Yeni Üyelik
18.
Bölüm

S.P.A Timi Ve Müzik Kutusu

@albayrakirem

Keyifli okumalar 🧚‍♀️


Aslı malikaneye döndüğünde herkes çoktan yatmıştı. Odasına çıkıp telefonunu sakladığı yerden çıkardı. Gelen mesajlara, aramalara kısaca göz gezdirdi. Selim'in attığı bir mesajın üzerine tıkladı.

“Aslı, orada işler nasıl gidiyor? Her şey yolunda mı? Bu arada adayla ilgili kulağıma çalınan bir bilgiye göre malikane sahipleri her yıl bir etkinlik düzenleyerek ada halkından bir grubu evlerine davet ediyor, sonra da onları adadan gönderiyormuş. Bunun sebebini öğrenemedim. Ama işine yarayabilir. Adanın içine karış ve gizliden sorgula. Lütfen dikkat et!

“Selim paslandın sanırım. Ben bunu öğreneli bir hayli oluyor. Gerçi henüz yapılan bu etkinliğin sebebini öğrenemedim bende orası ayrı.” diye mırıldandı.

Pelin'den gelen mesaja baktı. İyi olup olmadığını, bir şeye ihtiyacı olup olmadığını soruyordu. Anne ve babası da birkaç kez aramışlardı. Aslı her birine cevap yazdı. Saat ikiye gelirken yatağına henüz girmişti.

Uykuya dalmadan önce bugün tanıştığı adam hakkında uzunca bir süre düşündü. Vücudundaki yara izlerinin sebebi neydi? Neden lakabı Akbaba idi? Neden ona kibar davranmıştı? Malikanede dönen olaylar hakkında bir bilgisi olabilir miydi?

Aslı yatakta dönüp dururken her saniye aklında beliren yeni sorulara cevap bulmak için tarif edilmez bir istek duyuyordu. Uyuduğunda güneş doğmak üzereydi.

Selma, odasına geldiğinde Aslı yorganı kafasına kadar çekmiş bir halde uyumaktaydı. Selma yanına yaklaşıp yorganı üzerinden çekti.

“Aslı böyle nasıl nefes alıyorsun?”

Aslı cevap olarak yorganı tekrardan kafasına çekerken diğer tarafa doğru yuvarlandı. Selma bir süre odada kaldı. Sonra perdeyi iyice çekerek güneşin gelmesini engelledi. Odadan çıkmak üzere hareketlendi. Kapıyı açtığında karşısında ağabeyini gördü.

“Ağabey?”

“Burada mıydın Selma? Bende size bakınıyordum.”

“Bana mı yoksa Aslı'ya mı?” Muzipçe gülümsedi.

Selma’nın yarıya kadar açtığı kapıdan içeriye bakmak için kafasını kaldıran Savaş hafifçe öksürdü. “İkinizi. Yani seni. Evet seni kastettim.”

“Öyle mi? Pekâlâ buradayım işte. Şimdi eşikten çekil de odadan çıkayım. Aslı biraz daha uyuyacak.”

Savaş bir adım geri gitti. “Hasta falan mı? Neden uyuyor?”

“Sanmıyorum. Sadece biraz daha uyumak istiyor olabilir. Sen beni neden arıyordun?”

“Ben birkaç günlüğüne arkadaşlarımın yanına gidiyorum. Gelirken sana getirmemi istediğin şeyler var mı?”

“Annemin kızacağını bile bile ne isteyebilirim?”

“Kızmayacak. Kızarsa ben üstlenirim her şeyi. Sen merak etme.”

Selma gülümsedi. “Annemle kötü olmamalısın.”

“Kimsenin kötü olacağı yok Selma. Rahat ol ve ağabeyinden bir şeyler iste.”

“Ne istersem getirecek misin?”

“Ne istersen kardeşim.”

Selma, ağabeyinin koluna girdi ve beraber aşağıya inerken ona istediği şeylerden bahsetti.

🧩


Aslı uyandığında öğlen olmak üzereydi. Yatakta uyanık vaziyette bir süre daha kaldıktan sonra tembelce doğruldu. Üzerini değiştirip aşağıya indi.

“Aslı Hanım?”
Aslı kendisine doğru gelmekte olan Esin'e hafifçe gülümsedi.

