Yeni Üyelik
9.
Bölüm

Yeni Strateji

@albayrakirem

Keyifli okumalar 💐


Aslı ne kadar acıktığını çorbadan bir kaşık alınca anlamıştı. Kaşığı birbiri ardına ağızına götürüyor, başka hiçbir şeye dikkat etmiyordu. Savaş karşısında oturmuş, ondan daha sakin çorbasını içerken arada kafasını kaldırıyor, ona bakıyordu. Mutfağa girip çıkan çalışanlar sıklıkla bir istekleri olup olmadığını soruyor, bardaklarında eksilen suları doldurmak için acele ediyorlardı.


Açlığı biraz geçmiş olan Aslı salataya uzanırken ondan önce davranıp tabağı ona yaklaştıran çalışana mahcup bir halde gülümsedi. Çalışan gözlerini kaçırdı ve az önce durduğu noktaya döndü.


“Burada beklemek zorunda mı?” Hafifçe masaya doğru eğilmiş ve çalışanın kendilerini duyamayacağından emin olduğu bir tonda sormuştu.


“Rahatsız mı oldunuz ondan?”


“Hayır. Yani bu ona haksızlık. Ben oturmuş karşısında yemek yiyorum, o ise öylece dikiliyor. Size normal mi geliyor bu?”


“Bu onun işi ama. Neden böyle düşünüyorsunuz?”


“Bana yanlış geliyor. Onlar sizin yardımcılarınız olabilir ama orta çağda değiliz. Köle ve efendisi ilişkisi gibi...”


“Onlara kötü mü davranıyoruz yani? Bizi neyle suçluyorsunuz?”


“Ben kimseyi suçlamıyorum... Yani şahsi olarak. Off bilmiyorum... Ben sadece... Unutun gitsin.”
Aslı çatalıyla tabağındaki domatesle oynayama başladı.


Savaş bir şey söylemek için ağzını araladı ancak vazgeçti. Yanlarında duran çalışana baktı. Beyaz bir gömlek, siyah bir kumaş pantolon giyiyordu. Boynunda her zaman düzgün durması gereken papyonu canını sıkıyor gibiydi. Kolunun üstündeki havluyu arada sırada düzeltiyor, kırışmaması için özen gösteriyordu. Fazla büyük değildi, hatta hemen hemen yaşıt bile sayılırlardı. Buradaki çalışanlardan bir çiftin çocuğuydu. Öğrendiği her şey malikaneye hizmet etmek konusunda olmuştu. Başka herhangi bir hayale kapılmasına fırsat verilmemiş, bir hizmetçi olarak yetiştirilmişti. Savaş, çatalını masaya koydu.


“Gidip dinlenebilirsin, bir şey istemiyoruz artık,” dedi.


Hizmetçi afalladı ve sahibinin yüzüne baktı. Anlamamış gibiydi.
“Ama efendim, kurallar...” diyecek oldu.


“Annem burada değil ve ben onun kadar katı kurallara sahip değilim. Emir vermem gerekiyorsa gitmeni ve dinlenmeni emrediyorum. Unutma başka bir işle ilgilenmeni değil, odana gidip dinlenmeni. Hemen git.”
Hizmetçi kafasıyla hafifçe selam verdi ve mutfaktan çıktı.


“Gördüğünüz üzere onlara köle muamelesi yapmıyoruz.”


“O yüzden mi o kadar şaşırdı çocuk?”


“Kabul ediyorum bu evin bazı kuralları var. Ancak bunlar gerekli olduğu için var. Hem unutmayın ki biz hem bu malikaneyi hem de adayı yönetiyoruz. Yani eğer düzeni bozarsak karışıklık çıkar.”


Aslı da domatese yeterince zulüm yaptıktan sonra çatalını bıraktı. Kollarını göğsünde kavuşturup Savaş’a baktı.


