Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Stajyer

@albayrakirem

“ASLI!” diye bağıran müdür yardımcısı elindeki dosyaları öfkeyle masaya fırlattı. O sırada bilgisayara odaklanmış olan Aslı, korkuyla yerinden sıçrarken sandalyesinden düşmemek için çırpındı. Kafasını çevirip müdür yardımcısını gördüğünde yerinden kalktı. Müdür yardımcısının fırlattığı dosyalar önündeki yığından kayarak klavyesinin üzerini kaplamıştı.


“Buyurun Asaf Bey, bir sorun mu var?” diye sordu. Müdür yardımcısı eliyle masadaki dosya yığınını gösterdi. “Nedir bunlar? Niye hala bu dosyalar bitmedi? Üstelik daha bir ton iş var. Şimdi şu getirdiğim dosyalar acilen hazırlanmalı. Bültene yetişmeleri için düzenlenmeleri gerekiyor.”


Aslı kulağının arkasını kaşıyarak önündeki dosyalara bakarken etraflarına toplanan kalabalığın fısıltılarına kulak kabartmamaya çalıştı. Müdür yardımcısı, kalabalığın da etkisiyle gücünü daha da belirginleştirmek için kasıldıkça kasılmıştı. “Dilini mi yuttun? Bu uyuşukluğuna ne tür bir bahane uyduracaksın?”


Aslı kulağının arkasını sertçe kaşımaya devam ediyordu. Hep böyle yapardı. Ne zaman gerilse, strese girse kulağını kaşımaya başlardı. “Asaf Bey, ben zaten elimden geldiğince çalışıyorum. Ancak dosya yükü sadece benim üzerimde olduğu için bazen yetişemeyebiliyor,” dedi.


Müdür yardımcısı kalabalığa doğru döndü. “Görüyor musunuz, dosya yükü ondaymış. Buradaki herkes çalışıp didiniyor, kimsenin gıkı çıkmıyor, Aslı Hanım iki dosyayı kendine yük olarak görüyor. Sonra da diğerleri terfi alırken neden ben terfi alamıyorum diye şikâyet ediyor. Yıllardır aynı yerde durup bir gıdım ilerleyememe nedeni çok açık değil mi arkadaşlar?” dedi alayla. Kalabalıkta gülüşmeler duyuldu. Aslı kulağının arkasını yırtarcasına kaşımaya başlamıştı.


“Özür dilerim, amacım şikâyet etmek değildi,” diye konuştu. Ancak kalabalığın uğultusu sesini bastırmıştı.


“Gevezeliği bırak ve işe koyul. Bu dosyalar öğleden sonraya kadar hazır olacak," diyerek konuşmayı kendi açısından bitiren müdür yardımcısı kalabalıkla birlikte ilerleyip ofisinin yolunu tuttu. Aslı, kulağını kaşımayı bıraktı. Kâküllerini eliyle düzelterek sandalyesine geri oturdu. Müdür yardımcısının getirdiği dosyaları uzaklaştırarak kaldığı dosyadan devam etmeye koyuldu. Acil olduğunu söylemişti, ama hep öyle söylerdi. Müdür yardımcısının derdi dosya falan değildi. Adam çalışanlara güç gösterisi yapmaya bayılıyordu. Hala aynı mevkide kalmış olması Aslı’yı herkes için hedef tahtası haline getirmişti. Bir gün terfi alacağına yürekten inanıyordu. O zaman da kendisine yapılan muameleleri unutmayacak, öcünü alacaktı.


Tekrardan işine daldığında önündeki dosya yığını hızlıca azalmaya başlamıştı. Ağrıyan boynunu ovuşturdu. Sandalyesinde geriye doğru yaslandı. O sırada kısa plakalarla birbirinden ayrılmış ofislere göz attı. Bir ellerinde kahve bardağı diğerinde telefon olan insanlara tiksintiyle bakıyordu. Gözünün değdiği herkes ondan üst konumdaydı. Hiçbir şey yapmıyorlardı. Şirketi sadece sosyalleşmek, sınırsız interneti kullanmak ve kahve içmek için kullanıyor gibiydiler. Aslı bunları görüyor ve her geçen gün daha da hırslanıyordu. Etrafına göz gezdirmeyi bırakıp işine devam etti. Bir aralık çantasına sıkıştırdığı sandviçini yerken bile dosyalar üzerinde çalışmaya devam etti. İnsanların giderek daha da gürültülü olmaya başlaması mesainin bittiğini haber veriyordu. Kimse bir saniye bile fazla çalışmıyordu.