“Merhaba Esin Hanım, nasılsınız?”

Esin, yanına kadar geldi. “İyiyim, siz nasılsınız? İyi gördüm sizi.”

“Teşekkür ederim.”

Esin biraz durdu ve etrafta gözlerini gezdirdi. Gözleri Aslı’yı bulduğunda bir süre yüzünü inceledi. “Aslı Hanım, size bir şey sormak istiyorum ancak beni yanlış anlamanızdan endişe duyuyorum.”

Aslı sakince sordu. “Buyurun, ne sormak istiyorsanız sorabilirsiniz.”

“Tatiliniz daha ne kadar sürecek?” diye çabucak sordu.

“Şey... Henüz bir karar vermemiştim.”

“Bunu sormamdaki amaç sizi burada istememek değil. Sadece... Kızım Selma, sizinle pek alakadar. Sizi pek sevdi. Her geçen gün de size daha fazla bağlanıyor. Siz ise bir gün geldiğiniz yere döneceksiniz... Demek istediğim...”

“Sizi anlıyorum.” Sadece bunu söylemişti. Esin'in derdi, kızının sonradan üzülmesi kesinlikle olamazdı. Onun derdi doğrudan Aslı’nın burada kalmaya devam etmesiydi. Kızının aklını bulandıran, ona cesaret vererek sesini çıkarmasını sağlayan kişinin Aslı olduğunu pekâlâ biliyordu. Çok zeki bir kadındı ve sorduğu soruların altında çok büyük metinlerin olabileceğinin farkındaydı.

“Ben kızımı düşünmek zorundayım.”

Aslı bu söylediğine kahkaha atmamak için kendisini zor tutmuştu. Esin’in hiçbir zaman kızını düşünen bir anne olmadığını Selma'ya iki dakika bakan biri bile anlayabilirdi. Şimdi karşısına geçmiş, iyi anne rolüne bürünerek Aslı’yı etkileyeceğini, buradan çabucak gitmesini sağlayacağını düşünüyordu.

“Tam olarak istediğiniz benim bir an
önce gitmem mi?”

“Ben öyle demek istemedim. Sadece gidiş tarihinizi bilirsek kızım da kendisini buna hazırlar.”

“A öyle mi? Merak etmeyin o halde. Ben gitmeden önce Selma’ya haber veririm. Kendisini hazırlar.”

Esin'in yüzünün rengi attı. Aslı keyiflenmişti. Karşısındaki kadın sakin kalmaya çalışırken büyük bir çaba sarf ediyordu. Ellerini nereye koyacağını bilemez halde iki yanında salladı.

“Peki öyleyse.” Derken söyleyecek bambaşka kelimelerinin olduğunu belli edercesine Aslı’nın suratına bakmıştı.
Yanından hızlıca ayrılıp uzaklaşırken Aslı omuz silkerek yoluna devam etti.

Salona girdiğinde Halit'i camın önündeki bir koltukta oturmuş uzaklara bakarken yakaladı. Ayak seslerine doğru kafasını çeviren Halit, onu görünce gülümsedi.

“Aslı Hanım, buyurun lütfen.” Diyerek karşısındaki koltuğu gösterdi. Aslı geçip oturdu. Kısaca hâl hatır soruldu. Sonra oluşan sessizlikte Aslı önlerindeki sehpada duran satranç tahtasına baktı.

“Oynamayı bilir misiniz?” Halit, parmağıyla satranç tahtasının ucuna dokundu.

“Biliyorum biraz. Ama çok iyi olduğum söylenemez.”

“Bir tur oynayalım mı?”

“Şey... Olur.”

Halit satranç tahtasını döndürdü. Şimdi beyaz taşlar Aslı’nın önündeydi. “Önden siz başlayın o halde.”

“Halit Bey, sizden bir ricada bulunabilir miyim? Hemen hemen çocuklarınız yaşındayım ve bana siz diye hitap ettiğinizde kendimi biraz rahatsız hissediyorum. Bana sadece ismimle hitap ederseniz çok memnun olurum.”

Halit hafifçe güldü. “Tamam Aslı. Şimdi ilk hamleni yap bakalım.”