“Biraz fazla tepki vermiş olabilirim. Sanırım biraz da garipsedim. Daha önce böyle bir malikaneye gelmemiş, bu kadar hizmetçiyle karşılaşmamıştım. O yüzden rahatsız hissettim.”


“Şu konuda içiniz rahat olsun ki onlara değer veriyoruz. Kurallarımız var ama bu onları kısıtlayacak şekilde değil. Olması gerektiği gibi her şey.”


“Siz öyle diyorsanız.”


Aslı odasına çıktığında bir günü daha zayi ettiğini anladı ve kendine kızdı. Saatlerce kitap karıştırmaktan görevini unutmuştu neredeyse. Biraz daha dikkatli olmalıydı. Yarın daha fazla odaklanacağına dair kendi kendine söz verdi. Burada geçen her bir gün, evinden ve işinden bir gün daha uzakta kalmaktı. Hem kim bilir işyerindekiler hakkında neler neler atıp tutuyordu. Geciktiği her bir an onların ekmeklerine bal kaymak oluyordu. Kendilerinin haklı çıktığına inanıyorlar, onun arkasından atıp tutuyorlardı. Aslı bunları düşününce yumruklarını sıktı. İntikamını mutlaka almalıydı onlardan yoksa... Başka bir ihtimali düşünmek bile canını acıtıyor, içindeki yarayı daha da deşiyordu.


Ada hakkında hala yeterli bilgiye sahip değildi. En büyük eksiği buydu ona göre. Malikane hakkında az da olsa bir şeyler öğrenmişti. Mesela asıl otorite Esin idi. Her şey ona göre ayarlanıyordu. Herkes ondan çekiniyordu. Ne Halit ne de Savaş ön plandaydı. Onlar arka plandan işlerin Esin'in istediği şekilde yürümesi için gereken adımları atıyordu. Selma ise bu yapbozun kaybolmuş köşesiydi ve kimse onu bulup resmi tamamlamaya yanaşmıyordu.


Ağabeyi ile olan atışmaları gerçek bir ağabey kardeş izlenimi veriyordu. Nitekim sadece sözde kalan bu yakınlık derin bir uzaklığı gün yüzüne çıkarıyordu.


Aslı bu yapbozun içindeki büyük resmi görmeye zorluyordu kendini. Neden Selma bu kadar silikti? Neden Savaş ona yardım etmiyor ve görmezden geliyordu? Aslı’ya onun neden ağladığını sormuştu, umursadığı için miydi yoksa bir sırrı ortaya çıkarmış olmasından endişe ettiği için miydi? Ortada bir sır olmalıydı elbette. Çünkü buradaki ilginç olaylar malikaneyle ilgiliydi yüksek bir ihtimalle. O zaman Selma da biliyor olmalıydı.


Aslı yatağın üzerinde bağdaş kurup oturmuş ellerini saçlarının arasından geçirmişti. Öne doğru eğilip öne arkaya hafifçe sallanmaya başladı.


Selma’nın bir şeyi ağzından kaçırmasından korkuyor olabilir miydi? Aslı bunu saçma buldu. Eğer böyle bir şey olsaydı Esin onu kızıyla tanıştırmaz, yakınına dahi sokmazdı. Hem Selma yalan söyleyecek bir şeyler saklayacak biri değildi. Yani öyle olmalıydı. Aslı’ya daha ilk günden neredeyse hayatının her ayrıntısını anlatmış, içini dökmüştü. Hayır hayır Selma’nın herhangi bir bilgisi olamazdı.


Yanlış ata oynadığını anlamıştı. Her ne kadar Selma’nın iyi bir kız olduğunu ve onunla hakiki dost olabileceğini düşünmüş olsa da ne o bir iyilik meleğiydi ne de buraya dost bulmaya gelmişti. Hem eninde sonunda bu adadan gidecekti. O zaman ne olacaktı o kıza.


