giyebilirsin.”

“Anne sen ciddi misin?”

“Evet. Hem ağabeyin de geldi ve sana bir sürü elbise getirdi. Onları giymezsen ziyan olacaklar.”

“Ağabeyim geldi mi? Ama yarın gelecekti.”

“Baş düşmanım geldi demek. Yüzüme nasıl bakacak merak ediyorum,” diye düşündü Aslı.

“Erken döndü. İşleri erken bitti.” Esin bunu söyleyip göz ucuyla Aslı’ya baktı.

“Hadi Selma, aşağıya in de abini karşıla.” Selma hızlıca odadan çıkarken Esin bir süre daha odada kaldı.

“Aslı Hanım, lütfen daha fazla aileme müdahalede bulunmayın."

“Ben anlamadım Esin Hanım. Ailenize herhangi bir müdahalem olmadı. Ben sadece Selma’ya burada olduğum süre boyunca arkadaşlık etmek istiyorum. Herhangi bir art niyetim yok.”

“Bu evin kuralları var ve şimdiden bir kısmını esnetmek durumunda kaldım. Bunda payınızın olduğunu düşünmüyor musunuz?”

Aslı sinirlenmişti. “Zamanlaması tutuyor diye hiçbir şeyi üstlenmek zorunda değilim.”

“Tabii ki. Bu da olası. Ancak sizden ricam tatilinizi keyifle geçirirken kurulan düzeni bozmayın.” Esin odadan çıkmak üzere döndü. Kapıda kafasını çevirip Aslı’ya baktı. “Sizi zorlamak istemiyorum ancak misafirliğinizi sınırlı tutmanızı umuyorum,” diyerek koridorda gözden kayboldu.

Aslı bir süre sinirinin yatışmasını bekledi. Bu kadın apaçık bir şekilde onu burada istemediğini söylemişti. Ondan rahatsız olmuştu. Üstelik Aslı hakkındaki gerçekleri bilmiyordu bile.

Odadan çıkıp salona indi. Savaş bir koltuğun yanında ayakta duruyor. Selma, koltuğun üzerindeki paketleri heyecanla açıyordu. Halit ve Esin bir başka koltukta, kızlarının paketleri açışını, kıyafetleri üzerine doğru tutuşunu izliyordu. Aslı’nın salona girmesiyle kısa süreli olarak bakışlar ona doğru döndü. Aslı gülümsedi. Çok gergindi. Bakışları Esin'i bulduğunda gerginliği tüm bedenini kapladı. Hala ayakta dikiliyordu. Koltuğun üzerinden bir pakete uzanan Savaş, “Aslı Hanım, bu sizin için.” Dedi. Aslı kendisine doğru uzatılan pakete baktı. Şaşırmıştı. Paketi almak için elini uzatmadı. Soran bakışlarla Savaş’a baktı.

“Hadi Aslı, açsana.” Diyen Selma yeni bir paketi açmayı yarıda bırakmış ona bakıyordu.

“Buna hiç gerek yoktu.”

“Aslı, Savaş’ın içinden gelmiş. Kardeşine alırken seni unutamazdı öyle değil mi? Bu kabalık olurdu. O yüzden lütfen hediyeyi kabul et.” Dedi Halit. Esin dirseğiyle kocasını hafifçe dürttü. Belli ki Aslı’ya kıymet verilmesi canını sıkmıştı. Aslı paketi eline aldı ve kurdelesini söktü. Bandını sökerek paketin ağzını açtı. İçinden çıkan küçük kutuyu görünce Savaş’a doğru kaçamak bir bakış attı. Savaş elindeki paketi alıp kenara koyarken Aslı kutuyu açtı. İçinden bir kolye çıktı. Ucunda mavi bir kelebek vardı. Aslı kutudan çıkarıp havaya kaldırdı.

“Çok güzel,” diyen Selma yanına gelip daha yakından baktı. Savaş gözlerini Aslı’nın üzerinden çekmemişti. Bir şey demesini bekliyor gibiydi. “Kelebekleri bende çok severim. Hatta bak elbisem bile var artık." Selma koltuğun üzerindeki elbise yığınından bir elbise çıkardı. Aynı kolyedekine benzer kelebekler vardı. Aslı bir elinde sallandırdığı kolyeye bir de elbiseye baktı.

“Kolye çok güzelmiş. Teşekkür ederim Savaş Bey. Ancak hediyenizi kardeşinize hediye etmek istiyorum. Hem bu beni daha mutlu edecektir.”
Savaş’ın rengi atmıştı. Bir şey söyleyecek gibi olup vazgeçti.

“Olmaz Aslı. O senin hediyen. Ben alamam.”

“Bak elbisenle de uyumlu. O yüzden sende daha güzel duracak.” Yaklaşıp kolyeyi kızın boynuna taktı.

“Aslı çok ince bir davranış bu.” Halit ayağa kalkıp yanlarına geldi. Selma’nın boynundaki kolyeye yakından bakarken kızının saçlarını okşadı. “Yakıştı,” dedi.

