@alenabkr
|
"Eğer intikam alacaksan, iki mezar kaz." Karacaoğlan.
Bölüm 1 "Firuze." "Ne yaptın, bir dakika.." Sinem'in ağzı şaşkınlıkla açıldı fakat konuşamadı. "Sen Suzan hocaya rest mi çektin?" Kahkahası kulağıma dolarken, sesindeki inanmıyorum tınısı gergin zihnime teker teker çivi çakmaya başlamıştı. Büyük bir hızla kafasını sağa sola salladı, "yok şaka yapıyorsun." Alttan bakışlarım bakışlarıyla buluşunca tekrarladı: "Şaka yapıyorsun değil mi?" Gözlerinde yalnızca şaşkınlık duygusu barınmıyordu, anlam veremediğim siniri göz harelerini sarmıştı. Alttan bakışlarım elimdeki bardağa yönelirken içimde devleşip beni yutmaya yemin etmiş sıkıntımla, derin bir nefes verdim. Her nefes alışımda burnuma dolan denizin tuzlu kokusu omzumdaki yükü az da olsa hafifletiyordu, avucumun arasındaki bardağı dairesel hareketlerle masanın yüzeyinde çevirmeye başladım. Beni izleyen koyu kahverengi gözleri yok sayarak nemli bardağın yüzeye su damlacıkları bırakmasını büyük bir dikkatle izlemeye devam ettim, "şaka yapmıyorum." Su damlacıklarından gözümü alamadım, eğer ki bakışlarımı çekebilseydim karşımda oturan Sinem'e bakacaktım. Masada oluşan su damlacıklarını, birkaç dakika önce tabağıma buruşturarak attığım peçetelerden birini alarak yavaş hamlelerle sildim. Suzan'la yaşadığım tartışmanın ardından midemde şiddetli bir ağrı kalmıştı, her lokma yemek borumdan mideme inerken acıyı hissediyordum. "Ne demek şaka yapmıyorum?" Hissettiğim karmaşık duygular eşliğinde bardağı ritmik hareketlerle çevirirken Sinem bileğimi sertçe kavrayıp avucumun arasındaki bardağı çekti. Masanın ucuna bıraktığı bardağın şangırtısıyla eş zamanlı olarak konuştu: "Leyla aylar sonra yarışma var," hatırlatmasını onaylamak adına başımı evet anlamında salladım. "Amacın ne, yarışmaya mı girmeyeceksin?" Yanıt vermedim. Sinem'in tabağının köşesinde duran sigara paketine parmaklarım uzanırken büyük bir hızla paketi çekti. "Sinem ne yapıyorsun?" Kaşlarım istemsizce çatılırken alnımdaki kırışıklığın arttığını hissedebiliyordum. Bu masada yalnızca mimiklerimi değil duygularımıda derinden hissediyordum, en çok hissettiğim duygu ise rahatsızlıktı. "Bir şey konuşuyoruz!" "Seni dinlememe engel değil, çek elini." Elinin altındaki paketi birkaç saniye içinde alıp hemen yaktım. "Leyla ne yapacaksın şimdi, Suzan olmadan yarışı nasıl kazanacaksın?" Dudaklarımın arasındaki sigara yanarken, öfkemin fitili de çekilmişti adeta. "O ne demek Sinem?" Delici bakışlarım gözlerinden ayrılmazken konuşmaya devam ettim, "bir başkasıyla mı varoldum?" Birkaç saniye bekledim fakat bu bekleyiş, yanıt bekliyorum bekleyişi değildi. Sinirimi sindirmek için kendime tanıdığım zamandı, "Leyla olarak bir hiç miyim?" İyiliğim için mi bu soruları yöneltiyordu yoksa kendimi kötü hissetmemi sağlayarak Suzan'a geri dönmemi? Bunun ayrımını yapamayacak kadar düşüncelerim körelmişti. "Öyle demek istemediğimi sende biliyorsun." Bakışlarım denizle buluştu, derin bir nefes alıp dirseğimi masanın üstüne koydum. Başımı ise avucumun içine yerleştirip soğuk havayı yüzümde hissetmeye çalıştım, şu sıralar hiçbir şey iyi hissettirmiyordu. Ağlamamak adına alt dudağımı dişlemeye başladım. Suzan'ın cümlelerinin ağırlığını hâlâ içimde taşırken duygularımı açıkça belli etmekten çekinmedim. "Suzan