“Off amma zor işler... Nereden tutsam elimde kalıyor. Ama kendimi düşünmeliyim. Doğru olan bu. Selma ile arkadaş kalmaya devam ederim ama onu ikinci plana atarım. Anlaşılan ondan hiçbir bilgi elde edemeyeceğim. O zaman... O zaman diğer hamlemi iyi düşünmem lazım...”


Yatağın içinde hala ileri geri sallanıyordu. Sonunda Savaş’a odaklanmaya karar verdi. Elbette onun bilgisi daha fazla olurdu. Ne de olsa ileride o yönetecekti her şeyi. Kitaplar ortak noktaları olabilirdi ve onunla vakit geçirip güvenini kazanabilir, her dakika her gün küçük parçalar halinde ondan ihtiyacı olan bilgileri alırdı. Ne kadar zor olabilirdi ki bu? En azından stajyer olarak kalıp ömrünün sonuna kadar herkes tarafından aşağılanmak zorunda kalmaktan daha zor değildir. Hayır hayır... Kesinlikle kendini düşünecek ve gerekirse... Gerekirse her türlü manipülasyonu yapacak, güvenlerini kazanacaktı. Ün ve makamı onu bekliyordu. Hayalini gerçekleştirmeliydi her ne olursa olsun.

🎈🎈🎈

Uyuyakalmıştı. Tüm gece düşünmüş ve planının her bir detayı üzerinde uzunca bir süre çalışmıştı. Gözlerini açtığında güneş çoktan pencerelerden odanın içine dolmuş, açık kalan pencereden içeriye giren toz zerreciklerinin dansını sunan bir sahneye dönüşmüştü.


Doğrulup bacaklarını yatağın kenarından sallandırdı. Karışmış saçlarını eliyle düzeltmeye çalıştı. Başarılı olamayınca duşa girmek için tembelce yataktan kalktı.

Banyonun aynasından yüzüne bakarken gülümsedi. “O gün bugün. Eminim bir şeyler öğreneceğim.”

Banyodan çıkıp dolaptan çıkardığı açık mavi yuvarlak yaka bir tişört ve siyah bir eteği üzerine geçirdi. Odadan çıkmadan hemen önce ayağına sandaletlerini geçirdi.

“Operasyon başlasın,” dedi ve kakülünü düzeltip odadan çıktı.

Çalışanlar çoktan işe başlamışlardı her zamanki gibi. Aslı alt kata indi. Etrafta misafirlere dair ses seda yoktu. Önce salona ardından mutfağa baktı. Çalışanlar harici kimse yoktu.

Dün yanlarında duran çalışan ile karşılaşınca “Biraz bekler misiniz?” diye sordu. Çocuk tozunu aldığı bibloyu özenle yerine yerleştirip ona döndü.

“Buyurun, bir isteğiniz mi var?”

“Şey... Herkes nerede?”

“Selma Hanım odasında dinleniyor efendim. Savaş Bey dışarı çıktı.” Çocuk burada sustu. Elindeki beze bakmaya başladı.

“Savaş... Yani Savaş Bey nereye gitti tam olarak?”

“Meydana sanırım. Herhangi bir sorun var mı diye rutin kontrollerinden birini yapıyor. Eğer başka bir sorunuz yoksa ben...”

“Biraz daha bekleyin lütfen. Peki diğerleri nerede? Yani misafirler ve ev sahipleri.”

Çalışan hiçbir şey söylemedi, elindeki toz bezine bakmayı sürdürdü.

“Bir cevap vermeyecek misiniz?” Aslı bunu sabırsızlıkla sormuştu. Neredeyse çocuğu kolundan tutup sarsacaktı. Kendini tutuyordu.

“Şey... Onlar...”