Aslı piyona uzanıp ilk hamlesini yaptı ve oyun başladı. Oyun devam ederken salona Selma girdi ve yanlarına oturup onları izlemeye koyuldu. Arada sırada müdahale ediyor, oyunun gidişatı hakkında yorumlarda bulunuyordu. Bir aralık içeri giren Esin'i üçü de fark etmemişti. Satranç tahtasına odaklanmışlardı. Esin geçip bir koltuğa oturdu ve onları izlemeye başladı. Salon misafirlerin samimiyetsiz kahkahaları ve gereksiz sohbetleriyle çok kere dolmuştu. Ancak bugün eşinin ve kızının sohbetleri ve içten kahkahalarını dinliyordu. Elini çenesine yaslayıp onları izlemeye koyuldu. Eşi binlerce kez satranç tahtasının başına geçmiş, karşısındaki rakiplere hiçbir hamle şansı bırakmamıştı. Her zaman kazanırdı ve bu onda alışkanlık haline geldiği için uzun zaman önce bundan zevk duymayı bırakmıştı. Ancak şimdi karşısında oturan Aslı'ya apaçık fırsatlar tanırken kızına takılıyordu. Aslı sonunda kendisini yendiğinde ise hiç üzülmüşe benzemiyordu. Selma karşısına geçip yeniden oyunu kurduğunda Esin bacaklarını kendine çekip koltuğa iyice yerleşti ve koltuğun kenarına dirseklerini dayadı. Yüzünü avuçlarının arasına koyarak onları izlemeyi sürdürdü.

Karşısındaki bu sahne kendisine oldukça yabancıydı. Kızı ve eşi ilk kez birlikte vakit geçiriyordu. Onların içten kahkahaları içine iyice işlesin diye gözlerini kapattı. Halit yine oyunu bitirmemek için yanlış hamleler yapıyor, kızının kendi açığını bularak ilerlemesi için sözde ağzından kaçırır gibi yaparak ona kopya veriyordu.

Selma kazandığında “Kazandım...” diye haykırdı. Halit ona gülümseyerek bakarken ilk kez uzanıp kızının kafasını okşadı. Esin bu manzarayı görünce ister istemez gözleri doldu. Kimse fark etmesin diye çabucak sildi gözlerini.

Aslı uzun bir süredir Esin’in varlığından haberdardı. O fark etmese de arada ona bakıyor, mimiklerinden bir şeyler yakalamaya çalışıyordu. Şimdi çok masum gözüküyordu.

Yüzündeki sertlik uçup gitmişti. Kızı ve eşine bakarken bir aralık dudaklarının kenarı yukarı doğru kıvrılmıştı.

“Madem herkes huzur içinde, mutlu. O halde hayatımın haberi nerede? Bu insanlar sadece bir adayı yönetmenin gerginliğiyle baş edemeyen, aile bireylerini ihmal eden insanlar mıydı?” diye düşündü Aslı. Salondakilerin yüzlerini uzun uzun inceledi. Ya gerçekten de sadece ailevi ve yönetimsel sorunları olan bir aileydi ya da... Ya da sakladıkları şey veya olay her neyse onu saklamak için çok iyi organize olmuş oyunculardı. Aslı bir yandan bu ikinci şıkkın gerçekleşmesini istiyor bir yandan da bu ihtimalin gerçekleşmesinin başının fena halde belaya girmesi demek olduğunu biliyordu.

Evini, ailesini, arkadaşlarını ve en önemlisi de işini çok özlemişti. Burada kaldığı her gün, işi ellerinden kayıp gidiyordu. Uykusuz geceleri, elinde patlayan haberleri, başını belaya soktuğu zamanları aklına geldi. Acaba şimdi neler oluyordu? İşyerindekiler kendisini unutmuş muydu? Müdür, onun geri geleceğinden umudunu kesmiş ve yeni bir çalışan almış mıydı? Peki anne ve babası... Onlar neler yapıyorlardı? Aslı hepsini çok özlemişti. Gözlerini malikanenin salonunda gezdirirken konsolun üzerindeki müzik kutusunu fark etti ve gülümsedi.