canı sıkılınca nasıl konuşması gerektiğini bilmiyor," Sinem başını sallayıp araya girdi. "Ağzından çıkanı kulağı duymuyor." "Evet, dünde o anlardan biriydi. Tüm hıncını benden çıkarmak ister gibi konuştu," belimi pekte rahat hissettirmeyen işletmenin sandalyesine yasladım, "Saldırganlaştı bunu birkaç kez daha yapmıştı ama bu sefer kaldıramadım," ellerim göğsümde toplandı. "Son damlaydı bu olay." "Suzan'ı bazen anlamıyorum," alt dudağı aşağıya sarktı. "Hatta çoğu zaman demek daha doğru olur. Annenin en yakın arkadaşı, birlikte büyüdüler, birlikte büyük işlere imza attılar yani Güneş'in nasıl bir karaktere sahip olduğunu en iyi Suzan bilir. Buna rağmen sana bu cümleleri nasıl kurmuş gerçekten anlam veremiyorum." Omzumu bilmiyorum der gibi silktim, "Düşünüyorumda belki de Suzan'ın dedikleri doğru. Sonuç olarak insan kendi kusurunu göremez." "Diyelim ki öyle, nasıl bir torpil yaptı annen? Kızını kendi gibi profesyonel dansçı olarak yetiştirmesi mi sorun veya torpil? Leyla en çok azarı sen işitirdin akademide. Suzan, Bahar, Zülal, Güneş hiç acımadan seni yerin dibine sokarlardı. Bizlere yeri gelir sesleri çıkamazdı ama en sağlam azarı Yeşim ve sen yerdin." Kaşları hayretle çatılırken bakışlarım telefonumun saatine kaydı 23.47 idi. Kelimeleri toparlayamayacak kadar içmiştim. "Bilmiyorum Sinem," gözlerim kapanırken boşalmaya az kalmış bardağı dudaklarıma yaklaştırdım. "Sahnede hata yapıyormuşum," sımsıkı tuttuğum bardağı daha sert kavrarken konuşmaya devam ettim: "Evet yapıyorum ama ben bir insanım kusursuz değilim." Elimdeki bardakla mekandaki herkesi işaret ettim. "Sinem hangimiz kusursuzuz bak etrafına." Bu cümleyi Sinem'e eğilerek kurmuştum. Bir yudum daha alıp devam ettim. "Değiliz Sinem. Hepimiz hata yaparız, düşeriz, kalkarız ama hallederiz. İki düştüm diye öğrencinin emekleri hiçe sayılır mı? Hatta şöyle söylemek daha doğru: Her şey annesinin sayesinde demek.. Güneş'in kızıyım, Güneş'in torpilli çocuğu değilim." Cümlemi kurduktan sonra başım hafifçe öne geldi, Sinem elimdeki bardağı tekrardan aldı. "Tamam çok haklısın fakat yeter bu kadar, hadi kalkıyoruz." Kafamı sağa sola salladım eve gitmek istemiyordum, tek kaldığım an çok düşünüyordum ve bu bana hiç ama hiç iyi gelmiyordu. "Hayır." "Evet, hadi." Sinem hesabı isterken ısrarla kalkmak istemediğimi dile getiriyordum. "Ayda yılda bir kez içmeye geldik hemen eve mi gideceğiz? Sinem otur paslanmışsın." "Leyla hadi," kabanını giyip yanıma geldi. "Bir dakika gelme dur! Şu bardağı da bitireyim." "Leyla, daha gözünü açık tutamıyorsun ama içmeye çalışıyorsun," Dudaklarıma yaklaşan bardağı hemen çekti. "Sinem!" "Hadi destek al benden kalkıyoruz," Sandalyeyi masadan uzaklaştırdım, yan dönüp diğer sandalyedeki telefonumu ve kabanımı alıp yavaşça ayaklandım. Mekandan çıkana kadar Sinem kolumu bırakmamıştı, arabanın kilidini açarken kolunun üstüne elimi yerleştirdim, başım dönmeye başlamıştı. "İyi misin?" Koltuğa yerleşirken yalnızca kafamı salladım, emniyet kemerimi takmakta dahi zorlanınca birkaç saniye gözlerimi kapattım. Her şeyi çift görmeye başlamıştım. Arabanın sarsılmasıyla zorlukla konuştum. "Kusacağım," elimle midemi tuttum eğer biraz daha hızlı giderse kusmam saniyeler içinde gerçekleşecekti. "Sakın! Leyla bak seni parçalarım