“Misafirler yürüyüşe çıktılar efendim.” Bunu söyleyen ses arkalarından çıkıp yanlarına kadar geldi. Yaşlı bir adamdı. Başındaki şapkasından ve tulumunun cebinden sarkan bahçe malzemelerinden bahçıvan olduğunu anlamamak elde değildi. Adam, “Sen işine dön Ali,” dedi ve toz bezini elleri arasında sıkan çocuk hızlıca oradan uzaklaştı. Aslı arkasından bakarken onu konuşturmak için bir yol bulacağını zihnine not etti.

Yaşlı adam, “Yetişemediniz sanırım. Yani yürüyüşe baya bir erken gittiler. Ama üzülmeyin artık başka sefere.” Dedi ve geldiği yöne doğru ilerleyip gözden kayboldu.

Aslı önce Selma’ya bakmak niyetiyle merdivenlere doğru yürümüşse de vazgeçip çıkış kapısına doğru giderek kendini dışarıya attı. Geldiğinden beri halk ile iletişim kuramamıştı ve o an terzideki elbisesini hatırladı. Kadın yarın hazır olur demişti. Aklından uçup gitmişti. Sahi kaç yarın geçmişti? Aslında elbiseyi merak etmiyordu. Sadece bir bahane bularak halkın arasına karışmak istiyordu.

Merdivenleri üçer beşer inerken düz yolların da olduğunu keşfetti. İlk geldikleri yolun aksine adadaki diğer evlere ulaşan merdivenlerde sokaklar, düzlükler mevcuttu. Yürürken yanından bisikletli insanlar geçiyordu. Aslı hiç araba görmemişti. Genelde bisiklet kullanılıyordu anlaşılan. Bisiklet yollarını fark etmesi çok sürmedi. Yanlarından geçen insanlara, evlere uzun uzun bakarak yürümeyi sürdürdü. Evler ahşaptandı. En fazla iki katlı, birbirlerine yakın konumlarda olan evlerin arasından geçerken içerideki curcunayı görmesi için kafasını çevirmesi yetiyordu. Her yerde çocuklar vardı.

Aslı bu kadar çocuğun olmasına şaşırdı. Okula gidip gitmediklerini merak ediyordu. Sonradan aklına meydanda bir yerde gördüğü tabelada ilkokul ve ortaokul yazdığı geldi. Elbette çocuklar okula gidiyordu.

Yavaşça aralardan geçerek sahile doğru inmeye koyuldu. Bir kadının ipe çamaşır sermesini izlerken düşme tehlikesiyle karşılaştı. Ama neyse ki kendini çabucak toparladı ve dikkatsizliğine güldü.

Ve sonra uzaktan onu fark etti. Yavaş adımlarla yaklaştı. Savaş, eğilmiş bir çocuğun bisikletinin zincirini düzeltiyordu. Nihayet bisikleti hazır ettiğinde elleri yağdan kirlenmişti.

Cebinden çıkardığı mendille önce terlemiş alnını ardından yağlı ellerini silerken bisikletine çoktan binmiş olan çocuğa gülümsüyordu.

"Nasıl? Eskisinden de iyi olmuş mu?"

"Teşekkür ederim Savaş Ağabey," diyen çocuk bisikletiyle uzaklaşmaya başladı.

Çekingen adımlarla Savaş'ın yanına kadar gelen Aslı, "Çok marifetlisiniz. Ve çok da yardımsever," dedi. Savaş ona gülümsedi. "Elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyorum işte,"

Aslı, Savaş'ın alnındaki siyahlığı fark etti. Cebinden kendi mendilini çıkardı. "Durun bir dakika," diyerek ona doğru yaklaştı.

Parmak uçlarında yükselip alnındaki siyahlığı silmeye koyuldu. Bir elini gayriihtiyari Savaş'ın omzuna koymuştu. Savaş, başını ona doğru hafifçe eğince burun buruna geldiklerinde Aslı ayağını yere tam basarak geriledi.