Bundan birkaç sene önce, daha Selim ve Pelin çok yakın değil iken Aslı, ikisini aynı yere çağırmıştı. Birbirlerini sadece isim olarak biliyorlardı. Farklı dakikalarda kafeden içeri girmişlerdi. Aslı’nın kendilerini yine neden çağırdığını tahmin etmeleri çok da zor olmamıştı.

“Evet, hazırsanız olayı anlatmaya başlıyorum,” diye başlamıştı Aslı ve bulduğu bir haberi kendilerine detaylıca anlatmıştı. Konuşması bittiğinde aralarında kısa süreli bir sessizlik oluşmuştu.

“Aslı, haber çok iyi.” Selim bunu söylediğinde Pelin kaşlarını havaya kaldırarak ona baktı. “İyi dediysem lafın gelişi.”

“Bu haber biraz daha kapsamlı, bu yüzden güçlerimizi birleştirmeliyiz. Ekip olmalıyız.”

“Adımız ne olsun. Süper kızlar mı?” Pelin güldü.

“Cinsiyetçi bir yaklaşım. Ama “S.A.P Timi" olabilir.”

“Sap mı? Bu oldukça kaba.” Demişti Pelin.

“Pelin bence baş harflerimiz oluşturuyor o kelimeyi.”

“Seni akıllı kız seni. Bak nasıl da çözdü. Zehir mübarek.” Selim gülerek arkasına yaslanmıştı. “Ee ne diyorsunuz?”

“Niye başta senin adının baş harfi var peki? O zaman P.A.S olsun.”

“Bunu mu tartışacağız şu an. O zaman A.S.P olsun. Ya da en iyisi S.P.A olsun hem daha komik.” Aslı katıla katıla gülüyordu.

Selim ve Pelin birbirlerine baktı ve daha fazla dayanamayarak Aslı’nın kahkahalarına katıldılar.

“S.P.A. da anlaştık mı?”

“Anlaştık.” Aslı ve Pelin güldü.

“O zaman S.P.A. timinin ilk görevi, Aslı’nın haberi için yeterli kaynağı bulmak.”

O günden sonra hiç kopmayan bir bağla birbirlerine bağlanmışlardı. Her ne kadar Aslı’nın terfisi için yaptıkları çalışmaların sonucu parlak olmasa da Aslı için çabalamaya, ona destek olmaya devam etmişlerdi. Aslı ne zaman bir haber bulduğunu söylese ikisi de koşup geliyordu. Onun arkasından çevrilen oyunu Aslı gibi onlar da göremiyordu.

Önemli bir dava için röportaj kovalayan Aslı, nihayet bunu başardığında masasından giriş kartını alan Melis'in ondan önce röportaj alanına girmesiyle elleri boş vaziyette evine dönmüştü. Yolda ilk önce Pelin, ardından Selim ile karşılaşmıştı.

“Ee Aslı, terfiyi aldığına göre bunu kutlarız. Ne dersin?” diye sormuştu Pelin. Aslı cevap verememiş, kafasını iyice yere indirmişti. Suskunluğu pek çok şey anlatıyordu. Pelin de Selim de bu sessizliğin iyi haberlere işaret etmediğini biliyordu.

Selim kolunu Aslı’nın omzuna atıp onu yakınına çekti. “Sorun değil Aslı. Yakında her şey yoluna girecek.” Aslı’nın kızacağını bile bile kaküllerini eliyle karıştırdı. Ancak Aslı kızmadı.

Üçü de yürümeyi bırakmıştı. Aslı hala önüne bakarken gözünden iki iri yaş ceketine damladı. “Bu röportaj için çok çalıştım...” Sesi titrerken gözyaşları art arda ceketine damlamaya devam ediyordu. Pelin de Selim gibi ona sarıldı. Kafasına ufak bir buse kondururken mırıldandı. “Üzülme, biz hep yanındayız.” Aslı ağlamasını durduramıyordu. Kendisini iki yanından saran kollara karşılık veremiyor, gözyaşları bu kez de onların omuzları arasından yere akıyordu. Nihayet biraz sakinleştiğinde Pelin'in kendisine uzattığı mendille gözlerini ve burnunu sildi. Yürümeye devam ettiklerinde hiçbiri konuşmamıştı. Aslı’yı evine bıraktıklarında ikisi yollarına devam etmişti.

