@albayrakirem
|
Caddeye çıktığında ağır adımlarla iş yerinin yolunu tuttu. Vardığında mesainin başlamasına daha on sekiz dakika vardı. Asansöre bindiğinde yine adayla ilgili yapılan konuşmalara kulak misafiri oldu. İneceği kata geldiğinde az önceki ada muhabbetinin yerine yeni bir konunun açıldığını ve kapı arkasından kapanırken gülüşmelerin olduğunu fark edememişti. Masasına gitmek yerine koridor boyunca ilerledi ve kapısında müdür yazan odanın önüne kadar geldi. Derin nefesler alarak hızla çarpan kalbini sakinleştirmeye çalıştı. Birkaç öksürükle sesini düzeltti. Kapıyı iki kere tıklattı ve içeri girdi. Neredeyse tüm çalışanlar onun arkasından bakmış ve içeri girdiğinde hep bir ağızdan gülmeye başlamışlardı. “Aptal kız, kovulacak” Dedi Sinem. “Aman boş ver kimin umurunda ki?” “Benim sayemde. O saçma ada masalını ben uydurdum. O kız rezil olup kovulduktan sonra beni yemeğe çıkarırsınız herhalde.” Diyen Barış, elini Sinem’in omzuna attı. Sinem silkinerek ondan kurtuldu. “Ya müdür onun adaya gitmesini kabul ederse?” Diye sordu. “Daha iyi ya. Kilometrelerce uzaktan onunla dalgamızı geçeriz.” “Gerçekten ada var yani?” diye araya girdi Batuhan. “Tabi oğlum. Ama dünyanın başladığı yerde falan. O kadar uzakta. Yalan atıyoruz da biraz destekli olması lazım.” “Ay defolup gitsin. Onun yüzünden her toplantıda fırça yiyoruz müdürden. Çok çalışkanmış da bilmem ne...” Sinem sinirle saçlarını düzeltti. “Aslı’ya kıymet veriyor tabi. En çok çalışan o gerçekten de. Hem o çalışmasaydı biz nasıl terfi alacaktık şaşkın” Dedi Melisa. “İyi ki önceden akıl ettik de onun bulduğu haberlere konduk. Yoksa hem terfi alacak hem de bize emirler verecekti. Üstelik biz hala stajyer olarak kalacaktık.” Barış bunları söylerken diğerleri ona sessizce hak veriyordu. “Tahmini kaçıncı dakikada müdür bağırarak onu kovar? Bahse girmeye var mısınız?” Sinem muzırca gülümsedi. Aslı, müdürün odasına girdiğinde müdür plazanın camlarından dışarıya bakıyordu. Aslı, odanın ortasına kadar gelip durduğunda arkasını döndü. “Ne güzel bir manzara değil mi?” diye sordu ama cevap beklemediği çok açıktı. Aslı camdan dışarıya kısa bir bakış atarken içinden mırıldandı: “Nesi güzel bunun? Sadece beton yığınları var. Gökyüzünü bile göremiyoruz.” “Merhaba Müdür Bey...” diye söze girdi. “Evet. Seni dinliyorum. Bir şey mi oldu? Yoksa sonunda haberini buldun mu?” “Sayılır. Yani eğer müsaade ederseniz haberimin peşinden gitmek istiyorum.” Müdürün alnı kırıştı. “Neredeymiş bu haber?” “Bir adada efendim. Bu aralar çok sık konuşulurken duydum. Adada ilginç olaylar oluyormuş. Biraz uzakta bir adaymış ama benim için sorun değil. Eğer izin verirseniz...” “Ada hakkında ne biliyorsun?” “Aslında...” biraz duraksadı ve asansörde duyduklarını hatırladı. “Adı Luna Adası. Ulaşım tek seçenekli o da tahmin edersiniz ki deniz yoluyla.” “Gerçekten oradan iyi bir haberle geleceğini düşünüyor musun? Doğruluğunu sana sormuyorum bile çünkü hiçbir şeyden emin değilken yola çıkacağını düşünmüyorum.” O sırada neredeyse sıfır bilgi sahibi olan Aslı kendisini gülümsemeye zorladı. “Evet efendim.” “Tamam öyleyse gidebilirsin.” Dedi ve gülümsedi. Aslı sevinç çığlığı atmadan hemen önce eliyle ağzını kapattı. “Çok teşekkür ederim efendim.” Müdür yeniden ciddileşerek parmağını ona doğru salladı. “Ama eğer oradan ellerin boş dönersen, bir daha buraya gelmene gerek kalmaz. Beni anlıyor musun? Buradan ayrılırken bu söylediğimi de