Aslı saatlerdir oturduğu sandalyeden kalktığında ayağındaki uyuşmanın geçmesini bekledi. Bitirdiği dosyaları kucaklayıp karşıki ofise götürürken insan kalabalığı çıkışa doğru sürü halinde ilerliyordu. Ofisin ortasında uzun bir masa ve duvarlar boyu dolaplar bulunuyordu. Camın önünde ise birkaç koltuk gelişigüzel yerleştirilmişti. Masanın üstünde kahve bardakları sıralanmıştı. Aslı ofise adım attığında dolaba doğru ilerledi ve dosyaları hızlıca yerleştirmeye koyuldu. O sırada ofisin diğer köşesinde bir hareketlenme oldu. Aslı kafasını çevirip baktığında daha birkaç hafta önce gelmiş olan stajyeri fark etti. Şişman bir çocuktu. Hava çok sıcak olmamasına rağmen tişört ve şort giymişti. Boynunda tasmaya benzer kalın bir zincir vardı. Aslı bunun çok tuhaf olduğunu düşündü ama ona söylemedi. Çocuk, Aslı’yı fark ettiğinde kulaklığını çıkardı. Gözleri uyku mahmurluğuyla kısılmıştı. Aslı, henüz stajyer ve daha yeni gelmiş olan bu çocuğun ofiste uyuma cesaretini nerede bulduğuna şaşırmıştı. Boynundaki kartı arkaya doğru kaymıştı.


“Mesai bitti mi?” diye sordu Aslı’nın suratına bakmadan.


“Evet.”


Çocuk az önce uyuduğu koltuğun yanından çantasını aldı. Omzuna atıp döndü. Masaya kısaca göz gezdirdi.


"Çömez, şu çöpleri giderken at olur mu?” Dedi. Hala Aslı'ya bakmamıştı. Aslı, öfkeden yumruklarını sıktı. "Çömez? Bilmiyorsan söyleyeyim ben çömez falan değilim. Ancak sen yeni geldin sanırım. Bu yüzden hatanı mazur görüyorum."


"Bak sen şu işe! Demek beni mazur görüyorsun(?) Aman ne önemli!" Diye alayla konuşan çocuk ilk kez yüzüne baktı ve arkaya kaymış olan kartı düzelterek Aslı'nın suratına doğru tuttu. "Bak ama burada benim, senin üstün olduğum yazıyor. Sende ise hala acemi kartı var." derken Aslı'nın kartına parmaklarıyla dokundu. Aslı, geriye doğru adım attı. Şu anda öfkeden delirmek üzereydi. Hala yüzüne doğru tutulan karta delici bakışlar atarken boynundaki kartı söküp atacak gibi sıktı. Çoluk çocuğun maskarası olmuştu. Öfkeyle sıktığı yumruklarından birini çocuğun suratına yapıştırmadan hemen önce hızlıca döndü ve kahve kutularından oluşan çöpleri toplayıp oradan uzaklaştı.


Aslı hızlı adımlarla tuvalete doğru ilerledi. Kapıyı arkasından kilitledi. Bir süre sinirinin yatışmasını tuvaleti arşınlayarak bekledi. Yüzüne sertçe çarptığı sular onu biraz yatıştırmıştı. Aynadan kendine baktı. Kakülleri kenara doğru kaymıştı. Çenesinden damlayan sular gömleğinin yakasını ıslatıyordu. Karşısındaki yüze uzunca bir süre baktı. Uzun ve sık kirpiklerinin çevrelediği toprak rengi gözleri kendisine hayal kırıklığına uğramış hissi veriyordu. Bunca zaman verdiği mücadeleler sonucunda hiçbir şey elde edememişti. Herkesten daha fazla çalışmasına rağmen hak ettiği maaşı bile alamamıştı. Üstelik ondan daha tecrübesiz kimseler ondan daha fazla statüye sahip olmuştu.