“Bu sefer çok üzüldü.” Diye konuştu Pelin.

“Bütün bir hafta neredeyse hiç uyumadan buna hazırlandı. Sence de normal değil mi?”

“Üzülsün yani. Öyle mi?”

“Onu demek istemediğimi biliyorsun. Hem yarın sabah Aslı’nın daha da hırslı bir şekilde çalışacağını ikimiz de biliyoruz.”

“Daha çok çalışarak üzüntüsünü göstermemeye çalışacak. Sonra daha çok yıpranacak.”

“Bunun için bir şey yapabiliriz. Onun için küçük bir hediye alabiliriz.”

“Onun için en büyük hediyenin terfisi için lazım olan haber olduğunu biliyorsun, değil mi?”

“En büyük olmasa da kendisini iyi hissetmesi için bir şeyler... Gidip bakalım mı?”

Pelin kafasını salladı ve ikisi hediyelik eşya satan bir dükkânın önüne gelene kadar ne alabilecekleri konusunda fikir birliğine varmaya çalıştılar.

Pelüş ayıların olduğu stanttan bir ayı alan Pelin, başka bir standı inceleyen Selim’e seslendi. Selim kafasını çevirip ona baktı.

“Çok tatlı değil mi? Hem de yumuşacık...” Ayıyı kolları arasında sıkarak iki yana salladı.

“Evet, o yüzden burada kalması daha iyi. Aslı’nın bu ayıyı bir sinir anında boğması uzun sürmez çünkü.”
Pelin’in ayıyı kendinden uzaklaştırdı.

“Bir an gözümün önüne geldi. En iyisi burada kalman ayıcık.”

“Aslı’nın hoşuna gitmez bence böyle pelüşler.” Selim ileriki bir stanttan gözüne çarpan şeye doğru ilerledi.

“Buldum!” Pelin onun yanına gelip bulduğu şeye baktı. Ahşap bir müzik kutusuydu. Selim kapağını açtığında bir balerin tatlı bir melodiyle dönmeye başladı. “Ama bu çok güzel.” Pelin kafasını gayriihtiyari eğerek Selim'in omzuna yasladı. Selim, yüzünü omzundaki kafaya çevirdiğinde kızın şampuan kokusu burnuna doldu. Bir an eli ayağına dolaştı ve müzik kutusu elinde titredi. Pelin kafasını omzundan çekerken Selim hafifçe öksürdü. Bıyık altından gülmeye başlarken Pelin’in şaşkınca etrafa bakmasını izledi.

“O halde alalım bunu.” Pelin çabucak kafasını salladı. Kasaya doğru yürümeye başladılar. “Ben dışarıda bekliyorum,” diyen Pelin hızlı adımlarla dükkândan çıktı. Selim yüzündeki sırıtışa engel olamıyordu. Pelin’in az önce sarıldığı pelüş ayıyı da yanına alarak kasaya gitti ve ödemesini yaptı. Dükkândan çıktığında Pelin bir köşede durmuş, kollarını göğsünde birleştirmiş etrafa bakıyordu. Selim pelüş ayıyı arkasına saklayarak ona yaklaştı. Pelin bunu fark etmemişti.

“Hadi gidelim,” diyerek yola düştü. Selim arkasında tuttuğu pelüş ayıyı ona doğru uzattığında kız kısa süreli bir şaşkınlık yaşadı. Ayıyı elleri arasında tutarken, “Aslı'ya ayı almamamız gerektiğini söylemiştin.” Dedi.

“Doğru. Zaten Aslı’ya almadım onu.”
Pelin kafasını kaldırıp Selim’e baktı. Selim ona gülümsüyordu. “Teşekkür ederim.”

Ertesi gün sabah saatlerinde bir araya geldiler ve Aslı'yı işe gitmeden önce yakalamak için evinin önünde beklediler.
“Neden içeri girmiyoruz?” diye sordu Selim.

“Aslı uyuyor olabilir. Onu uyandırmak istemeyiz öyle değil mi? Uyanmadıysa -ki dün gece uyumadığına bahse girerim- bir iki dakikaya uyanacak ve apar topar hazırlanıp işe yetişmek için kahvaltı bile yapmadan evden çıkacak.”