düşün.” “Düşüneceğim efendim. Tekrar teşekkürler.” “Hazırlıklarına başlayabilirsin ancak söylediklerimi unutma.” Diye tekrarladı müdür. Aslı kapıya doğru yürüdü. Kapı kolunu indirecekken müdür: Aslı bir şey söylemeden odadan çıktı. Odadan çıkar çıkmaz bütün ofisin koridor boyu sıralandığını gördü ve ürktü. Çalışma arkadaşları onu masasına gidene kadar takip etti. Aslı masasındaki kişisel eşyalarını çantasına hızlıca koymaya başlarken kalabalık bakışlardan oldukça rahatsız olmuştu. “Hayrola Aslı? Nereye böyle?” diye sordu. Bu ada fikrini ortaya atan ilk kişi, yani Barış'tı. Aslı son kalan defterini de çantasına tıkıştırdı. “Şey... Ofiste konuşulan adayla ilgili araştırma yapmaya gidiyorum” dedi. “Ya öyle mi?” Bunu oldukça samimiyetsiz bir şekilde söyleyen Sinem, Aslı’nın omzuna elini attı. “Ama senin yokluğunda biz ne yapacağız?” “Gitmem gerek.” Asansöre doğru yürürken kalabalığın içinden geçmek zorunda kaldı. İnsanların çalışmak yerine neden burada toplandığını ve kendisine baktığını anlayamıyordu. Kararını daha yeni vermiş ve daha birkaç dakika önce bunu dile getirmişti. Hal böyleyken nasıl oluyor da bu kadar insan onun ne yapacağı konusunda meraklanıyordu? “Beni karşılamanıza gerek yoktu arkadaşlar. Hadi herkes işinin başına.” Dedi tüm gıcıklığıyla. Onun arkasından kendini asansöre atan Aslı, müdür yardımcısının kendisiyle konuşmaması için suratını duvara doğru döndü. Müdür yardımcısı asansöre kimin bindiğini görememişti. Sadece şiddetle düğmeye basan bir el fark edebilmişti. Ardından omuz silkerek yavaşça dağılan kalabalıkla beraber ofislerin olduğu bölüme girdi. Gözü Aslı’nın masasına takıldı. Boştu. “İşte şimdi elime düştün. İşe geç kalmak he? Üstelik de yirmi beş dakika?” Oldukça keyiflenmişti. Odasına dönerek Aslı’nın gelmesini bekledi. Ona söyleyeceği sözleri ayna karşısında prova etti. Onu rezil edecekti. Bu sayede hem çalışanlar ondan hepten nefret edecek hem de müdür onun o kadar da iyi bir çalışan olmadığını öğrenecekti. Saat on olduğunda odasından çıkıp şovunu yapmak üzere kasıldıkça kasılarak ofislerin olduğu bölmeye girdi. Aslı’nın masası hala boştu. Bir yere gitmiş olduğunu düşünerek masasına yaklaştı. Burada beklemeyi düşünüyordu. Aslı gelecek ve onun karşısına dikilip herkesin içinde onu azarlayacaktı. On dakika daha geçti. Hala gelen giden yoktu. Çalışanlar gruplaşmış kendi aralarında sohbet ediyor, gülüşüyordu. Müdür yardımcısı yakındaki bir masaya doğru ilerledi. Telefondan online oyun oynayan pembe saçlı bir kıza yaklaştı. “Aslı nerede?” diye sordu. Kız kafasını telefondan kaldırmadı. Son hamlesini yaparak bölümü geçti. Yeni bölüme geçerken “Oh sonunda be!” diye bağırdı. “Sana diyorum...” Müdür yardımcısı burnundan soluyordu. “Aslı mı? Gitti o. Yalan bir haberin peşine.” Dedi ve dönen sandalyesini çevirerek müdür yardımcısına sırtını döndü. Müdür yardımcısı bir süre kendine gelemedi. Ayakta öylece kalakaldı. Ne demek Aslı gitti? Büyük bir hayal kırıklığı içerisindeydi. O sırada bu sabah asansördeki kişinin Aslı olduğu kafasında dank etti. Demek o yüzden herkes orada toplanmıştı. Ona söyleyeceği her şey bir anda içine dert olmuştu. Sinirli bir halde ofisleri geçerek odasına girerken arkasından söylenen şu sözler karşısında bir anda geriye döndü. “Bu müdür yardımcısı da kum torbasını kaybettiği için sinir küpü gibi olmuş” “Senin işin yok mu?” diye bağırdı. Çalışan neye uğradığını şaşırmıştı. Arkadaşının kolundan çekiştirmesiyle