@albayrakirem
|
Aslı, Selma’nın yanından ayrıldığında eşyalarını toplamak için merdivenlere doğru ilerledi. Tam o sırada merdivenlerden inen bir çalışanın valizini taşıdığını gördü. “Aslı Hanım, hanımefendi emretti.” “Cadalozluğu hiç bitmiyor bu kadının. En azından sahte de olsa bir üzüntü belirtisi gösterseydi.” Diye içinden geçirdi. Valizini çalışanın elinden alırken mırıldandı. “Nasıl olsa kazanan ben olacağım. Küçük zaferini kutlayabilir.” Çalışan bunu duymuş olsa da onun yanında herhangi bir tepki vermemek için hızlıca yanından uzaklaşmıştı. Aslı, çalışanlara dedikodu malzemesi verdiğinin farkındaydı. Umursamadı. Söylediği sözlerin çarpıtılacağını biliyordu. Nitekim çalışan, koşarak gittiği arkadaşlarına söylenmemiş tonla lafın arasında asıl söylediklerini sıkıştırılmış birkaç kelimeyle anlatmaya başlamıştı bile. Kapıdan çıkıp terasta ilerlerken onca insana ne olduğunu tekrardan düşünmeye başlamıştı. Terası geçip merdivenlerin başına geldiğinde Hilmi’yi fark etti. Onu görünce oturduğu basamaktan kalkmış, elindeki valize uzanmıştı. “Hayrola? Ne zamandır burada bekliyorsun?” “Çok değil. Henüz dizlerimin üstü ağaca dönüşmedi.” “Sana beni bekle dediğimi hatırlamıyorum, kızıl.” Basamakları inmeye başlamışlardı. Aslı, Hilmi’nin koluna girmiş, arada ona sataşarak dengesini bozuyordu. Kahkahaları gökyüzüne yayılıyordu. Arkalarından onları izleyen bir çift gözün varlığından habersizlerdi. Savaş, bir ağaca yaslanmış, biraz önce buluşan ve kol kola gözden kaybolmaya başlayan bu çifti can sıkıntısıyla izliyordu. Birbirlerinden son derece alakasız olduğunu düşündüğü bu ikilinin yan yana olması ona çok saçma geliyordu. Oldukça rahatsız olmuştu ancak elinden hiçbir şeyin gelmediğini ve gelmeyeceğini de biliyordu. En kısa zamanda onun bu adadan gideceğini, bir daha ne bu adayı ne de o adamı göreceğini hatırlattı kendine. Ancak bu içini rahatlatmaya yetmedi. Keder tüm içine yayıldı ve olduğu yere çöktü. “Burada rahat edebilecek misin?” Hilmi valizi salonun ortasına doğru sürükledi. Bir zamanlar Yaşar'ın oturduğu koltuğa çöktü. Aşınmış kenarlarında ellerini gezdirdi. Aslı, biraz daha az eskimiş bir başka koltuğa oturup derin bir nefes verdi. “Rahat etmeye gelmedim. Hem bu evde öyle çok yaşayıp anı biriktirmeyeceğim. Yeterince anıyla dolu.” Gözleri vitrinden kendisine bakan fotoğraflara kaydı. Hilmi, onun gözlerini takip etti. “Ne tuhaf değil mi? Onca yıl tek başına yaşadı. Dalga konusu oldu. Hatta deli bile dediler ona. Kimsesi kalmadı. Bu evin her bir köşesinde tek bir insanın izi var. Şu vitrindeki fotoğraflar... Tek anısı onlardı. Kim bilir günde kaç defa onlara bakıp geçmişi düşünmüş, fotoğraftaki kişileri özlemiştir.” “Bazen, hayat çok acımasız olabiliyor.” Duvardaki saatin tik takları kısa süren sessizliklerini doldurdu. “Her şeye rağmen zamanın akıp gitmesi komik. Hayatın mahvoluyor, o anı hiç yaşamamış olman gerektiğini düşünüyorsun. Silip atmak istiyorsun o korkunç anları ancak zaman öyle hızlı akıyor ki, suratına bir yumruk indirir gibi seni öylece yere seriyor.” “Haklısın. Zamanın darbesini defalarca kez yedim. Her birinde toparlanmam çok zor oldu. Ve sanırım sonuncusu beni tamamen yok edecek.” Aslı kaşlarını çatarak ona baktı. “Neden öyle dedin şimdi?” “Çünkü gideceksin.” Aslı yutkundu. Hilmi içindekileri dökmek ister gibi koltukta öne doğru hareket ederek dirseklerini dizleri üzerine koydu. Ellerini huzursuzca birbirine kenetleyip açarken gözleri odanın içinde dolaştı. “Biliyordum ama. Yalnızca bunu bir an