Aslı yakasındaki kartı eline aldı. Mavi renkte bir karttı. Stajyer kartı. Üzerinde buraya ilk başladığı zamanlarda heyecanla çektirdiği fotoğrafı vardı. Kocaman gülümsemişti. Fotoğrafın çekildiği günü çok iyi hatırlıyordu. Dolabını altüst etmiş ve sadece ufak bir kısmının gözükecek olmasına rağmen gömleğini seçerken büyük bir titizlik göstermiş, eteğini seçerken de saatlerini harcamıştı. Üstelik sadece basit bir vesikalık fotoğraf için.


Şirkete adımını attığı ilk andan itibaren de canını dişine takarak bugünlere kadar çalışmıştı. Şimdi karşısındaki bu yüze bakarken gözlerinin derinliklerinde bir şeyler bulma umuduyla aynaya biraz daha yaklaşmıştı. Dosyalardan başını kaldırdığı her saniye kendini haberin peşine doğru sürüklemişti. Gazeteciydi ve eline geçecek iyi bir haber onun terfisini sağlayacaktı. Bu zamana kadar terfisini sağlayacak haberi bulamamıştı. Bunda, her bulduğu haberi ondan gizlice çalan ve kendisi bulmuşçasına müdüre sunan arkadaşlarının katkısı büyüktü. Ancak Aslı bunun farkında bile değildi. Arkadaşlarının kendisiyle aynı haberi, aynı detaylarla ancak ondan daha önce nasıl bulup da müdüre sunduğunu anlayamıyor, üzerine düşünmüyordu bile. Hatta kendi emeğini çalan ve onun mevkisini elinden alanları bilmeden, içtenlikle tebrik ediyor, bir gün kendisinin de terfi etmesini umut ediyordu. Tuvaletten çıktığında temizlik görevlilerinin çoktan işe başladıklarını gördü. Masasına geri dönüp çantasını aldı ve asansörü beklemek üzere koridorda biraz bekledi. Gözü basın odasına takıldı. Haberlerin hazırlandığı ve toplantıların yapıldığı bu odaya henüz girememişti.


Kapısındaki neon tabela yanıp sönüyordu. Aslı, bir gün o kapıdan gireceğini hayal etti. Üzerinde çok şık bir takım olacaktı. Elinde günün öne çıkan haberlerinin olduğu dosyayla en baştaki koltuğa oturacak, etrafındakilerden bilgiler alacak, onlara talimatlar verecekti. Hatta müdür yardımcısı bile onun talimatlarını yerine getirmek için hazır bekleyecekti. “Şunları getir, şu dosyaları bitir...” Bir sürü şey söyleyecekti ona, tıpkı onun yaptığı gibi.


Hayallere dalmışken asansörün açıldığını ve içinden görevlinin çıktığını fark edemedi. Görevli kadın dosyaların olduğu servis aracını iteklerken çıkardığı gürültülerle Aslı’yı gerçek dünyaya getirmiş oldu. Aslı utana sıkıla asansöre bindi ve asansör kapısı kapanırken görevliye bakmamaya çalıştı. Dışarı çıktığında kendini insan selinin içine bıraktı. Şehrin bu kalabalığında hayatta kalmanın tek yolu buydu. Kimse kafasını telefondan kaldırıp önüne bakmaz ve size çarpabilirdi, ama bu hiç kimsenin umurunda olmazdı. Kimse bir şey söylemez, özür dilemezdi. Aslı, koca koca taş binaların arasında büyümüş, dünyayı gökdelenlerin camlarından yansıyan belirsiz şekiller olarak görmüş ve kendini bildi bileli hayatını büyük şehrin karmaşası içerisinde hayatta kalmaya çalışarak harcamıştı. Şehir çok kalabalık, insanlar birbirinden uzaktı. Yanından gelip geçenlere kendisi de aldırış etmiyor, nasıl kabul gördüğünü bilmediği bu düzen üzerine kafa yormamaya çalışıyordu. Kalabalık caddelerden uzaklaşıp daha sakin olan mahalleye girdiğinde hava iyiden iyiye kararmıştı. Evine gitmeden önce bir sokağa saptı. Sokak boyunca yürüyüp bir apartmanın önünde durdu. Giriş kattaki bir dairenin camına birkaç kez vurdu. Çok geçmeden pencere açıldı. Pencereye çıkan kız kemik gözlüklerini düzeltirken ona baktı.