“Çok teşekkür ederim baba. Sağ ol Aslı.” Selma yaklaşıp Aslı’ya sarıldı. Aslı sarılmasına karşılık verirken karşısında duran Savaş’a bakmamaya çalıştı.

Selma paketlerini açmayı bitirdiğinde salonda sadece ikisi kalmıştı. Aslı bir koltuğa çökmüş, elini çenesine dayamış, tembel bakışlarla ona bakıyor, arada sırada kısaca fikrini belirtiyordu. Esin ve Halit bahçeye çıkmıştı. Savaş da uzun süredir salonda değildi. Aslı onun, annesine kendisi hakkında öğrendiklerini anlatmaya gittiğini pekâlâ biliyordu. Aklına geldikçe sinirleniyordu. Ancak bir süre sonra sinirinin gereksiz olduğunu düşündü. Onu araştırıyor olmaları ondan şüphe ettikleri anlamına geliyordu. Ortada sakladıkları bir şey olmasaydı ondan şüphe etmezler, varlığından rahatsız olmazlardı. Bu da demek oluyordu ki işinde yükselmesi için gerekli olan haber, malikanedekiler için oldukça önemli bir sırdı.

“Selma...” dedi. Selma elbiselerden kafasını kaldırıp ona baktı. “Hatırlıyor musun, koşu yarışı yapmıştık ve sen kazanmıştın. Bir dilek hakkın vardı. Hala söylemedin.”

Selma gülümsedi. “O hakkımı biraz daha sonra kullanmak istiyorum.”

“Ben gitmeden kullanmayı unutma o zaman.”

“Aslı... Gitmek falan deme. Bir gün evine gideceğini biliyorum ancak şimdi bunu hatırlamak istemiyorum. O yüzden gitmekten şimdilik bahsetme.”

“Bari dileğinin ne olduğunu söyle. Gerçekleştirmesi sonraya kalsın.”

“Olmaz. Zamanı gelince öğreneceksin.”
Aslı derin bir iç çekti. Konsolun üstündeki saat üçü gösteriyordu. Aklına kitabını okuyacağı yaşlı adam geldi.

“Selma, ben biraz hava almaya aşağıya iniyorum. Sende gelmek ister misin?”

“Şimdi her şeyi bir günde yapmayayım. Önce saçlar, şimdi kıyafetler... Bunları bir kabullenelim iyice. Onu sonra konuşuruz. Sen git.”

“Görüşürüz.” Aslı ayağa kalktı.

“Kolye için teşekkür ederim.”

“Lafı bile olmaz.”

Aslı salondan çıkıp antreye girdi. Bir çalışan ellerindeki çarşaflarla bir odadan çıktı. Çarşaflar kafasını aşmıştı ve önünü görebilmek için kafasını yana çeviriyordu. Aslı uzanıp kalıp gibi olan çarşaflardan bir kısmını aldı. Kızın yüzü açılmıştı şimdi. Şaşkınca Aslı’ya baktı. “Aslı Hanım? Bir şey mi istediniz?”

“Sadece yardım etmek istiyorum.”

“Zahmet etmeyin lütfen. Ben hallederim. Çarşafları geri koyun.”

“Nereye götürüyoruz?” diye sordu Aslı.
Kızın az önceki sözlerini duymamış gibi yaparak. Kız mahcup bir halde kafasını eğdi ve merdivenlere doğru yöneldi. Aslı onu takip etti ve içi tertemiz kokan, baştan aşağıya bembeyaz çarşaflar, yorganlar ve yastıklarla dolu olan odaya girdiler. Kız elindekileri çabucak rafa koyarken Aslı’nın elindekileri almak için acele etti. Ancak Aslı çoktan çarşafları bir başka rafa yerleştirmişti.

“Odaya bak be. Çarşafların bile odası var.” Dedi. Çalışan kız güldü. “Size de zahmet verdim Aslı Hanım. Teşekkür ederim.”

“Bana siz diye hitap etmene gerek yok. Ben buraya misafir olarak gelmiş olabilirim ama asla onlar gibi bir yaşantım yok. O yüzden sana yardım etmek ne bana zahmet oldu ne de rahatsızlık verdi.”

“Çok iyi birisiniz.”

“İyi biri değilim sadece kötü biri olmamın vakti gelmedi.”

Çalışan kız onun şaka yaptığını sanıp gülümsedi. Sözlerinin mahiyetini kavrayamamıştı. Aslı onun yanından ayrılıp evden çıktı. “Neden şimdi öyle dedim sanki.” Diye mırıldandı.

Merdivenleri birer ikişer inmeye başlarken aklında iki şey vardı. Birincisi yaşlı adamın kitabının, haberi için kaynak olup olamayacağıydı. Adamın yazdıkları herkes için saçma olarak kabul edilmişti. Ya gerçekten de deli saçması şeylerdi ya da okuyanlar delirmemek için öyle düşünmeye hevesli oluyorlardı. İkincisi ise Hilmi'yi görüp göremeyeceğiydi. Aslı bunun nedeni üzerine düşünmek istemedi. Ama bir basamakta tökezlerken aklında Hilmi'nin ona söylediği “Küçük kız” lafı dolanırken gülümsemeden edemedi.

Loading...
0%