unutmak istemiştim. Ama giderek daha çok bu vedaya yaklaşıyor olmama rağmen, küçücük bir ihtimal olabileceğini umdum.” “Hilmi...” “Bir şey söyleme. Kendini suçlu hissetme. Buraya haberin için geldin. Seni burada tutamayız ki.” Aslı’ya baktı. Gözlerinde beliren bir şey Aslı’yı yüreğinden yaralanmışçasına sarstı. Dili ile gözleri bambaşka şeyler söylüyordu ona. Aslı gözlerini ondan kaçırıp önüne doğru baktı. Kaküllerini düzeltti. Az önce duydukları kafasında dönüp duruyordu. “Buraya haberin için geldin. Seni burada tutamayız ki.” Oturduğu yerden kalkıp salonda birkaç adım attı. “Evet, haklısın. Buraya haberimi bulmak için geldim. Gelirken olduğu gibi buradan giderken de tereddüt yaşamayacağım. Buradaki herkes tarafından unutulup gideceğim zamanla. Sanki hiç gelmemişim gibi.” Pencerenin önünde durdu. Sırtı Hilmi’ye dönüktü. Yüzünü görsün istememişti. Sarf ettiği cümlelerin içindeki fırtınadan etkilenmesine izin veremezdi. Hilmi’ye doğru döndüğünde her zamanki soğukkanlılığını sağlayabilmişti. Derin bir nefes verdi. “Bir şeyler yiyelim mi? Bu sefer yemek benden,” dedi. Hilmi yerinden kalktı. Aslı’nın karşısına kadar geldi. Aslı, onun yanından geçip mutfağa girdi. Dolap kapaklarını açarak içlerinde neler olduğunu incelemeye başladı. Buzdolabının kapağını açtığında Hilmi mutfak kapısının pervazına kafasını dayamış ona bakıyordu. Aslı, yaşlı adamın son yaptığı kahvaltıdan kalan bir parça peynire bakarken boğazı düğümlendi. Bir sonraki gün için ayırdığı peyniri yiyememişti. Yiyemeyecekti de. Dolabın kapağını kapattı. “Alışveriş yapsak iyi olacak,” dedi. Hilmi kafa sallamakla yetindi. Birlikte evden çıktılar. Birkaç dakikalık sessiz yürüyüşten sonra pazara gelmişlerdi. Aslı, sebze tezgahının önünde durdu ve salatalık birkaç şey seçmeye başladı. Sebzeci, orta yaşlarda bir adamdı ve Hilmi’ye bakışları öfke doluydu. Aslı’nın arada sırada ona sorular sormasını büyük bir şaşkınlıkla izliyordu. Oradan ayrıldıklarında yanındaki esnafa onları gösterdi. “Bu kızın akbabanın yanında olması ne kadar sağlıklı? Tehdit falan ediyor olmasın kızı?” “Tehdit etse pazara sebze seçmeye mi gelirler? Hem ne ile tehdit edecek?” “Akbaba ve yandaşlarından her şey beklenir.” “Gayet kendi isteğiyle onunla konuşuyor bence.” Alışveriş için tezgahın önüne gelen bir kadın söylemişti bunu. Gizli bir sır verir gibi öne doğru eğildi. “Onları gördüm. Gülüşüyorlardı. Yaşar’ın evine girdiler. Kız orada kalacak herhalde. Valiz falan taşıdılar.” Bu dedikodu pazarda kısa sürede yayıldı ve daha ikisi pazardayken yanlarından geçtikleri kişilerin fısıldaşmalarına şahit oldular. “Hey, bunların derdi ne?” “İkimiz hakkında konuşuyorlardır. Senin aşağıya indiğini öğrenmişlerdir. Malikaneden neden ayrıldığın üzerine teoriler üretmek onların yeni eğlencesi olur artık.” “Konuşsunlar bakalım.” Hilmi kese kağıdını Aslı’dan aldı. Kalan birkaç eksiği de giderip eve dönmek üzere yola koyuldular. Pazardan henüz çıkmışlardı ki Aslı olduğu yere çivilenmiş gibi kalakaldı. Hilmi, onun durmasıyla birlikte durdu ve bakışlarının toplandığı yere baktı. “Selma?” Aslı hiç bu kadar şaşırdığını hatırlamıyordu. Terastan öteye geçemeyen bu kızın nasıl olup da aşağıya indiğini anlayamıyor, gerçek olup olmadığından emin olamıyordu da. Selma ona doğru çekingen bir adım attı. Etrafa ürkek bakışlar atarken Aslı’yı görmenin rahatlığıyla gülümsemişti. “Seni görmek istedim. Biliyorum birkaç saat önce görüştük ancak yine de... Geldim işte.” “Selma, ben gözlerime inanamıyorum. Sırf benim için