oradan hızlıca uzaklaştı. Müdür yardımcısı odasına girip arkasından kapıyı sertçe kapattı. Aslı zemin kata geldiğinde ağır adımlarla çıkışa doğru ilerledi. Etrafına ilk kez görüyormuş gibi uzun uzun baktı. Ne de olsa buraya geri dönmesi biraz sürecekti. Sahi gerçekten dönebilecek miydi? Bu kuşku beyninin bir köşesinde onu yavaş yavaş kemiriyordu. Kafasını sallayarak kötü düşüncelerden kurtulmaya çalıştı. Kartını okutup caddeye çıktığında, kalabalığı sakince karşılayıp yavaş adımlarla evinin yolunu tuttu. Ailesi onu bu saatte evde görünce çok şaşıracaktı. Ailesiyle yapacağı konuşmayı yolda defalarca prova etti. Sakin olmalı ve verebilecekleri en kötü tepkiye hazır olmalıydı. Zile basmadan önce kapıda bir süre bekledi. Zili çaldığında kendisine yıllar gibi gelen birkaç saniyeden sonra kapı babası tarafından açıldı. Babası hem şaşkın hem de endişe dolu bir ifadeyle ona bakıyordu. “Aslı ne oldu?” diye endişeyle soran annesi onu kollarından tutup eve soktu. Salona geçerlerken; “Merak etmeyin. Sorun yok.” Diyen Aslı çantasını koltuğun üzerine koydu ve kendisi de koltuğa çöktü. Anne ve babası hala ayakta dikiliyordu. “Bu saatte evde olmazsın ki kızım. Doğruyu söyle, bir sorun mu var? Yoksa....” “Yoksa işten mi ayrıldın?” diye annesinin cümlesini tamamladı babası. “Hayır tabikide. Zaten işimden dolayı şu anda buradayım. Bir haber için gitmem gerekiyor. Hazırlık yapmak için izin aldım. Yani ne ortada bir sorun var ne de işten kovuldum.” Anne ve babası kısa süreli bakıştılar. Aslı onların kendince oluşturdukları iletişimi keserek konuşmaya devam etti: “Bu haber çok önemli. Bu yüzden oraya gitmeli ve haberle ilgili çalışmaları yapmam gerekiyor. Müdürüm bana güvendi. Bu işi halletmem için görevlendirdi.” Bu kısmı yalandı ama bütün ikna yöntemlerini kullanıyordu. Kulağının arkasını kaşımamak için kendini zor tutuyordu. “Nereye gideceksin?” diye sordu babası, koltuğun kenarına yaslanarak. “Luna Adası'na.” “Adaya mı? Neredeymiş?” Bunu soran annesiydi. Hala ayakta duruyordu. Ellerini beline koymuştu. “Biraz uzakta. Gemiyle gideceğim. Sonra aynı şekilde döneceğim.” Aslı oldukça kendinden emin konuşuyordu. Bu kadar rahat ve hızlıca cevap verebildiğine kendisi de şaşıyordu. “Ne zaman gideceksin? Annenle ben seni hep merak edeceğiz ama.” “Baba merak edecek bir şey yok ki. Hem her zaman sizi arayacağım. Hatta kart bile atarım belki. İşim bitince yine geleceğim ve bu sefer aynı yerde sayıp durmayacağım. İşimde yükselebileceğim. Çalışmalarımın karşılığını alacağım.” Salondan ayrılıp odasına geçerken anne ve babasının sorularına kısa ve tatmin edici cevaplar vermeye çalıştı. Dolabının en ücra köşesindeki valizi çıkardı. Bu sırada anne ve babası da peşinden odaya gelmişler, babası kapıda dikilirken annesi dolabın yanındaki sandalyeye oturmuştu. Aslı yatağının üzerine koyduğu valize ihtiyacı olan eşyaları yerleştirirken sakin kalmaya çalıştı. Ailesinin onun için endişelenmesini istemiyordu. Bu yüzden kendi içindeki savaşı susturmalı ve o adaya gitmenin hem kendi hem de ailesi için iyi olacağına kesin olarak inanmalıydı. Kıyafetlerini yerleştirmesi bittiğinde küçük bir el valizine defterlerini, kamerasını ve daha pek çok işine yarayacak parçayı ekleyerek fermuarını çekti. Sessizce ona bakmaya devam eden ailesine döndü. “Endişelenmeyin. Sorun çıkmayacak.” Dedi. İkisinin yüzünden de buruk bir gülümseme geçti. “Senin için iyisi bu olacaksa seni her zaman destekleriz. Sadece