"Şey... Alnınıza yağ bulaşmıştı..." diye ağzında bir şeyler gevelerken vücudunu saran ateşi söndürmeye uğraşıyordu. Savaş da heyecanlanmış, kendini toparlamaya çalışıyordu. Boğazını temizledi. "Teşekkür ederim," dedi. Aslı, elindeki mendile bakarken kafasını kaldırmaya cesaret edemiyordu.

"Ben yardımcı olma işime devam edeyim, bana eşlik etmek ister misin?" Diye soran Savaş, içinde bulunduğu durumun ateşinden kurtulmak için eliyle kendine hava yapmaya çalıştı.

"Hayır, size kolay gelsin. Benim biraz işim vardı," diyen Aslı ters yönü işaret etti. "Şuradan gidiyorum ben," dedi.

Savaş kafa salladı. "Tamamdır," dedi ve Aslı uzaklaşırken arkasından baktı.

“Ah aptal Aslı, neydi şimdi o yaptığın? Yani seni ne ilgilendirir niye yüzündeki lekeyi siliyorsun? Of...” Aslı kendine söyleniyordu. Sanki yapmaması gereken bir şeyi yapmış gibi hissediyordu. Belki de Savaş rahatsız olmuştu bu yaptığından ve kibarlığından bir şey dememişti.

“Yok ya niye rahatsız olsun. Yüzünde lekeyle dolaşacaktı ben olmasaydım. Hem ben niye bunu kafama takıyorum ki. Amacım ona... yani onlara yakın olmak zaten. İyice güvenini kazanmaya başlarım yakında. Sonra lazım olan bilgilerimi ve kanıtlarımı elde edince de... Ait olduğum yere dönerim.”

Aslı kendi kendiyle hararetli tartışmasını sürdürürken meydana kadar gelmişti. Pazara girdiğinde kendisiyle barış imzalamıştı. Önce kumaş satan kadını ardından terziyi buldu. Dükkândan içeriye girdi. Terzi, dikiş makinasının başında oturmuş, yeşil renkte bir bluzun üzerine desen ekliyordu.

“Merhaba?”

“A merhaba. Gittin sandım. Nerelerdeydin öyle sen?” Terzi, masadan kalkıp bir dolabın önüne kadar geldi. Biraz araştırdıktan sonra bir paket çıkarıp Aslı’ya döndü.

“Teşekkür ederim,” diyen Aslı paketi aldı. Terzi masasının başına geçerken,

“Hadi geç otur bir çayımı iç.” Dedi.

Aslı geçip oturdu. Terzinin dışarıya seslenmesini, bir adamın onlara çay getirişini sessizce izledi.

“Ee anlat bakalım?”

Çayından bir yudum alan Aslı, karışındaki bu kadının yüzünü dikkatlice inceledi. Amacı Aslı’yı konuşturmak mıydı yoksa sadece sohbet etmek mi?

“Neyi anlatayım ki?” diye sordu safça.

“Malikaneyi.” Masasının üzerine doğru eğildi. Saçı neredeyse çayının içine girecekti. “Orada kalmıyor musun? Nasıl orası? Büyüleyici değil mi? Nasıl bir odada kalıyorsun? Her yerde hizmetçiler var mı?”

“İlk sorunuza cevabım evet. Orada kalıyorum. Diğer sorularınızın cevabını siz bilmiyor musunuz? Yani malikânenin içini ve misafir odalarını görmediniz mi? Yoksa sadece benim görüşümü duymak için mi soruyorsunuz?”

“Malikanenin içini görmek mi? Nerede?”

“Nasıl yani malikaneye gitmediniz mi?”

“Sadece ben değil, halktan kimse gitmedi oraya. İşte gemiyle misafirler gelir aynı senin gibi. Onlar giderler malikaneye. Bazen pazara gelirler üç beş bir şey satarken konuşmaya çalışırız konuşmazlar. Ama sen onlar gibi yapmadın. Bir ara gittin sandım üzüldüm.”

“Elbisenin parasını alamayacaksınız diye?” Aslı güldü.