tut içinde." "Şaka mı yapıyorsun, nasıl içimde tutabilirim?" Sağ eli direksiyonu tutarken sol eli arabada bir şeyler arıyordu. "Tut, eğer ki kusarsan seni indiririm başının çaresine bakmak zorunda kalırsın." "Sinem.." Birkaç saniye sessiz kaldım bu sırada ise dudaklarım üzüntüden büzülmüş ağlayacak hale gelmiştim. Sinem'in bakışları kısa bir süreliğine bana döndü, "Kusacak mısın?" "Hayır, Sinem canım çok acıyor." Elim ağzımda gözyaşlarım ise yüzümdeydi, hıçkırığımı yutmaya çalıştım. "Suzan haklı olabilir mi? Sinem ben ayaklarımı kontrol edemiyorum." Büyük bir hıçkırık kaçtı ağzımdan. Sinem'in aradığı şey poşet olmalıydı ki bulduğu gibi kucağıma bıraktı. "Ne zamandan beri var bunlar?" Elimi bilmiyorum der gibi salladım. "Bilmiyorum ama uzun süredir fark ediyordum." "Doktora gittin mi?" Kafamı sağa sola salladım. "Hayır." "Gitmek ister misin?" "Kendime biraz zaman tanımak istiyorum." Kafası ile onayladı, eş zamanlı olarak yeşil ışığın yanmasıyla hızını arttırdı. "Streste etki etti. Biliyorsun en ufak olumsuz durumda bile kitleniyorum günlerce düşünüyorum." "Fazla düşününce ne oluyor, durum mu değişiyor veya Leyla üzüldü bir dakika duralım mı deniliyor? Hayır, yaptığın her şey yalnızca seni etkiliyor." "Biliyorum," midemin bulantısı konuşmamı engelledi. Elimle ağzımı işaret ederek kusacağımı söyleme çalıştım. "Leyla! Yeni yıkattım arabayı hayır ya.." Trafik olmamasını fırsat bilerek hemen sağa çekti. "Hemen in hemen.." Cümlesini tamamlayamadan emniyet kemerini çıkarıp araban indi. Bir elim ağzımda bir elim ise emniyet kemerini çözmeye çalışıyordu fakat tam odaklanamadığım için bunu başaramıyordum. Sinem'in kapımı açmasıyla eş zamanlı olarak kemeri çıkarıp kendimi dışarıya attım denilecek bir hızda indim. "Rahat rahat kusabilirsin şimdi.."
𓍯
Bacağım kalçamın altını bulurken omzumu sertçe kaşıdım, başımdaki şiddetli ağrı hareket etmemi engelleyen en büyük unsurlardan biriydi. Düne dair her detay eksik ve pürüzlüydü fakat eksiksiz hatırladığım tek kısım yatağımla buluşmamdı. Düşüncelerimi baltalayan sıcaklıkla derin bir nefes verdim, Eylül ayına girmemize rağmen bazı günler çok sıcak olabiliyordu. Yüzüm acıyla gerginleşirken ikinci ilacı içmek için masaya uzandım, fakat sürahideki su bitmişti. "Başım çok ağrıyor," ağrıyı hafifletmek adına çenemi açıp kaparken parmaklarım şakağıma uzandı. Genelde tam şu saatler akademide prova yapardım, saate değen bakışlarım yere eğildiğinde içimdeki boşluk gitgide büyümeye adım atmıştı. Annemin akademisine bu kadar yabancılaşacağım aklıma gelmezdi, genelde işler istediğim gibi ilerlemezdi fakat bir şekilde yoluna koyar provalarıma devam ederdim. Suzan ile.. Şimdi ne proje ne Suzan kalmıştı. Hiçbir şeyim yoktu. Ağlamamak için göz pınarlarıma parmaklarım ile baskı uyguladım. —Ağlamak yok Leyla—hayatta inişler çıkışlar olur. Yerdeki bakışlarım salonun ortasında duran geniş masayı buldu. Birkaç ilaç, sürahi ve annemin fotoğrafının olduğu çerçeve. Pozisyonumu bozmadan masaya uzandım, parmaklarımla çerçeveyi kavrayıp içinden annemin fotoğrafını çıkardım. Dakikalarca yüzünü inceledim, yaşarken yapamadığım şeyleri yapmaya başlamıştım ve en çokta derinden üzüldüğüm şeydi. Yüzünü incelemek, ne kadar çok sevdiğimi her dakika söylemek, yanına her gidişimde çiçek