“Yeni bir şeyler var mı Pelin?” diye sordu Aslı.


“Hayır. Ve açıkçası ben bırakıyorum bu işi.”


“Lütfen beni yarı yolda bırakma. Sana ihtiyacım var biliyorsun. Hem birlikte daha hızlı çalışıyoruz. Ne olur şimdi yollarımızı ayırmayalım.”


“Geçen seferki haberin peşinden o kadar koştuk da ne oldu Aslı, sen yine haberi bir başkasına kaptırdın. Ben artık senin peşinden sürüklenmek istemiyorum. Kusura bakma ama benim de bir hayatım ve işim var. Seninle haber için köşe kapmaca oynamaktan sıkıldım.”


“Pelin... Dostumsun sen benim...”


“Evet, ama artık bu işte yalnızsın.”


Aslı, pencerenin kenarına koyduğu elini geri çekti. Pelin kollarını göğsünde birleştirmişti. Arkadaşına gözlüğünün üstünden duygusuzca bakıyordu. İçeriden adının seslenmesi üzerine “Geliyorum...” diyerek karşılık verdi. Pencereden uzaklaşmadan hemen önce Aslı’ya bir kez daha baktı.


“İyi şanslar,” dedi ve pencereyi kapatıp perdesini çekti. Aslı öylece kalakalmıştı. Pelin onun en yakın arkadaşıydı ve ne zaman bir haberin peşine düşse onunla çalışırdı. Oradan uzaklaşırken birkaç kez arkasını dönmüş, belki gelir diye arkadaşını beklemişti. Umudunu yitirdiğindeyse evinin yolunu tutmuştu. Apartmanın önüne geldiğinde anahtarlarını bulmak için çantasını karıştırdı. Binadan çıkan bir çift sayesinde içeri girmeyi başardı. Oturduğu dairenin önüne geldiğinde anahtarını bulmuştu. Anahtarı kilidine takarken kapı açıldı ve annesi karşısında belirdi.


“Bugün erkencisin.”


Aslı ayakkabılarını çıkarırken “Haber bulamadım,” dedi. Annesi bir şey söylemedi, salona doğru ilerledi. Aslı çantasını yatağının üzerine bırakıp banyoya girdi. Hala Pelin'in onu yarı yolda bırakmış olduğuna inanamıyordu. Bir yanı ona kızgındı çünkü her şeyi birlikte yapacaklarına dair birbirlerine söz vermişlerdi. Bir yanı ise ona hak veriyordu. Pelin de bir medya kuruluşunda çalışıyordu ve açıkçası iyi bir mevkisi vardı. İşten çıkıp haberin peşinde koşmaları sonunda onu pes ettirmiş olabilirdi. Aslı banyodan çıkıp üzerini giydiğinde bu konuyu düşünmeyi bir kenara bırakıp odasından çıktı. Anne ve babasının seslerini duyarak mutfağa girdi. Babası masaya tabakları koyarken annesi salataya tuz ekliyordu.


“Otur kızım,” dedi babası. Aslı sandalyeye oturdu. Annesinin tabaklara çorba koyuşunu sessizce izledi. Yemeye başladıklarında annesi, babasına baktı. Babası, çorbadan sadece bir kaşık almış ve kaşığı çorbada gezdirmeye başlamış olan Aslı'ya bakarak konuştu:


“İşler nasıl gidiyor?”


“Her zamanki gibi.”


“Haber falan bulabildin mi?”


“Yok.”


“İş yerinde her şey yolunda değil mi?” diye araya girerek sordu annesi.


“Evet. Sorun yok.”


Aslı kafasını kaldırıp anne ve babasına baktı. “Yoruldum biraz. Yoksa sorun yok. Merak etmeyin,” dedi ve dikkatlerini çekmemek için çorbayla oynamak yerine yemeye başladı. Yemekten sonra anne ve babası salona geçip televizyon izlerken, Aslı mutfağı toparlayıp odasına geçti.