“Koşma ihtimaline karşı bari koşu yolunda duralım,” Selim güldü. Bu sırada binanın kapısı açıldı ve Aslı ayakkabısının tekini giymeye çalışırken dirseğini kapıya çarptı. Sırt çantası koluna doğru düşmüş, açık fermuarından evrakları ve kamerası aşağıya doğru sarkmıştı. Selim ve Pelin'i fark etmemişti. Ceketini giymeye çalışırken açık kalan çantasından sarkmaya devam eden eşyalar daha fazla dayanamamış ve yere saçılmıştı. Aslı bir küfür savurarak yere eğildi ve çabucak eşyaları çantasına doldurmaya çalıştı.

“Yine formundasın.” Pelin yanına kadar gelip yerdeki eşyaları toplamasına izin verdi. Kamerasının çizilen lensini elinde çevirdi. Aslı, kamerayı da alıp çantasına koydu ve fermuarını kapattı.

“Burada ne işin var? İşe gidiyor olman gerekmiyor mu?” Diye sordu. Selim'i fark etti. “Selim Bey, sizi bu saatte uyanık görmek de varmış.”

“Aslı bir ilk yaşıyorsun o halde. Bak bir daha göremezsin.”

“Kötü bir şey mi oldu?” Aslı tedirgin olmuştu.

“Hayır Aslı. Biz sadece sana bir şey vermek istedik.”

Pelin, Selim’e baktı. Selim elindeki paketi Aslı’ya uzatmak için bir iki adım yaklaştı. Aslı pakete baktı. “Ne bu? Birinin kafatası veya gizli bir dosya mı yoksa?”

“Bu kızın hayal gücü yok mu?”

“Hadi açsana Aslı.” Selim, Aslı’nın omzundaki çantayı eline aldı. Aslı paketi açarken Pelin de ona yardımcı oldu. Paketin içinden çıkan kutuyu gören Aslı kısa bir tereddüt yaşadı.

“Bu Selim’in fikri miydi?” diye sordu.
Pelin şaşırmıştı. “Nereden bildin?”

“Tahmin ettim de şimdi bu kutuyu açınca suratıma bir yumruk gelirse kimin peşine düşeceğimi artık biliyorum.”

“Ya bu benim aklıma neden daha önce gelmedi?” diyen Selim sahte bir üzüntüyle kafasını salladı.

“Açıyorum bak.” Aslı kutuyu kendisinden biraz geride tutarak küçük kilidine uzandı.

“Ay Aslı, içinde yumruk falan yok.” Dedi Pelin.

“Yok yok. İçi rahat etmez şimdi onun. Gel benim suratıma doğru aç kutuyu.”

“Bak blöf yapma.” Derken Aslı gerçekten kutuyu Selim’e doğru tuttu.

Kapağı açtığında kısa süreli gözlerini kapattı. Ancak beklediği şey yoktu kutuda. Çok tatlı bir melodi duyulmaya başlamıştı. Kutudan çıkan yumruk değil bir balerindi. Beyaz bir elbise giyen bir balerin. Aslı kutuyu kendisine doğru çevirdi ve balerinin dönmesini izledi. Kutunun köşesindeki bir yazıya bakmak için yan çevirdi. “S.P.A.” yazılmıştı. Aslı güldü.

“Onu da ben yazdım,” diyen Selim göğsünü kabartmıştı. Pelin yazıyı görmek için kafasını eğdi. “A bende bunu şimdi görüyorum.”

“Dün gece aklıma geldi.”

“Çok güzelmiş. Teşekkür ederim.” Aslı kutuyu kapattı.

“Düşündük de belki bu kutu senin keyfini yerine getirir.”

“İyi düşünmüşsünüz Pelin. Tekrar teşekkürler.”

“Bir dahaki sefere de şu aklıma soktuğun yumruklu kutuyu alırım ne dersin?”

“Aslı’dan önce senin suratında patlar derim.”

Selim, ellerini havaya kaldırdı. “Oo kadın dayanışması demek.”
Üçü de güldüler. Aslı kolundaki saate baktı. “Benim şimdi daha hızlı koşmam gerekiyor,” derken çoktan yanlarından ayrılmıştı.

“Dikkatli ol!” diye arkasından bağırdı Pelin.