almak.. Yaşarken yapamadığım şeyleri şimdi yapmanın ağırlığı bazen taşınamayacak raddeye geliyordu. İfade edemiyordum ama içimde bir yerlerde şiddetli bir kasırga çıkıyordu. Ciğerim paramparça oluyordu, kalbime sanki art arda bıçak saplıyorlardı. Hayatımız boyunca bize eşlik edecek iki şey vardı: Pişmanlıklarımız ve keşkelerimiz. İkisi o kadar kuvvetliydi ki bir insanı yere serebilecek güce sahipti hemde fiziksel bir harekete gerek kalmadan. Annemin gözlerinin içine baktım. "Anne senin için geçmiş zamanla konuştuğum oluyor ve bu durum inanılmaz acı veriyor: Severdi, yapardı. Bir zamanlar vardın ve hayatı birlikte yaşıyorduk o kadar tuhaf ve kırıcı ki bunları düşünmek." Annemle benzerliğimiz şaşırılacak derecedeydi, sanki kendi fotoğrafıma bakıp bir şeyler anlatıyormuşum gibiydi. "Belki akademiyi bıraktığım için bana kızgınsın ama artık kaldıramıyorum, çok ağır psikolojik savaşın ortasında yer almak insanı yoruyor." Parmaklarım yüzüne doğru uzandı. "Ne yapacağım bilmiyorum," alt dudağım titrerken konuşmaya devam ettim: "Anne sen olsan ne yapardın onu bile bilmiyorum, biz ne ara birbirimize bu kadar yabancılaştık?" Gözyaşlarımı sildim ve derin bir nefes çektim içime. "Parmak ucumda dahi durmakta zorlanıyorum, yaşadığım stres mi buna sebep veriyor bilmiyorum ama her defasında cümlen kafamın içinde dönüp dolaşıyor," parmaklarımın arasındaki fotoğrafı tutuşum sertleşti. "Stresle başa çıkamadığını hissettiğin an yenilgiyi tatmışsın, derdin." Akan gözyaşımı sildim, titreyerek aldığım nefes alışverişler kulağıma dolduğundan istemsizce yaşlar daha da akmaya başladı. "Aslında çok çalışıyorum. Saatlerce prova yapıyorum, yemek yemeyi bile unuttuğum günler oluyor. Kafamı dağıtmak için kızlarla buluşuyorum, eve geliyorum yine prova yapıyorum yani anlayacağın hep çalışıyorum. Yenilgiyi kabul etmek için bile çalışmam gerektiğini anladım. Anne nasıl kontrolümü sağlayacağım, ne yapacağım, bunların üstesinden nasıl geleceğim? Yanıtlamanı o kadar çok isterdim ki.. Sorularımın havada asılı kalması canımı çok acıtıyor çünkü senin en değerlindim ve her ne olursa olsun bana yardımcı olurdun. Şimdi yoksun, tek başıma üstesinden gelemiyorum." İç dökmemi bölen şey telefonumun uzun süredir titremesi oldu. Fotoğrafı masaya bıraktıktan hemen sonra gözyaşlarımı sildim ve arayan numaraya baktım. Bilinmeyen Numara. Parmaklarımın arasında titreyen telefonun ekranını bir süre izledim, içimden bir ses Suzan'ın arayabileceği ihtimalini dile getirirken bakışlarım kırmızı tuşa kilitlendi. Suzan bu tarz oyunlara kalkışacak kadın değil, içsel bir savaşın ortasında kalmıştım. Kırmızının biraz ötesinde duran yeşil tuşa vakit kaybetmeden dokundum. "Alo." "Leyla hanımla mı görüşüyorum?" Leyla ismini duyduğum andan itibaren başım refleks olarak sallanmaya başladı. Burun köprümdeki kırışıklık artarken yanıt verdim, "evet benim." Daha önce duymadığım ses karşısında belim yay gibi gerginleşirken dudaklarımı birbirine bastırdım. "Yetkilimiz Serhat bey çantanızı bulmuş," birkaç hışırtı kulağıma dolarken dudaklarım çözüldü ve kaşlarım daha da çatılmaya başladı. "Gün içinde ofisten teslim alabilir misiniz?" Bakışlarım portmantoya kayarken oturduğum yerden hafifçe kalktım, asılı kabanımın yanında çantam yoktu. Parmaklarım istemsizce