Masasının başında oturup haber bulma ümidi ile maillerini kontrol etti. Ancak kayda değer bir şey bulamadı. İnternette bir süre araştırma yaparak hangi alanlara yönelmesi gerektiği konusunda çalışmalar yapmaya koyuldu. Yılmak istemiyordu. Pes edemezdi. Olduğu yere çok zor koşullar altında gelmişti. Ailesinin ondan beklentisi her zaman yüksek olmuştu. Şimdi başka şehirde yaşayan erkek kardeşinin aksine Aslı çoğu şeyi büyük mücadelelerle elde etmişti. Kendisine olan güvenin sarsılmasından ölesiye korkuyordu. Başarısızlık demek onun için her şeyini kaybetmek demekti. Her şeyi ailesinin istediği gibi yapmış, gazeteci olmayı ise kendi tercih etmişti. Bu yüzden her zamankinden daha çok çalışıyor, başka bir meslekte elde edebileceği başarının daha iyisine sahip olarak bu seçiminde doğru karar vermiş olduğunu ailesine ve diğer herkese kanıtlamak istiyordu.


Koridordaki saat tam on ikiyi vurduğunda Aslı hala bilgisayarının başında oturmuş, notlar alıyor ve daha fazla araştırma yapıyordu. Gözleri açık kalmaya diretene ve yazılar bulanıklaşmaya başlayana dek çalışmayı sürdürdü. Sonunda pes edip kendini yatağının üzerine bıraktığında saat sabahın beşi olmuştu.


Telefon alarmını sekizinde kez erteleme tuşuna basarken annesi odasına geldi.


“Bugün işe gitmiyor musun?” diye sordu.


Aslı, uykusuzluktan gözlerini açamıyordu. Bir şeyler söylemek istedi ancak sözcükler ağzında dolaşıp durdu. Annesi yatağının yanına kadar gelip elini kızının alnına koydu.


“Ateşin yok. Bugün izin almadıysan ki sen hasta olsan da izin almazsın geç kalmak üzeresin.” Dedi ve Aslı’yı kollarından tutup doğrulttu.


Aslı hala gözlerini açamıyordu. Annesi onu banyoya götürdü. Yüzüne su serperken: “Yine geç saatlere kadar çalıştın mı sen?” diye sordu. “Kendini fazla yıpratıyorsun. Hasta olacaksın bu gidişle. Ya tüm gün çalışıp akşamına sokaklar boyunca haber kovalıyorsun ya da sabahlara kadar oturup çalışıyorsun.”


Yüzüne çarpan suyla uykusu açılan Aslı, annesine bir şey söylemeden askıdan giyeceği kıyafetleri alıp banyoya girdi. Üzerini giyinip çantasını ve telefonunu alırken saatin 8.45 olduğunu gördü. Bu da demek oluyordu ki eğer on beş dakika içinde iş yerinde olmazsa müdür yardımcısının yeni bir şovunu izlemek zorunda kalacaktı. Ayakkabılarını merdivenlerden inerken hızlıca giymeye çalıştı. Apartmandan çıkıp bütün gücüyle koşmaya başladı. Arada sırada yavaş yürüyen insanlara denk geliyor, yanlarından geçmeye çalışırken söylenmelerini duymazdan gelmeye çalışıyordu. İş yerinin olduğu caddeye geldiğinde mesainin başlamasına sadece üç dakika kalmış ve Aslı’nın kalbi beyninde atmaya başlamıştı. Kapısına ulaştığında hızlıca kartını okutup turnikeden geçti. Asansörün tuşuna bastığında en üst katta durmuş olduğunu gördü. Merdivenlerden çıkmaya başladığında bacakları devam etmemek için direniyordu. Masasının olduğu kata çıktığında bedeninde kalan son güçle koştu. Tam o sırada biriyle çarpıştı. Omzuyla çarptığı bu kişinin elindeki dosyalar yere saçıldı. Aslı hızlıca dosyaları toplayıp çarptığı kişinin eline tutuştururken suratına bile bakmamıştı.


Sonunda koltuğuna oturduğunda saat dokuzu birkaç dakika geçiyordu. Ancak o gün şanslı gününde olacak, müdür yardımcısı, müdürün yanında bir toplantıdaydı. Aslı’nın geç kalmış olduğunu kimse fark etmemiş gibi duruyordu. Aslı uzunca bir süre kalbinin normal ritmine dönmesini bekledi. Ardından her zaman olduğu gibi masasına bırakılan dosyaları düzenlemeye başladı.