bu bahsettiğin ada çok uzakta değil mi? Gelmek istesek gelemeyiz. Ya orada telefon çekmezse?” Annesi bunları sandalyesinden kalkarken söylemişti. “Anneciğim, ben size sürekli haber vereceğim. Lütfen bunları düşünüp kendinize dert etmeyin.” İkisi de pek tatmin olmuş gibi değildi ama Aslı’nın başka bir ikna yöntemi kalmamıştı. Babası en sonunda: “Böyle olması gerekiyorsa bizim diyecek bir şeyimiz yok. Dediği gibi bize sürekli haber verecektir. Hadi biz çıkalım o da işlerini halletsin.” Dedi. Annesi başta dirense de sonunda ikna oldu ve odadan çıktılar. Aslı odanın kapısını kapatıp yatağının üstüne oturdu. Ellerini saçlarının arasından geçirdi ve üzerindeki stresi atmaya çalıştı. Ailesiyle olan konuşma sonunda bitmişti. Bu onu biraz rahatlamalıydı ancak neyle karşılaşacağını bilmediği bu uzun yolda kendini savunmasız hissediyordu. Telefon çalana kadar öylece durdu. Telefonu son çalışında açmayı başardı. “Sen aklını mı kaçırdın? İşten ayrıldığını söylediler. Bu doğru mu?” Ses Pelin'e aitti ve hayli sinirli geliyordu. “Hayır.” “Nasıl? Yalan mı? İyi de sizin şirketteki bir arkadaşım söyledi. Şu an işyerinde misin?” “Hayır.” Aslı konuşmak istemiyordu. Pelin’in kendisini yarı yolda bırakmasından dolayı değildi bu isteği. Sadece onunla vedalaşmak en az ailesiyle vedalaşmak kadar ona acı verecekti. Vedaları sevmezdi. Ağlamayı da öyle. Ve şimdi telefonun ucundaki ses ona ardı arkası kesilmeyen sorular sordukça ne diyeceğini bilemiyordu. Ailesiyle olan konuşmanın üstüne gelen bu arama onun sinirlerini yıpratmıştı. Gözlerinin dolmasını ve gözyaşlarının birbiri ardına yanaklarından aşağıya yuvarlanmasını engelleyemiyordu. “Hey! Aslı konuşsana ne oldu? Ağlıyor musun?” “Pelin... Ben seni birazdan ararım.” Dedi ve telefonu kapattı. Derin derin nefesler alıp vererek sakinleşmeye çalıştı. Ağlama krizi geçtiğinde elini yüzünü yıkayıp odasına geri döndü. İnternetten adaya gidilebilecek en iyi rotayı bulup biletlerini aldı. İyice sakinleşince Pelin’i geri aradı ve ona olanları anlattı. Tıpkı Selim gibi o da vazgeçirmeye çalıştı ancak başarılı olamadı. Aslı telefonu kapatırken son kez görüşmek üzere buluşma ayarladılar. Aslı ailesinin yanına döndüğünde onları salonda otururken buldu. Saat öğleden sonra dörttü. Yanlarına gidip bir koltuğun kenarına ilişti. Bir süre elleriyle oynayarak konuşmaya başlamak için doğru anı kolladı. “Bu gece için bilet buldum.” Dedi sonunda. Anne ve babası gözlerini televizyondan ona doğru çevirirken Aslı derin bir nefes verdi. “Bu kadar erken mi?” Diye sordu annesi. “Evet. Ne kadar erken gidersem o kadar erken gelebilirim. Öyle değil mi?” “Neyle gideceksin? Bende seni gideceğin yere kadar bırakayım o zaman.” Dedi babası. Babasının bu kadar çabuk ikna olmasına şaşırmıştı Aslı. Böyle şeylere karşı daha kuralcı ve ikna edilemez olan oydu. Ama bu sefer destek vermişti. Bunda Aslı’nın burada daha fazla perişan olmaması için bu şansını da kullanmasının daha iyi olacağı düşüncesi etkili olabilirdi. Çünkü biliyordu ki o izin vermese bile kızı bir şekilde bu işin peşine düşecekti. Bazen onu bu kadar hırslı yetiştirmiş olmakla kızlarına kötülük yapmış olup olmadığını sorguluyordu. Belki de bazı şeyleri onunla düzgünce konuşup başarısızlığın da doğal bir şey olduğunu, onu her zaman destekleyeceklerini anlatmaları gerekiyordu. Kızları bu şehirde ayakta kalabilmek ve var olabilmek için çok mücadele ediyordu. Bunu kendilerini memnun edebilmek ve