“Tabi o da üzülmemde bir etken. Başkasına satamazdım birebir senin ölçülerinde birini bulamazdım.” Terzi de güldü. “Niye ancak bugün gelebildin?”

“Malikane büyük ya anca çıkışı bulabildim sanırım.”

Terzi sandalyesinde arkaya yaslandı.


“Tabi kim bilir kaç metrekaredir orası. Gez gez bitmez.”


“Oraya gitmeniz yasak mı? Yani malikaneye kimse gidemiyor mu?”

“Gitmez olur mu hiç? Ama belli dönemlerde ve malikanenin istediği kişiler. Onun dışında kimse gidemez.”
Aslı meraklanmıştı.

“Nasıl malikanenin seçtiği? Çekiliş falan mı yapıyorlar?”

“Nasıl seçiyorlar onu bende bilmiyorum.”

“O halde neden onlara sormadın?”

“Neyi?”

“Malikanenin nasıl bir yer olduğunu. Oraya gidenler geri geldiklerinde size anlatmıyor mu? Sürprizi kaçmasın diye konuşmuyorlar mı?”

Terzi ciddileşmişti. “Yok anlatmıyorlar.”

“Neden?”

“İnsanlar bencildir çünkü. İyi yerlere geldiklerinde eskiden oldukları yerleri beğenmez, eski tanıdıklarıyla görüşmek istemez.” Terzinin iyiden iyiye canı sıkılmıştı. “Oysa herkes ne kadar da mutlu oluyordu onlar giderken. Koskoca malikaneye gidiyorsun kolay mı? Büyük bir fırsat yakalıyorsun, burada iki kuruş kazanman gibi mi? Malikane kim bilir ne imkanlar sunuyor. Rahata alışınca bir daha dönüp gelir mi insan?”

Terzi kendi kendine konuşuyor gibiydi. Dikiş makinesine gözlerini dikmişti. “Nişanlım da öyle gitti. Sözde çok para kazanacak sonra beni kraliçeler gibi yaşatacaktı. Sanırım çok para kazandı ama kendine yeni bir kraliçe buldu.”

Aslı ne diyeceğini bilemedi. Terzi susmuştu. Derin bir ah çıkmıştı dudaklarından. Aslı doğru soruyu arıyordu. Söylenecek iyi bir şeyler.

“Malikanede işe başlamıyorlar anladığım kadarıyla. Yoksa neden gelmesin. Yani demek istediğim adada karşılaşmaz mıydınız?”

Terzi ona baktı. “Hayır adadan gidiyorlar. Misafirlerin geldiği gemiyle gidiyorlar. Daha iyi imkanlara doğru yelken açıyorlar işte. Bir daha geri gelmemek üzere gidiyorlar. Tutmayacakları halde sözler veriyorlar. Sonradan yaralar açan öpücüklere boğuyorlar. Sonra... Sonrası hiç.”

“Ne zaman gitti nişanlınız?”

“İki yıl önce. Her zamanki seremoniler yapılmıştı. Herkes eğleniyordu. Gidecek olanlara iyi dileklerde bulunuyorduk. Eğlence saatler sürmüştü. Onları malikaneye doğru yolcu ettik önce. Orada misafir oldular. Bir iki gün sonra sabaha karşı gelen bir gemiye bindiler. Her zaman olduğu gibi. Gelen misafirlerin arasında olduklarını biliyorduk. Onları son kez görebilmek için rıhtıma doluşmuştuk. Ben çok uğraştım ama onu göremedim o kalabalıkta. Giden geminin arkasından baktım, uzun uzun el salladım. Ufukta kaybolduğunda hala el sallıyordum. Onun için mutlu olmuştum, aynı zamanda bizim için. Ama gemi giderken onu durdurmak istemiştim. Bağırıp çağırmak, ona seslenmek... Gitme demek... Gitme burada kendi yağımızda kavruluruz diyebilirdim. Çok paramız olacaktı da ne olacaktı? Ada şuncacık yer, bir malikane de bizim mi olacaktı? Ama onu durdurmayı bırak mutluluktan danslar ederek yolladım. Bazen düşünüyorum da ağlasaydım o zaman, bu kadar mutlu olmasaydım benimle kalır mıydı diye.”