O gün öğle arası verildiğinde masasından kalkarak yemekhaneye gitti. Çünkü ne bir şey yemeye ne de yanına yiyecek alacak vakti olmuştu. Yemekhanede onu görenler biraz şaşırmıştı çünkü Aslı, yemekhaneyi çok nadir kullanırdı. Yemeğini alıp uzakta bir köşeye oturdu. Bir yandan yemeğini yerken diğer yandan telefonuyla uğraştı. Bu sırada bir grup, yanındaki masaya gelip oturdu. Aslı onlara sırtını dönmüştü. Yemeğini hızlıca bitirip kalkmayı düşünürken gruptakilerin konuşmalarına kulak misafiri oldu.


“Sen ciddi misin?” diyordu gruptaki bir kız. Önündeki patatesten ısırık alırken ketçap dudağına bulaşmıştı.


“Evet. Bakın bu konu aramızda kalacak.” Sarışın bir çocuk gruptakilere doğru eğilerek söylemişti bunu. Her ne kadar kısık sesle konuşmak istese de aslında Aslı'nın da bunu duymasını ister gibi sesini ona ulaşacak şekilde ayarlamıştı. “Güvenilir bir kaynağım var. Haber sağlam. O adada inanılmaz olaylar dönüyormuş. Düşünsenize oraya gidip olanları araştırsak ve oranın halkı ile konuşup deliller toplarsak değil maaş ikramiyesi, müdür yardımcısı bile olabiliriz.”


Aslı gayriihtiyari kafasını yana çevirmiş ve söylenenleri merakla dinlemişti.


“Yani sen diyorsun ki oraya gidip haberi alalım ve sonra gelip bombayı patlatalım?” Bunu bir başka kız söylemişti. Elindeki kahveyi avuçlarının içinde tutuyordu.


“Evet. Ancak şöyle bir durum da var ki o da adanın çok uzakta olması. Ada aslında bir devlete bağlı gözükse de uygulamada öyle değil. Yani neyle karşılaşılır bilemeyiz.”


“Yani yamyam olabilirler mi?” diyerek güldü bir başka çocuk.


“Her şey mümkün.” Grupta bir süre sessizlik oldu. Ardından çocuk konuşmayı sürdürdü. “Riskli ama sonu inanılmaz kârlı bir iş.”


“Saçmalama Barış, kim bir bilinmeze doğru yola çıkar ki? Ben ölü bir gazeteci olmaktansa yaşayan bir asistan olmayı yeğlerim.”


Gruptakiler kızı destekleyen birtakım şeyler söylediler. Barış, bunun üzerine arkasına yaslandı. “İyi madem. Bende siz gelirseniz giderim diye düşündüm. Ama madem siz istemiyorsunuz. Bende canımı sokakta bulmadım," dedi.


Aslı konunun değişmesi üzerine yerinden kalkarak çıkışa doğru ilerledi. Bu sırada gruptakilerin hepsi konuşmayı kesmiş onun arkasından bakmaya başlamıştı. Aslı gözden kaybolduğunda birbirleriyle bakıştılar ve başka konulardan konuşmaya devam ettiler.


Aslı masasının başına geri geldiğinde az önceki konuşmalar beyninde dönüp duruyordu. Doğru olabilir miydi? Gerçekten de bahsedilen o adada gizemli şeyler olabilir miydi? Bilgisayarının arama motoruna girdi ve gizemli bir adayla ilgili çıkabilecek sonuçları görüntüledi. Ancak bir şey bulamadı. Bu kendisini daha da kuşkulandırdı. Hakkında yapılmış bir internet haberi bile yoksa o zaman bu işin sonunda bahsedildiği gibi iyi bir mevki ve ün olabilirdi. Ya da sadece bir safsataysa? O zaman da zamanını boşa harcamış ve burada çalışıp elde edebileceği ve kolayca ulaşabileceği bir terfiden mahrum kalacaktı.