saçlarıma tırmanırken kadın devam etti: "Ofisin konumunu size ileteceğiz." "Serhat bey çantamı nerede buldu?" Sesimdeki şaşkın tını kendini açıkça ele verirken aklımda binbir türlü sorular türemeye başladı. "Bir dakika.." tekrardan hışırtılar kulağıma tırmanırken içimde tuttuğum nefesi dışarıya verdim. "Firuze'de." "Telefon numarama nasıl ulaştınız?" "Üzgünüz, maalesef ki bu noktada çantanızı kontrol etmek zorunda kaldık. Güneş Erdenoğlu Akademi kartvizitinin altında adınız ve soyadınız mevcut, kimlikle uyuşan bilgiler doğrultusunda telefon numaranıza ulaştık." Sağ elim şakağımı bulurken göremeyeceğini bilsemde başımı onaylar anlamda salladım, "bilgilendirmeniz için çok teşekkür ederim, birkaç saat içerisinde çantamı teslim alacağım." "Biz teşekkür ederiz Leyla hanım iyi günler." Telefonu kapattıktan sonra başımı koltuğa yasladım, saçlarım sırtımdan aşağıya salınırken gözlerim istemsizce kapandı. Düne dair puslu anıları hatırlama çabam hiçliğe kayarken avucumun arasındaki telefonu sımsıkı kavrayıp ayağa kalktım. Düşüncelerim zihnimi örümcek ağı gibi örmeye ilk andan itibaren başlamıştı, telefon çaldığı andan hatta ofise adım atana denk ilmek ilmek zihnime ağlarını sıkı bir şekilde örmüştü. "Merhaba ben Leyla, yaklaşık bir saat önce şirketiniz tarafından arandım. Yetkiliniz çantamı bulmuş yardımcı olabilir misiniz?" Ela gözleri memnuniyetle genişlerken selamımı kafasını sallayarak karşıladı. Önünde duran telefondan birkaç tuşa basarken dahi dudaklarına oturan gülücük silinmedi, "Leyla hanım kısa bir süre içinde çantanız gelecek." Sessiz teşekkür ardından adımlarım boş bekleme alanını buldu. Başımı saran şiddetli baş ağrısı iğnenin ucunda oturuyormuşum hissi aşılıyordu, üstümde anlam veremeyeceğim halsizlik mevcuttu. Anlatmak istesem dahi anlatamazdım. "Leyla hanım," yerdeki bakışlarımı kadına çevirdim. "Çantanız." "Çok sağ olun," parmaklarının ucuyla kavradığı koyu yeşil çantamı aldığımda adımları masasını buldu. Gidişiyle beraber ortama yaydığı parfümünün kokusu eşliğinde çantamı fermuarını araladım: Cüzdan, parfüm, anahtar hatta çantamın içine fırlattığım akademinin kartvizitleri her şey yerli yerindeydi. Fakat bir zarf vardı. Zihnimde canlanan posta kutusu oldu, yıllardır orada görmeye alışık olduğum zarf şu an çantamın içindeydi. Titreyen parmaklarım eşliğinde siyah rengindeki zarfı çantamın içinde çıkardım, aşina olduğum arka yazısını görmeden tahmin edebiliyordum. Kuzey ve Güneş'in kızı Leyla'ya. Çantamı teslim eden kadın yerine geçmişti fakat ayağa kalkacak gücüm kalmamıştı, yüzümdeki kaslar gerilirken üstüme sinmiş şoku atlatmaya çalıştım, titrek nefes alışverişlerimin sesi artmıştı, kalbimde hissettiğim korku yerini sıcaklığa teslim etmişti. İstemsizce dudaklarımı sıkarken zihnimde kuracağım cümleleri tartmaya çalıştım, lütfen sakin kal. Zarf hep geliyor- Sen sakin kalmaya çalış. Birkaç gündür vücuduma yerleşen şiddetli mide ağrısıyla ayaklandım. Adımlarım olması gerekenden yavaş ve tedirgindi, içimden kendime düzdüğüm teselli cümleleriyle birlikte dudaklarım yavaşça aralandı. "Çantamı bulan kişi yani, Serhat beyi çağırır mısınız?" Gözleri birkaç saniyeliğine sersemlediğini hissettirsede kısa süre içerisinde toparlandı. Dümdüz bakışları kuşanan gözleri ardından soruma yanıt