“S.P.A Timi her daim seninle.” Selim ellerini dudaklarının kenarına koyarak seslenmişti.

“Hadi bizde gidelim Selim. Geç kalacağız.”
Ardından ikisi de Aslı gibi hızlıca işyerlerinin yolunu tuttu.

Aslı şimdi müzik kutusuna bakarken onları ne kadar özlediğini daha iyi anlıyordu. Gözlerini konsoldaki müzik kutusuna dikmiş, geçmişe dönmüştü. Bu yüzden adının seslenmesini duyması üzerine gözlerini kırpıştırdı.

“Aslı, dalıp gittin. Yemek saati geldi.” Selma elini omzuna koymuştu. “Müzik kutusu dikkatini mi çekti? İstersen biraz dinleyebiliriz.”

“Yok. Gidelim. Baban ve annen gitti mi?”

“Evet onlar da şimdi gitti. Satrançta da kazanan benim.” Selma gururla gülümsüyordu.

“Baban bizim onu yenmemize izin verdi biliyorsun değil mi?”

“Olsun sonuçta kazanan taraf benim.”

“İyi madem. Tebrikler.”

Selma, Aslı’nın koluna girdi ve yemek salonuna doğru gitmek için hareketlendiler.

Masada sadece dört kişiydiler. Aslı her zaman kalabalık ve misafirlerin kahkahalarıyla dolu olan yemek salonunda sessizlik içinde yemeklerini yerken kendisini garip hissetti. O sırada eksik olan kişi aklına geldi. Savaş yoktu. Onu sabahtan beri görmemişti. Sormak istedi ancak sessizliği kendisinin bozmasını göze alamadı. Selma yanında oturuyordu. Önündeki köfteyi ufak parçalara ayırmakla meşguldü. Aslı ondan bir şey çıkmayacağını anlayıp yemeğine geri döndü. Bu yemek merasiminin bir an önce bitmesini beklemekten başka çaresi yoktu.

“Savaş ne zaman geleceğini söyledi mi?” diye soran Halit sessizliği bitiren hamleyi yapmıştı. Aslı kafasını kaldırıp Esin’e baktı.

“Yarından sonra burada olacak.”

Aslı masanın altından Selma’nın ayağına vurdu. Selma ona baktı.
“Nereye gitti?” diye fısıldadı. Masanın diğer tarafındaki çift yemeklerine geri dönmüştü.

“Baba, ağabeyim nereye gitmişti?”

“Buraya yakın bir şehre gitti. Arkadaşlarını görmeye.”

Selma, Aslı’ya bakıp gülümsedi.
Yemek nihayet sona erdiğinde Halit ve Esin oradan ayrıldı. Selma ve Aslı baş başa kalmıştı.

“Selma, dün beni idare etmek zorunda kaldın mı?”

“Pek sayılmaz. Yani zaten ağabeyim kütüphanedeydi. Annemlere de uyuyor olduğunu söyledim. Sen neler yaptın? Çok bekledim seni ama sonra uykum geldiği için uyudum. Mert yetişti değil mi gemiye?”

“Evet yetişti. Ben...” Aslı ona Hilmi'den bahsedip bahsetmeme konusunda kararsız kaldı. “Pazarda dolaştım. Yarın da pazara gideceğim.”

“Neden ki?” Selma eliyle gözlüğünü düzeltti.

“Bir kitap için. Merak ettim o yüzden yarın gidip okuyacağım. Bugün geç oldu. Satranç oynadık ya zaman hızlı geçti bir de geç kalktım.”

“Ben anlamadım Aslı. Kitap istiyorsan kütüphaneden istediğini alıp okuyabilirsin. Kütüphanede yoksa sipariş verebilir ya da senin için birini gönderip aldırtabiliriz.”

“Bu öyle bir şey değil. Kitap satılık değil ve yazarı da kitabı ancak yanında okutturuyor.”

“Ne anlatıyor ki?”

“Bilmiyorum. Sanırım bu adayla ilgili.”
Selma güldü. “A yoksa bu adayla ve malikaneyle ilgili ucu bucağı olmayan şeyler anlatan bir adam vardı. O mu?”

“Sen onu tanıyor musun?”