Mesai bitimine kadar aklında hep bu tarz düşüncelerle işlerini bitirmeye çalıştı. Mesai bittiğinde diğerleri gibi hazırlandı. Bu da Aslı’nın daha önce yapmadığı bir diğer şeydi. Dosyaları yine ofise bırakmaya gitti. Bu sefer ofiste iki kız vardı. Birbirlerine eğilerek fısıldaşıyorlardı. Aslı onlara aldırmadan dosyaları çabucak dizmeye koyuldu. Ancak işini bitirip ofisten çıkmak için kapıya dönerken kulağına gelen “Ben konumumdan memnunum ama eğer stajyer olsaydım o adaya kesinlikle giderdim. Düşünsene inanılmaz bir haber” sözleriyle biraz duraksadı. Kendini toparlayıp masasına döndü ve çantasıyla telefonunu alıp asansör beklemek üzere düğmeye bastı. Bu sırada yanına gelen kişiyi ancak konuşmaya başlayınca fark etti.


“Ah, bugün bana çarpan kız değil misin sen?”


Aslı kafasını çevirip boş bir ifadeyle yanında duran çocuğa baktı. Koyu renk gözleriyle Aslı’nın yüzünü tarıyor, inci gibi dişlerini göstererek gülümsüyordu.


“Pardon?” dedi Aslı. Daha sonra söylenenler beyninde gereken noktaya gelip anladığında devam etti. “Özür dilerim. Acelem vardı. Bilirsin geç kalmamalısın.”


“Sorun değil.”


Asansör kapısı açıldığında ikisi de asansöre bindiler. Aslı binerken zemin kat tuşuna bastı ve köşede beklemeye koyuldu.


“Söylemeden edemeyeceğim. Omzum hala sızlıyor, o kadar sert çarptınız ki bir an yıldızları göreceğim diye çok korktum.”


Aslı içinden “Çattık ya” diye söylenirken dışından konuştu. “Anlamıyorum o kadar sert çarptığımı düşünmüyorum. Hem sadece dosyalara çarptım.”


Kafa salladı. “Şaka yapıyorum. Dediğim gibi sorun değil. Hem zaten o kadar hızlı bir şekilde dosyaları toplayıp elime tutuşturdunuz ki çarptığınızı idrak etmem biraz zamanımı aldı.”


Aslı önüne döndü ve bir an önce asansörün zemin kata inmesini saniyeleri sayarak beklemeye koyuldu.


“Bu arada benim adım Rıfat,” diyerek Aslı’ya doğru eline uzattı. Aslı kendisine uzatılan bu ele baktı. Bu sırada Rıfat'ın boynundaki kıdemli kartını gördü. Canı sıkıldı. Çünkü şimdi yapacağı ters bir hareket, yarın onun için sıkıntılı zamanlar demekti. Uzatılan eli kısaca sıkıp bırakırken “Aslı" demekle yetindi.


Rıfat konuşmayı sürdürecekken asansörün kapısı beşinci katta açıldı ve içeriye üç kişi girdi. Rıfat’a selam verirlerken Aslı’yı görmezden geldiler. Asansör aşağıya doğru inerken Aslı sonunda konuşmaktan kurtulduğu için rahatlamıştı. Asansöre binen üç kişi Rıfat'a döndüğünde asansör zemin kata gelmişti.


“Rıfat Bey, bahsedilen adayla ilgili ne düşünüyorsunuz?”


“Bence oldukça iyi bir fırsat. Ama tabi riskleri de var.”


Aslı, onlarla çıkışa doğru ilerlerken adımlarını onlara uydurmaya çalıştı.


“Eğer gidersek ve haberi buraya getirirsek hayatımızın fırsatını yakalayabiliriz değil mi?”


“Elbette. Ama dediğim gibi riskli bir iş. Ve eğer gitmeye karar verirseniz müdürlerinizi siz geri döndüğünüzde hala işinizin olmasına ikna etmeniz gerekiyor.” Diyen Rıfat bunu söylerken Aslı’ya dönmüştü.


Aslı kartını okutup iş yerinden çıktı ve onları arkasında bıraktı. “Herkesin dilinde. Yalan olma ihtimali bence sıfır. O adam kıdemli sonuçta, haberin doğruluğu ve yanlışlığını ilk bakışta hemen anlayabilir. Yani öyle değil mi?” kendi kendine konuşuyordu ama son cümlesini söylerken karşısından gelen kadının yüzüne bakmıştı. Kadın onun söylediğini anlayamamış olacak ki “Affedersiniz?” diye sordu. Aslı kendi kendine konuştuğu belli olmasın diye “İyi günler” diyerek gülümsedi ve hızlıca yoluna devam etti.


Loading...
0%