mi geldin?” Selma kafasını salladı. Arkasına doğru baktı. O esnada Savaş’ı fark eden Aslı’nın kaşları hayretle yukarı doğru kıvrılmıştı. “Ağabeyimden rica edince buraya gelmem için bana yardım etti.” “Öyle mi? Peki annen?” “Her gün yanına gittiğin arkadaşın mı?” diye sordu kafasıyla onu işaret edip. Aslı ilk önce Hilmi’ye baktı. Hilmi hafifçe gülümsemişti. “Evet Selma.” Elini Hilmi’nin kese kağıdını taşıdığı koluna koydu. “Adı Hilmi. Hilmi, bu sana bahsettiğim arkadaşım Selma.” “Akbaba Hilmi.” Savaş’ın sesiyle herkesin bakışları onun olduğu noktada birleşti. Savaş kardeşinin yanına gelip durdu. “Şu her şeyi mahvetmeye çalışan grubun lideri gibi bir şey. Hatırlıyor musun onları?” Hilmi bir şey söylemek için ağzını açtı. Ancak Aslı’nın bakışları onu susturdu. Selma ağabeyinin sorusu üzerine biraz düşündü. “Pek hatırlamıyorum.” “Nereden hatırlasın ki kız? Bunca yıldır bu adada yaşıyorum ilk kez görüyorum böyle bir kızı. Seni eve mi hapsetmişlerdi?” Selma bir şey söyleyemedi. Savaş ise çok öfkelenmişti. Aslı onun yumruklarını sıktığını görünce kısa süreli bir panik yaşadı. Etrafta toplanmaya başlayan halkın önünde rezillik çıkması an meselesiydi. “Bu güzel kız da kim?” diye bir ses işitildi. Halktan birisi yaklaşıp Selma’ya daha yakından baktı. “Yeni mi geldin?” Kalabalıkta birkaç saniye sessizlik yaşandı. Herkes duyduklarına inanamaz halde birbirlerine baktı. “Nasıl yani? Malikanede bir kız çocuğu mu varmış? “Bu zamana kadar neden görmedik ki?” “Belki yıllardır ada dışında yaşıyordur.” “Hiç görmedim bende.” “Babasını andırıyor biraz. Pek de güzel bir kızmış.” Kalabalığın gürültüsü her geçen an giderek artıyordu. Selma, ağabeyine daha çok sığınarak sakinleşmeye çalıştı. Daha önce tüm dikkatin üzerinde toplanmasına şahit olmamıştı. Ancak şimdi insanlar ona yaklaşıyor, bakışlarını saçlarından başlayarak ayakkabılarına kadar gezdirerek her detayını inceleyerek yorum yapıyorlardı. “Ne yapacağız Aslı? Aradan kaçalım.” Aslı, Hilmi’ye baktı. “Selma’yı buradan uzaklaştıralım. Eğer Esin’in haberi yoksa bu sefer beni kendi elleriyle boğmak için gelecektir.” “Ben izin vermem.” Göz kırptı. “Hem senin haberin yoktu ki.” “Onun için fark etmiyor.” Aslı, Savaş’a yaklaştı. “Yaşar’ın evine geçelim.” Savaş kafa salladı. Kalabalığın arasından geçmeye başladılar. Tam çemberin içinden çıkmışlardı ki bir çocuk önlerine çıktı. Sekiz yaşlarında bir çocuktu. “Savaş ağabey, annem ne zaman gemiye binecek? Ona el sallamak istiyorum,” demez mi? Savaş’ın yüzündeki kan çekilmişti neredeyse. Kardeşini bırakıp çocuğa doğru yaklaştı. Çocuğun hatırlatmasıyla birlikte halk da malikaneye yolcu ettikleri yakınlarını hatırlayarak ardı arkası gelmeyen sorular sormaya başladı. Savaş, çocuğun başını okşadı. Söyleyebilecek en iyi kelimeleri bulmaya çalıştı. “Yalan bulmaya çalışıyor şu an.” Hilmi bunu söylerken tıslayarak güldü. “Aslı, bizimkiler hala malikanede değil mi?” Aslı kendisine yöneltilen bu soruyla ne yapacağını bilemez halde kalakaldı. Her şeyin elinde patlaması, en son isteyeceği şey bile değildi. “Şey… Gemi henüz gelmedi değil mi? Yani hala bizimleler.” Dedi Savaş. Selma, ağabeyinin sözlerine bir anlam veremeyerek ona baktı. Ada halkı Savaş’a hak vererek meraklarını tatmin ettiler. “Doğru ya, daha gemi gelmedi.” Dediler. Savaş onlara doğru döndü. “Şimdi lütfen herkes işlerinin başına dönsün. Herkese iyi günler.” Kalabalık, bu sözler üzerine konuşa konuşa yavaşça dağılmaya başladı. Savaş, derin bir nefes verdi. “Biz de gidelim artık.” |
0% |