verdi: "Maalesef şu an toplantıda." Dudakları olumsuz anlamda aşağıya sarkarken gözlerini gözümden ayırdı. "Lütfen beklediğimi iletir misiniz?" Ellerimin titremesini gizlemek adına kabanımın cebine girerken parmaklarım hakimiyeti kaybetmiş gibiydi. Yıllardır evimin posta kutusunda bulduğum zarfı çantamın içinde görmek çenemin kaskatı kesilmesine sebebiyet vermişti. "Üzgünüm." "Bekliyorum, arayın lütfen." Kaşları normalden biraz daha yukarı kalktığında dudakları mahcubiyetle gerildi. Yüzündeki olumsuzluk ifadesi gergin sinirimi daha da geriyordu, "çok önemli." Pes eden bakışlarıyla birlikte eli bilgisayarın klavyesine kaydı, ardından başını onaylar anlamda salladı. "Tamam sizi 102 numaralı odaya alalım Serhat bey kısa süre içinde gelecek." Stresten kuruyan dudaklarımı dilim yardımıyla ıslattım. "102 Numaraları oda nerede?" Cümlem bittiğinde gözlerim kısa bir an kapandı, kalbimin hızla atması düşüncelerimi köreltecek raddeye geliyordu. "Karşıdan koridordan sağa dönün numaraları göreceksiniz.." Konuşmasını tamamlamasına izin vermeden koşar adımlarla odayı aradım. 101. Buğulu gören gözlerimi silip, aradığım odaya uzaktan bir bakış attım. 102 Toplantı Odası. Kimsenin olmadığı geniş odayı bulan adımlarım kapının kulpunu kavradığında ensemden belime kadar soğuk ürpertinin yokladığını hissettim. Titreyen kollarım odaya girdiğim andan itibaren nerede konumlanacağını bilmeden bazen göğsümün üstünde toplanıyor bazen ise boşlukta sallanıyordu, büyük masanın etrafına sıralanmış koltuklardan birini çekip endişeyle sırtımı yasladım. Yüzümde sabırsızlığın doğdunu biliyordum. Mimiklerimi ve duygularımı kontrol altına almaya çalışırken cam kapı aralandı. İstemsizce belim koltuktan ayrılırken ayaklandım, "Leyla hanım merhaba sorun nedir?" Aceleyle yanıma geldiğini anlayabiliyordum, yüzündeki endişe ve belirsizlik ifadesi kendini açıkça ele veriyordu. Selamına karşılık olarak yalnızca başımı salladığımda bir an kusacağımı düşündüm. Ellerimin arasındaki çantamı hafifçe yukarıya kaldırıp sorumu sordum: "Çantamı siz mi buldunuz?" Bakışları bir anlığına çantama kaysada göz temasımız tekrardan birleştiğinde kafasını salladı. "Evet, dün gece Firuzede düşürdünüz arkanızdan geldim fakat duymadınız." "Çantama zarfı siz mi koydunuz?" Alnımdaki çizgilerin derin bir boşluk oluşturduğunu görmesemde hissedebiliyordum, istemsizce yutkunduğumda gözlerim tetikte bekleyen bir kartal gibi adamı göz hapsine almıştı. "Hayır herhangi bir şey almadım ve koymadım." Elleri suçlu değilim der gibi havalandı, "sabah şirkete gelir gelmez asistanlarıma teslim ettim." Elleri eski konumunu bulurken konuşmasına devam etti: "Kızlar kartvizit bulduğunu ve size ulaştığını bildirdiler onun dışındaki hiçbir gelişmeden haberim yok." Başım ağır ağır sallandı. "Kusura bakmayın," ağlamamak adına avucumun içine tırnaklarımı geçirmeye başladım. "Serhat bey yanıtlarınız için teşekkür ederim," herhangi bir yanıt beklemeden bakışlarım yerde ofisten ayrıldım. Tir tir titreyen parmaklarımın arasındaki zarfa zorlukla bakıp başımı sürücü koltuğuna yasladım. Bakmak zorunda değilsin. Titreyen çenem kitlenirken teselli cümlelerim bir bir içimden kaymaya başladı. Hep oluyor, yabancı olduğun bir durum değil. Lütfen sakin kal okumak zorunda değilsin..
|
0% |