takdir görebilmek için yapıyordu. Acaba onu en son ne zaman takdir etmişlerdi? “Gerek yok baba. Ben kendim giderim. Uçağa bineceğim oradan başka bir yere uçacağım ve sonra gemiyle adaya varmış olacağım. Hem gitmeden önce arkadaşlarımla vedalaşacağım. Havalimanına öyle geçeceğim.” Aslı bunları söylerken biraz canı sıkılmıştı. Anlatırken bile bu yolculuktan yorulmuştu. Babası üsteleyecekken vazgeçti. Annesi de bir şey söylememeyi tercih etti. “İyi olacağına ve bize her zaman haber vereceğine söz ver.” Annesi ağlıyordu. Tüm gün içini yiyip bitiren düşünceler gözyaşları olarak bedenini terk ediyordu. “Asıl siz kendinize iyi bakacağınıza söz verin. Ben zaten iyi olurum.” Babasına da sarıldı. Babası dolmuş gözlerine rağmen ağlamamak için kendini sıkıyordu. Aslı da ağlamamaya çalışıyordu. Çünkü ağlarsa bu onları daha da üzebilirdi. Kapıdan çıkıp valizlerini asansöre koyarken annesi ve babası asansörün kapısının önünde beklediler. Kapı kapanırken birbirlerine el salladılar. Babası, ağlayan annesini kollarının arasına almış saçlarını okşarken sonunda gözyaşlarına kendisini teslim etmişti. Kapı kapandığında Aslı da ağlamaya başladı. Hıçkırıkları asansörden inerken bedenini sarsıyor, valizlerini güçlükle sürüklemesine neden oluyordu. Apartmandan çıktığında Pelin onu arabasının yanında bekliyordu. Arabaya yaklaşırken yalnız olmadığını gördü. Selim de gelmişti ve çoktan ağlamaya başlamıştı. Gözyaşlarını saklamaya çalışıyor bir yandan da gülümsemeye uğraşıyordu. “Gidiyorsun demek.” Dedi Selim. “Evet ama bu senin için sevindirici bir haber olmalı. Başına bela olmayacağım haber haber diye.” “Şikâyet etmiyordum ki...” “Aslı... Ben özür dilerim seni yarı yolda bıraktığım için. Bu yüzden gitmiyorsun değil mi?” “Hayır Pelin. Bu haber benim için çok önemli ve özel.” Valizleri arabanın bagajına yerleştirip arabaya binerlerken Aslı biraz daha sakinleşmişti ve artık ağlamıyordu. Arka koltukta oturan Selim hala burnunu çekiyordu. Aslı ona takılmadan edemedi. “Ne o Selim Bey, bunlar mutluluk gözyaşları mı? Sabahın köründen akşamın karanlığına kadar rahatsız edilmeyeceğin için çok mutlu olmalısın.” “Saçmalama Aslı. Hem ben ağlamıyorum. Bu araba çok tozlu, gözüme toz kaçtı.” “Hey orada dur bakalım. Arabamı yeni yıkattım. Laf söyletmem,” dedi Pelin. Gülüştüler. Havalimanına geldikleri vakit Aslı valizlerini aldı. “Tamam artık gelmeyin. Burada vedalaşalım.” Dedi. “Niyeymiş o? Biz de gelelim.” Diye ısrar etti Pelin. “Böylesi daha iyi. Lütfen...” “Tamam Aslı’yı üzmeyelim Pelin. Orada benim gibi bir yakışıklının yolcuların aklını başından almasından endişe ediyordur. Hepsi bana kapılıp uçak saatini kaçırır da biletleri yanar diye bu tavırları...” “Bak sen şuna. Aslı kesinlikle bunu düşünmüştür zaten.” “İçeri girmem gerek. Ve daha fazla ağlamak istemiyorum. Sizi böyle gülerken hatırlamak istiyorum.” “O ne öyle hiç gelmeyecek gibi konuşma.” Dedi Pelin ve Aslı’ya sarıldı. Selim de ikisine birden sarılırken Aslı’nın kaküllerini karıştırdı. Aslı “Yaa!” diyerek kendini geri çekti ve kaküllerini düzeltti. “Oh içim rahatladı. Bu bana bir süre yeter. Seni sinir etmeye bayılıyorum.” “Dua et şimdi gitmem gerekiyor. Yoksa ben yapacağımı bilirdim. Ama bunu gelince de soracağım.” Üç arkadaş son kez sarıldılar. Aslı havalimanının içine girerken arkadaşları o gözden kaybolana kadar arkasından el salladılar. Aslı gerekli tüm işlemleri yapıp uçağa binerken şehrin kokusunu içine çekti. |
0% |