“Şahsen tanımıyorum. Ama buraya gelen her misafir bir kez onunla tanışmıştır. Anlattıkları misafirler arasında çok defa dalga konusu olmuştur.”

“Ne tür şeyler yazıyor ki herkes bu kadar eğleniyor?”

“Adada farklı olaylar oluyormuş da bizde işin içindeymişiz de bilmem ne. Adam biraz kafadan çatlak.”

Aslı, Selma’ya baktı. Selma gülüyordu ancak Aslı onun söylediklerini düşünürken kaşlarını çatmıştı.

“Oraya kadar zahmet etmene gerek yok ki Aslı. Misafirler geldiğinde sana anlatırlar neler yazdığını.”

“Sence adam niye böyle bir şey yapmış? İnsanlar onunla dalga geçsin diye değildir herhalde.”

“Bilmiyorum. Belki dikkat çekmek istiyordur. Ya da para kazanmak için uğraşıyordur.”

“Adam para kazanma derdine düşmek için çok yaşlı. Kitabı adanın dışına rahatça çıkarabilir ama o bunu yapmak şöyle dursun ada içinde bile sadece yanında okutuyor. Bir şeyler anlatmaya çalışıyor gibi. Amacı para ya da ün değil. İnsanların onu dinlemesini, anlamasını istiyor.”

“Aslı sakın bana onun saçmalardan seçmeler kitabına inandığını söyleme.”

“Saçma olduğunu sen söylüyorsun.”

“Çünkü öyle. Herkes ona inansın istiyor olabilir. Bunun nedeni anlattıklarının gerçek olmasından dolayı değil, önemli bir kişi olarak hatırlanmak istiyor besbelli.”

“Selma senin böyle düşüneceğini hiç tahmin etmezdim.”

“Nasıl?”

“O kitapta ne yazdığını bilmiyorsun. Sadece başkalarının anlattığı yarım yamalak şeyleri dinlemişsin. O adamı görmeye fırsatın olmamış. Eğer onu görmüş olsaydın, onun hakkında böyle düşünmezdin.”

Selma sessiz kaldı.

“Belki gerçekten de hayal gücü geniş bir adamdır ve çok ilginç, akla hayale gelmez şeyler yazmıştır. Ama yine de bir şans verilmeyi hakketmiyor mu sence de?”

“Ben... Şey... Herkes bir şeyler konuştuğu için...”

“Herkes konuşur, önemli olan herkesin lafını hemen kabul etmeyip kendince değerlendirmen.”

“Üzgünüm Aslı.”

“Üzülmen gereken bir durum yok. Hem bakarsın okuyunca ilginç bulurum ve gelip sana anlatırım.”

“Sahi? Sen yargılamadan okursun.”

Aslı gülümsedi. “Mesleki deformasyon benimkisi,” diye içinden geçirdi. Herkesi dinler, hikayelerini anlatmaları için onlara vakit tanırdı. Sonuçta yalan ifadeler her zaman ve koşulda olabileceği gibi aynı şekilde doğrulara da ulaşılabiliyordu.

 

🌼🌼🌼


Bahçeye çıktılar. Selma odasından getirdiği boya kutusunu ve mandalasını masaya koydu.

“Aslı, sende boyamak ister misin?”

“Taşırabilirim ama.”

“Sorun değil. Hadi ben sağdaki sayfadan başlayayım sende soldan başla. İstediğin rengi seçebilirsin.”
Selma, içi boya kalemleri dolu olan ahşap kutuyu açıp ona doğru uzattı.

Aslı bu kadar çok kalemi ve rengi daha önce görmediğini fark etti. Uzanıp bir kalemi çekti. Sayfanın kendisine denk gelen tarafına yavaşça bir çizik attı. Çok tatlı bir yeşil, beyaz sayfayı şimdiden renklendirmişti. Dikkat etmeye çalışarak şekilleri boyamaya başladı. Selma da tüm dikkatini vermişti. Aslı’ya nazaran bu işi uzun zamandır yapmasından kaynaklı, oldukça hızlıydı. Boyadığı kuşun yarısı ortaya çıkmıştı bile. Aslı ise hala bir çiçeğin yaprağını boyamayı yeni bitiriyordu.

🕯 Bölümü beğendiniz mi?

🕯 Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.

Loading...
0%