“...”

“Öyle işte. Bazı şeyler böyle can sıkıyor...”

“Peki onu hiç aradınız mı veya o sizi aramadı mı?”

Terzi bakışlarını kaldırıp Aslı’ya baktı. Bir şey düşünüyor gibiydi. “Hayır.” Dedi.

“Neden? Telefon edemez miydiniz?”

“Burada her yerde telefon yok. Bende onun gittiği yerin numarasını bilmiyorum. Onu arayamam bu yüzden. Ama o beni arayabilirdi. Kaldı ki aramadı.”

Aslı afallamıştı. “Telefon nasıl yok? Cep telefonu, bilgisayar, internet? İletişimi nasıl sağlıyorsunuz siz?”

“Dediğim gibi telefon belli başlı yerlerde var. Biraz ileriye gidersen orada görürsün. Polis merkezinin çaprazında kulübeler ve iletişim merkezi var. Onun dışında kütüphanemiz var orada bilgisayar ve internet var.”

“Yani wifi yok mu hiçbir yerde? Ben bunu biraz garipsedim açıkçası. Böyle tahmin etmiyordum.”

Aslı o zaman malikanede de kimsede akıllı telefon görmediğini fark etti. Bilgisayar veya wi-fi olup olmadığına dikkat etmemişti. Eve dönünce kontrol edecekti.

“Yok. Burada onlara da pek ihtiyacımız yok. Lazım olunca kütüphaneye ve iletişim merkezine gidiyoruz. Hatta bazen mektup bile yolluyoruz.”

“Dışarıdan hiç haberdar değil misiniz?” derken parmağıyla havaya daire çizmişti.

“Olmaz olur muyuz, elbette haberimiz var. Gemilerle gazeteler de gelir. Bazen kendi haberimizi de yaparız.”

“Kendi haberinizi mi?”

“Evet, bilirsin bazen insanlar farklı şeyler duymak ister.”

Terziye bir adamın girmesiyle terzi sustu ve gelene doğru baktı. Aslı sorusunu soramamıştı.

“Hey! Umarım benim siparişleri halletmişsindir. Gemi akşama yola çıkacak.”

“Hallettim. Bekle de içeriden getireyim.” Terzi yerinden kalkıp masasının etrafından dolandı. Bir kapıyı açıp içeri girdi.

Aslı, gelen adama baktı. Yanık tenli, mavi gözlü, yeni tıraş olmuş, orta yaşlı bir adamdı. Aslı’ya gülümseyip kafasındaki şapkayı çıkardı. Aslı elbise paketini alıp gitmek için ayaklandı. Elbisenin parasını masanın üzerine bırakmayı düşündü ama adama pek güvenemedi. O yüzden biraz beklemeye karar verdi.

Çok geçmeden terzi, elleri kolları dolu vaziyette kapıda göründü. Adam, elindekileri almaya koyuldu.

“Şey...Bende gitsem iyi olacak. Elbisenin ücretini vereyim size. Yeterli mi?” diyerek birkaç kâğıt parayı terziye doğru uzattı. Paketleri taşımaktan nefes nefese kalmış olan terzi, parayı aldı ve bir kısmını geri vererek; “Bu fazla,” dedi.

Aslı parayı cebine geri koydu. “Sohbet ve çay için teşekkür ederim.”

“Yine beklerim. Gitmeden önce de mutlaka haber ver.”

“Olur.”

Kucağında elbise paketi, beyninde binbir düşünce ile pazarda yürümeye başladı.

Loading...
0%